Hollywood'un bir klasiüi vardır. Kaderinde büyük şeyler yapması olan bir karakteri başta kaderinin farkında olmayan, başka uğraşlar peşinde olan biri olarak gösterirler. Genelde de bunu yaparken karakterin içine ederler. Karakter oldukça itici ve antipatik bir hale gelir ki senariste sövmekten kendinizi alamazsınız.
Son zamanlarda yapılan büyük yapımlarda bunu sık sık görüyor ve kötülüğünü konuşuyoruz. Ama işte Avatar bu konuda da farkını olduğu gibi konuşturmuş.
Bu seride de kaderinde hiç beklemediği bir şey olan bir karakter vardır (Aang değil) . O yaşayacağı hayatın çok daha (kendi şartlarında) normal olacağına inanan ve bunu bu şekilde yaşama çabasında bir karakterdir. Bu uğurda onu sürekli hata yaparken, sürekli sağduyuyu terk ederken görürüz. Üstelik bu karakterin tek derdi kaderini yaşamaktır. Kendiyle çelişir, yolunu kaybeder, ona güvenen insanları yarı yolda bırakır.
Serinin en baba karakteri ona yalvarır, senin kaderin bu diye. Ama karakterimiz canından çok sevdiği ve kendisini dünyada en çok seven insan olan bu şahsı da dinlemez. Hatta ona ihanet eder.
Şimdi normal bir Hollywood yapımında böyle bir karakter kendinden nefret ettirir ama Avatar senaristleri nasıl bir hüner döktürmüşlerse bu karakter kendini sevdirmeyi başarır. Üstelik sosyal olarak özürlü de biri olmasına rağmen. Yeri gelir adına utanırız, yeri gelir kızarız, yeri gelir acırız ama hiçkimse bu karakterin yaptıklarından rahatsız olmaz çünkü senaryo çok iyidir. Yazan hiçbir şeyi zorlamamıştır çünkü güzel bir metafor ve karakter gelişimi sunar bize.
Hazırlanması yıllar süren, dayanakları edebiyat harikası olan milyon dolarlık yapımların, basit bir çizgi filmde yapılanın yanına bile yaklaşamaması Hollywood çöplüğünün en güzel tasviridir.