Mia uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle zor günler geçirmiştir ve yeni bir kararın eşiğindedir.
Abisi David ve sevgilisi Natalie ve çocukluk arkadaşları Olivia ve Eric’ten kendisine destek olmalarını ister. Beşi birden hafta sonunu Tennessee ormanlarındaki aileden kalma rüstik kulübeye geçirmeye karar verirler. Mia burada, arkadaşlarının son zulasını yok ederek, tekrar uyuşturucuya dönmemeye yemin eder. Fakat kulübenin içine girdiklerinde başkalarının da buraya izinsiz geldiklerini fark edeceklerdir. İçi doldurulmuş hayvanlarla dolu kiler yeterince ürkütücüyken, bir de Eric'in bulduğu 'Ölümün Kitabı' isimli bir kitabın içinde yazanlar beş arkadaşı birden adım adım dehşete ve ölüme sürükleyecektir...
[YOUTUBE]FKFDkpHCQz4[/YOUTUBE]
Etkisi iyi olsun diye gece açtık bir de. Hiç korkutucu değildi, germedi bile. Tiksindirici sahneleri çok çok fazlaydı, beğenmedim o yüzden. Dikkatinizi çekmişse ve izlemeye karar verdiyseniz bence izlemeyin, vakit kaybı. :/
Milyarder iş adamı, kahraman ve mucit Tony Stark, bu sefer gücü ondan çok daha fazla, hatta sınırsız bir düşmanla karşı karşıya kalıyor. Üstelik bu düşman, o çok sinirlendirecek bir hamle yaparak özel hayatını yok ediyor. Stark şimdi bu olayların kaynağını araştıracağını zorlu bir mücadeleye giriyor. Fakat en yakınlarını korumak için zekasının ve cesaretinin yanı sıra içgüdülerine de ihtiyacı var. Stark'ın bu savaşında kafasında dönüp duran soru ise belki de tüm olayların en can alıcı yanı: Adam mıdır kıyafeti kıyafet yapan yoksa kıyafet midir adamı adam yapan?
Ortalama bir filmdi, ancak ilk filmin yakınından bile geçemez. Oyunculuklar başarılı olsa da, konu çok sığ kalmış. Ayrıca Mandarin gibi bir düşmanın hakkını verememişler. Yine de izlenebilir.
Bugün izledim filmi. Boşuna eklemeyeyim dedim. Ben de Mandarin'in ezildiğini düşünüyorum. Adam ağzından lav atıyordu abi. Akainu'dan farkı yoktu herifin. Tek sorunu fazla ısınınca patlamasıydı
G.I. Joe Efsanesi son filminde yine zorlu görevlerle geri dönüyor. Ekip bu sefer dünyayı hakimiyeti altına almayı hedefleyen Zartan ve onun adın çalışanlar ve Zartan'ın etkisi altına giren dünya liderleriyle zorlu bir mücadeleye giriyor...
Çok iyiydi. Dwayne Johnson'ı çok severim. Rolünün hakkını vermiş. Snake reis yine hasta etti kendine
İlk filmi izlediğimde ya dikkat etmedim yada unuttum mu bilmiyorum ama Film'in ilk 5'dk eğer WTF anı yaşıyorsam o film güzel olamaz.
G.I. Joe ekibini topla Nükler başlıkları durdurucaz felan filen. Etrafta Türk bayrağı benzeri bayraklar. Oradaki adamlar Arab kıyafetli veya Asker kıyafetli [ onu bile tutturamamışlar ] adamlar. Önüne geleni öldür felan tipik American filmi.
Peki neden yapıyorlar. Nükler silah vaaarrrr ? Peki amerikada nükler silah var diye hiç bir Türk - Hint yada başka bir film şirketinin gidipte oradaki silahları etkisizleştirdiğini ne gördüm ne duydum hep orta doğudaki nüklerler etkisizleştirliyor. Sanki oradaki nüklerde kendilerindeki değil
Stanley Kubrick'in Full Metal Jacket'ı, kol gezen deliliği, kaldırılması güç görüntüleri ve görev, onur ve fedakarlıkla ilgili kafa karıştıran soruları ile filme çekilmiş en otantik savaş portrelerinden. Acemi taburu, Tet savunması sırasında Hue şehrinde Vietkonglarla çarpışmanın ve temel eğitimin bitap düşürücü karakter ve dayanıklılık denemesinden geçmektedirler. Savaşın gerçek yüzünü gösteren etkileyici bir yapım.
Kubrick en sevdiğim yönetmenler arasında, ancak ortada The Shining rezaleti varken her filmine kuşkuyla yaklaşır oldum. Uzun zamandır beklettiğim klasikler arasında olan Full Metal Jacket neyse ki beni hayal kırıklığına uğratmadı. A Clockwork Orange ve Eyes Wide Shut'a göre daha düz bir işlenişi var, ama izlediğim en iyi savaş psikolojisi anlatan filmlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Puanım: 74/100
Eski Japonya'da bir kadın, kocası öldürüldükten sonra tecavüze uğrar. Olayı gören bir kaç kişi vardır fakat herkes farklı birşey söylemektedir. Olay çözülebilecek midir?
Akira Kurosawa'nın dünya çapında tanınmasını sağlayan film. İnsan doğası üzerine çok güzel tespitler yapılmış. Bu vakte kadar izlemediğim için pişman oldum.
Puanım: 79/100
Jerry Lundegaard borçları olan bir sahtekârdır. İhtiyaç duyduğu meblağda parayı acilen edinmeli ve borçlarını temizlemelidir. Karısının babası oldukça zengin bir adamdır; ancak gamsız bir sahtekar olan Jerry’ye yardım etmesi imkansız gibi görünmektedir. Jerry’nin aklına şeytani bir fikir gelir. Jerry, karısını kaçırmak ve kayınpederinden fidye istemek üzere iki adam kiralar. Lakin hiçbir şey planlandığı gibi ilerlemeyecektir.
Miller's Crossing'den sonra izlediğim en iyi Coen biraderler yapımı oldu. Gücünü sadelikten alan tarzları bu filme çokça yakışmış. Kadro da yıldızlar geçidi gibi, ama adamım Steve Buscemi her zamanki gibi en bomba karakteri canlandırmış .
Puanım: 79/100
Sherlock Jr.
Sherlock, bir sinema salonunda film oynatıcısıdır ama hayal dünyasında yaşar..Esas hayali sıkı bir dedektif olmaktır ve tabi bir de sevdiği kızla evlenmek..Ama beş parasızdır ve bu biraz zor gözükür.. Derken dedektif olma fırsatı eline geçer.. Ama gerçek hayatta değil rüyada..Çünkü Sherlock oynattığı bir gangster filminin içerisine girerek oradaki dedektif olmuştur...
Chaplin'le beraber sessiz sinema döneminin en büyük emekçisi olan Buster Keaton'un en ünlü yapımlarından biri. O yıllarda nasıl çekildiğine hayret ettiğim kovalamaca sahneleri filmin en can alıcı yeriydi. Buna zekice komedisini de katınca 44 dakikalık eğlenceli bir film ortaya çıkmış.
Puanım: 70/100
Bu arada bugün şaka maka eski sinema delisi hallerime dönüş yapmaya başladım gibi. Buraları daha sık doldurmaya başlarım artık, zamanında 3 günde 28 film izlemiş adamım ne de olsa .
Film Chris Taylorun (Charlie Sheen) Vietnam savaşına katılması ile başlıyor. Kendisinin dedesi ve babası Birinci ve ikinci dünya savaşında da savaşmışdılar. Ve daha sonra bu savaşta yaşadıklarını ve askerlerle tanışmasını konu almaktadır. Vietnam savaşı sırasında, genç ve deneyimsiz askerlerin, savaşın dehşeti karşısında yaşadıklarını özetleyen filmde, öldürme içgüdüleri ağır basan çavuşun, barış yanlısı askerle çelişkileri ön plana çıkmaktadır. Avcıyken av konumuna düşen müfreze, Vietnam ormanlarının zor koşullarında her kaybettiği adamla zayıflamaktadır. İnsanın ölüme karşı mücadelesinin anlatıldığı ödüllü filmde Müfrezede tam 30 farklı erkek vardır ve hepsi Elias, O'Neil, ve Warren isimli çavuşlar tarafından kontrol edilmektedirler. Filmde biri barış seven diğeri ise savaş hayranı bir çavuşun da arasında geçen tartışmalara da konu olmaktadır. Chris Taylor ise suçsuz insanlara zarar veren askerlerle tartışmaktadır.
Hollywood'da politik filmlerin şahı Oliver Stone'un Vietnam Savaşı'nı konu alan filmi. İzlerken pek çok yerde "işte savaş filmi böyle olmalı" dedim. Ayrıca filmde Charlie Sheen'in kokain adama dönüşmeden önceki hallerini görme fırsatı buluyoruz, Johnny Depp'in de ufak bir rolü vardı.
Puanım: 83/100
Zero Dark Thirty
]11 Eylül'ün katilleri Amerika halkında yeni bir korku ve nefret psikolojisinin doğmasına neden oldular . Aynı zamanda bu olay , katillerin dahil olduğu organizasyon olan El Kaide ve başlarındaki Bin Laden'in peşine düşülmesinin de başlangıcı oldu.Oscar ödüllü Kathryn Bigelow (The Hurt Locker) bu zamandan Bin Laden'in ölümüne kadar yaşanan zamanın kronolojik olarak altını çiziyor. 'Zero Dark Thirty'nin başrollerini ise Joel Edgerton ,Jessica Chastain , Chris Pratt , Mark Strong ve Jennifer Ehler paylaşıyor.
Amerika'nın milli yönetmeni Kathryn Bigelow'dan bir yalama performansı daha. Kadının yönetmenliği iyi olsa eyvallah diyeceğim, ama bugün birer Kubrick, Kurosawa, Coen, Keaton ve Stone filmi izledikten sonra Zero Dark Thirty'nin milliyetçilikten köre dönmüş ve zekası da pek parlak olmayan birisi tarafından yönetildiğini net bir şekilde kavrayabildim.
Puanım: 37/100
Kaçılması imkansız olan ünlü Alcatraz Hapisanesinden kaçmaya çalışan üç mahkum ve bu kaçış planını mükammel hazırlayan banka soyguncusu Morris`in (Eastwood) gerçek olduğu söylenen öyküsü.
Her Clint Eastwood filmi gibi bu da harikaydı. Filmi izlerken klişeler gözünüze çarpacak ama The Shawshank Redemption, Oz ya da Prison Break gibi hapishane temalı dizi ve filmlerin alayı bu filmden esinlenmiştir. İzlerken farkedeceksiniz zaten.
Geçen gün bu mesajı gördüm ve izledim.Gerçekten güzel bir filmdi tavsiye ederim.
Filmde keşke karaktere biraz daha ağırlık verilseydi daha iyi olabilirmiş.Film sürekli kaçış üzerine kurulmuş.Hani Esaretin Bedelini izlerken biraz daha karakterin üstüne düşülmüş fakat bunda direk film kaçış üzerine kurulu.Filmin kötü noktası budur benim açımdan.
Efsanevi savaşçı Li Mu Bai ve güzel bir kadın dövüşçü olan Yu Shu Lien açıklanamamış bir aşkın işkencesini yaşamaktadır. Bai yenilmez bir savaşçıdır. Lien ise son derece yetenekli ve ülkesinin en ünlü kadın savaşçısıdır. Her ikisi de kendilerinin memnuniyetinden daha çok halk için adalet istemişlerdir. Tarihi değeri olan Green Destiny adlı kılıcı Yu'ya emanet eden Li Mu Bai, ondan bu çok değerli kılıcı Beijing'deki saygı duyulan Sir Te'ye hediye olarak götürmesini ister. Yanında Bai olmadan gitmeye pek istekli olmayan Yu, yine de bu görevi yerine getirmeyi kabul eder.
Genç ve azimli bir aristokrat olan Jen, babasının Baş Hakim olduğu Batı'da yıllar yılı yaşadıktan sonra dadısı ile birlikte zor bir yolculuktan sonra Beijing'e gelir. Etrafını saran bu muazzam şehir kilometrelerce uzayan sıra sıra evlerden direklerden oluşmaktadır. Onun için toplumsal bir keşif araştırması da böylece başlamış olur. Ailesiyle bu yeni yerleşim yerlerinde kök salmayı planlayan Jen'in annesi, onu zengin bir ailenin oğluyla evlendirmek istemektedir. Jen'in ise bu konuda başka düşünceleri vardır...
Life of Pi ve Brokeback Mountain'in yönetmeni Ang Lee'nin bir diğer meşhur filmi. Ang Lee'nin elinden böyle vurdulu kırdılı bir uzak doğu filmi nasıl olur merak ediyordum, pek de güzel oluyormuş. Özellikle dövüş sahneleri tabiri caizse görsel şölen yaşatıyor izleyiciye.
Puanım: 70/100
Eski efsanevi suikastçı Kenshin Himura (Takeru Sato) artık gezgin bir samuray haline gelmiştir. Geçmişte yaptıkları yüzünden kefareti olarak artık yardıma ihtiyacı olanları korur. Bu süre zarfında Kenshin Himura Kaoru Kamiya (Emi Takei) ona yardımcı olurlar. Kenshin'nin şiddet dolu geçmişi ile sorunları devam eder...
Belki de izlediğim en başarılı manga uyarlamasıydı. Aksiyon ve hikaye dengesi oldukça tadında ayarlanmıştı. Etten kemikten oluşan bir Kenshin'e alışmam da fazla uzun sürmedi, bunda yönetmenin olduğu kadar aktörün de payı büyük.
Puanım: 72/100
Crazy, Stupid, Love
Kırklı yaşlarında, tutucu bir adam olan Cal Weaver’ın rüya gibi hayatı vardır: İyi bir işe, güzel bir eve, harika çocuklara sahiptir ve lise aşkıyla evlidir. Fakat eşi Emily’nin kendisini aldattığını ve boşanmak istediğini öğrendiğinde “mükemmel” hayatı hızla tepetaklak olur.
Günümüzün bekarlar dünyasında, onlarca yıldır kimseyle flört etmemiş olan Cal, sudan çıkmış balığın canlı örneğidir. Boş olduğu akşamları yerel bir barda tek başına somurtarak geçiren talihsiz adam, yakışıklı çapkın Jacob Palmer tarafından himayesine alınır. Cal’in eşini unutması ve hayatını yaşamaya başlamasını sağlama çabası içindeki Jacob, Cal’in gözünü önündeki seçeneklere açar: Flörtçü kadınlar, erkeksi içkiler ve Supercuts ya da The Gap’te bulunamayacak bir stil anlayışı.
Cal ve Emily tamamen yanlış yerlerde olabilecek sevgiyi arayan yegane kişiler değildirler: Cal’in 13 yaşındaki oğlu Robbie, 17 yaşındaki çocuk bakıcısı Jessica’ya aşıktır. Jessica ise Cal için yanıp tutuşmaktadır. Hatta Jacob’ın her akşam yeni bir kadında izlediği yöntem bile, en iyi repliklerini kullanmasına rağmen Hannah’ya karşı etkisiz kalır. Jacob, Hannah’yı aklından bir türlü çıkaramamaktadır: Bunun nedeni belki de onun Jacob’ın profesyonelliğini ciddiye almayan ilk kadın olmasındandır.
Steve Carell filmlerini fazla sevmem ama Crazy, Stupid, Love hoşuma gitti. Pek güldürmese de 120 dakika boyunca sıkıldığımı söyleyemem. Ryan Gosling yine rolünün hakkını vermiş, bu adam birkaç yıl içinde bir oscar kapar.
Puanım: 58/100
Transformers (2007), Transformers: Revenge of the Fallen (2009) ve Transformers: Dark of the Moon (2011)
Çok uzun zaman önce, çok uzaklardaki Cybertron gezegeninde bir savaş başlamak üzeredir. Burası başka yapılara bürünebilen robotların dünyasıdır. Her yerde olduğu üzere bu gezegende de robotlar da iyiler ve kötüler olarak ayrılmaktadırlar. Kendilerince başka amaçlar uğrunda mücadele eden bu transformerlar, gezegenin yakıtı biterken uzay ortamındaki diğer yakıt kaynaklarının arayışına girerler. Hal böyleyken bu arayış onları Dünya’ya kadar yönlendirecektir. İstedikleri anda arabaya, gemiye ya da uçağa dönüşebilen bu robotlar, bu kez Dünya’yı ele geçirmek için savaş açacaklardır. Elbete bu savaşı başlatanların tam karşısında iyi huylu robotlar baş rolde olacaklardır. Pearl Harbor, Ada gibi kült ve bütçesi büyük filmlerin üstesinden gelmiş olan Micheal Bay, bir başka unutulmazı izleyicisi ile buluşturmak üzere kolları sıvamış bir yönetmen konumunda.
Sinemalar.com'dan alıntıdır.
Senaryoda ve oyunculuklarda rahatsız edici bir yapaylık söz konusu olsa da görsel efektler bunun üstünü örtmeyi başarmış. Victoria's Secret'ın eski meleklerinden Rosie Huntington-Whiteley'in beyazperdede arz-ı endam edişini görmek de hoştu, ama oyunculuğu berbattı, orası ayrı mesele .
Puanlarım: 70,57,64/100