Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

İzlediğiniz Son Film

The New Mutants izledim. Grafik ve hikayesi hoştu. Ama aksiyon sahneleri çok az vardı. Bu yönüyle puanım [7.8/10]
 
Mank izledim, bu sene Oscar'ı silip süpürmesi bekleniyor. Siyah beyaz, tenposu düşük ve sanatsal tarafı ön plana çıkan bir film. Ben izlerken biraz skıldım muhtemelen genel izleyici kitlesi de sıkılır.

Bence öyle Oscar'lık bir film değil ama malum Covid 19 yüzünden çok da film çekilmedi.

Son olarak izlemezseniz çok büyük şeyler kaçırmazsınız. İmdp puanı olan 7,1 tam hakeden bir film.
 
Casino



Güzel filmdi. İzlemesem de olurmuş ama. Oyunculuklarla Scorsese’ın etkisini çıkarınca biraz boş film gibi geldi bana ne yalan söyleyeyim . 7.5/10
 

Silinmiş Üye

En sevdiğim filmlerden biri olan Shane filmini tekrardan izledim, yine kalbim dayanmadı. Bunla beraber bi 6 kere izlemiş oldum, bu gidişle daha çok izlerim.

 
Midnight in Paris.

Baya beğendim. Woody Allen'ın fazla filmini izlemedim. 3 tane. Bu en beğendiğim oldu. Play it again Sam'in oyun metnini okumuştum çok beğenmiştim. Ondan sonra bu geliyor beğendiğim olarak.
 

Silinmiş Üye

Tenet

Beğendim, ama youtube açıklama ve inceleme videolarını daha beğendim.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Tenet

Beğendim, ama youtube açıklama ve inceleme videolarını daha beğendim.

Her gün bir film izlemeye başlayacam, başlangıçı bunla yaptım hadi hayırlısı.
Filmle ilgili içeriklere daldıysan ilgini çekerse şunu da bırakayım. Buradaki bazı kendi değerlendirmelerime YouTube veya ekşisözlük'te rastlamamıştım, belki senin de denk geldiklerinden farklı bir şeyler içeriyordur.
Ben de filmle ilgili düşüncelerimi paylaşayım. Christopher Nolan kendi tarzı içinde sinemayı oluşturan bazı elementleri güdük bırakmayı tercih ettiği için kimi eleştirmenlerce pek beğenilmeyen bir yönetmen, öte yandan geniş seyirci kitlelerinde büyük heyecan oluşturduğu malum. Ben Nolan'ın tarzını çok beğenen izleyicilerdenim. Özellikle filmlerine çokça konu etmeyi sevdiği zaman mevzusunu meta bir noktaya da çekip bu hikayelerini sunduğu kurguyla da yapboz gibi oynamasına büyük hayranlık duyuyorum. Tenet bu yapboz gibi oynama işini en arşa çıkardığı filmi olmuş. Ama bu kez yaptığı tercihler seyirci üzerinde yeterince iyi çalışmamış gibi geldi. Yine de izlerken böyle bir filmin denenmesi lazımmış, bunu da yapacak en ideal adam Nolan'mış diye düşündüm, bu açıdan bence mutlaka görülmesi gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum.

Nolan en son Interstellar filminde gerçekleştirdiği zaman oynamalarını Kip Thorne'un danışmanlığında bilimsel altyapılara dayandırmak için epey efor sarf etmişti ve kütleçekimin uzayzaman üzerindeki etkilerinin ilgi çekici uygulamalarını bize izletmişti. Interstellar, Kip Thorne için de bir tutku projesi olduğu için Thorne, The Science of Interstellar adında bir kitap bile çıkarmıştı. Tenet için yine Kip Thorne ile fikir alışverişi yapılmış ama bu kez işin kurgusal tarafı çok daha ağır basıyor. Thorne herhalde 3 yıl önce Nobel'ini almış olmasının da rahatlığıyla "yaz moruk, n'olacak sanki" demiş. Kalanına spoiler parantezi içinde devam edeyim.
Filmde Nolan, zamanla oynarken sinemasal açıdan daha etkileyici bir görselliğe imkan sağlayacağını düşündüğü bir fikir üzerine eğilmiş. Gelecekteki nesiller zamanda istediğin noktada bulunabileceğin bir zaman makinesi değil de nesnelerin entropisini tersine çeviren bir teknoloji geliştirmişler. Kurgusal hikayelerde eğer geçmişe gitmek söz konusuysa genelde iki farklı zaman yolculuğu türüne rastlarız. Birincisi geçmişe olan her yolculuğun yeni bir paralel evren yarattığı örnekler (mesela Avengers: Endgame), ikincisi de tek bir zaman akışı üzerinden zikzaklarla ilerleyen ve bu akışta olan her şeyin zaten olmuş/olacak olduğu örnekler. Tabii masada geçmiş unsuru yoksa One Piece örneğinde olduğu gibi yalnızca geleceğe atlamaları mümkün kılarak kafa karıştırmadan işin içinden de sıyrılabilirsiniz. Tenet ise görsel anlamda farklı bir soluk getirse de temelde ikinci kategoriyi takip eden bir film, hatta film boyunca iki üç kez "What's happened is happened." sözüyle bu bizlere hatırlatılıyor. Bu açıdan olay örgüsündeki dönüm noktaları çoğu Nolan filminden daha az sürpriz içeriyor diyebiliriz.

Yine de Nolan'ın bu tür hikayelere kendi meşrebince güzel bir ek bakış açısı sunduğunu düşünüyorum. Filme adını veren Tenet ismi tarihi Sator Karesi'nden gelse de aynı zamana İngilizcede doktrin/öğreti gibi bir anlamı var. Filmde de karakterlerin zaman düzleminde yaptıkları bu hareketlerin bir tek bir timeline üzerinde yaşandığının farkında olmalarına rağmen buradan doğabilecek tüm soruların üzerine gidilmemesinin açıklaması da bu "tenet" kelimesinde yatıyor. Bu teknolojiyi kullanan karakterler zamanın işleyiş mantığındaki bu doktrini takip etmeyi seçmişler gibi bir durum var. Tabii Nolan'ın meta anlatı sevdasına bir örnek olarak aynı mesajı hem karakterler taşıyor, hem de film ve izleyiciye suyu fazla bulandırmadan öyküyü takip etmesini söylüyor. Kimilerini tatmin etmeyebilir ama ben bir kelimeden doğan bu açıklamanın filmin amacına iyi hizmet ettiğini düşündüm.

Nolan'ın meta anlatı sevdasına değinmişken filmin asıl can alıcı noktasının da esasında burada olduğunu düşünüyorum. Nolan bu entropiyle akışı tersine çevirme mevzusunu yalnızca hikayede değil filmin kurgusunda da denemiş. Nolan, standart bir kahraman öyküsünü inşa eden elementleri çok iyi bir şekilde analiz etmiş biri. Bu yetkinlikle Tenet'te mevzubahis elementlerin yapısökümünü gerçekleştirip onları tersten dizmeyi denemiş. Neden sonuçtan önce gelmesi gerekirken sonuç, nedenden önce geliyor. Karakterler ve onların motivasyonlarından doğan eylemler öncesinde gerçekleşirken karakterler ve motivasyonlar filmin sonlarında tanımlanıyor. Bunu gösteren en bariz örnek, John David Washington'un oynadığı isimsiz kahramanımızın filmin en sonunda "I'm the protagonist." cümlesini kurarak kendi tanımını yapması. Bu yüzden en başta Tenet'in denenmiş olması lazımmış dedim, bunu da ancak her filminde kurguyla yapboz gibi oynayan Nolan gerçekleştirebilirmiş.
Tabii bu fikir ve onun kurguya yansıması meselesini bir kenara koyduğumuzda filmin tonlarca defosu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Öncelikle filmin kurgusunun tersine işlemesi çılgın bir fikir olsa da seyirci üzerinde pek iyi çalışmıyor. Öyküyle seyirci arasındaki duygusal bağ en sonda kurulduğu için bir film izleme deneyiminden beklediğimiz şeyleri olması gerektiği gibi alamıyoruz. Bunun dışında James Bond serilerine özel bir ilgisi olduğu bilinen Nolan belli ki bu fikirleri bir Bond filmi şablonu üzerine oturtmak istemiş. Ana karakterimiz çoğu zaman ketum ama yeri geldiğinde hazırcevap tavırlarıyla tam bir Bond, Kenneth Branagh'nın oynadığı Rus mafyası karakter de tam bir Bond kötüsü. Sıkıntıysa motivasyonların ve dönüm noktalarının bu şablon ve fikrin üzerine çok başarısız bir şekilde eklemlenmiş olması. Diyaloglar çok özensiz ve alınan bazı kararlar çok saçma.

Bir diğer sıkıntı da filmin 150 dakikalık süresinin nasıl değerlendirileceği üzerinde çok kararsız kalınmış gibi durması. Film bir yandan "anlamaya çalışma, hisset" diyerek dikkatimizi o muhteşem geriye sarmalı aksiyon sahnelerine yönlendirmeye çalışıyor ama bir yandan da hikayesinde boşluklar kalmasını istemediği için geçişleri doldurmaya çalışıyor. Bazı kısımları seyirciye açıklamanın tek yolu da diyaloglar üzerinden sıkıcı bir şekilde aktarmak olunca da aksiyona yer açmak için kısa tutulan bu sahnelerde replikler karakterlerin ağızlarından patır patır dökülüveriyor ve eğer o noktada bir şey kaçırdıysak ikinci bir şansımız yok, çoktan aksiyonun içine girdik bile.

Tenet'le ilgili hissiyatlarım genel olarak böyle. Ben filmin yapmaya çalıştıklarına saygı duydum ama hem bu yapılmaya çalışılan şeyin doğasından kaynaklı hem de bundan bağımsız çeşitli sorunları var. Yine de böyle üzerine düşünüp yazabileceğim bir film olması mutlu etti elbette.
 
En son ABD yapımı 12 Angry Men (12 Kızgın Adam) izlemiştim. Yönetmenini Sidney Lumey'in yaptığı 1957 yapımı bu filmin başrol koltuğuna Henry Fonda oturmakta.

12 jüri cinayetle suçlanan bir zanlının idamına veya affına karar vermek için toplanıyor. Bu farklı kişiliklere sahip 12 jurinin etrafında dönen senaryoda çarpıcı bir beyin fırtınası hakim oluyor ve jüriler arasındaki tartışmalar sizi filmin içine doğru çekmekte.

Başta Amerikan Hukuk Sistemi olmak üzere, ön yargı, gurur, vicdan ve bir hayatın dokunulmazlığı üzerinde durulup sertçe eleştiriliyor.

Özellikle oyunculuklar ve replikler muazzam. Film 1957 yapımı ve siyah beyaz olduğu için ön yargıya düşmeyin, aman diyeyim...

Bu filmden çok çok fazla bahsetmek isterdim lakin heyecanınızı da kaçırmak istemem, tek mekanda yapılan bir film ancak bu kadar efsane olabilirdi. Mutlaka, izleyin izlettirin.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 7)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık