Uzun zaman sonra bir cin konusu ile karşınızdayım bildiğiniz gibi semavi dinlere inanan kesim için cinler vardır.
Bu cinlerin farklı kabileler halinde yaşadığı da, hüddam ilmine vakıf olanlar için yabancı değildir.
bu kabilelerden son zamanlarda bir korku filmin de de bahsedilen yakaza ile sizleri başbaşa bırakıyorum. konu alıntıdır. en altta kaynaklar verilmiştir.
halk arasında karabasan olarak bilinen Yakaza cinleri, uykunuza girer, uykulu olursunuz. Bağırmak istersiniz, bağıramazsınız; kalkmak istersiniz, kalkamazsınız. çünkü, Yakaza cinleri sizi felç etmiştir.
bilim adamları bu duruma her ne kadar davranış bozukluğu diyorsa da, aslında sizi bu denli rahatsız eden varlıklar, Yakaza cinleri olabilir. Yakaza Cinleri, pis yerlerde yaşarlar.
Yakaza Cinleri evlerimizin tavan arasında, bodrumunda, tuvaletinde ve banyosunda yaşarlar. Yakaza Cinleri kalabalık ortamlarda yaşarlar.
İslâm kültür ve uygarlık tarihinde, rûya konusuyla en çok ilgilenen tabaka hiç şüphesiz bu yaşantının mensupları olan mutasavvıflardır. Çünkü irfânlı bilginin kaynağı, genel anlamda ilhamdır. Bu da bazen uykuda, bazen uyanıkken, bazen de uykuyla uyanıklık arası denilen yakaza hâlinde meydana gelmektedir.[1]
Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir.[2] Bu hal üzere görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden bulanıklaştırır.[3] Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir. Nurların tecellîsi nedeniyle, insanın kendine gelişi, gafletten kurtuluşu, uyanma." [4]
Arapça olan yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı; uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede tutma halidir. Yani maddî-manevî varlığı (potansiyeli) toplama halidir. Bediüzzamana göre bu hâl, ancak sadık rüya hâli, yani ruhu teksif, yani ruhu yoğunlaştırarak o kesif zulmet içinde aradığı nuru bulma kapısı açıyor.[5]
Uyanıklık anlamına gelen yakaza, kimi kişilerin uykuyla uyanıklık arasında veya doğrudan uyanıkken, rüyây-ı sâdıka türü kimi hadiselere tanık olmasıdır. Bu hale daha çok riyâzet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran kişiler ulaşır. Böyle bir durum, uyumadan gerçekleştiği için rüyadan ayrılır. Bilinen maddî âlemin şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömerin cemaat önünde hutbe verirken komutanı Sâriyeye Dağa, dağa.. diyerek, harp anında önemli bir taktik vermesi örnek gösterilir.[6] Değerlendirme açısından yakaza, sâdık rüya kapsamındadır. Örneğin uyanık olduğu zamanda bir kişinin Hz. Muhammed gibi kimi büyük zevatı ya da velîleri müşahede etmesi böyledir. Varlığındaki öze ulaşanlar için bu oldukça normaldir. Çünkü bu seviyeyi elde eden Hz. Muhammed'in, uyku halinde bile kalbine gaflet gelmediği müsellemdir. Bu nedenle O'na hakkıyla vâris olanların yakaza halinde, rüyada görülenlere benzer şeyler görmesi normaldir. Çünkü bu hal yakînin neticesidir. Bu durum ise insan-ı kâmil seviyesine ulaşanların, doğrudan ötelere geçiş sağlayabileceğini gösterir.[7]
Sözlükte uyanıklık anlamındaki yakaza, Allaha ulaşmayı, Onu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltıyla uyanıklık hâline kavuşmasıdır. İnsan böylelikle Allahtan uzaklığına işaret eden, Allah'la kendisi arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi, içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların biricik halikı Allaha dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur. Bu farkındalık sayesinde kendisini Allahtan uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker. Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına nedeniyet verir. Bu ferahlık kulun Allaha yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar.[8]
İrfana ermek ve eşyanın gerçeklerine dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir. Mutasavvıflarda bu agâhlık yakaza terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir.[8]
Sufilere göre gaflet üçe ayrılır: 1.si, Allahı terk edip onun dışındaki şeylerle (mâsivâ) meşgûl olmaktır. Bu meşgûliyet, kişiyi Allahtan uzaklaştırdığından Allah'la birliktelik anlamına gelen huzurun ortadan kalkmasına neden olur. Amelde gaye Allah'la birlikte olmaksa, gaflet hâlinde gerçekleştirilen ameller hedefine ulaşamamış demektir. 2. gafletle kastedilen, ölümü ve mâsivânın geçiciliğini unutup, tamamen dünya hayatına dalmaktır. 3. gaflet türü ise, fiilleri görüp fiillerin yaratıcısını unutmaktır. Diğer bir ifadeyle daima mahlukat âlemindeki çokluğu (kesret) itibara alıp, çoklukta Allahın birliğini (vahdet) müşahede etmemektir. İşte yakaza, bu 3 tür gafletten uzaklaşarak, kalp gözünün açılmasıdır.[8]
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın da belirttiği gibi, Allah'a karşı duyulan sevgi, muhabbet ve tutku öyle bir hastalıktır ki, diğer bütün dertlerin devası ondadır. Çünkü Allah'a karşı duyulan bu sevgi, imanın nurudur. Bu nur arttıkça, iman kuvvetlenir. İman pekiştikçe de, kişi, nefsinin heva ve arzularına dayalı tutku ve bağımlılıklardan kurtulur. En büyük esaret olan, "benlik" zincirlerini kırmaya başlar. Yavaş yavaş bencillikten kurtularak "ben merkezli" kişiliğinin ötesine geçmeye başlar. Kendi dışında başka değerlerin de var olduğunun farkına varır. Kendinden başka hiçbir şeye değer ve önem vermezken, kendi nefsinin arzu ve heveslerinden başka hiçbir şey düşünmezken, kademe kademe, kendi nefsî hayal kurgu dünyasını yıkarak yeni gerçeklikler keşfetmeye başlar. En önemlisi de kendi nefsinin kendisine neler yaptığının birer birer farkına varmaya başlar. Bu, adım adım nefsini tanımak, Rabbini tanımak demektir. Bu durum kişinin gafletten kurtuluşunun başlangıcıdır. Buna tasavvufta "yakaza hâli" denir.[9]
Peygamberlerin ve veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir. Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan, bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır. Yakaza ehli, seyr-i sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla: De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah'a çağırıyorum." (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder. Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır. Karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her ân, her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his, idrak, irade ve kalplerimizle O'na yönelerek, ömrümüzü hep O'nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir.[10]
Yakaza; Allah'tan korkan kimselerin kalbine Allah tarafından ihsan edilen ve onları tövbe etmeye yönlendiren ilahi bir ikazdır.[11] Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar... Bu merhale, benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder.[12]
Yakaza hali, mânâ körlüğünden kurtulup mânâ gerçekliklerini (Hakk'ı) gören bir uyanıklığa geçiş halidir. Uyur uyanık bir insan, gerçek âlem ile nasıl bir ilişki içinde olursa, yakaza halindeki bir insan da mânâ gerçeklikleriyle işte öyle bir ilişki içinde olur.[9]
Rivâyet olunur ki: Tövbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının listesi verilmiş: Oku bunu! denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim affoldu.[13]
Varlık, suretler âlemidir ve her bakana önce suretler görünür. Oysa hükümler âlemine ulaşmakla yakaza bakış sahibine hükümleri fiillerin önüne taşır. Bu hale göre hükümler fiillerden önde ve daha nettir. Hükmü görmek yüzünden eylem gölgede kalır. Yakaza sahipleri bu hal üzere olup daima hükme nazar ederler. Bundan dolayı onlar gözünde hükmü değiştirmeden fiilde ısrar fayda vermez.[3]
Rüya, ikidir.Gaflet ehlinin rüyası ve ariflerin rüyası. Gaflet ehlinin rüyası gündüz gördüğün etkisindendir. Rüyalarında bundan başkasını görmezler. İster manevi kasıtlardan olsun ister her ne kasıttan olursa olsun, Onların rüyalarına giren ancak suretlerdir. Rüya görenin hayalini ancak his âleminde olan şey doldurur, ondan başkası değil. Gaflet ehli nasıl ki gözünü kapatır nefsinden geçerek görür, ariflerse rüyasını histen geçerek görür. Onların uyumaya ihtiyacı yoktur. O rüyayı yasarken görür. Bu yüzden ona yakaza denilir. Onun için Muhammedi olan ve onun varislerinin ilmiyle Yusufun durumu arasında fark vardır.[3]
İbrahim Hakkı da rüyayı yalancı rüya ve gerçek rüya şeklinde 2 grupta değerlendirir. Gerçek rüyayı kendi içinde, gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza) olarak ikiye ayırır. Mârifetnâmede ruhların mânâ, melekût, arş, kürs, semâ (7 kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl) geçtikten sonra rüya aracılığıyla bu âlemleri zaman zaman tekrar ziyaret edebildiklerini anlatır.[14][15]
Suretler âleminde eylem hükümden önde görünür. Bu sayede fiili isleyenlerin niyeti muhatabından gizlenir. Oysa hükümler âleminde niyetler fiillerinden ayandır. İşte bu yakazadır. Arifler âleme hakim olan hükümleri görmek yüzünden fiil telaşları dinmiştir. Hükümleri fiillerden önce görürler. Onların gördükleri hüküm kendilerinden neset eden hükümler değildir. Varlığın onlar gözünde topyekun bıraktığı nispet olup, vukuflarının kaynağıdır.[3]
Yakaza halinin yaşandığı yer, misâller âlemidir. Vehim kuvvetinin müdahalesi çok olur.[16] Ulemanın çoğunluğu miracın da yakaza halinde ruh ve cesetle birlikte gerçekleştiğini söylemektedir. Delil olarak İsrâ âyeti ve Mirac hadisini zikredip şöyle diyorlar: Nassların, aklen bir imkansızlık söz konusu olmadığı sürece, zahirî üzerine bırakılması vaciptir [17]
Yakazanın hatalarından bazıları şunlardır; Yakaza da tam uyku olmadığı için akıl ve hayal çok rol oynar. Görenin hali saf olmamıştır fakat gördüğünü safiyet sanır ve aldanır. Sürekli suya bakanın hayali suyla dolar da o gözünü yumunca hep su görür. Bu hayaldir ve hayal zuhuratta rol oynar. Kendisinin velilerle arasının hep iyi olduğunu düşünen kişi hayal yoluyla velilerin kendisine iltifatlar ettiğini görür durur. Hayal, bu görüntüleri film şeridi gibi oynatır durur. Bu hallerin gerçek olanı da vardır elbette ancak bunlar Mürşidinin terbiyesine hakkıyla teslim olup usul ve erkâna uyanlarda görünür.[16]
İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele geçiren CİNLER, ya İSLÂMı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm dışı yolları empoze ederek!.. Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu 2 yoldan biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak Veya geçmişte yaşamış din büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya ya da yakaza halinde görünerek!..[18]
Şeyh Muhammed el-Mağribî Rasûlüllâhın yakaza halinde görülmesi konusunda şunları söylemiştir: Kim Rasûlüllâhı, sahâbenin onu gördüğü gibi gördüğünü iddia ederse o yalancıdır. Fakat kalp gözüyle sanki yakaza halindeymiş gibi görmesi mümkündür [19]
Kaynaklar
[1] terzibaba13. org/dosya/ses/13. pdf
[2] Toshiko İzutsu, " İbn Arabi'nin Füsûs'undaki Anahtar Kavramlar" , çev. Ahmet Yüksel Özemre, Üsküdar 1997.
[3] ?, " Yusuf Kelimesindeki Nuri Hikmetin Aslı" (makale)
[4] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, " TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ"
[5] Dr. Yasin Yılmaz, " Rüyada bir hitabeye tarihî açıdan bir bakış" (makale)
[6] Atilla Arıkan, Messai Gelenek Baglamında bn Rüsd Felsefesinde Rüya, Divan, sayı 2, st.-2003, s. 116.
[7] Doç. Dr. İsmail Köksal, " Rüyaların Fıkhî Boyutu" , İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 13:2, SS.3554
[8] Doç. Dr. Semih Ceyhan, " Tasavvufta Yakaza Hâli" , Diyanet (aylık dergi), Ağustos 2013, Sayı 272, s.10-11.
[9] Dr. İsmail Ulukuş, " İNSANI VE İSLÂM'I DOĞRU ANLAMAK" , Antalya, 2013, s.186.
[10] sorularlaislamiyet.com/article/16044/yakaza-alemi-ne-demektir-bu-alemde-kimler-bulunabilir-yakazada-gorulen-seyler-de-ruya-gibi-halis-batil-vs-gibi-bolumlere-ayrilir-mi-yakazayi-kimler-gorebilir.html
[11] Şihabuddin Sühreverdi, " Avarif-ül Me´arif"
[12] Dr. Mehmet Sürmeli, " MUHAMMED SURESİNİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM" (makale).
[13] Osman Nûri Topbaş, " GÖNÜL BAHÇESİNDEN SON NEFES"
[14] İbrahim Hakkı, Marifetname, (sad.: Turgut Ulusoy), Bahar Yayınları, İstanbul 1974, c. I, s. 86.
[15] Arş. Gör. Kadriye Yılmaz-Arş. Gör. Kamile Çetin, " RÜYALAR VE NİYAZÎ-İ MISRÎNİN TABÎRÂTÜL-VÂKIÂT ADLI ESERİNDE RÜYALARIN DİLİ" , Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007.
[16] H. İbrahim Durgutluoğlu, " Rüya, Keşf ve Müşahededeki Yanılgılar" , Zuhur Dergisi, s.33.
[17] Doç. Dr. Fikret Karaman, " YENİ KELAM İLMİ DÜŞÜNCESİNİN İNŞÂSI VE ABDULLATİF HARPUTÎNİN ROLÜ" (makale)
[18] Ahmet Hulusi, " CİN VE BÜYÜ NEDİR? NASIL KORUNULUR?"
[19] Yrd.Doç.Dr. Mehmet Özşenel Yrd.Doç.Dr. Erdinç Ahatlı, " 12/18 Asır Hint Alkıtasında Hâdis-Fıkıh Merkezli Tartışma Konuları" , Usul.
Bu cinlerin farklı kabileler halinde yaşadığı da, hüddam ilmine vakıf olanlar için yabancı değildir.
bu kabilelerden son zamanlarda bir korku filmin de de bahsedilen yakaza ile sizleri başbaşa bırakıyorum. konu alıntıdır. en altta kaynaklar verilmiştir.
halk arasında karabasan olarak bilinen Yakaza cinleri, uykunuza girer, uykulu olursunuz. Bağırmak istersiniz, bağıramazsınız; kalkmak istersiniz, kalkamazsınız. çünkü, Yakaza cinleri sizi felç etmiştir.
bilim adamları bu duruma her ne kadar davranış bozukluğu diyorsa da, aslında sizi bu denli rahatsız eden varlıklar, Yakaza cinleri olabilir. Yakaza Cinleri, pis yerlerde yaşarlar.
Yakaza Cinleri evlerimizin tavan arasında, bodrumunda, tuvaletinde ve banyosunda yaşarlar. Yakaza Cinleri kalabalık ortamlarda yaşarlar.
İslâm kültür ve uygarlık tarihinde, rûya konusuyla en çok ilgilenen tabaka hiç şüphesiz bu yaşantının mensupları olan mutasavvıflardır. Çünkü irfânlı bilginin kaynağı, genel anlamda ilhamdır. Bu da bazen uykuda, bazen uyanıkken, bazen de uykuyla uyanıklık arası denilen yakaza hâlinde meydana gelmektedir.[1]
Yakaza hali, uykuyla uyanıklık arasında bir hâldir.[2] Bu hal üzere görülenler, uyanıkken görülenlerden daha net ve daha kesindir. Uyanıkken görülenler üstünde kişinin kendi varlık gölgesi düşer ki onu gerçeğinden bulanıklaştırır.[3] Cürcanî, bunu şöyle tanımlar: "Hak'tan gelen ve zecrden (yasaktan) neyin kastedildiğini bildiren idrâke, yakaza denir. Nurların tecellîsi nedeniyle, insanın kendine gelişi, gafletten kurtuluşu, uyanma." [4]
Arapça olan yakaza (يقظه) kelimesinin 2 anlamı vardır. 1. anlamı; uyanıklık, 2. anlamı; şuuru ayakta tutan, hafıza ve hassasiyeti azami seviyede tutma halidir. Yani maddî-manevî varlığı (potansiyeli) toplama halidir. Bediüzzamana göre bu hâl, ancak sadık rüya hâli, yani ruhu teksif, yani ruhu yoğunlaştırarak o kesif zulmet içinde aradığı nuru bulma kapısı açıyor.[5]
Uyanıklık anlamına gelen yakaza, kimi kişilerin uykuyla uyanıklık arasında veya doğrudan uyanıkken, rüyây-ı sâdıka türü kimi hadiselere tanık olmasıdır. Bu hale daha çok riyâzet yapan ve nefsini kötülüklerden arındıran kişiler ulaşır. Böyle bir durum, uyumadan gerçekleştiği için rüyadan ayrılır. Bilinen maddî âlemin şartlarından uzak olmasıyla da uyanıklıktan ayrılır. Ruhun yükselerek ulvi makamlara ulaşmasıyla elde edilen bir sonuç olan bu duruma, Hz. Ömerin cemaat önünde hutbe verirken komutanı Sâriyeye Dağa, dağa.. diyerek, harp anında önemli bir taktik vermesi örnek gösterilir.[6] Değerlendirme açısından yakaza, sâdık rüya kapsamındadır. Örneğin uyanık olduğu zamanda bir kişinin Hz. Muhammed gibi kimi büyük zevatı ya da velîleri müşahede etmesi böyledir. Varlığındaki öze ulaşanlar için bu oldukça normaldir. Çünkü bu seviyeyi elde eden Hz. Muhammed'in, uyku halinde bile kalbine gaflet gelmediği müsellemdir. Bu nedenle O'na hakkıyla vâris olanların yakaza halinde, rüyada görülenlere benzer şeyler görmesi normaldir. Çünkü bu hal yakînin neticesidir. Bu durum ise insan-ı kâmil seviyesine ulaşanların, doğrudan ötelere geçiş sağlayabileceğini gösterir.[7]
Sözlükte uyanıklık anlamındaki yakaza, Allaha ulaşmayı, Onu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltıyla uyanıklık hâline kavuşmasıdır. İnsan böylelikle Allahtan uzaklığına işaret eden, Allah'la kendisi arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi, içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların biricik halikı Allaha dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur. Bu farkındalık sayesinde kendisini Allahtan uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker. Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına nedeniyet verir. Bu ferahlık kulun Allaha yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar.[8]
İrfana ermek ve eşyanın gerçeklerine dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir. Mutasavvıflarda bu agâhlık yakaza terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir.[8]
Sufilere göre gaflet üçe ayrılır: 1.si, Allahı terk edip onun dışındaki şeylerle (mâsivâ) meşgûl olmaktır. Bu meşgûliyet, kişiyi Allahtan uzaklaştırdığından Allah'la birliktelik anlamına gelen huzurun ortadan kalkmasına neden olur. Amelde gaye Allah'la birlikte olmaksa, gaflet hâlinde gerçekleştirilen ameller hedefine ulaşamamış demektir. 2. gafletle kastedilen, ölümü ve mâsivânın geçiciliğini unutup, tamamen dünya hayatına dalmaktır. 3. gaflet türü ise, fiilleri görüp fiillerin yaratıcısını unutmaktır. Diğer bir ifadeyle daima mahlukat âlemindeki çokluğu (kesret) itibara alıp, çoklukta Allahın birliğini (vahdet) müşahede etmemektir. İşte yakaza, bu 3 tür gafletten uzaklaşarak, kalp gözünün açılmasıdır.[8]
Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın da belirttiği gibi, Allah'a karşı duyulan sevgi, muhabbet ve tutku öyle bir hastalıktır ki, diğer bütün dertlerin devası ondadır. Çünkü Allah'a karşı duyulan bu sevgi, imanın nurudur. Bu nur arttıkça, iman kuvvetlenir. İman pekiştikçe de, kişi, nefsinin heva ve arzularına dayalı tutku ve bağımlılıklardan kurtulur. En büyük esaret olan, "benlik" zincirlerini kırmaya başlar. Yavaş yavaş bencillikten kurtularak "ben merkezli" kişiliğinin ötesine geçmeye başlar. Kendi dışında başka değerlerin de var olduğunun farkına varır. Kendinden başka hiçbir şeye değer ve önem vermezken, kendi nefsinin arzu ve heveslerinden başka hiçbir şey düşünmezken, kademe kademe, kendi nefsî hayal kurgu dünyasını yıkarak yeni gerçeklikler keşfetmeye başlar. En önemlisi de kendi nefsinin kendisine neler yaptığının birer birer farkına varmaya başlar. Bu, adım adım nefsini tanımak, Rabbini tanımak demektir. Bu durum kişinin gafletten kurtuluşunun başlangıcıdır. Buna tasavvufta "yakaza hâli" denir.[9]
Peygamberlerin ve veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir. Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan, bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır. Yakaza ehli, seyr-i sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla: De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah'a çağırıyorum." (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder. Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır. Karşılaştığı her çehrede Hakk'ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır. Göz ve gönlün yakazası, Hakk'ın her ân, her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his, idrak, irade ve kalplerimizle O'na yönelerek, ömrümüzü hep O'nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir.[10]
Yakaza; Allah'tan korkan kimselerin kalbine Allah tarafından ihsan edilen ve onları tövbe etmeye yönlendiren ilahi bir ikazdır.[11] Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar... Bu merhale, benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder.[12]
Yakaza hali, mânâ körlüğünden kurtulup mânâ gerçekliklerini (Hakk'ı) gören bir uyanıklığa geçiş halidir. Uyur uyanık bir insan, gerçek âlem ile nasıl bir ilişki içinde olursa, yakaza halindeki bir insan da mânâ gerçeklikleriyle işte öyle bir ilişki içinde olur.[9]
Rivâyet olunur ki: Tövbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının listesi verilmiş: Oku bunu! denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim affoldu.[13]
Varlık, suretler âlemidir ve her bakana önce suretler görünür. Oysa hükümler âlemine ulaşmakla yakaza bakış sahibine hükümleri fiillerin önüne taşır. Bu hale göre hükümler fiillerden önde ve daha nettir. Hükmü görmek yüzünden eylem gölgede kalır. Yakaza sahipleri bu hal üzere olup daima hükme nazar ederler. Bundan dolayı onlar gözünde hükmü değiştirmeden fiilde ısrar fayda vermez.[3]
Rüya, ikidir.Gaflet ehlinin rüyası ve ariflerin rüyası. Gaflet ehlinin rüyası gündüz gördüğün etkisindendir. Rüyalarında bundan başkasını görmezler. İster manevi kasıtlardan olsun ister her ne kasıttan olursa olsun, Onların rüyalarına giren ancak suretlerdir. Rüya görenin hayalini ancak his âleminde olan şey doldurur, ondan başkası değil. Gaflet ehli nasıl ki gözünü kapatır nefsinden geçerek görür, ariflerse rüyasını histen geçerek görür. Onların uyumaya ihtiyacı yoktur. O rüyayı yasarken görür. Bu yüzden ona yakaza denilir. Onun için Muhammedi olan ve onun varislerinin ilmiyle Yusufun durumu arasında fark vardır.[3]
İbrahim Hakkı da rüyayı yalancı rüya ve gerçek rüya şeklinde 2 grupta değerlendirir. Gerçek rüyayı kendi içinde, gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza) olarak ikiye ayırır. Mârifetnâmede ruhların mânâ, melekût, arş, kürs, semâ (7 kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl) geçtikten sonra rüya aracılığıyla bu âlemleri zaman zaman tekrar ziyaret edebildiklerini anlatır.[14][15]
Suretler âleminde eylem hükümden önde görünür. Bu sayede fiili isleyenlerin niyeti muhatabından gizlenir. Oysa hükümler âleminde niyetler fiillerinden ayandır. İşte bu yakazadır. Arifler âleme hakim olan hükümleri görmek yüzünden fiil telaşları dinmiştir. Hükümleri fiillerden önce görürler. Onların gördükleri hüküm kendilerinden neset eden hükümler değildir. Varlığın onlar gözünde topyekun bıraktığı nispet olup, vukuflarının kaynağıdır.[3]
Yakaza halinin yaşandığı yer, misâller âlemidir. Vehim kuvvetinin müdahalesi çok olur.[16] Ulemanın çoğunluğu miracın da yakaza halinde ruh ve cesetle birlikte gerçekleştiğini söylemektedir. Delil olarak İsrâ âyeti ve Mirac hadisini zikredip şöyle diyorlar: Nassların, aklen bir imkansızlık söz konusu olmadığı sürece, zahirî üzerine bırakılması vaciptir [17]
Yakazanın hatalarından bazıları şunlardır; Yakaza da tam uyku olmadığı için akıl ve hayal çok rol oynar. Görenin hali saf olmamıştır fakat gördüğünü safiyet sanır ve aldanır. Sürekli suya bakanın hayali suyla dolar da o gözünü yumunca hep su görür. Bu hayaldir ve hayal zuhuratta rol oynar. Kendisinin velilerle arasının hep iyi olduğunu düşünen kişi hayal yoluyla velilerin kendisine iltifatlar ettiğini görür durur. Hayal, bu görüntüleri film şeridi gibi oynatır durur. Bu hallerin gerçek olanı da vardır elbette ancak bunlar Mürşidinin terbiyesine hakkıyla teslim olup usul ve erkâna uyanlarda görünür.[16]
İnsanları genelde küçük yaşlarda kandırıp ele geçiren CİNLER, ya İSLÂMı kullanarak bu işi gerçekleştirirler; ya İslâm dışı yolları empoze ederek!.. Kişiyi ele geçirmeleri genelde şu 2 yoldan biriyledir: Eline kalem almış kişiye kendi iradesi dışında yazı yazdırarak Veya geçmişte yaşamış din büyüklerinin kisvesine bürünmek suretiyle rüya ya da yakaza halinde görünerek!..[18]
Şeyh Muhammed el-Mağribî Rasûlüllâhın yakaza halinde görülmesi konusunda şunları söylemiştir: Kim Rasûlüllâhı, sahâbenin onu gördüğü gibi gördüğünü iddia ederse o yalancıdır. Fakat kalp gözüyle sanki yakaza halindeymiş gibi görmesi mümkündür [19]
Kaynaklar
[1] terzibaba13. org/dosya/ses/13. pdf
[2] Toshiko İzutsu, " İbn Arabi'nin Füsûs'undaki Anahtar Kavramlar" , çev. Ahmet Yüksel Özemre, Üsküdar 1997.
[3] ?, " Yusuf Kelimesindeki Nuri Hikmetin Aslı" (makale)
[4] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, " TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ"
[5] Dr. Yasin Yılmaz, " Rüyada bir hitabeye tarihî açıdan bir bakış" (makale)
[6] Atilla Arıkan, Messai Gelenek Baglamında bn Rüsd Felsefesinde Rüya, Divan, sayı 2, st.-2003, s. 116.
[7] Doç. Dr. İsmail Köksal, " Rüyaların Fıkhî Boyutu" , İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 13:2, SS.3554
[8] Doç. Dr. Semih Ceyhan, " Tasavvufta Yakaza Hâli" , Diyanet (aylık dergi), Ağustos 2013, Sayı 272, s.10-11.
[9] Dr. İsmail Ulukuş, " İNSANI VE İSLÂM'I DOĞRU ANLAMAK" , Antalya, 2013, s.186.
[10] sorularlaislamiyet.com/article/16044/yakaza-alemi-ne-demektir-bu-alemde-kimler-bulunabilir-yakazada-gorulen-seyler-de-ruya-gibi-halis-batil-vs-gibi-bolumlere-ayrilir-mi-yakazayi-kimler-gorebilir.html
[11] Şihabuddin Sühreverdi, " Avarif-ül Me´arif"
[12] Dr. Mehmet Sürmeli, " MUHAMMED SURESİNİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM" (makale).
[13] Osman Nûri Topbaş, " GÖNÜL BAHÇESİNDEN SON NEFES"
[14] İbrahim Hakkı, Marifetname, (sad.: Turgut Ulusoy), Bahar Yayınları, İstanbul 1974, c. I, s. 86.
[15] Arş. Gör. Kadriye Yılmaz-Arş. Gör. Kamile Çetin, " RÜYALAR VE NİYAZÎ-İ MISRÎNİN TABÎRÂTÜL-VÂKIÂT ADLI ESERİNDE RÜYALARIN DİLİ" , Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007.
[16] H. İbrahim Durgutluoğlu, " Rüya, Keşf ve Müşahededeki Yanılgılar" , Zuhur Dergisi, s.33.
[17] Doç. Dr. Fikret Karaman, " YENİ KELAM İLMİ DÜŞÜNCESİNİN İNŞÂSI VE ABDULLATİF HARPUTÎNİN ROLÜ" (makale)
[18] Ahmet Hulusi, " CİN VE BÜYÜ NEDİR? NASIL KORUNULUR?"
[19] Yrd.Doç.Dr. Mehmet Özşenel Yrd.Doç.Dr. Erdinç Ahatlı, " 12/18 Asır Hint Alkıtasında Hâdis-Fıkıh Merkezli Tartışma Konuları" , Usul.