Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

İfade Özgürlüğü Her Eylemi Kapsar mı?

İfade Özgürlüğü her eylemi kapsar mı?

  • Evet kapsar

    Kullanılan: 20 16.8%
  • Hayır kapsamaz

    Kullanılan: 39 32.8%
  • İfade özgürlüğü bile olsa sınırları olmalıdır

    Kullanılan: 47 39.5%
  • Şiddet yoksa suç da yoktur

    Kullanılan: 13 10.9%

  • Kullanılan toplam oy
    119
Hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi ve Avrupa Birliği tarafından verilmiş ifade özgürlüğü kurslarına katılmış birisi olarak konuyu "hukuki boyutuyla" elimden geldiğince geniş biçimde, tartışmanın özünden uzaklaşmadan ve eğlenceli biçimde açıklamaya çalışacağım.

Öncelikle ifade özgürlüğüne müdahale edildiğini düşündüğümüzde önümüzdeki durumun hukuki zeminine bir göz atmamız gerekiyor. İfade özgürlüğünün dayandığı hukuki zemin en nihayetinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesidir. Peki bu madde bize ne diyor?

MADDE 10 İfade özgürlüğü
1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin 12 13 yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

Özellikle ikinci fıkranın ilk cümlesini okuduğunuzda farkedeceğiniz üzere ifade hürriyeti müdahale edilerek sınırlandırılabilir olmakla beraber bu sınırlandırmalar bazı ölçütlere tabidir. Bu ölçütlere "üç aşamalı test" de denilmektedir. Üç aşama falan deyince aklınıza neyin geldiğini biliyorum ancak sizi sakinliğe davet ediyorum.
Her neyse nerde kalmıştık. Ah evet. Üç aşamalı test.

1- Sınırlama yasayla öngörülmüş olmalı
2- Sınırlama meşru bir amaca yönelik olmalı
3- Sınırlama demokratik bir toplumda gerekli olmalı

İlk ölçüt için öngörülen yasanın belirli nitelikleri taşıması gerektiğini söyleyebilirim ancak bu ifadeyi açarsam daha teknik kısımlara ilerlenerek konunun özü kaybedileceğinden şimdilik böyle bırakıyorum. İkinci ölçüt için yapılacak tespit de sadece yukarıdaki maddede sayılan hallerin(toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin 12 13 yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması) meşru amaçlardan olduğu ve sınırlamanın ancak ve ancak bu amaçlar doğrultusunda yapılabileceğidir. Gelelim üçüncü ölçüte...

Üçüncü ölçüt okunduğunda anlaşılabilir olmakla beraber tam olarak sınırlarını çizmesi epey zordur. Sahiden gereklilik ne demektir? Vazgeçilemezlik gereklilik anlamına mı gelir? Yoksa gerekliliği makul olan, yararlı olan gibi esnekçe mi yorumlamalı? İşte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi burada G4 keşfetmiş Luffy misali hareket ederek bu kavramları kapsamlı bir içtihat geliştirerek açıklamış, gereklilikten anlaşılması gerekenin "zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın varlığı" olduğunu ifade etmiştir. Bundan hareketle sınırlama için ileri sürülen gerekçelerin sınırlamayla ilgili ve yeterli olup yukarıda belirttiğim meşru amaçla bu sınırlamanın orantılı olmasının gerektiği çıkarımlarını yapmıştır.
Mesela birisinin size sadece ikinizin olduğu bir ortamda hakaret etmesiyle katılımın yüksek olduğu bir davette hakaret etmesi itibarınızı aynı şekilde etkilemeyecektir. Dolayısıyla alınması gereken tedbirin daha sert olması gerektiği aşikardır. Nitekim bu husus ceza kanunumuza da yansımış olup alenen hakaret etmek nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Hakaret eden kişinin ifade hürriyetine mahkemenin vereceği cezayla müdahale edilmektedir ve bu müdahale birnevi nabza göre şerbet vermek usulü gerçekleştirilmelidir. Zayıf düşmanlara karşı tüm gücünü göstermeyen tayfa üyelerimiz gibi.

Bunları sıraladıktan sonra bu ölçütün en can alıcı kısmına geliyorum. Takdir marjı. AİHM'ye göre sınırlamanın demokratik toplumda olup olmadığını değerlendirirken ulusal makamlar "takdir marjı"na sahiptir. Bu takdir marjı bazen geniş bazen dar olabilir. Takdir marjının kapsamı belirlenirken ifadenin türü ve sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ölçüt kabul edilir. Mesela bir siyasiye hakaret edilmesi halinde takdir marjı "dar"dır. Açmam gerekirse, bu halde hakarete karşı gerçekleştirilen müdahaleler hukuksuz olup ifade hürriyetinin ihlalinden bahsedilecektir. Kamu ahlakını ilgilendiren konularda ise bu marj epeyce geniştir. Yani yapılan müdahaleler direkt olarak hakkın ihlaliyle sonuçlanmayacaktır.

Bunlar genel olarak ifade hürriyetine yapılan müdahalelerin hakkın ihlaline sebebiyet verip vermeyeceğine ilişkindi. Şimdi mahkemenin nefret söylemine ilişkin yaptığı saptamayı ve bunları kullanılarak reaksiyon gösterdiği davaları aktarayım.

Mahkeme: Sebebi ne olursa olsun şiddeti ve nefreti kışkırtan söylemler ifade özgürlüğü hakkının koruması altında değildir.

-Etnik nefreti teşvik eden bir yayına el konulan dava (BALSYTĖ-LIDEIKIENĖ v. Litvanya)
-Ortaokulda eşcinselliğin sapkın bir cinsel eğilim olup HIV ve AIDS'in ortaya çıkmasından sorumlu olduğuna ilişkin broşür basıp dağıtan üç kişiye karşı nefreti kışkırtması sebebiyle mahkumiyet verilmesi(Vejdeland ve diğerleri v. İsviçre) @Vintage Culture ilgini çekeceğini düşünüyorum

Bunun haricinde şu an İsviçre'de Kur'an yırtılmasına ilişkin medyada birtakım tartışmalar döndüğünü görüyorum. Tabii ki nefret söylemi olması halinde hemen yukarıda verdiğim saptamaya göre hareket edilecek, edilmesi gerekecektir. Ancak bununla beraber nefret söylemi olmayıp eleştirel nitelikteki söylemlerin dine yöneltilmesi halinde mahkemenin reaksiyonunu aktarmanın da elzem olduğunu düşünüyorum.

Mahkeme: Dini inançlara ilişkin yapılan saldırılarla ilgili Avrupa'da tek tarzda düşünce yoktur. Belirli bir dini inancı olan kişileri aşağılaması muhtemel olan şeyler, dinlerin ve mezheplerin giderek arttığı bir dönemde yerden yere önemli ölçüde değişecektir. Devlet yetkilileri, ülkeleriyle direkt olarak temas halinde olduklarından bu halde yapılacak sınırlamanın gerekliliğinin saptanması konusunda uluslararası hakimlerden daha üstün bir durumdadır.

Yukarıda bahsettiğim gibi takdir marjı bazı hallerde epey geniş olabiliyor. Burada mahkeme topu direkt sözleşmeye taraf ülkeye atmış. Zira 1989 yapımı Visions of Ecstasy adlı bir kısa film var. Filmin Mesih'le cinsel ilişki yaşamanın hayalini kuran bir rahibeyi konu ediniyor ve bu film Birleşik Krallık'ta yasaklanıyor. Dava AİHM'ye gittiğinde mahkeme yasağı onaylıyor. Film 20 yıl sonra ancak onay alabiliyor.

Olması gereken tartışıldığı ve bilgim daha geniş olduğu için AİHM kararları üzerinden gittim. Ülkemizdeki mahkemelerin gösterdiği reaksiyonlara ilişkin yazım da meslekte bir süre piştikten sonra gelir umarım.
AİHM'nin mültecilere karşı tutunduğu ikircikli tavır sebebiyle meşruluğu kalmadı. İdealize edilebilecek olmaktan çok uzaklar haliyle.
 
Ülke bazında çoğunluğu ele geçirmeleri şart değil. İl bazında ele geçirmeleri de tehlikeli olur. Neticede ilelebet aynı statüde kalmayacaklar. Fırsat bulunduğunda vatandaşlık verilecek. Belli bir zaman sonra bu hakkı elde ettikleri söyleniyordu zaten. Sonrasında kendi partilerini kurmaları ve kendi belediye başkanlarını seçmeleri tehlikesi var. "Başka etnik gruplar" denmiş. O gruplar için olan endişeler haklı idi. HDP'li belediyelerin PKK mayın döşesin diye iş makinesi tahsis ettiği bile bilinen bir şey. Bugün genel seçimde de oy oranları hatırı sayılır düzeyde olduğu için aday belirlenmesinde ciddi etkileri var. Mansur Yavaş'tan niye kaçınılıyor? İşlerini görebilecek adayı dayatmaya bakıyorlar.

Bu zihniyet, anlayışını salt siyasette de sergilemiyor. Çeşitli alanlarda aktifler. Örneğin yazın alanında çok güçlüler. Geçenlerde bu yüzden "Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı, Türk mü Türkiyeli mi?" tartışması olmuştu hatırlarsınız. "Foncu" dediğiniz kişilerin varlık sebebi de hitap ettiği kitlenin kalabalık oluşudur. Onlardan aldıkları güçle millî bilinci zayıf kitleleri ayartmaya çalışıyorlar. Yoksa arkalarında cılız bir ses olsa silinir giderler. Aynı kalabalık kitle sosyal medyadaki yönlendirmelerde bu algıcılar için büyük bir şevkle çalışıyor. Böylesi kitleler her ülke için tehlikelidir ama bizimki gibi millî bilinç açısından fakir olan toplumlarda daha bir tehlikeli olurlar.

Başka sebepleri de var tabii. Örneğin kültüre uyum sağlamıyorlar. Her yer Arapça tabela dolu. Dil, kültürün mayasıdır. Kültürün altına dinamit döşüyorlar.

Ekonomik yük bindiriyorlar. Hem vergiler onlara gidiyor hem de yapıların fiyatlarının artışına etkileri var. Hele şu ekonomide iyice göze batıyorlar.

İçlerinde çok radikal var. Bunlar da düşmanlar için çok kullanışlı. Hatta en son İstiklal Caddesi'nde bombayı bırakan da Suriyeli idi.

Kısacası "Ne olacak yeuv ehehe." denilip geçilecek bir şey değil. Gi de cek ler!
 
Düzgün kurulan, saygı sınırı aşmamış ifadeler için toplumun eğitimli mi desem aydın mı desem kesiminin çoğu gidip de kimseye sen böyle böyle düşünüyormuşsun diye saldırmaz, saldırmıyor da zaten. Ama istediği kadar kendini geliştirmiş olsun bir sınırı var işte. Bu yüzden diyorum robotla değil insanla çalışıyoruz. Geri kalan kesimin sorunu ifade özgürlüğü değil. Adama yolda yürürken "kenara çekilir misin" diyince saldıran insanlar yani illa adamın görüşüne ters bir cümle kurmana gerek yok. İstersen polyana ol o yine saldıracak. Gerginlik ve kaosla beslenen kesim. Onları eğitimle düzelteceksin. Bizim toplumumuzda bu kesim kalabalık sorun da bu.
Saldırıyor, ne demek saldırmıyor? :d Mesela burada ifade özgürlüğü savunduğumuz için imkanı olsa/banlanmayacağını bilse din düşmanı ilan edecek insanlar var. Sen gelmiş anlayışlı kesim, aydın insanlar falan diyorsun.
 
AİHM'nin mültecilere karşı tutunduğu ikircikli tavır sebebiyle meşruluğu kalmadı. İdealize edilebilecek olmaktan çok uzaklar haliyle.
İlgimi çekmediği için mültecilerle ilgili kararlarına hiç bakmadım ancak fikir özgürlüğüyle oldukça farklı alanlar. Ben idealize edilip edilmemesinden ziyade fikir hürriyetinin şu anki mevzuat kapsamında işleyiş mekanizmasını anlatmaya çalıştım. Özellikle takdir marjı konusunda devletlerin kendi tasarrufu söz konusu olduğu için her ne kadar teoride güzel görülse de bizim gibi yargı işleyişinin gelişmemiş olduğu toplumlarda probleme yol açacağı bariz ve bunun önüne geçecek bir içtihat henüz geliştirmedi. Bu ideale uzak olduğunu gösterse de sebep olarak katılamayacağım sana.
 
Son düzenleme:
Ülke bazında çoğunluğu ele geçirmeleri şart değil. İl bazında ele geçirmeleri de tehlikeli olur. Neticede ilelebet aynı statüde kalmayacaklar. Fırsat bulunduğunda vatandaşlık verilecek. Belli bir zaman sonra bu hakkı elde ettikleri söyleniyordu zaten. Sonrasında kendi partilerini kurmaları ve kendi belediye başkanlarını seçmeleri tehlikesi var. "Başka etnik gruplar" denmiş. O gruplar için olan endişeler haklı idi. HDP'li belediyelerin PKK mayın döşesin diye iş makinesi tahsis ettiği bile bilinen bir şey. Bugün genel seçimde de oy oranları hatırı sayılır düzeyde olduğu için aday belirlenmesinde ciddi etkileri var. Mansur Yavaş'tan niye kaçınılıyor? İşlerini görebilecek adayı dayatmaya bakıyorlar.
Yöneticilerin işlediği suçlar kendilerini bağlar. Suçun ve cezanın şahsiliği vardır. Halkı da bu suça ortak etmişsin. Böyle bir şeyin kabul edilebilir bir tarafı yok.
Bu zihniyet, anlayışını salt siyasette de sergilemiyor. Çeşitli alanlarda aktifler. Örneğin yazın alanında çok güçlüler. Geçenlerde bu yüzden "Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı, Türk mü Türkiyeli mi?" tartışması olmuştu hatırlarsınız. "Foncu" dediğiniz kişilerin varlık sebebi de hitap ettiği kitlenin kalabalık oluşudur. Onlardan aldıkları güçle millî bilinci zayıf kitleleri ayartmaya çalışıyorlar. Yoksa arkalarında cılız bir ses olsa silinir giderler. Aynı kalabalık kitle sosyal medyadaki yönlendirmelerde bu algıcılar için büyük bir şevkle çalışıyor. Böylesi kitleler her ülke için tehlikelidir ama bizimki gibi millî bilinç açısından fakir olan toplumlarda daha bir tehlikeli olurlar.
Bu da yeni dertlerimizden biri :hhh:
İon-> Yauna
Arap alfabesiyle: Yûn
Farsça çoğul eki- ân ile: Yûnân
"Yunan" : Yûnlar/ Yonlar/ İyonlar (ülkesi)
Mesela İtalyan
İtalia= İtalos Ülkesi
İtalian= İtalya'dan/İtalyalı
Veya Japonya için yapalım
Japonya(Nihon, Nippon) Japonyalı anlamına gelen (Nihonci, Nipponci) denir. Japon da Fransızcadan geçme bir kelime okuduğum kadarıyla:d

edit: Hepsini teyit edemedim ama edindiğim bilgiler bunlar. Yanlış olan bir şey varsa düzeltilirse sevinirim.
Fransız etimolojik olarak Frankyalı demekmiş mesela. Türkiyeli söylemi neden bu kadar rahatsız edici:hmm:Türkçe edebiyat demek, Türkiyeli demek vs.
Başka sebepleri de var tabii. Örneğin kültüre uyum sağlamıyorlar. Her yer Arapça tabela dolu. Dil, kültürün mayasıdır. Kültürün altına dinamit döşüyorlar.
İktidara gelince KHK ile çıkarırsın yasayı, yasaklarsın Arapça tabelayı. Ama beraberinde diğer yabancı dillerin de yasaklanması lazım. Yoksa mazallah ırkçı biri gibi görünebilirsin:d
Ekonomik yük bindiriyorlar. Hem vergiler onlara gidiyor hem de yapıların fiyatlarının artışına etkileri var. Hele şu ekonomide iyice göze batıyorlar.

İçlerinde çok radikal var. Bunlar da düşmanlar için çok kullanışlı. Hatta en son İstiklal Caddesi'nde bombayı bırakan da Suriyeli idi.
5 milyon insanın ekonomiye yük bindirmeme ihtimali yok zaten. Radikal olan ile olmayanı ayıramayacak durumdaysan insanları fişlemenin de manası yok. Kendi içimizde de fazlasıyla radikal grup oluşmuş durumda. Buna çözüm olacak olan devlet, bu iktidarla olacak iş değil ama. O Suriyeli bombacının da olaydan bir haber olduğunu düşünüyorum. Eline bir paket tutuşturulmuş, taşımacılık yapmış. Olay sonrasındaki hareketleri bunu destekler nitelikteydi.
 
Yöneticilerin işlediği suçlar kendilerini bağlar. Suçun ve cezanın şahsiliği vardır. Halkı da bu suça ortak etmişsin. Böyle bir şeyin kabul edilebilir bir tarafı yok.

Bu da yeni dertlerimizden biri :hhh:
İon-> Yauna
Arap alfabesiyle: Yûn
Farsça çoğul eki- ân ile: Yûnân
"Yunan" : Yûnlar/ Yonlar/ İyonlar (ülkesi)
Mesela İtalyan
İtalia= İtalos Ülkesi
İtalian= İtalya'dan/İtalyalı
Veya Japonya için yapalım
Japonya(Nihon, Nippon) Japonyalı anlamına gelen (Nihonci, Nipponci) denir. Japon da Fransızcadan geçme bir kelime okuduğum kadarıyla:d

edit: Hepsini teyit edemedim ama edindiğim bilgiler bunlar. Yanlış olan bir şey varsa düzeltilirse sevinirim.
Fransız etimolojik olarak Frankyalı demekmiş mesela. Türkiyeli söylemi neden bu kadar rahatsız edici:hmm:Türkçe edebiyat demek, Türkiyeli demek vs.

İktidara gelince KHK ile çıkarırsın yasayı, yasaklarsın Arapça tabelayı. Ama beraberinde diğer yabancı dillerin de yasaklanması lazım. Yoksa mazallah ırkçı biri gibi görünebilirsin:d

5 milyon insanın ekonomiye yük bindirmeme ihtimali yok zaten. Radikal olan ile olmayanı ayıramayacak durumdaysan insanları fişlemenin de manası yok. Kendi içimizde de fazlasıyla radikal grup oluşmuş durumda. Buna çözüm olacak olan devlet, bu iktidarla olacak iş değil ama. O Suriyeli bombacının da olaydan bir haber olduğunu düşünüyorum. Eline bir paket tutuşturulmuş, taşımacılık yapmış. Olay sonrasındaki hareketleri bunu destekler nitelikteydi.
5 milyon mu?
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 5)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık