Mükemmel bir hikaye şeklinde teori yazdım okuyun mutlaka.
Havada hiç bir bulutun olmadığı soğuk bir gece. Ay ışıl ışıl parlar. Mary Goes her zamanki gibi. Köleler terler içinde çalışır, Charlos zar zor bulduğu denizkızının akvaryumun içinde piranalardan kaçışını izler, Mjosgard iç çekip çayını yudumlar. Gorosei ise her zamanki gibi ayakta bir şey yapmadan durmaktadır. Birisi kirli bile olmayan kılıcını temizleyip, kelinden akan terini siler. Her şey normal derken bir anda Mary Goes'e bir yıldırım çarpar. Ancak havada hiç bir bulut yoktur. Gorosei'ler hemen yıldırımın çaktığı yere, Boş Taht'ın olduğu odaya girerler. Karşılarında gördükleri şeye inanamazlar. Uzun kulak memeleri olan bir adam tahta oturmuş onları seyretmektedir. Sarı saçlı ve sakallı uzun adam nerden geldi bu diye delik olan tavandan yukarı bakar ve tek gördüğü şey Ay'dır. Ay bütün ışığı ile deliken girip sanki bir Tanrıymış gibi Taht'a oturan adamı aydınlatmaktadır. O anda bu kişinin Ay'dan yeryüzüne bir yıldırım ile inen Tanrı olduğunu anlarlar.
To Be Counted...