"BiIimde en yeni, edebiyatta en eski kitapIarı oku."
B. Lytton
Sizce bu doğru bir söz mü?
Bakış açısıyla değişebilecek bir önerge gibi duruyor.
Şöyle ki; bilimde en yeni eserlerin okunması kişiyi güncel kılacağından teknolojik devinimlere sürekli hızlı bir şekilde adapte olabilir. Diğer bir yandan ise bilimde gerçekleşen buluşlar büyük bir süreçte gerçekleşir. Ne demek istiyorum? Günümüzde otonom araçların yakın, orta gelecekte çok daha verimli olacağı ve insanların artık bu teknolojiyi kabul edeceği düşünülüyor. Peki insansız araçlara gelene kadar hangi süreçler yaşandı? Örneğin; önce bir yere daha hızlı ulaşma, ulaştırma isteği doğdu insanda. Bu da insanın yuvarlak bir cisim (tekerlek) oluşturmasına sebep oldu ve yükleri zemin altında yer alan silindirik cisimlerle hareket ettirdiler. Sonrasında yüklerle beraber kendileri de hareket etmeleri gerektiğini anladılar. Çünkü daha uzun yollara gitme gereği duyuyorlardı. Aracın temelleri atıldı bu noktada. Önce buhar ile, sonra benzin ve dizel ile desteklenen motorlar, şu anda hibrit ile farklı bir noktaya gelmiş, son olarak da Tesla'nın öncülüğünde elektrikli araçlara geçiş yapmıştır. Bu arada dizayn ve tasarım dışında en önemli konu yazılımdı. Endüstri 4.0 ile yazılımların araçlar içerisinde yer alması mümkün oldu. Otomatik klimalar, yağmur damlasını algılayan silecekler, otomatik dur kalk desteği, vb. Soruya geliyorum. Eğer "mucitler" bilimde yer alan önceki buluşları incelememiş olsalardı devam ettiremezlerdi. Bilimde ilerleme için temeli analiz etmenin şart olduğunu düşünüyorum.
Gelelim ikinci kısma; edebiyat. Bu noktada cümleye katılan kısımdayım denilebilir. Temel sebebi ise bilişsel teknoloji olarak adlandırılabilir. Açıklayayım: Günümüzde elbette Da Vinci, Salvador, Tolstoy, Nazım Hikmet, Michalengelo gibi sanatçılar veya daha iyiler mevcut olabilir. Altını çizmek isterim, olabilir diyorum. Ancak bilişsel teknoloji öncesinde insanlar daha çok temel ihtiyaçlarına yönelik yaşıyorlardı; uyku, beslenme ve cinsellik. Geriye o kadar çok zaman kalıyordu ki kişilere. Bu sayede bir başlarına kalıp çalışmalarına çok daha rahat odaklanabiliyordu. Örneğin; Dostoyevski'nin temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra kaba taslak 11-13 saat arası kendisine kalıyordur. Bu süreçte ne yapabilir? Telefon yok, internet yok. Üniversite kongre ve katılımları yok. Beğenilme arzusu yok. Sergi ve bienaller yok. Kişi tamamen kendisi ile. Bu yüzden çok daha özgün eserler ortaya çıkarabiliyor. Etkileşim az olduğu için kişi daha doğal, dış dünyadan etkilenmemiş kalabiliyor diye düşünüyorum. Günümüzde ise çok başarılı bir sanatçı muhakkak medya tarafından bilinir halde. Kendisi çok muhtemel bir ajans ile çalışıyor. Bu durum sanatı "profesyonelleştiriyor". Ve bence bahsettiğim terim doğallığı, bıçkınlığı, duygusallığı ve agresyonu azaltıyor. Bu yüzden edebiyat ise en eski eserler muhakkak daha değerli olanlardır diye düşünebiliriz.
Umarım tatmin edici bir cevap olmuştur Gümüş hocam.