Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

Kızıl Göz

Mr.Han

Önceki bölümde değinilen kolan prensesi bizim oğlani bekliyo anlaşılan sonraki bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum
 
Buruna değişik kokular geliyordu. Gözlerini araladı, etraf loştu. Yerden kalkmış tozlar seçilebiliyordu. Yavaşça doğruldu. Flora yanı başında, Mergen’le arasında uzanmıştı. Yanakları hala ıslaktı, ne zamandır ağlıyordu? Hike’ın içeri girmesi, başını ona çevirmesine neden olmuştu. Baltasını yere koyup Kayra’nın yanına kadar geldi.

‘’Uyanmışın dostum.’’ Cebinden çıkardığı elmayı Kayra’ya attı. ‘’3 gündür uyanmanı bekliyoruz. Flora, zehri dışarı atmak için saatlerce uğraştı. Şimdi…’’ duraksadı, kafasını kaşımaya başladı. ‘’Onları uyandırıp gitsek iyi olur. Sana anlatacaklarımız var, sonrasında ne yapacağımız sana kalmış.’’

‘’Ne yapacağımız derken?’’ Kayra, Hike’ın neden söz ettiğini anlamamış bu soruyu yöneltmişti ama cevap gelmemişti. ‘’Zelos nerede?’’ ‘En azından bunu cevaplar.’ dedi içinden.

‘’Dışarıda biraz işi var. Uyandır onları istersen.’’

Kayra, Flora’yı uyandırmak için omzuna dokunduğu sırada fark etti, artık pelerini takmadığını. Üzerinde vücuduna tam olmuş bir elbise vardı. Böyle yatarken çok güzel gözüküyordu.

Gözlerini açtı Flora. ‘’Kendini nasıl hissediyorsun.’’ Dedi uyanır uyanmaz.

‘’Teşekkür ederim, her şey için. O nasıl?’’ dedi Kayra, Mergen’i işaret ederek.

‘’O iyi.’’ Dedi Flora. ‘’Zaten dün uyandı. Biraz dinlenmesi gerekti ama iyi şimdi.’’ Kayra’nın ayağa kalkmaya çalıştığını görünce. ‘’Dinlenmen gerek.’’ Dedi.

Kayra, kızın söylediklerine aldırış etmeden mağaranın sonuna kadar geldi. Omzu acımıyordu, görüşü düzgündü. Kısa sürede iyileşmesine şaşırmıştı ama dışarı çıktığında gördükleri bunları unutturmuştu. Son birkaç günü geçirdiği orman zar zor gözüküyordu. Küçük bir gölün yanı başına kurumuş birkaç çadırın ortasında yanan ateşin etrafında çocuklar koşuşturuyordu. Kadınlar bir yandan kıyafetleri yıkarken diğer yandan çocuklara bakıyorlardı. Boydan boya ormana kadar uzanan çiçek bahçesine baktı. ‘’Öldüm galiba.’’ Diye mırıldandı.

‘’Ne ölmesi.’’ Dedi Hike. ‘’Senin kadar hayata bağlı birini görmedim.’’

‘’Ne demezsin! Neler olduğunu anlatmayacak mısın? Burası neresi?’’

Hike, sorularını yine yanıtsız bıraktı. Konuyu geçiştirmek istediği belliydi. ‘’Hatırlamıyor musun, iç sura tırmanma yarışına giriştiğimizde düşüşünü?’’

Hike, ona eski günleri hatırlatmıştı. Tırmanma yarışı yaptığı günleri gözünün önüne getirdi. Yirmi metrelik surların tepesine ilk tırmanan bir hafta boyunca diğerlerine istediğini yaptırabilecekti. Ok gibi fırlamıştı Kayra. Hike ve Zelos’a en az iki adım fark atmış ve atmaya da devam ediyordu. Zirveye ulaşmasına sadece üç metre kalmıştı ama beklemedikleri bir anda surların üzerinde beliren yaşlı adam Kayra’nın dengesini kaybetmesine neden olmuş, küçük çocuk kendini yerde bulmuştu. Üstat Bergin, kendisine getirildiğinde bir daha hiç yürüyemeyeceğini düşündüğünü söylemişti ama bir buçuk ay sonra çatı yarışını açık ara farkla kazanmış ve Zelos’un mutfaktan çaldığı elmaların hepsini almıştı. Gerçi sonra yine beraber yemişlerdi ama uzun bir aradan sonra girdiği yarışı kazanmanın verdiği zevki tarif edemezdi.

Onu daldığı anılardan çıkartan çiçek bahçesinin içinden fırlayan atlı olmuştu. Dikkatli bakınca atın üstündekinin Zelos olduğunu gördü. Hike’a, ‘neler oluyor’ dercesine baktı. Ama Hike, ona değil Zelos’a odaklanmıştı. Birkaç dakika geçmemişti ki yanlarına kadar geldi Zelos. Attan atladı ve çadırların yanına gitti. Onun minik kampın ortasına gelmesiyle beraber çadırlardan birkaç adam çıktı. Biri dışında diğerleri cılız denebilirdi. İri olan da etten ziyade yağdan yapılmış gibiydi. Hiçbiri Kayra’yı umursamıyordu. ‘Evet, kesinlikle ölmüş olmalıyım.’ Diye düşündü.

Zelos, cebinden çıkardığı kâğıt parçasını ortaya yaydı. Geniş bir harita çizilmişti.

‘’Bu ne?’’ diye sormaya yeltendi Kayra ama fırsat bulamadan Zelos, soracaklarını anlamış gibi direk konuya girdi.

‘’Arkal köyünü bir gündür inceliyorum.’’ Dedi Zelos. Kayra, Zelos’un bunu ortaya söylemesine rağmen muhatabın kendisi olduğunu anlamıştı. Zelos biraz soluklandıktan sonra devam etti. ‘’Köyde sizinin söylediğinizden daha fazla asker var. Gerçi hepsi eski ve kalitesiz silah kullanıyorlar ama oklarına sürdükleri zehrin izini araştırdığımda sadece Arkal köyünün çevresine yetişen ender bir bitkiden yapıldığını öğrendim. Zehir, çok güçlü bir adamı bile etkisiz hale getirecek kadar kuvvetli.’’ Dedi Zelos, yüzünü ilk defa Kayra’ya döndü. Gözleri ‘İyi misin’ der gibi bakıyordu. Kayra sessiz sorusunu başını sallayarak yanıtladı. Zelos, cevabını alıp tekrar haritaya döndü. Eliyle, yuvarlak içine alınmış bir yeri gösterdi. ‘’Kadınlarınız ve çocuklarınız, köyün ortasında tutuluyor. Maalesef ortalıkta erkek esir göremedim.’’ Dedi, başını eğdi. ‘’Büyük ihtimal öldürüldüler.’’

‘’Yanılıyorsun.’’ Dedi ateşin başında oturan yaşlı, sıska adam. Kayra, onu az önce görmediğine emindi. ‘’Bizim savaşçılarımız kolayca öldürülemez.’’ Ayağa kalktı ve Zelos’un karşısına geldi. ‘’Sen kaç savaşçıları var onu söyle, kaleden gelen!’’

‘’Üç yüzden fazla benim gördüğüm, tahmini olarak dört yüz adam vardır. Ama sen dâhil 10 kişisiniz. Bunu yapmak istediğinize emin misin ihtiyar?‘’

‘’Mecburuz.’’ Dedi yaşlı adam. İfadesiz bakışları Kayra’ya Baal’ı anımsatıyordu. Sanki onun, ölmeseydi otuz yıl sonra olacağı gibiydi. ‘’Sonunda ölüm olduğunu biliyoruz ama bunu yapmaya mecburuz. Yüzyıllardır kabilemizin koruduğu onurunu ayaklar altına alamayız.’’

‘’Neler oluyor?’’ dedi Kayra, Zelos’a. Meraktan çatlayacaktı adeta.

‘’Bunlar.’’ Dedi Zelos. Mağaranın girişinde Mergen’le beraber duran Flora’yı gösterdi. ‘’Onun kabilesi. Bir hafta önce Arkal’ların saldırısına uğramışlar ve köyleri yağmalanmış. Mergen de Flora’yı bulup köye dönmemesi konusunda uyarmak için ormana girdiğinde şans eseri Arkal avcılarıyla karşılaşmış.’’

‘’Ve yaralanmış.’’ Diye tamamladı Hike.

‘’Bize saldıranlar da onlardı sanırım.’’

‘’Evet haklısın.’’ Dedi Hike. ‘’Peki, ne yapıyoruz?’’

Kayra, bu konuda düşünmenin anlamsız olduğu söylemek istedi ama onun yerine. ‘’Silahlarım?’’ dedi. Çok geçmeden Flora elinde iki kılıç ve iki hançerle yanında belirdi. Kayra, işlemeli bıçak dışında silahlarını yerlerine taktı. Sona kalan hançeri Flora’ya uzattı. ‘’Sen de kalsın. Lazım olabilir.’’ Dedi ve Zelos’a döndü. ‘’Arkallar demiştin değil mi?’’ diye sordu. Zelos başıyla onaylamakla yetindi. ‘’Tamam, yolu göster.’’

‘’Yaran…’’ Dedi Flora, devamını getirememişti çünkü çoktan üçü de harekete geçmiş, onlara verilen atlara atlamışlar ve ağır ağır ilerlemeye başlamışlardı. Diğer adamlar da onlara ayak uydurmak için kendi atlarına binmişlerdi.

‘’Planımız ne?’’ dedi Zelos, Kayra’ya.

‘’Plan mı? Emin değilim ama sanırım önce gidip sonra görmemiz gerekiyor. En sona da yenmek kalıyor.’’ Dedi Kayra, sanki tarihe kazınacak bir söz söylemiş gibi hissetti. Bu kısa konuşmanın ardından bütün atlar dörtnala koşmaya başlamıştı. En önde giden Kayra’ydı, Zelos ve Hike onu birkaç metre geriden takip ediyordu. Kayra, Zelos’a ‘yolu göster’ demişti ama sanki doğduğundan beri Arkal köyünü biliyor gibiydi. En önde at koşturuyordu.
 
Yarım günlük at sürdükten sonra küçük bir dağın eteğine kurulmuş Arkal köyü, gözlerinin önündeydi. Kamp kurdukları çiçek bahçesinin aksine burası kuraklığın kasıp kavurduğu bir yerdi. Kurumuş ağaçların kırılan dalları esen rüzgârın etkisiyle sürekli yer değiştiriyordu. Ay, bulutların arkasına saklanmış olacakları bekliyor gibiydi. Kayra, atını yavaş yavaş sürmeye başladı. Diğerleri de beklediği gibi onu takip etmeye başladılar.
12 kişiydiler. Mergen hala yaraları tam iyileşmediği için kampta kalmıştı. Yaşlı adam çok ısrar etmesine rağmen diğerleri onu da Mergen’le beraber kalmaya zorlamışlardı. Arkasından gelen iki kişi dışında diğerlerinin basit avcılık yetenekleri dışında özellikleri yoktu. Bire bir dövüşte pek faydalı olamazlardı. Her şey üçüne kalıyordu. Plana gerek duymamıştı, plan yapmayı pek sevdiği de söylenemezdi zaten. Ama baskın yapmak en ideal olanıydı. O an hiç kimsenin belemediği bir şey oldu. Çöle dönmüş arazinin üstünü kalın bir örtüsü kapladı. Görüşü beş metreye kadar düştü. Kayra arkasına döndü. Zelos’un daha ilerisini gördüğüne emindi. Bütün adamların gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordu.

‘’Ölüm Tanrısı kan istiyor.’’ Dedi Zelos. ‘’Kapıdaki adamları indirmemi ister misin?’’

‘’İlk kurbanlarımızı sunalım.’’ Dedi Kayra. Elini sırtındaki kılıcına attı. Hike yine kana susamışlığını gösteren bir ifade takındı ve dudakları ıslattı. Duvarlara yaklaştıklarını hissetti Kayra, hemen ardından yanından fırlayan iki ok tahminin ne kadar doğru olduğunu anlamıştı. Sisin içinden iki acı çığlık duyuldu. ‘Tam zamanı’ diye düşündü Kayra. Atını dörtnala sürmeye başladı. Kısa sürede kapının önünde kanlar içinde yatan iki adamın korumakla görevlendirildiği kapıdan köye daldı. Sis sanki sadece onlara eşlik eden bir eskort gibi görevini tamamlayınca yavaş yavaş yerini terk etmeye başlamıştı. Artık daha net gören Kayra atını koştururken, kılıcını önüne gelene sallamaya başladı. Çoktan üç kişinin canını almıştı. Ama hala tam dağılmamış sisin içinden atılan ok kulağını sıyırıp hemen arkasındaki yağ tulumunu andıran iri adamın karnına saplanmıştı. Adam anında yerde bulmuştu kendini. Kayra dikkatini topladı ve sisin içinden ardı ardına gelen oklardan korunmak için attan atladı. Karşısında dikilen adamın bedenini tek kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırdıktan sonra gözleri arkadaşlarını aradı, Hike her zamanki vahşiliğiyle baltasını savuruyordu. Zelos ise atından atlamış, çadırların arasından fırlayan adamlara oklarını fırlatıyordu. Vakit kaybetmeden meydana gitmesi gerekiyordu. Koşmaya başladı, bu sırada önüne çıkan onlarca kişinin canını almış ve almaya devam ediyordu. Etrafta kaplayan kan kokusu alıştığı cinsten değildi. Daha ekşi ve soğuk kokuyordu.

Ayıyı andıran vücuda sahip adam uzun ve geniş baltasıya önüne dikildiğinde, kılıcını genç bir savaşçının kalbine sokmuştu. Yavaşça çıkardığı Aquila’yı adama doğrultmuş, hamle yapmasını bekliyordu.

‘’Ölümün benim elimden olacak Kızıl Göz!’’

Kayra duraksadı. ‘’Adımı nereden biliyorsun?’’ dedi sesi beklediğinden gür çıkmıştı.

‘’Kurak diyarımızda senin adını bilmeyen yoktur, Kızıl Göz! Sen yüce Arkal krallığını parçalanmasına sebep oldun! Babamı tahtından ettin! Kelleni alıp Sonsuz Dağlarda gezdireceğim Kızıl Şeytan!’’ Sesindeki nefret Kayra’nın tüylerini harekete geçirmişti.

‘’Anlattığın hiçbir şeyi bilmiyorum! Ne Arkal Krallığının yıkılmasıyla ne de babanın tahtıyla bir alakam yok! Suçlu mu arıyorsun? Bence gereğinden fazla yediğin için baban tahtını satmıştır!’’

‘’Adi Köpek!’’ Baltasını başının üstünden indirdi ama Kayra, zarif bir hareketle sıyrılıp baltanın tahta sapını kesti. Adam ne olduğunu anlayamadan boynuna savrulan kılıçtan son anda kaçabilmişti. Birkaç adım geri gittiği sırada ayağı Kayra’nın biraz önce öldürdüğü adamın cesedine takıldı ve kendini yerde buldu. Kayra, hızla adamın yanına geldi.

‘’Kendi suçunu başkasında aramamalıydın!’’ kelimeler ağzından çıkar çıkmaz salladığı kılıcı, adamın boynuna gelmek üzereyken durdu. ‘’Yanlış anlama, ben sandığın gibi şeytan değilim. Ben şeytanı yaratan tanrıları öldürüp sadece tek tanrıya, ölümün kendisine boyun eğeceğim. Yazılan kaderi oynayan değil kaderi yazan olacağım! Ve bir tanrı gibi öleceğim!’’ dedi Kayra, adamın boynuna son darbeyi indirdi.

Yüzüne sıçrayan kana aldırış etmeden ilerlemeye başladı Kayra, hızla koşuyordu. Meydana geldiğinde Zelos’un anlattığı gibiydi. Tam ortadaki büyük kafesin içinde yüzden fazla kadın ve çocuk vardı. Hepsi çıplaktı. Vücutlarındaki morluklardan işkence edildikleri belliydi. Kayra’nın içini garip bir nefret duygusu kapladı. Dikkatini kafesten ayırdığında etrafını saran adamları gördü, elli kişi vardı en az. Yarı çıplak adamların yüzlerinde basit bakır miğferler vardı. Diğer savaşçıların aksine kılıçları daha keskin ve kullanışlı görünüyordu. Kayra belinde duran diğer kılıcını da çıkardı kınından. Aquila sağ elinde henüz isim vermediği kılıcı ise sol elindeydi.

Adamlar yavaş ve küçük adımlarla yaklaşmaya başladıkları sırada düştü ok meydanın ortasına. Tüm yüzler ona çevrildiğinde gölgelerin arasından fırlayan okçu, Kayra’nın yanına geldi.

‘’Hala yavaşsın, hep yavaşsın. İşleri ağırdan almamalısın.’’ Dedi.

Kayra, ona cevap veremeden birkaç acı çığlığın geldiği tarafa baktı. Baltasını sağa sola savuran Hike’ı gördü.

‘’ Zelos, haklı. Savaşırken canlı olmalısın.’’ Dedi Hike. Çoktan üç kişiyi öldürmüş bir diğeriyle boğuşuyordu. Kayra, endişelenmenin boşa olduğunu düşünüp ileri atıldı. Aynı anda iki kişinin karnına sapladı kılıçlarını, bir süre yere düşüşleri izledi cansız bedenlerin. Gözünü onlardan ayırmıştı ki boynuna doğru savrulan kılıcı fark etti ve ani bir refleksle eğildi.

Kılıcın sahibinin bir çocuk olduğunu fark ettiğinde çok geçti, Aquila kalbinin birkaç santim altından saplanmıştı genç bedene. Sisi tamamen dağıtan rüzgâr çocuğun uzun sayılabilecek saçlarını uçuruyordu. Yüzünde Kayra’nın anlayamadığı bir ifade vardı. ‘Korku mu? Sevinç mi? Acı mı çekiyor?’ dedi içinden. İlk defa bir çocuğun canını alıyordu. 15 yaşında anca vardı.

‘’Durun!’’ diye haykırdı, sesi genç bir aslanın kükremesinden farksızdı. Tedirgin ediciydi. Onun haykırışıyla birlikte, meydanda savaşan herkes durmuştu. Yüzlerinde korkunun belirtisi olan ter damlacıkları vardı Arkal savaşçılarının. Hike ve Zelos, oldukları yerde kalmış, sesin sahibine, Kayra’ya bakıyorlardı.

‘’Durun! Silahlarınızı atın! Daha fazla can almaya…’’

Sözünü tamamlayamadan önünde iri yarı bir adam belirdi. Kılıcı Aquila’nın iki katıydı. Elindeki demir parçasını savurdu adam. Havayı kesecek kadar hızlıydı. Yerinden kıpırdamadı Kayra, az önce olanlar yüzünden kendine öfkeliydi. Ani bir hareketle önüne getirdi isimsiz kılıcını, o an herkesi şoke eden bir şey yaşandı. İri adamın tüm gücüyle indirdiği kılıcı Kayra’nınkiyle temas ettiği anda ikiye düz bir çizgi eşliğinde ikiye ayrıldı.

Yavaşça başını kaldırdı Kayra, adamın gözlerine kenetlediği gözleri her zamankinden daha kızıldı. ‘’Daha fazla can almaya gerek yok! Kaybol!’’ sesindeki öfke adamı birkaç kilo birden zayıflatmıştı. Arkasına bakmadan kaçmaya başladı. ‘’Esirlerin kalanı nerede?’’

Sıska bir adam önce çıktı. ‘’O..o...onlar burada değil. Götürdüler.’’ Sesi titrekti ama sakinleşmeye çalıştığı belli oluyordu.

‘’Kim götürdü? Nereye götürdü? Anlat yoksa gebertirim seni!’’ dedi Hike karşısına dikildi.

‘’Hike! Söyle Arkal’lı, esirleri kim götürdü?’’ Kayra’nın sesindeki nefret varlığını koruyordu.

‘’Kutsal Ormanın Savaşçıları, adak için erkeklerin hepsini ve lanetli bir çocuğu götürdüler.’’ Dedi yaşlı bir adam. Elinde tuttuğu bastonu sayesinde ayakta durabildiği belli oluyordu. ‘’Kuzeydeki mabetlerine, Kutsal Orman’a. ‘’ Adam birkaç adım atıp Kayra’nın karşısına dikildi. ‘’Ne yapacaksın Kızıl Göz? Yıllar önce ettiğin kabileden kalanları ortadan kaldıracak mısın?’’

‘’Neden bahsediyorsun ihtiyar?’’

‘’Seni kurtaran ruhsuz adam sana bir şey anlatmadı mı Kızıl Göz?’’

‘’Beni kurtaran adam mı? Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok ihtiyar!’’

‘’Herkesin kaderinin yazıldığı bir yer vardır Kızıl Göz. 20 yıl önce, senin kaderin burada yazılmaya başladı.’’ Yaşlı adam tozlu yere oturdu. Eliyle diğerlerine de oturmalarını işaret etti. Az önce kanlar için dövüşen herkes ihtiyarın gelmesiyle garip bir şekilde sakinleşmişti. Kayra, kendisine duyduğu öfkenin arasından fışkıran merak duygusunu bastıramıyordu.
 
Ellerine sağlık.
Tamam bizim velet fena değilmiş:D
Birde bizim velet hiç kaleden dışarı çıkmadı değil mi hayatı boyunca?
Bide bu veletti başımıza kral veya lord kesilecek değil mi? Kesin öyle olacak dimi o prensesi kapmasın onun yerine arkadaş olsunlar:D Hırçın, belinde oku ile bi kız gider buna:ehe:
 
Ellerine sağlık.
Tamam bizim velet fena değilmiş:D
Birde bizim velet hiç kaleden dışarı çıkmadı değil mi hayatı boyunca?
Bide bu veletti başımıza kral veya lord kesilecek değil mi? Kesin öyle olacak dimi o prensesi kapmasın onun yerine arkadaş olsunlar:D Hırçın, belinde oku ile bi kız gider buna:ehe:
Kayra nın kaderi ileride şekillenecek :D Hiç çıkmadı evet, :D prensesi detaylı anlatmadım ki ya hırçın biriyse :D
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 4)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık