Bu konu kitaplardan beğendiğimiz bölümlerin yazılması için açılmış ama başlık seçimi bence uygun olmamış. İz bırakan kitap cümleleri denince akla daha çok duygusal bağlamda bir şeyler geliyor. Her neyse ben de Kralların Yolu kitabından beğendiğim bir yeri paylaşıp boş yapmayı bırakayım.
Bir defasında sırtında kafasından daha büyük bir taş taşıyan cılız bir adam gördüm. Ağırlığın altında tökezliyordu; güneşin altında sadece bir peştamal ile gömleksizdi. Kalabalık bir anayol boyunca yalpalaya yalpalaya yürüyordu, insanlar ona yol açıyordu. Onun hâlinden anladıkları için değil ama adımlarının ivmesinden korktukları için. Bunun gibi birinin önünde durmaya cesaret edemezdin.
Hükümdar da bu adam gibidir, bir krallığın yükü omuzlarında yalpalayarak ilerler. Çoğu kişi önünden çekilir ama çok azı müdahale ederek taşı taşımasına yardım etmeye gönüllüdür. Kendilerini fazladan yüklerle dolu bir ömre mahkûm etmesinler diye işe bağlanmayı istemezler.
O gün arabamı terk ettim ve taşı alarak adam için taşıdım. İnanıyorum ki muhafızlarım utanmıştı. Kişi böyle bir işi yapan gömleksiz bir garibanı görmezden gelebilir ama hiç kimse yükü paylaşan bir kralı görmezden gelemez. Belki de daha sık yerlerimizi değiştirmeliyiz. Eğer bir kral insanların en fakirinin yükünü üstüne alırken görülürse, belki ona da o gözle görülmeyen ama fazlasıyla yıldırıcı olan kendi yükünde yardım edecek olanlar çıkar.
------Fırtınaışığı Arşivinden devam.----
Haberci fısıldadı. “İki kör adam bir çağın sonunda durmuş güzelliği düşünüyordu. Dünyanın en yüksek uçurumunun tepesinde oturmuş, diyarlara tepeden bakıyor ve hiçbir şey görmüyorlardı.”
"Ha?” Shallan ona baktı.
“Güzellik bir adamın elinden alınabilir mi?” diye sordu birincisi İkincisine. ‘Benden alınmıştır,’ diye cevap verdi İkincisi. ‘Çünkü ben onu hatırlayamıyorum.’ Bu adam çocukken geçirdiği bir kazada kör olmuştu. ‘Her gece görüşümü geri versin diye Ötedeki Tanrı’ya dua ediyorum ki, tekrar güzelliği bulabileyim.’
‘O zaman güzellik kişinin görmesinin gerekli olduğu bir şey mi?’ diye sordu birincisi.
'Elbette. Onun doğası bu. Kişi bir sanat eserini görmeden nasıl takdir edebilir?’ ‘Ben bir müzik eserini duyabilirim,’ dedi birincisi.
‘Pekâlâ, güzelliğin bazı çeşitlerini duyabilirsin; ama görüş olmadan tam güzelliği bilemezsin. Güzelliğin sadece küçük bir kısmını bilebilirsin.’
‘Bir heykel,’ dedi birincisi. ‘Ben onun hatlarını ve kıvrımlarını sıradan kayayı sıra dışı harikaya dönüştürmüş olan keskinin dokunuşunu hissedemez miyim?’
‘Belki,’ dedi İkincisi, ‘bir heykelin güzelliğini de bilebilirsin.’
‘Peki ya yemeğin güzelliğinden ne haber? Bir şef damakları şenlendirmek için bir şaheser yarattığı zaman bu bir sanat eseri değil midir?’
‘Belki,’ dedi İkincisi, ‘bir şefin sanatının güzelliğini de bilebilirsin.’
Teki ya bir kadının güzelliğinden ne haber?’ dedi birincisi. ‘Ben onun güzelliğini dokunuşunun yumuşaklığından, sesinin nezaketinden, bana felsefe okurken zihninin keskinliğinden bilemez miyim? Bu güzelliği bilemez miyim? Güzelliğin çoğu çeşidini gözlerim olmadan bile bilemiyor muyum?’
‘Pekâlâ,’ dedi İkincisi. ‘Ama ya kulakların kesilseydi, duyma yetin elinden alınsaydı? Dilin kopartılsa, ağzın kapatılsa, koku duyun yok edilse? Ya derin yakılsaydı da artık hissedemez olsaydın? Ya sana bırakılmış olan tek şey acı olsaydı? O zaman güzelliği bilemezdin. Güzellik bir adamın elinden alınabilir."
Haberci duraklayarak Shallan’a doğru başını eğdi.
“Ne?” diye sordu Shallan.
“Sen ne düşünüyorsun? Güzellik bir adamın elinden alınabilir mi? Eğer dokunamaz, duyamaz, göremez, tadamaz, koklayamaz olsaydı... Bildiği tek şey acı olsaydı? Güzellik o adamın elinden alınmış olur muydu?”
“Ee...” Bunun herhangi bir şeyle ne ilgisi vardı ki? “Acı günden güne değişiyor mu?”
“Diyelim ki değişiyor,” dedi haberci.
“O zaman güzellik, o kişi açısından acının azaldığı zamanlar olurdu. Neden bana bu hikâyeyi anlatıyorsun?”
Haberci gülümsedi. “İnsan olmak güzelliği aramaktır Shallan. Umutsuzluğa kapılma, yolunda dikenler büyümüş diye avı bitirme.
------Parlayan Sözler, Brandon Sanderson-----