Şahane bir kitap.
Kahramanımız muazzam derecede varlıklı biridir. Çağının önde gelen bütün düşünürlerini, aydınlarını, fikir adamlarına tabiri caizse çuvalla para vererek onların ağzından bildiklerini dinler. Bu aynı zamanda cahil adamın bilgiye aç olduğunu gösterir.
Parayla bilgi sahibi olabileceğini düşünen kahramanımızın içine düştüğü dramatik durum, yazarın ince eleştirileriyle hayat buluyor. Giovvani Papini’nin 20. yüzyılın başat eseri olan Gog, sıra dışı olay örgüsü ve edebi tadıyla öne çıkıyor.
Milletler için olduğu gibi insanlar için de en büyük mesele bağımsızlıktır. Fakat imkânı var mı? Benim olan bana ait gibi görünüyor. Halbuki ben daima benim olana aitim. Mülkiyeti tartışma götürmez yegâne şey “benlik” olmak icap eder. Fakat işin derinliklerine inecek olursak, kimseye bağımlı olmayan, başlı başına, ayrı ve mutlak bir unsur nerede? Görünsün veya görünmesin, başkaları, iç ve dış alemimizi paylaşırlar. Kurtulmanın çaresi yoktur. Tam bir inzivada bile, dağın ancak bir zerresi, denizin bir damlası olduğumu dehşetle hissediyorum. Kafama ve etime ölülerin mirası hâkim, düşüncem ölülere ve dirilere borçlu, hareket tarzım, irademe rağmen, tanımadığım veya hoşgördüğüm varlıkların tesiri altında. Ne biliyorsam, başkalarından öğrendim. Her kullandığım şey başkalarının eseridir. Satın mı aldım? Ne çıkar? İşçi, esnaf, sanatkâr olmasa, “Caliban”dan veya “Robinson”dan daha çıplak kalırdım. Bir yere gitmek istesem, başkalarının yaptığı, başkalarının ürettiği makinelere ihtiyacım var. Benim meydana getiremediğim bir dille konuşmaya mecburum ve benden evvel gelmiş olanlar, haberim olmadan bana zevklerini, duygularını ve peşin hükümlerini kabul ettirmişlerdir. Benliğimi parça parça sökecek olsam, onda, hep dışarıdangelmiş parçalar ve kırıntılar buluyorum. Her birinin üzerine kaynağını gösteren etiketini koyabilirim. Şu, annemden, bu ilk dostumdan, ötekisi Rousseau veya Stirner’den bana geçmişti. Bütün bu aldıklarımın bir bilançosunu yapacak olsam, benliğim boş bir şekil, içinde tek reel şey bulunmayan bir kelimeden ibaret kalıyor. Bir sınıfa, bir millete, bir ırka aitim ve ne yaparsam yapayım, kendim çizmediğim bu sınırlardan kurtulmaya muvaffak olamayacağım. Her fikir bir akisten, her hareket bir çalmadan başka şey değil. İnsanları yanımdan kovabilirim, fakat çoğu, tek başına kaldığım halde, görünmeden, bende yaşamakta devam ediyor. Uşaklarım varsa, onlara katlanmak, boyun eğmek zorundayım; dostlarım varsa hoş görmeye, hizmet etmeye mecburum; paraya gelince, bakmak, çoğaltmak, korumak lazım. İktidar kölelikle eştir. Hakikatte hiçbir şey benim değil. Bir parça duyduğum zevki, artık mevcut olmayan veya ömrümde görmediğim insanların ilhamlarına borçluyum. Hal şu ki, ne aldığımı biliyorum, ne de verdiğimden haberim var. Bir düzine milyar kadar toplamaya muvaffak oldum. Milyonlarca insan benim için çalışmasa, milyonlarca insan satacağım şeylere ihtiyaç duymasa ve milyonlarca adam dünya ekonomisinin üzerine kurulduğu kaideleri, makineleri, formülleri bulmasaydı bunu yapabilir miydim? Kendi kendime kalsam, köpek leşleri ile köklerden başka yiyecek bulamayan bir vahşiden gayri ne olabilirdim? Kimsenin doğurmadığı, benden başkasının katılmadığı,
mutlak surette benim diyebileceğim, bağımsız ve gizli çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını, dev bir cüssenin esiri bir zerreden gayri bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zannettiğimiz yegâne şey “benlik” bütün öteki şeyler gibi, gururumuzun basit bir yansıması, bir kuruntusu mudur?
mutlak surette benim diyebileceğim, bağımsız ve gizli çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını, dev bir cüssenin esiri bir zerreden gayri bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zannettiğimiz yegâne şey “benlik” bütün öteki şeyler gibi, gururumuzun basit bir yansıması, bir kuruntusu mudur?