Bana göre 1. oyunda o köhne tenha yerlerde, şıp şıp damlayan suyun oluşturduğu gerilimli anları yaşadığımız karakterin, kimliğinden bir haber olduğumuz hatta şöyle diyeyim en başlarda dümdüz oynarken oturtulmuş hikayesiyle tanışınca hatta dilsiz olması bile Gordon'u sevdirdi bana. Yani sıradan bir insan olması mı demeliyim bilemedim. Ve sonrasında gelen diğer seriler Blue-Shift bir güvenlik görevlisiyle oynarken Gordon'u etrafta görmenin verdiği haz(yani kendini). O oynadığın dolaştığın yerleri başka bir gözden görmek çok iyi bir kurguydu gerçekten, aynı şekilde Shephard içinde geçerli. Şöyle bitireyim aynı kurgu Prince of Persia'nın 2. oyun serisinde kullanıldı(Warrior Within). Müthiş sükse yaptı, iyi hatırlıyorum çıkışını 2. oyunla yapmıştı. Hatta Gordon'un neden böyle iyi bir karakter olduğu sorulduğunda o aslında "sizsiniz" denilmişti Gabe tarafından.Benim en çok canımı sıkan şey, Half Life 1'de sonradan da alacağı takma adı gibi "Özgür bir adam"dı. 2. oyunda mesih gibi resmedildi. Bu hiç mi hiç hoşuma gitmedi. Freeman'a seçilmiş kişi muamelesi beni biraz soğuttu konseptten. Keşke ilk oyundaki gibi kalıp, random ilerleyen bir hikaye olsaydı. Kaderi izler gibi bir hava yaratıldı oyunda.