Beyaz'ı da öksüz bırakma hocam.Üç renkten Beyaz hariç izlemiştim. Ne tesadüf ki bu filmi de iki hafta evvel falan indirmiştim. Perşembe günü finallerim de bittiğinden ötürü büyük ihtimal bu hafta filmi izlicem.
Beyaz'ı da öksüz bırakma hocam.Üç renkten Beyaz hariç izlemiştim. Ne tesadüf ki bu filmi de iki hafta evvel falan indirmiştim. Perşembe günü finallerim de bittiğinden ötürü büyük ihtimal bu hafta filmi izlicem.
Elbet bir günBeyaz'ı da öksüz bırakma hocam.
Izledim filmi. Bu sefer beğendim.
Çok uzun yazmayacağım, çünkü bunu yapmak için filmi tekrar izlemem gerekiyor ve malesef bunun için zamanım da yok.
Daha çok neyi anlattığımız değil, nasıl anlattığımız önemli tarzında bir filmdi. Aynı konuyu Kemal Sunal'ın İyi Aile Çocuğu filminde de görebilirsiniz mesela. Ama onda da tam tersi bir şekilde, nasıl anlattığımız değil, neyi anlattığımız önemli mantığı var. O yüzden bu film muhtelemelen herkese hitap etmeyecektir. Hatta Türkiye sınırları içerisinde kendine çok az bir izleyici bulabilir.
Filmi ben beğendim ama, doğru olanın bu olduğundan çok emin değilim. Biraz sanat sanat için midir, toplum için midir klişesine gireceğim ama İkisi için de olmamalı. Biraz orta yolu bulmalılar bence. Hani bu film gibi imgesel bir anlatımı da olmalı , ama daha elle tutulur bir konusu da olmalı bence.
Neyse filme döneyim. Müzik seçimleri başarılı. Öpüşme sahnelerinin İbrahim Tatlıses öpüşme sahneleri olması haricinde oyunculuklar da güzeldi.
Bir de meşaşzınızı bir yere aldım karşim ama bu film bir tık daha kısa olmalıydı. O vakit filme puanım 7/10 değil, 8/10 olurdu.
Biraz sığ bir yorum olmuş olabilir, idare ediverin.
Bağcık, kalp, filmin iki yerinde gözüken ve dik dik bakan kadın, yansımalar, top/misket/küre, bazı renkler ve birbirleriyle ilişkisi aşağıdaki görseldekinden farksız olan iki karakter.
Kopyala yapıştır yapabilmek için resmi silmek zorunda kaldım. Görmek isteyen yorumun orijinaline bakabilir. İmza: @Mercury
@Mercury öpüşme sahnelerine laf atmış lakin sen ne anlarsın tutkudan eşşoğlusu!! Şaka bir yana son kısımdaki sahneyi atladım ben de zaten. Kadının paltosu olmadığı gibi benim de yatağım değil. Bana ne kardeşim?!
Kuklacı her hâlükârda hırsız kardeşim. Tanrı da hırsız! Tabii lan.
Film duygulara hitap ediyor lakin duygular bana hitap etmiyor diyerek yorumumu kapatıyorum lakin teşhirci amcanın canı cehenneme.
@Mercury filmi izledim ama hiç beğenmedim yorum yapacak kadar anlamadım hem tarzım olmadığından hem çok dar bir vakitte izlediğimden pek anlamadım aşk filmi bekliyordum ama fantastik çıktı gerçekten bir şey anlamadım
Öncelikle bu tip filmler bana pek hitap etmez. Bir anlamda buna benzeyen Mulholland Çıkmazı'nı herkez över en tepeye koyar tarihin en iyi filmi diyenler olur ama benim için saçmalıktan başka bişey degildir.
Filme gelirsek 2 tane Vero var başka yerde yaşıyolar akrabağlık bağı yok birbirlerinden haberleri yok. Birbirlerini bir anlamda hissediyolar hep farklı bir yerdeyim gibi hissediyolar. Polanya da olanla başlıyo basit hikayesini anlatmaya başlıyor. Dikkat çeken cinsellik sahnelerinin filmle hiç bir alakası yok ne hikayeye ne de karatkerlere sadece konulmak için konulmiş gibi. Hele o yolda yürüyen adam paltosunu açıp cinsel organını göstermesi 10 dk düşündüm bir yere koyamadım. Dikkatimi çeken 2. olay ise yönetmen merçek arkası, gözlük camı, buglanmış ayna, plastik şeffat top gibi objelerin arkaşından çekilmiş bolca karesi var heralde Dünya'yı başka bir gözle görerek diğer Vero'ya atıfta bulunuyor bilemedim ama ilk 20 dk sonrası bunları hiç kullanmıyor tüm filme yaysa daha iyi olabilirmiş. Devam edersek gezi de olan diğer Vero'yu görüyor ardından şarkı söylerken alakasız şekilde ölüyor.
2. Vero'nun hayatına geçiyor film ilk Vero'ya sadece 30 dk ayrılmış film genel anlamda 2. Vero'nun hikayesiyle şekilleniyo. 2. Vero çalıştığı yerde kukla oynatıcısı görüyor ve kukla oynunu izliyor filmin de kısa bir özeti gibi bu kukla oynu sonrasında ise adama aşık oluyor. Sonra ise yine alakasız olayla bir arkadaşına mahkeme de şahitkik yapıcam diye söz verdiği sahne var filmi hiç bir alakası yok. Ardından ilk Vero'nun şarkı söylerken manasız şekil de kopardığı dosya ipi kargoyla buna geliyor. Uyurken biri arıyo bişey dinletiyo hafif ilk Vero'nun şarkısını duyuyoruz acaba kim aradı, Uyurken aynayla gözüne alakasız kolu alcılı bir karı ışık yansıtıyo filme yakından uzaktan alakası yok ya da ben hiç bişey anlamadım. Sonra 2 Vero aşık olduğu kuklacıyı araştırmaya başlıyor. Garip isimsiz paketler alıyo sık sık babasını ziyaret ediyo uzun gereksiz çekimler One piece misali 15 - 20 sn yüz göstermeler, epey ağır ilerliyo film bu kısımda benim anladığım süreyi biraz artırmak için gereksiz uzatılmış yoksa bu film 50 - 60 dk çok rahat çekilebilir. Neyse en sonun da paketlerden mesaj çıkarıp geldiği yere gidiyor Vero ve orda kuklacı dayı ile buluşuyolar. Demekki paketleri kuklacı gönderiyomuş film de cevabı olan nadir hatta tek olay. Buluşmada adam kitap yazıcam senden ilham alıyorum neden sorusuna ise nedenin bilmiyorum cevabını alınca Vero manasız şekilde kaçmaya başlıyor. Adam takip ediyor Vero bir Aliz Cengiz oynuyla sıyrılıyor adam caddenin ortasında mendil çıkarıp sümkürmeye başlıyor o anlarda aga ben ne izliyorum dedim kendime. En son adam bunu buluyor otele gidiyolar yiyişiyolar. Vero gezisi sırasında çektiği fotoların birinde ilk Vero'yu adam farkediyo Vero görünce aglamaya başlıyolar tekrar yiyişiyolar. Adam bunların kuklasını yapmış 2 tane var diyor diğeri zarar görürse bu yedek manasına getiriyor burda 2 tane Vero olmasına atıf yapılıyo. Adam 2 farklı yerde aynı kişi dogmuş diyo ve Vero'ları anlatıyor. Şimdi belliki bu adam Vero'ları tanıyor hatta hayatlarını biliyor ama nasıl ? Kim bu adam ? Amaçı nedir ? gibi soruları cevapları yok. Galiba Tanrı rolünde 2 tane yarratım. Filmin amaçı nedir tam olarak o bile belli değil.
Ekşi'den baktım millet efsane, harika, mükemmel sanat çok felsefi demiş. Saygı duyuyorum ama benim acımdan hani tabloya rastgele püskürtelen boyalar ile karma karışık bişey ortaya çıkar ama sanata bak be derler öyle bir film.
Bu konuda yaptığımız şeyin özünün bu olduğunu düşünüyorum. Başkalarının (yönetmen hariç) ne dediğinden çok bizim filmde ne bulduğumuzu ya da bulamadığımızı, hissettiklerimizi, yaşadığımız halleri yorumluyoruz (doğru veya yanlış). Yoksa dediğin gibi ekşiden yorum okuyup film hakkında konuşmak kolaya kaçmak olur.
Bu sayede kendi film zevkimizi de keşfediyoruz.
Mercury Tarafından Edit: Bu yorum H1dalg0 'a cevap olarak yazılmıştır.
Sorun yok yav. Zaten filmi tam olarak anlamak için bir kere izlemek çok yeterli de değil.
Yazımda da yazmıştım. Bu film biraz Divan Edebiyatı gibi. Ne anlattığından çok nasıl anlattığına önem veriyor. Sen konuya anlatımdan daha çok önem verdiğin için pek beğenmedin bence.
Mercury Tarafından Edit:Bunu iki kişiye cevap olarak yazmışım, merak ediyorsanız yorumun orijinaline bakabilirsiniz.Ama yazında bazı şeylere katılıyorum. Bu film biraz daha kısa olmalıydı. Bir de bu mahkemede şahitlik yapacağım olayı, benim anladığım kadarıyla kuklacının olaya dahil edilmesi için eklenmişti. Ha sonra bir yere bağlanmadı ama. Onun haricinde bu takıldığın yerlerin, mesela son sahne, başka bir şeye atıfta bulunma gibi bir özelliği var. Gerçi ekşi sözlük okuduysan görmüşsündür bunları.
Sınavdan sonra biraz filmin üzerine düşündüm ve filmin kendini göstermeye çalıştığı kadar derin olmadığına karar verdim. Yönetmenin aklına gelen "hoş" sahneleri çekmek istediği ve çektiği bir film olmuş da diyebiliriz belki. Biraz şiir gibi de denilebilir film için. Ben şiirlerden de nadiren hoşlanırım zaten. :/ Eele.
La double vie de Véronique
Krzysztof Kieslowski'nin diğer filmlerinde olduğu gibi yine renkler ve görüntüler çok güzel. Filmle ilgili en çok beğendiğim nokta sinematografisi ve müzikler. Bunun dışında filmden yer yer çok fazla koptum. İster istemez yönetmenin izlediğim diğer filmleriyle karşılaştırıyorum ve ikisinden de zayıf bir film. İkisini de her yönüyle çok beğenmiştim ama bunun için öyle konuşamıyorum maalesef.
7/10
Filmleri izliyorum ama filmler üzerine düşündüklerim devamlı değiştiğinden bir şeyler yazmak zor geliyor. Yine de bir yerden başlayayım dedim. Beni de ekleyiver Mercury.
Buradaki yorumları okurken, abes olacak ama, biraz kendime şaşırdım zira ben filmi izlerken bütünlük, sahneler arası bağ falan hiç aramadan izlemişim. Dahası bunu aramadığımın farkında bile değildim yorumları okuyana kadar. Sanırım bu durum daha önce Kieślowski izlediğimden olsa gerek. Sevdiğim bir yönetmen ve Irène Jacob hoş bulduğum bir kadın. Bu filmden haberim vardı ama izlememiştim, biraz geç yaşlara saklıyordum 50'lere falan.
Film bana bir portre gibi geldi. Nasıl birinin resmini yaparak ya da fotoğrafını çekerek kişinin o anını ölümsüzleştirirseniz burada da Kieślowski bunu film çekerek yapmış. Bir kadının yaptığı işler ya da bıraktıklarıyla değil de çeşitli durumlardaki tepkileri dökümante edilmiş. Ama bunlar doğal tepkiler mi yoksa Kieślowski'nin direktifleri mi hiçbir fikrim yok. Godard da metni vermez; replikleri, ne söyleyeceğini bilmeyen oyunculara okuyup doğal tepki alırmış. Doğal tepki mi bilmiyorum dediğimden kastım bu. Araştırmayı da önemli görmedim, ama önemsemediğimden değil, merak etmedim. Neyse. Bu kadın portresindeki parçalardan bana kalırsa da önemli bir parça kadının teşhirciye verdiği tepkidir, ki tepki ne olursa olsun, ben de böyle bir şey çekecek olsam bu sahneyi koyardım. İki Véronique olmasını ölüm parçasını yönetmenin sona koymak istememesine yordum. Sebep sırf bu yani. Filmde en beğendiğim sahne ise kadının çocukça oynadığı bir top var, daha sonra kadın sevişirken yönetmen topun yataktaki hareketini çekmiş. İnsan niye Kieślowski'yi izlemeye değer bulur? Bu sahne güzel bir cevap.
Bu arada göz kapağına gümüş sürmek iltihap, şişkinlik önlemek içinmiş.
Film yorumu dışı bir ayrıntı:
Otobüs sahnesinde double'ı görme bana Woody Allen'ın Manhattan Murder Mystery filmini hatırlattı.
Bu filmde de bir sahnede çoktan film içinde öldüğü düşünülen bir karakteri yoldan geçen bir otobüsün içinde görüyorlardı, görenler dışarıdaydı ve görenlerden biri "belki double'ıdır" esprisini yapmıştı. Sanırım bir gönderme. Yani hem otobüs hem double tesadüf olamaz diye düşünüyorum.
Veronika'nın Çifte Hayatı:
Bu film Polonya sinemasından izlediğim ilk film olacaktı. Bu yüzden biraz Polonya sinemasını anlamak üzere bir şeyler okudum.
Okuduklarıma göre:
Andrzej Wajda, Andrzej Munk, Krzysztof Zanussi, Roman Polanski gibi büyük yönetmenler yetiştirmiş Polonya sineması, kendisine has bir ekol oluşturmuş. Krzysztof Kieslowski de işte bu ekolden yetişmiş ve dünya sinemasına “Weronika’nın Çifte Hayatı”, “Üç Renk (Mavi, Beyaz, Kırmızı)” ve “Dekalog” gibi önemli filmler kazandırmış.
Enver Gülşen, Kieslowski'nin de içinde yetiştiği bu ekolün "Ahlaki Evham Sineması" olarak adlandırıldığını söylüyor (Evham burada olumsuz anlamda değil, üzerine çok düşünme, sorgulama anlamında). Bu yönetmenler ahlaki meseleleri önemseyen ve filmlerinde bu konular üzerine tefekküre çağıran isimlermiş.
Bunu öğrendikten sonra özellikle bu konuya dair sorularla filmi izledim ve hak verdim.
Birincisi film, peşine düştüğü soruların cevabını vermiyor. Cevap vermeyen filmler (eğer yönetmen gerizekalı değilse) cevap üzerine düşünmeye çağıran filmlerdir. Yani evhamını yapar.
Bana göre bu film "insanın seçimleri ve sonuçları" meselesini sorguluyordu. Ve elbette cevap vermiyor, sadece gösteriyordu.
Veronikaları ayrı ayrı inceleyince ortak noktaları kendini gösterdi. Aynı sezgileri paylaşıyorlar, İkisi de sanatçı ve ikisi de kalp hastası. Ve sağlıkları için ya sanatı seçeçekler ya da hayatı.
Birinci Veronika (Polonyadaki):
Hayatı bırakıp sanatı seçiyor ve sanatını icra ederken ölüyor. (Göreceli olsa da) Seçim olumlu, sonuç olumsuz.
İkinci Veronika (Fransadaki):
Sanatı bırakıp hayatı seçiyor. Seçim olumsuz, sonuç olumlu. Bu da göreceli.
Önemli bir ayrıntı da İkinci Veronikaya daha fazla zaman ayrılması.
Niye? Bir hayvanın, ağzındaki yemeği yutmayıp devamlı çiğnemesi (geviş) gibi bazen olumsuz düşüncelerimiz bir türlü karara bağlanamadan dolanır durur (sanırım buna psikolojide ruminasyon deniyormuş emin değilim.)
Birinci Veronika seçimlerini çabuk yapan biri. Kuklacının hikayesindeki "elini ocakta yakan" Veronika. Bu yüzden onun hikayesi daha kısa sürüyor. Bu Veronikanın sevdiğinin arkasından koşmasını, ikincinin sevdiğini arkasından koşturmasını, çabuk ve zor karar veren yapılarını gösteren bir ayrıntı olarak gördüm.
İkinci Veronika yukarıda bahsettiğim ruminasyon sürecini yaşıyor gibiydi. Ve bu da elini ocağa sokmaktan son anda vaz geçen Veronika. Bu yüzden hikayesi daha uzun sürüyor.
Tüm bunların ötesinde yatan soru'nun şu olduğunu düşünüyorum.
"Hangi Veronika'nın seçimi doğruydu?" Cevap: yok. Üzerine düşün! Sanırım ahlaki evham bu oluyor.
Benim için Polonya sinemasına güzel bir giriş oldu. Millennium Wizard zevkine sağlık.
Film hakkında güzel tartışmalar dönmüş, (aşağıdaki italik yazılar) lakin hangisinin hangisine cevap verdiğini açıklamam mümkün değildi malesef. Ben bilgilendirmek için buraya ekledim. İsteyenler yorumların orijinaline bakabilir.Genel olarak biraz yorumlayayım ama analiz tarzında yazacak kadar detay veremeyeceğim çünkü filmi izleyeli uzun zaman oldu ve şu an tekrar izleme şansım yok.İnternet sıkıntılarım var biraz modem değiştirmem gerekebilir.Parça parça yazsam daha iyi olacak.Aslında sonradan pişman olduğum üzere başka bir film önerecektim en başta.Merak eden olursa diye yazayım.Spoorloos (1988 ) Hollywood versiyonu değil Hollanda-Fransa.Kieslowski biraz metafor ağırlıklı geldi sanırım herkese uygun değil.
Bu filmi izlediğim zaman sonu geldiğinde epey tatmin olduğumu büyülendiğimi hatırlıyorum.Parmakla gösterilecek bazı başyapıtlar ve özel filmler dışında bu etkiyi çok fazla verebilen yok.
Net de dahil filmin birçok okuması mevcut ama yönetmen bunları bilinçli mi yaptı bilinçsiz mi onu bilemiyorum.Bazıları açık açık söylüyor çünkü saçmalamayın varsa içgüdüsel olarak çekmişimdir diye.Bence analizden çok " anlara " ve hislere odaklanmak gerekiyor.Aktris zaten yönetmenin belki de ilham kaynağı olan etkileyici bir yüz ve onunla birlikte coşkuyu,yaşama sevincini inanılmaz pozitif renklerle aktarıyor filmin başında karakterin masumiyetiyle birlikte.Ve şarkı sahnesinde yaşam bıçak gibi kesiliyor yerini hüzne bırakıyor.Beni daha bu noktadan etkilediğini hatırlıyorum.Çünkü vizyon inanılmaz mizansen çok iyi ve renklerle birlikte sinematografi de öyle.Belki teknik anlamda daha üstün filmler olabilir ama bunları birleştiren bir film.Dekalog henüz fırsat olmasa da önemli olanların çoğunu izledim.Evet renk üçlemesinde daha üstün bir film yada filmler olabilir ama seyirciyi pozitif duygularla birlikte bu denli yakalayan sahnelerle bezeli tek filmiydi bence.Zaten ilgilenenler de belirtirler renk üçlemesi çok iyiydi ama bu filmde özel birşeyler vardı diye.Önermemin de nedeni buydu.Büyüleyici yanına kapılanlar olabilir diye.
Tek filmde ne kadar farkedilir bilemiyorum ama kader konusunu kendine özgün biçimde işliyor.Hatta direk buna yönelik bir filmi bile var.Bu açıdan ölümü de bulunan aşkı da bir nevi kadere bağlıyor ve aradaki farkedilmeyen bağlara.Elbette seçimler konusu da var çok farklı düzeyde çıkarımlar yapılabilir.
Şiirsellik konusuna gelirsek bu konuda bir şairin şiirinin akışını izler gibiyiz zaten film boyunca.Durağan ancak anlamlı sahnelerde iyice hissedildiğini hatırlıyorum.Şimdi şiirsel olabilir ne yapalım denmiş mesela ama tersine bu önemli bir üslup göstergesi.Herkesin yoğurt yiyişi bu şekilde olmayabilir ama böyle film çekebilen de bir avuç isim var sinemada.Herkes şiir yazabilir ama şair olamaz şeklinde sinema açısından.
Daha üzerine konuşulacak çok konu vardır ama bir çırpıda bunları yazdım şimdilik aklımda kalanlar kadarıyla.
Böyle diyeceğini biliyordum da ben şunu sormak isterim: Gerçekten de sorgulatabildi mi? Ben sorgulamaya değer bir şey görmedim pek zira göreceli bir konu ve kişiden kişiye göre de cevabı değişecektir. Misal unique olan sonunda aşkı bulmasa ne olacaktı? "Hayalleriniz için ölmeyi mi yeğlersiniz yoksa ölmektense hayallerinizden mi vazgeçersiniz?" olsa mesela soru daha da sıkıntı. Bu şimdi takılıyor efendiyle. Takılmasa ve bir ömür boyu mutsuz kalsa ne olacak? Çok bir yere varmak istediğim yok şu an-hatta genel olarak bu sıralar- ama yazıyorum öyle.
Henüz tam olarak kavrayamadım ama sanırım ahlaki evham işte bu oluyor. Soru var süreç var ama cevap yok. Bir yere varmak yok.
Gerçekten sorgulatabildi mi? Pek değil. Aslında sorgulamak istemedim. Çünkü üzerine gidince geviş süreci başlıyor. Bir türlü tam cevabı bulamıyorsun. Bırak felsefeciler düşünsün.
Felsefecilerin hangileri ortak paydada hangi soruya hangi ortak cevabı bulabilmiş ya?
Bence, haydi bu film bazında konuşayım, olmaya çalıştığının onda biri kadar bile derin olamamış. (Tabii olmak istediyse.) Ben yapılan yorumların (Başka sitelerde) yarattığı algıya göre söylüyorum. Olmaya çalıştıysa da çalışmadıysa da film pek de olamamış bana göre. Öylecene bir film olmuş. Sinema tekniklerinden bağımsız olarak anlatılmaya çalışılan ya da anlaşılan şey üzerinden diyorum bunu. Tabii fikirlerin farklı olması çok normal.
Ben de seninle aynı fikirdeyim. Sorduğu soru derin olsa da fim o kadar da derin değil. Sadece düşünmeye kışkırtması güzeldi. Daha doğrusu bunu film diliyle konuşması ve o hali yakalamaya çalışması güzeldi. O yüzden derin olmamış ama boş beleş bir yönetmen olmadığını gösterdi bana.
Tabi bunların hepsi benim düşüncelerim.
Teşekkürler özellikle araştırman için ve ikiz meselesi hakkındaki açılımın için. İlk hikâyenin hızı dikkatimi çekmişti ama el yakma ile ilgili çıkarımları yapamadım. Görülmeyen çok şey oluyor.
Dediğim gibi bunlar sadece benim kanaatlerim. Yönetmenin film hakkında bir beyanatı var mı bilmiyorum, bir bakarsın "ben tamamen farklı bir şey anlattım" der. Böyle şeyler çok oluyor. Zaten işin güzelliği burada.
Bana kendi hayat seçimlerini sorgulamış da olabilir gibi geldi. Hem Fransa'da hem de Polonya'da yaşadıysa falan olabilir. Ya da başka iki şehirde.
Fransada yaşadı mı bilmiyorum ama Renk Üçlemesi Fransa bayrağının üç rengini ve Fransız Devriminin üç ilkesini simgeliyor. Belki dediğin gibi olabilir.
İşte gerçek aşk, işte gerçek tutku.Bağcık, kalp, filmin iki yerinde gözüken ve dik dik bakan kadın, yansımalar, top/misket/küre, bazı renkler ve birbirleriyle ilişkisi aşağıdaki görseldekinden farksız olan iki karakter.
@Mercury öpüşme sahnelerine laf atmış lakin sen ne anlarsın tutkudan eşşoğlusu!! Şaka bir yana son kısımdaki sahneyi atladım ben de zaten. Kadının paltosu olmadığı gibi benim de yatağım değil. Bana ne kardeşim?!
Kuklacı her hâlükârda hırsız kardeşim. Tanrı da hırsız! Tabii lan.
Film duygulara hitap ediyor lakin duygular bana hitap etmiyor diyerek yorumumu kapatıyorum lakin teşhirci amcanın canı cehenneme.
Ulen.İşte gerçek aşk, işte gerçek tutku.
Yiyişiyorlar işte bir süre ama mavi en sıcak renktir bayağı porno kalıyor onun yanında.Daha herkes izlememiş sanırım ama beğenmenize sevindim. Yalnız ciddi müstehcen sahne olduğunu hatırlamıyorum izleyeli baya oldu,gerçi yönetmenin diğer filmlerinde de hatırlamıyorum aşk sekansları vardı en fazla.Mavi en sıcak renktir falan önersek ne yapacaktınız merak ettim şimdi
Bir tane uzun sahnesi var yönetmen çok uzun tutmuş çok abartmış onun dışında öyle kalıyor diyemem.O şekilde olan filmler var ama Nemfomanyak var 2 tane mesela Trier hakkaten öyle yapmış izlemeden önce dozunda hikaye sanıyorsun izlemeye başlayınca dumur ediyor önceden normal birden böyle bir film çekmiş.Yiyişiyorlar işte bir süre ama mavi en sıcak renktir bayağı porno kalıyor onun yanında.