RÂNÂ
(ﺭﻋﻨﺎ) sıf. (Ar. ru‘ūnet “bön ve ahmak olmak” > er‘an > ra‘nā “ahmak, sünepe kadın”dan anlam iyileşmesiyle)
1. Güzel, hoş, latif, parlak, revnaklı: “Gül-i ra’nâ: Yarısı sarı, yarısı kırmızı çok güzel gül.” Nergis-i ra’nâ mı yeğdir yâ senin elâ gözün (Ahmedî). Bûydan hoş renkten pâkîzedir nâzik tenin / Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’nâ seni (Nedim’den). Reng ü bûdur güle ziynet güzele hüsn ü bahâ / Gül denir her güle ammâ gül-i ra’nâ denmez (Pertev Paşa’dan).
2. zf. Pek güzel, pek âlâ: Gül gibi olmada günden güne hüsnün ra’nâ / N’ola bülbül gibi âşıkların olsa şeydâ (Rûhî-i Bağdâdî). İşte vakt-i muhârebede terk-i mevki etmek büyük cinâyet olduğu bundan ra’nâ mâlûm olur (Cevdet Paşa).
1. Güzel, hoş, latif, parlak, revnaklı: “Gül-i ra’nâ: Yarısı sarı, yarısı kırmızı çok güzel gül.” Nergis-i ra’nâ mı yeğdir yâ senin elâ gözün (Ahmedî). Bûydan hoş renkten pâkîzedir nâzik tenin / Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra’nâ seni (Nedim’den). Reng ü bûdur güle ziynet güzele hüsn ü bahâ / Gül denir her güle ammâ gül-i ra’nâ denmez (Pertev Paşa’dan).
2. zf. Pek güzel, pek âlâ: Gül gibi olmada günden güne hüsnün ra’nâ / N’ola bülbül gibi âşıkların olsa şeydâ (Rûhî-i Bağdâdî). İşte vakt-i muhârebede terk-i mevki etmek büyük cinâyet olduğu bundan ra’nâ mâlûm olur (Cevdet Paşa).