Öncelikle 18 yaşında bir yönetmenin çocuk oyuncuları kullanımına şapka çıkarıyorum. Hana Makhmalbaf'a hayran kaldım, babasının kızı.
Filmin başında ve sonunda patlayan, filme ismini de veren Bamyan heykelleri, hikayede öne çıkmıyor ama herşey onlar üzerine kurulu, filmin anlatımında da kilit noktada. Görsel olarak bir manzaradan öte, karakterin yaşadıklarıyla, hisleriyle birebir bağlantılı.(Merak edenler, sinemada Landscape kavramı bunun gibi bir şey.) Baktay daha filmin başlarında, bu arazide uçurum kenarında geziniyor, üşüyor. Umudun silindiği, utancın kaldığı coğrafyada, bir kız çocuğu olarak, umutsuz bir günlük yolculuğuna çıkıyor. Daha sonrasında bu utanç harabelerinde tutsak oluyor bir müddet. Ama çıksa ne fayda? Bu yıkım her yeri sarmış. Filmin hikayesinin çıkış noktası olan Taliban-Amerikan olaylarını çocuklar vesilesiyle anlıyoruz, hissediyoruz. Ama yetişkinlerden ses yok. Duyarsızlık, çocuklarına aktardıkları yobazlık had safhada. Yumurtalarıyla saatlerce dolanıyor bıcırığım. Hayat gailesi için de olanının da, para içindekinin de umrunda değil. Sisteme kapağı atmış polis abimiz, görevdışı deyip, ciddi bir meselede bir çocuğa el uzatmaktan aciz. Yetişkinlerin içinde erkek çocuklarının baskısından kurtulacak diyoruz Baktay'a. Ama kız çocuklarına zorla benimsetilmeye çalışılan o kese kağıdını, yetişkinler çoktan takmış bile. Kör, sağır olmuşlar. Ve bu düzene ayak uydurmayana, hele ki umuda, öğrenmeye hevesli küçük bir kız çocuğuna düşense, ölmek, sindirilmek. Anca öyle özgür(!) olabilir.