-Sertlik, aksilik veya üzüntü ifâde eden, hatları sert (surat, yüz, çehre), çatık, abus: Öyle bir küstâhâne asık çehre ile su verdi ki (Hüseyin R. Gürpınar). Her zaman kaşları öfkeyle çatık / Yüzü hep öyle asık (Orhan S. Orhon). Veli Koca asık suratla, “Gelin hanım, hal hatırın sırası değil. Mustafa nerede?” dedi (Safiye Erol).
(ﻧﺎﻗﺺ) sıf. (Ar. naḳṣ – noḳṣān “eksilmek”ten nāḳiṣ)
1. Tam olmayan, eksik, noksan: Kimi nâkıs bu halkın kimi kâmil / Kimi hayrette kalmış şöyle gāfil (Aziz Mahmud Hüdâyî). Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar / Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan (Ziyâ Paşa – Ö.T.S.). Arabacıdan alınan nâkıs îzâhâtı zihnen itmam ederek dinledi (Hâlit Z. Uşaklıgil).
2. Kusurlu, özürlü: Ben bir nâkısü’l-vücut isem bir kalbe de mâlik değil miyim? (Sâmipaşazâde Sezâî).
3. sıf. ve i. Arapça’da üç harfli olan kelime köklerinden son harfi harf-i illet denen elif (ﺍ), vav (ﻭ), ye (ﻯ) harflerinden biri olan (kelime).
4. i. mat. Eksi (–).
Sergüzeşt (Osmanlıca: سركذشت), Samipaşazade Sezai'nin yazdığı, 1888'de yayınlanan romanı. Türk edebiyatında romantizmden realizme geçiş eseri olarak kabul edilir. “Sergüzeşt”, macera anlamında bir kelimedir.
(ﺧﺼﻠﺖ) i. (Ar. ḫaṣlet) Yaratılıştan gelen özellik, huy, tabiat: Yâ Rab, bu ne vahşiyâne haslet / Eyâ bu mu bizdeki adâlet (Abdülhak Hâmit). Ahdini muhâfaza etmekteki bu inâdı ne kıymetli bir hasletti (Ömer Seyfeddin). Bu yüzden de his ve hisse bağlı hasletleri kör ve kısır kalmış ve âilede şefkat, merhamet, rikkat, hatta bir bakıma zarâfet ve sanat zemîni inkişaf edememişti (Sâmiha Ayverdi).