(ﻻ ﻗﻴﺪ) sıf. (Ar. olumsuzluk eki lā ve ḳayd ile lā-ḳayd) Kayıtsız, ilgisiz: Lâkayt ve şefkatsiz insanlar (Reşat N. Güntekin). Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü / Lâkayt olan mühimsemiyor gamlı bir günü (Yahyâ Kemal). Âdeta sokaktan geçermiş gibi lâkayt geçerler (Sait Fâik).
ѻ Lâkayt kalmak: İlgisiz kalmak, ilgilenmemek, alâka göstermemek: Bu romanın câzibesine karşı hangi zekâ lâkayt kalabilir? (Cenap Şahâbeddin). Tenkit yazanların o tercümeye lâkayt kalmaları, o beş kişinin de benim gibi yazı hayâtının dışında bulunduklarına delil olabilir (Peyâmi Safâ).
● Lâkaydâne (ﻻ ﻗﻴﺪﺍﻧﻪ) sıf. (Fars. -āne ekiyle)
1. İlgilenmeyen, alâka göstermeyen: Sokakta bulunan halk, herifin böyle lâkaydâne duruşuna taaccüple berâber kendisini kurtarmak için telâş ettiklerinde… (Fâik Reşat).
2. zf. Lâkayt bir şekilde, ilgilenmeden, alâka göstermeden: “Lâkaydâne bakıyor.”