II. Selim yıllar yılı Şah İsmail ve Şia tehlikesini gördü ve bu tehlikeyi önlemek için elinden geleni yaptı. En nihayetinde Sultan olduğunda bu tehlikeyi temelli bitirmek ilk icraatı oldu. Tabii bunu için batının en uç noktasından, İstanbuldan yola koca bir orduyla, Doğunun en uç noktaları olan ta Kars taraflarına kadar gitmesi gerekiyordu. Elbette o zamanın şartlarına bakılacak olursa, askerin de morali daha yolun yarısına gelmeden epey bozulmuştu. Bunu üzerine Yeniçeri güruhundan bir takım kimseler Sultanın çadırına durumu anlatır nitelikte bir mesaj bıraktılar, çadıra bir ok atarak en net cevabı vermiş oldular. Bunun üzerine kararlılığı ve cesaretiyle tanınan Yavuz meşin atına atlar ve Yeniçeri karargahının önüne geçerek tarihe altın harflere yazılan şu konuşmayı yapar;
“Biz henüz kastettiğimiz yere varmadık, düşmanla karşılaşmadık, dönmek ihtimali yoktur, hattâ bunu düşünmek bile hayaldir. Teessüf olunur ki Şah’ın maiyeti kendi efendileri yoluna can verdikleri halde, biz şerîat-ı Ahmediyye’ye muhalif hareket eden bunları yola getirmek için bu serhatlara kadar gelmişken, bir takım gayretsizler, bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler. Biz, katiyen yolumuzdan dönmeyeceğiz. Ülülemre itaat edenlerle, kastettiğimiz yere kadar gideriz. Kalpleri zayıf olanlar, ehlü ıyâllerini düşünenler ve yol zahmetini bahane edenler, kendileri bilirler. Dönerlerse dîn-i mübîn yolundan dönerler. Eğer bahane, 'düşman gelmedi' ise, düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle beraber gelin, ve eğer değilseniz ben tek başıma da giderim!”
Bu konuşmadan sonra Yavuz Sultan Selim başta Safeviler olmak üzere Memlükler ve Karakoyunlu Hanedanını da beraber yerle bir ederek Osmanlı Devletini sekiz yılda çok güçlü bir konuma getirmiştir.