(ﻛﻠّﻴّﺎﺕ) i. (Ar. kullі > kulliyye “bütünle ilgili şey” ve çoğul eki -āt ile kulliyyāt)
1. Bir müellifin yazmış olduğu eserlerin bütünü: “Ziyâ Paşa’nın külliyâtı.”
2. Bir şeyin bütünü, hepsi: Zîra fakîrin tuttuğu yol, her kesrete vahdet cânibinden girmek ve külliyâtı kavrayarak asılları elde etmek idi (Kâtip Çelebi’den Seç.). Nitekim bâzı hakîmler söylemişlerdir, bu nücum ilminin cüz’iyâtı idrak edilmez, külliyâtı da tahkik edilmez (Kâtip Çelebi’den Seç.).
3. mus. Belli bir sıra ile birçok makāmı içine alan saz eseri.
Telakkî
[l ince] (ﺗﻠﻘّﻰ) i. (Ar. liḳā’ “karşılaşmak”tan telaḳḳі)
1. Belli bir bakış açısına göre görme, bakma, kendine göre bir fikir sâhibi olma, görüş, anlayış: İhtimal bu telakkî bâzı hanımları memnun edebilirdi (Ahmed Midhat Efendi). Bunu marazî bir tecessüs, bir hastalık gibi telakkîde haklı değil miyim? (Cenap Şahâbeddin). Pek eski bir telakkî olamaz mı anneciğim? (Aka Gündüz).
2. Kabul etme, alma: Fakat Almanya için şâyân-ı hamd ü senâ bir şey vardır ki Fransa gibi sevdâ-yı fütûhat ile kanını israf etmeyerek istediği terbiye-i askeriyyeyi kabul ve telakkîye müstait evlâd-ı vatan bulmasıdır (Cenap Şahâbeddin).