Hava soğuktu. Kayra, birleştirdiği ellerine sıcak hava üfleyerek onları sıcak tutmaya çalışıyordu. On metre boyundaki duvarın dibine sinmişti. Giydiği siyah, kapüşonlu pelerin sayesinde kendini gizleyebiliyordu. Zaten gecenin bu vakti buralarda çok kişi durmazdı. Hesaplarına göre en yakın asker Elli metre kadar doğuda olan Karanlık Kuledeydi. Artık hazırdı. Sırtındaki çantayı eline aldı. İçinden çıkardığı kancalı ipi sallamaya başladı. İlk fırlatışında bir yere tutturmuştu. Sağlamlığını kontrol etti ve çantayı omzuna atıp hızla tırmanmaya başladı. Yaptığı çalışmalar sayesinde bu on metreyi geçmek çocuk oyuncağıydı. Gecenin sonuna kadar uzanan ağaçları gördüğünde hem rahatlamış hem de şaşırmıştı. Surların ardını sadece resimlerden ve kitaplardan biliyordu.
Kendini çekip geniş duvarın üstüne atladı. Kancayı takıldığı yerden kurtarıp tekrar kullanmak üzere hazırladı. Duvarların üstünde askerlere koruma sağlayan yaklaşık bir metrelik çıkıntılar vardı. Kancanın ipini bunlardan birine bağladı. Ustası Ryandan öğrendiği düğümlerden biriyle sağlamlaştırdı. İpi sıkıca tutarak surun öbür tarafına bıraktı kendini. Elini yavaş yavaş gevşeterek inmeye başladı. İp kısa gelmişti, duvarların dibindeki çimlere ulaşması için iki metre vardı. Kendini yeşil çimlere bıraktı. Rahat bir iniş olmuştu. Etrafına göz attı ve daha duvarın tepesinde ilk kez gördüğünden beri kafasına koyduğu yere doğru, ormana koşmaya başladı.
Kısa bir koşu olmuştu. Ormanın girişine geldiğindi, bir daha geriye dönmeyeceğine yeminler ederek son kez arkasına baktı. On beş yıl önce buraya geldiği günü dün gibi hatırlıyordu. Beş yaşında, daha altına bez bağlayan bir p*çten fazlası değildi. Surlardan içeri ilk girişinde eline kendisinden ağır bir kılıç tutturmuşlardı, sözde yeteneğini deniyorlardı. Küçük bir çocuk onu nasıl kaldırabilirdi? Sivri ve ağır şeyi eline alır almaz kendini çamura dönmüş toprakta bulmuştu. Beklemediği bir anda gelen tekme ve sopa darbelerini hatırladığında içinin nefretle dolduğunu fark etti.
Daha güzel anılarını hatırlamaya çalıştı. Zelos ve Hikeı düşündü, beraber geçirdikleri on beş yılı. Ancak kısa sürmüştü bu düşünce dalışı. Cehennem Kapısının açıldığını duydu. Başını o yöne doğru çevirdi. Ellerinde gecenin karanlığına bıçak gibi saplanan fenerler tutan 5 atlının çıktığını gördü. Anında ormanın içine fırladı. İlk başlarda ağaçlar seyrekti. Rahatça koşabiliyordu. İlerledikçe ağaç sayısı artıyor, hızı yavaşlıyordu. Nihayet büyük kaleden yayılan ışık dalgalarının en küçük parçası da kaybolunca ağaçların yanına bir metre yüksekliğine varan otlar da eklendi. Artık koşması neredeyse imkânsızdı. Zaten koşmasına gerek de yoktu. Dış surdaki süvari atlarının bu sıklıktaki bir ormana dalma ihtimalleri yoktu.
Birkaç saattir ormanın içinde yürüyordu. Işık namına bir şey yoktu. Gece talimleri sayesinde karanlıkta görüş becerisi hatırı sayılır biçimde iyiydi. Yorulmuş ve acıkmıştı. Normalde bu kadar yürüyüş ona zarar vermezdi ancak yaşadığı anlar enerjisini tüketmişti. Geniş dalları olan bir ağaç buldu. Basacak yeri olmadığı için zorlanarak ağacın yere göre epey yüksekte olan dallarından birine oturdu. Yeterince genişti. Elini omzundaki çantasına attı. Acemice paketlenmiş bir şey çıkardı. Nazikçe açtı ve içinden aldığı bir parça ekmeği bir çırpıda yedi. Yeterince yemeği yoktu, idareli kullanmak zorundaydı. Paketi aynı acemilikle kapattı ve tekrar çantaya koydu. Kafasını yaşlı ağacın gövdesine dayadı ve ertesi gün için ihtiyacı olan enerjiyi toplamak için uykuya daldı.
***
Gözlerini yavaşça araladı. Dallar ve yaprakların arasından zar zor geçebilen küçük bir ışık demeti tam sağ gözüne geliyordu. Eliyle güneşi kapatıp esneyerek derin bir nefes aldı. Geceye nazaran daha sıcaktı hava. Saati tam tahmin edemiyordu. Ormanın dışında olsaydı rahatça tahmin edebilirdi ama güneşin yerini saptayamıyordu. Bir an önce ormandan çıkması lazımdı. Her ne kadar sık ağaçlar, atları kesse de peşindeki adamların sayısını arttırmış olabilirlerdi. Gitmeliydi, çantasını omzuna attı ve aşağı atlamaya hazırlandı. Kendisini bırakacağı sırada güneyden sesler gelmeye başladı. Atlarsa yakalanabilirdi, vazgeçti ve iyice ağaca yaslandı. Aşağıdan görünmesi imkânsız gibiydi. Yaklaşıyorlardı ama henüz Kayranın görüş açısına girememişlerdi.
Sabırsızlanıyordu ancak bir-iki dakika içinde seslerin sahiplerinin yanına kadar geleceğini sezebiliyordu. Beklediği gibi olmuştu, iki dakika geçmeden önce koşan bir kadın ve onu kovalayan iki iri yarı adam çıktı uzun çalıların arasından. Hayal meyal hatırladığı annesi dışında ilk defa canlı bir kadın görüyordu. kitaplardan daha farklı. Diye düşündü. Üstat Masiranın kütüphanesinden aşırdığı en ilginç kitaplardan olan, Garip Yaratıklar Kadınlar isimli ansiklopedide bu varlıklar biraz farklı resmedilmişti. Bu farklılığa rağmen Kayra onun kadın olduğunu ilk bakışta anlamıştı. Bebeğe benzeyen yüzleri ve baş aşçı Üstat Saruyamanın yağlı göğüslerini andıran göğüsleri olduğunu okumuştu.
Sık çalıların arasında ilerlemeye devam eden kadın, bir anlık dikkatsizlikle kendini yerde bulmuştu. Ayağını çekmeye çalışıyordu, bu sırada adamlar kadının birkaç metre ilerisinde birbirlerine bakıp sırıtıyorlardı.
Kaçışın son buldu canım. Dedi biri olan eskimiş kıyafetinin düğmelerini çözerken. Elinde tuttuğu, sapı çürümüş baltasını kenara atmıştı. Diğeri ise çoktan gömleğini çıkarmış ve kadının üstüne doğru yavaş yavaş geliyordu. Keskin gözüken hançeri elindeydi.
Lütfen! Bırakın beni, lütfen. Gözlerinden süzülen yaşlar toprağın üzerini örten yeşil otların üzerine düşüyordu. Bir yandan korkuyla ağlıyor diğer yandan kurtulmaya çalışıyordu. Yanı başına kadar gelmiş adamlar yarı çıplaktı. Elinde hançer tutan adamın kahverengi sakalları vardı. Boynuna kadar gelen saçlarının arasındaki kir yumakları çok belliydi, Kayra en az bir aydır yıkanmadığını düşündü. Diğerinin sakalı yoktu ama ince ve uzun bıyıkları vardı. Onun saçları da boynuna kadar geliyordu ama diğerine nazaran daha temizdi. Ama en azından iki haftadır su görmemişti.
Çok şey istiyorsun. Dedi sakallı olan. Bu sırada diğeri kızın kollarından tutup ayağa kaldırmıştı.
İşimiz bittikten sonra bırakacağız. Dedi bıyıklı olan. İğrenç bir kahkaha attı. Ama nasıl bırakacağız emin değiliz. Değil mi Taran? Dedi.
Taran sadece başıyla onaylayıp sırıtmakla yetindi. Ancak daha fazla bekleyemeyip hançeriyle, kızın yeşile boyanmış beyaz elbisesinin üst kısmını kesti. Beline kadar düşmüştü. Ancak elbise çift katmanlıydı ve Taran bunu düşünmemişti. Hızla onu da kestiği zaman Kayra daha fazla dayanamadı, kendini aşağı attı. Yere düşmesi birkaç saniye sürmüştü ama ona sanki en az on dakikadır süzülüyor gibi gelmişti. Rüzgârın etkisiyle şapkası açılmıştı. Göğüs hizasına kadar süzülen saçlarını toplayıp arkaya attı.
Selam çocuklar. Dedi. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Ne olduğunu anlayamayan adamlar kendine geldiklerinde Kayra, gözlerindeki nefreti gördü. Bu ona bazı şeyleri hatırlatmıştı.
İlk konuşabilen Taran olmuştu. Sen kimsin? diye bağırdı suratına doğru tükürükler saçarak.
Kayra sol eliyle yüzünü silerken sağ elini sırtına götürmüştü. Cevap vermeden önce, kınından sadece bir kısmını çıkardığı kılıcının kartal başlı ucunu gösterdi karşısındakilere. Benim adım. Öksürdü, boğazını temizledi. Benim adım Kızıl Göz. Dedi.
Adamlar hiç beklemediği anda kahkaha atmaya başladı. Tükürerek gülüyorlar arada bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. Kayranın anlayabildiği birkaç kelime vardı. Kızıl
haha
Kızıl Göz. Ama aniden ciddileştiler.
Şakanın sırası değil velet! Kızıl Göz adını nereden duydun bilmiyorum ama burası senin için tehlikeli bir yer. Ölmek istemiyorsan terk et.
Kayranın yüzünde alaycı bir sırıtış belirdi. Bana verdikleri ad bu. Dedi ve kılıcının tamamını çıkardı. Normal kılıçlardan biraz daha uzun ve daha kalındı. Keskinliği ve parlaklığı şaşırtıcı derecede mükemmeldi. Size iki teklifim var. Dedi, kılıcı adamlara doğru uzattı. Birincisi, uzaklaşın ve kızı rahat bırakın. İkincisi
Son anda başını eğerek kendine doğru savrulan baltadan kurtulmuştu. Anlıyorum. İkinci şıkkı tercih ediyorsunuz. Dedi.
Şunun işini çabuk bitir Marko. Dedi Taran.
Bıyıklı adam başıyla onaylayıp baltasıyla bir hareket daha yaptı. Ama Kayra bundan sıyrılıp kılıcını hızlı bir şekilde sağ bacağına doğru savurdu. Marko dengesini kaybedip yerde buldu kendini. Bacağından fışkıran kanlar eşliğinde çırpınıyor ve çığlık atıyordu. Kanlar yüzünden Kayranın pelerinin uç kısımları kızıla boyanmıştı. İki adım attı Markoya doğru, gözlerindeki öfke ve nefret, yerini korku ve acıya bırakmıştı. Göz damarları kendini göstermiş ve gözleri adeta kırmızıya boyanmıştı. Kayra kılıcını sıkıca kavradı ve ucunu adamın çıplak göğsüne bastırdı. Nereye saplaması gerektiğini biliyordu. Çok geçmeden Markonun çığlığı kesilmiş ve yerini ölüm sessizliği almıştı.
Kılıcını çıkardı ve yavaşça arkasına döndü. Taran, kızın arkasına saklanmış ve hançerini boynuna dayamıştı. Yaklaşma. Dedi, yüzünden akan terler açıkça belli oluyordu. Açıkta olan sol gözünden korku okunuyordu. Yaklaşma yoksa kellesini uçururum. Korkmadığını belli etmek için zoraki bir şekilde güldü. Ancak Kayradaki karşılığı alaycı bir sırıtış olmuştu. Kılıcını sapladığı sırada Markonun yanı başından aldığı, Tarana ait olan gömleğe sildiği kılıcını tekrar kınına soktu. Göz ucuyla arkasında yatan cesede baktı. Kan gölünün içinde yüzmesine rağmen vücudundan hala kan çıkıyordu. Kendini üstünde oturduğu ağacın dibine, yeşil otların üstüne bıraktı.
Öldürmek istiyorsan öldür. Dedi. Bağdaş kurdu. Aşağı atlarken buraya bıraktığı çantasından bir kitap çıkardı ve okumaya başladı. Başını baktığı resimden ayırmadan konuştu. Umurumda olmaz.
Birkaç sayfayı yavaşça okuyarak geçti. Ormanın içinde şarkı söyleyen kuşlar dışında ses çıkmıyordu. Kafasını kaldırdığında dikkatle onu izleyen Taran ve kızı gördü. Hala kızı öldürmekte ısrarcı mısın? diye sordu. Tarandan cevap vermedi. Kitabı sertçe kapattı Kayra. Pekâlâ. Dedi ve kitabı çantasına atıp ayağa kalktı. Kalkarken elini yere bastırarak kalktı. Çantasını sırtına attı. Bu sırada Taran endişelenmiş hançeri boğazına doğru iyice bastırdı. Deriyi hafifçe yırtmıştı. Birkaç yerden yavaşça kan süzülüyordu.
Elini yumruk yaptı ve kalbinin üstüne götürdü. Aniden savurduğu elinin içinden fırlayan bir taş çapraz bir şekilde çalıların içine daldı. Taran başını çevirip taşın girdiği çalılara baktı. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Iskaladın dos
Yüzünü döndürmeye çalışırken Kayranın elini gördü. Bir kılıcın kabzasını tutuyordu. Konuşamadı, gözlerini kapattı. Kayra kılıcını Taranın boğazından çıkarttı. Bu kadar basit bir numarayı yutacağını sanmıyordum. Aptal senin için en ideal tanım sanırım. Dedi. Bu sefer Markonun ceketine sildi kılıcını. Öncekinden farklıydı, zira bu daha keskindi ama normal kılıç boyutlarındaydı. Parlaklığı ise onun gibi mükemmeldi.
Çantasına doğru ilerlerken kılıcını belindeki kınına sokmuştu. Yeşil çantayı eline alıp kıza döndü. Kızın yarı çıplak halini görünce savaşçı kişiliği yerine normal haline bırakmıştı. Şaşkın bir şekilde kızı inceliyordu. Korkmuş haldeki kız, kendisini baştan aşağı süzen, özellikle de göğüslere bakan Kayradan çekinip geri adım atmaya çalıştı ama ayağı hala sarmaşığa takılıydı. Elleriyle kapatabildiği kısımlarını kapattı. Kızın tepkisi sayesinde kendine gelen Kayra, birkaç adım geri attı. Üzgünüm. Dedi. Az çok hatırladığım annem dışında ilk defa canlı bir kadın görüyorum.
Şaşırma sırası kızdaydı. Gözkapaklarını hızlıca açıp kapadı birkaç kez. İlk kez mi? diye sordu.
Evet, kalede hiç kadın yok. Dedi ve dört-beş adımda kızın yanına kadar geldi. Vücuduna bakmadan eğildi ve sağ bacağındaki botun içine gizlenmiş sade bir hançer çıkardı. Tek hamlede kızın ayağına bağlı duran sarmaşığı kesti.
Teşekkür ederim. dedi. Elleriyle hala bir yerlerini kapatmaya çalışıyordu.
Önemli değil. Dedi Kayra, ayağa kalktı ve sırtındaki pelerinini çıkarttı. Olduğu gibi kıza uzattı. Sanırım bu idare eder şimdilik. Dedi.
Tekrar teşekkür ederim. Dedi kız. Arkasını Kayraya döndü ve pelerini taktı. Belindeki özel yapım kuşağı bağladı. Artık küçük adımlar atarsa çıplak bedeni gözükmeyecekti. Sanırım en yakın zamanda yeni kıyafet bulmalıyım. Biraz durdu, gözlerini Kayranın gözlerine dikti. Sen kimsin ve kale derken nereyi kastettin?
Adım Kayra. Gölge Kalesindenim. Dedi. Kızın yüzü değişmişti ve şaşkınlık yerini tekrar korkuya bırakmıştı. Kayra bunu tahmin etmişti ama kendisi sormuştu ve söylemek zorundaydı. Yani önceden öyleydim. Kelimelerini değiştirmesine rağmen kızın yüzündeki korkunun küçük bir kırıntısı bile terk etmemişti onu. Senin adın ne?
F
Flora dedi kekeleyerek. Birkaç adım geri attı.
Kayra, gri gömleğinin cebinden beyaz bir bez parçası çıkarttı. Floraya uzattı. Yarana bastır. Dedi boynunu işaret ederek. Benden korkmana gerek yok. Zaten artık Gece Savaşçısı değilim.
Flora başta bir şey söyleyemedi. Sadece bir adım atıp Kayraya yaklaştı ve uzattığı bezi aldı. Yarasına bastırdı. Azalsa da korusu hala varlığını koruyordu ve kekelemeye devam ediyordu. Ba
Bana neden yardım ettin?
Kayra ellerini iki yana açtı. Bilmiyorum. Sanırım zor durumda olduğun için. dedi.
Gece Savaşçıları. Dedi, boynundaki yarayı büyük ölçüde temizlemişti. Ancak hala biraz kan akıyordu. Gölge Savaşçılarının yardımsever olduğunu bilmiyordum. Konuşması düzelmiş ve sakinleşmişti.
Değiller zaten. Ben artık onlardan biri değilim. Dedi Kayra, yüzünde aptal bir gülümseme vardı. Şimdi gitmeliyim sanırım. Tanıştığıma memnun oldum Flora, umarım yine karşılaşırız.
Flora kızıla boyanmış bezi boğazından çekti. Nereye gideceksin? Meraklı bir ses tonu vardı.
Korkusunu bu kadar kısa sürede üzerinden atması Kayrayı şaşırtmıştı ama hayatını kurtardığı için ona
güvendiğini düşündü. Bilmiyorum. Dedi. Elini çenesine koydu ve düşünmeye başladı. Aklına herhangi bir yer gelmedi. Zaten bildiği yerleri sadece kitaplarda okuduğu kadar biliyordu. Nasıl gideceğini bilmiyordu. Dış dünyaya ilk defa çıkıyorum. Bildiğim yerler kitaplarda yazanlardan ibaret. Sanırım güneye gideceğim. Biraz daha düşündü. Güneyde Yıldız Sarayı adında bir yer vardı. Önce oraya gitmem uygun olur.
Floranın yüzünde aptal bir gülümseme belirdi. Yıldız sarayı mı? dedi. Sanırım seni oraya götürebilirim.
Şaşkın bir şekilde bakıyordu Kayra, Floranın suratına doğru. Ciddi misin?
Evet. Yıldız Sarayı benim kabil... Kayra, Flora cümlesini bitirmeden çocuksu bir tavırla boynuna atladı ve kelimeleri boğazına dizdi. Ço
Çok sıkıyorsun.
Yaptığının farkına varan Kayra kendine geldi. Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Sana minnettarım... Çeşitli teşekkür kelimelerini aralıksız birkaç dakika boyunca kullandı. Onu kendine getiren Floraydı.
Teşekkür etmene gerek yok. Hayatımı kurtardın. Dedi. Gidecekleri yöne doğru döndü ve küçük adımlar
atarak ilerlemeye başladı. Bunu sana borçluyum. Yüzünden masum gülücükler saçıyordu.
***