( ﺍﻃﻤﻴﻨﺎﻥ– ﺍﻃﻤﺌﻨﺎﻥ) i. (Ar. iṭmi’nān > iṭmіnān)
1. Emin olma, emniyet: Biz hepimiz şüphelerin içinde / İken vardı sende büyük itmînan (Ziyâ Gökalp).
2. İç huzûru, gönül rahatlığı, tatmin olmuşluk hâli: Sûziş-i aşk ile uşşâka gelir itmînan / Etti pervâneyi gör âteş-i sûzânı taleb (Bayburtlu Zihni). Ben hayâtımı kendim kazandım. Ben yine benim eserimle yaşıyorum diyebilmek. Ah o itmînân-ı vicdan! (Hâlit Z. Uşaklıgil). Rızâ kuldan, rıdvan Allah’tan olur. Rızâ ile rıdvânın birleşmesinden itmînan, sükûn ve huzur hâli doğar (Taarruf Terc.).
3. Güvenme, emniyet etme, îtimat: O adama itmînanım vardır (Şemseddin Sâmi).
4. Kesin olarak bilme, kalben emin olma: Bir gün fikr-i mütehayyiremde bir itmînân-ı kat’î ve kavî hâlinde rû-nümâ oldu (Fuat Köprülü).
(ﺍﻛﺎﺑﺮ) i. (Ar. ekber “çok büyük”ün çoğul şekli ekābir) Büyük adamlar, ileri gelenler, yüksek mevkilerde bulunanlar [Tekil anlamında da kullanılır]: Geldimse n’ola ben şuarâ devrine âhir / Âdet budur âhirde gelir bezme ekâbir (Nev’î). Ya’nî bu zikr ettiğimiz ahval, ekâbirden olan ehl-i kemal (…) hakkında makbuldür (Âlî Mustafa Efendi). Bu cezîre halkının büyükleri ve ekâbirleri enselerinde biraz perçem kor (Kâtip Çelebi’den Seç.). [Alay yoluyle de kullanılır]: “O kimseyi beğenmez, ekâbirdendir.”
ѻ Ekâbir kapısı: târih. Büyük devlet memurlarının dâireleri.