Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

İzlediğiniz Son Film

Kesinlikle bir ara yapacağım.


Bela Lugosi'ye kadar sahnelenen Dracula tiplemeleri çirkin, iğrenç canlılar şeklindeymiş. Centilmen, karizmatik Dracula tiplemesini Lugosi'ye borçluyuz.

Tabii kitaptaki tasviri pek bilmiyorum. Bıyığı varmış sanırım. Bir ara kitabı da okuyacağım.
Filmin yönetmeni bu filmden aldığı özgüvenden olsa gerek bir sene sonra öyle bir film çekiyor ki sonra piyasadan siliniyor malesef.Ucubeler diye bir film çekiyor gerçekten deformasyonlu insanları oynatıyor filmde sonra film 30 sene yasaklı kalıyor.Şu an için normal görmediğimiz şey kalmadı ama efekt falan olmadığı için yine ürkenler olabilir.Meraklısının görmesi lazım filmi çok cesur adammış.
 
Filmin yönetmeni bu filmden aldığı özgüvenden olsa gerek bir sene sonra öyle bir film çekiyor ki sonra piyasadan siliniyor malesef.Ucubeler diye bir film çekiyor gerçekten deformasyonlu insanları oynatıyor filmde sonra film 30 sene yasaklı kalıyor.Şu an için normal görmediğimiz şey kalmadı ama efekt falan olmadığı için yine ürkenler olabilir.Meraklısının görmesi lazım filmi çok cesur adammış.
Freaks zamanının ötesinde bir yapım gibi duruyor. Çıktığı dönem yerden yere vurulmuşken günümüzde sanat eseri muamelesi görmekte.
 
Vaktin olursa konusunu aç. John dedemin konusu gibi akım yaparız.
Zamanında şöyle bir konu açmıştım. Belki sonra güncellerim
 
In the Mouth of Madness


Sonunda Skyrim'i bitirdim. Biraz şarjlandım ve Carpenter'ın son "Apocalypse Trilogy" üçlemesinin sonuncusunu da izledim. Üçleme içerisinde en sevdiğim ikinci filmi olabilir. Genel Carpenter yapımları sıralamasında dördüncü sıraya koyabilirim.

Adından anlaşılacağı gibi H.P Lovecraft'ın Deliliğin Dağlanrında adlı romanından esinlenmiş ve Lovecraft eserlerine saygı duruşunda bulunan bir film özelliğini taşır. Keşke @Wuma ni-sama aramızda olsaydı da Lovecraft'ı bize övseydi diyebilirim bu film konusu için. Kendisi gerçek bir Lovecraft severdir. Ben, Deliliğin Dağlarında romanını okumadım; ancak onun eserinden esinlenip oyun, film gibi bir çok romandan esinlenen işleri izledim, oynadım. Kısmet olursa; kitabın kendisini de bir gün okuyacağım.

Film, izlediğim Carpenter filmleri arasında kazanç yapabilen ilk filmi. Tabii 8 Milyon dolar bütçeyle yapılan film gişede 8 Milyon 900 Bin Dolar'la 900 bin TL kazanç elde etmiş. Gerçi film yapımcıları için karlı bir proje değildir; o ayrı.

Carpenter'ın şu ana kadar izlediğim tüm filmlerinde genel bir tematik konuyu kullandığını görüyorum: İlki, "asimile etme" bu filmde de var. Hatta ana karakterimizi delirten kısım da asimile olmaması, bir toplu akıntıya dahil olmaması onun kendi gerçekliğini sorgulamasına yol açtı. Filmden bir diyaloğu size aktarmak isterim.

Kendisi Sigorta Araştırmacılığı yapan ana karakterimiz Trent, Styles'a:

-Stytles, sana bir şey sorabilir miyim ? Cane'in işleriyle ilgilenmekten cidden hoşlanıyor musun ?
+ Sen insanların yalanlarını yakalamaktan hoşlanıyor musun ?
-Evet. Sahtekarları yakalarım, düzenbazları yakalarım
+Hiç tanıdığın birini yakaladın mı ?
-Evet, elbette. Hiçbir farkı yok Çünkü. Benim işimde kısa zamanda herkesin her şeyi yapabileceğini öğreniyorsun. "Sen düşünebiliyorsan yapmışlardır"
+Sana inanacak pek bir şey kalmamış.
-Evet. Ama bir de iyi yanından bak. Seni hayal kırıklığına uğratacak da pek bir şey kalmıyor. Gezegenden ne kadar çabuk gidersek o kadar iyi.
+Şimdi Cane gibi konuştun.
-Hayır ben değilim. Cane aşığı sensin.
+ Sadece korkutulmayı severim. Cane'in işleri beni korkutuyor.
-Korkacak ne var ki ? Gerçek değil sonuçta.
Ve Styles bu diyalogların ardından filmi tanımlayacak en önemli cümleleri söylüyor:

+ Senin açından gerçek değil. Ve gerçeklik senin görüşünü paylaşıyor. Ama Cane'in işlerinde beni korkutan şey: Gerçeklik onun görüşünü paylaşsaydı neler olabileceği
-Hey ..!? Burada gerçeklikten bahsetmiyoruz. Kurgudan bahsediyoruz. İkisi farklı şeyler.
+Gerçeklik, birbirimize olduğunu söylediğimiz şeydir. Delilik, çoğunluk haline gelseydi; mantıkla delilik kolayca yer değiştirebilirdi. Kendini bir hücrede kilitlenmiş halde dünyaya ne olduğunu düşünürken bulabilirdin.
- Hayır bu başıma gelmezdi
Bu yazıyı yazarken bile arada geçen diyaloğa tekrardan hayran oldum. Zaten şunu baştan belirtmek isterim. Bu filmi tek izlemeyle pek hakkının verileceğini düşünmüyorum. Çünkü içinde başka önemli konuları da işliyor. Bu deliliğin ardında da insanlardaki bireyselliği de sorguluyor. Ana karakterimiz Trent, bireysellik konusunda kendisini insanları ve hayatın işlenişini çok iyi tanıdığını düşünüyordu. Zaten kitap ve filmlere karşı da onları basit bir kurgudan ibaret olduğunu, hepsinin de birbirinin aynısı olduğunu bahseder film içerisinde. Bir nevi nihilist kişiliği olduğu konusunda bahsedilebilir. Apocalypse üçlemenin ilk filmi olan The Thing'te de bireysellik ana karakterimiz MacReady karakterinde görebiliriz. Kendisi Trent'ten farklı olarak MacReady, sorumluluğun getirdiği bir bireysellik ve filmin ilk başında kendisini santrançta yenen bilgisayara viski dökmesiyle ne kadar dominant bir kişiliğinin var olduğunu görüyoruz.

İkincisi ise -unuttum. Zaten odaklanma sıkıntım var. Üstüne de not almıyorum. Aferin bana :)

Filmin oyuncularına gelirsek; ana karakter Trent'i canlandıran oyuncu Sam Neill, Carpenter'ın kendi filminde oynattığı en iyi oyunculardan biri. Diğeri de Kurt Russell. Filmografisine baktığımda da adam gerçekten korku filmleriyle haşır neşir biri. Sırayla şunlar: Event Horizon (gerçekten hala benzerini bulamadığım türden uzay, korku filmidir. Tekrardan izlemeliyim gerçekten), The Omen 3, Jurassic Park, Robot Adam (İyi Aile Robotu dizisindeki Babür'ün direkt orijinalidir). Kısaca diğer filmlerine bakınca da ilgi çekici işlerde çalışmış. Ayrıca filmin filmografisi direkt Sam Neil'in oyunculuğunu döktürdüğü tüm sahnelerin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şahsen keşke Carpenter sürekli Sam Neil ve Kurt Russel gibi oyuncularla çalışsaydı. Zaten son paragrafta toparlarken Carpenter hakkında bir kaç şey yazacağım. Bir de son olarak diğer oyunculara değinmek istiyorum. Styles'ı canlandıran Julia Carmen iyi oyuncu. Üstte yazdığım diyaloglar beni büyülediyse; onun oyunculuğunun etkisi olduğu su götürmez bir gerçek. Filmin bir diğer oyuncusu olan ve oyunculuğunu beğendiğim Alman oyuncu Jürgen Prochnow. Adamın tipi gerçekten yazar tiplemesinin suret bulmuş hali. Hatta bana kendisi Stephen King'i andırdı. Filmde ismi geçiyor. Kendisi burada gizemli bir yazarı canlandırıyor. Zevkle izledim kendisini.

Filmde öveceğim bir diğer şey; Carpenter, ışıklandırmaya çok önem veriyor. Sahnelerinde ışığı bu kadar etkili kullanması; onun ne kadar yaratıcı bir yönetmen olduğunu belli ediyor. Bilirsiniz Hollywood filmlerin çoğunluğunda ışıklandırmalar hep birbirine benzerdir. Sanki CGI ortamında yapılmış gibi hissettiriyor. Bunun üzerine pek düşünmedim ama bunu farkettiğim için kısaca yazmak istedim.

Toparlarsak, Carpenter'ın bence en büyük hatası: her şeyi kendisi yapmak istemesi. Filmlerinde genel olarak yeterli bir akışa ve zenginliğe sahip olmadığını görüyorum. The Thing hariç. Ancak diğer filmlerinde Carpenter'ın mükemmeliyetçiliğini net hissedebiliyorum. Bu bir lanet. Saygı duyduğum ve birlikte kısa anime yapmak istediğim Senpai'm de Carpenter gibiydi. Mükemmelliyetçiliği ile her şeyi kendisi yapmak istediğinden aslında işin her unsuru belli bir olgunluk kazanmıyor. Carpenter'da da bu mevcut. Eğer Carpenter, eksiklikleri üzerinden bir özeleştiri sahibi olabilseydi -şu an çok farklı olabilirdi kariyeri açısından...

Film, kozmik korku türünün baş yapıtları arasına rahatlıkla girebilecek türden bir film. Kesinlikle öneririm. İyi seyirler. 🙌

 
Son düzenleme:
In the Mouth of Madness


Sonunda Skyrim'i bitirdim. Biraz şarjlandım ve Carpenter'ın son "Apocalypse Trilogy" üçlemesinin sonuncusunu da izledim. Üçleme içerisinde en sevdiğim ikinci filmi olabilir. Genel Carpenter yapımları sıralamasında dördüncü sıraya koyabilirim.

Adından anlaşılacağı gibi H.P Lovecraft'ın Deliliğin Dağlanrında adlı romanından esinlenmiş ve Lovecraft eserlerine saygı duruşunda bulunan bir film özelliğini taşır. Keşke @Wuma ni-sama aramızda olsaydı da Lovecraft'ı bize övseydi diyebilirim bu film konusu için. Kendisi gerçek bir Lovecraft severdir. Ben, Deliliğin Dağlarında romanını okumadım; ancak onun eserinden esinlenip oyun, film gibi bir çok romandan esinlenen işleri izledim, oynadım. Kısmet olursa; kitabın kendisini de bir gün okuyacağım.

Film, izlediğim Carpenter filmleri arasında kazanç yapabilen ilk filmi. Tabii 8 Milyon dolar bütçeyle yapılan film gişede 8 Milyon 900 Bin Dolar'la 900 bin TL kazanç elde etmiş. Tabii film yapımcıları için karlı bir proje değildir; o ayrı.

Carpenter'ın şu ana kadar izlediğim tüm filmlerinde genel bir tematik konuyu kullandığını görüyorum: İlki, "asimile etme" bu filmde de var. Hatta ana karakterimizi delirten kısım da asimile olmaması, bir toplu akıntıya dahil olmaması onun kendi gerçekliğini sorgulamasına yol açtı. Filmden bir diyaloğu size aktarmak isterim.

Kendisi Sigorta Araştırmacılığı yapan ana karakterimiz Trent, Styles'a:



Ve Styles bu diyalogların ardından filmi tanımlayacak en önemli cümleleri söylüyor:



Bu yazıyı yazarken bile arada geçen diyaloğa tekrardan hayran oldum. Zaten şunu baştan belirtmek isterim. Bu filmi tek izlemeyle pek hakkının verileceğini düşünmüyorum. Çünkü içinde başka önemli konuları da işliyor. Bu deliliğin ardında da insanlardaki bireyselliği de sorguluyor. Ana karakterimiz Trent, bireysellik konusunda kendisini insanları ve hayatın işlenişini çok iyi tanıdığını düşünüyordu. Zaten kitap ve filmlere karşı da onları basit bir kurgudan ibaret olduğunu, hepsinin de birbirinin aynısı olduğunu bahseder film içerisinde. Bir nevi nihilist kişiliği olduğu konusunda bahsedilebilir. Apocalypse üçlemenin ilk filmi olan The Thing'te de bireysellik ana karakterimiz MacReady karakterinde görebiliriz. Kendisi Trent'ten farklı olarak MacReady, sorumluluğun getirdiği bir bireysellik ve filmin ilk başında kendisini santrançta yenen bilgisayara viski dökmesiyle ne kadar dominant bir kişiliğinin var olduğunu görüyoruz.

İkincisi ise -unuttum. Zaten odaklanma sıkıntım var. Üstüne de not almıyorum. Aferin bana :)

Filmin oyuncularına gelirsek; ana karakter Trent'i canlandıran oyuncu Sam Neill, Carpenter'ın kendi filminde oynattığı en iyi oyunculardan biri. Diğeri de Kurt Russell. Filmografisine baktığımda da adam gerçekten korku filmleriyle haşır neşir biri. Sırayla şunlar: Event Horizon (gerçekten hala benzerini bulamadığım türden uzay, korku filmidir. Tekrardan izlemeliyim gerçekten), The Omen 3, Jurassic Park, Robot Adam (İyi Aile Robotu dizisindeki Babür'ün direkt orijinalidir). Kısaca diğer filmlerine bakınca da ilgi çekici işlerde çalışmış. Ayrıca filmin filmografisi direkt Sam Neil'in oyunculuğunu döktürdüğü tüm sahnelerin olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Şahsen keşke Carpenter sürekli Sam Neil ve Kurt Russel gibi oyuncularla çalışsaydı. Zaten son paragrafta toparlarken Carpenter hakkında bir kaç şey yazacağım. Bir de son olarak diğer oyunculara değinmek istiyorum. Styles'ı canlandıran Julia Carmen iyi oyuncu. Üstte yazdığım diyaloglar beni büyülediyse; onun oyunculuğunun etkisi olduğu su götürmez bir gerçek. Filmin bir diğer oyuncusu olan ve oyunculuğunu beğendiğim Alman oyuncu Jürgen Prochnow. Adamın tipi gerçekten yazar tiplemesinin suret bulmuş hali. Hatta bana kendisi Stephen King'i andırdı. Filmde ismi geçiyor. Kendisi burada gizemli bir yazarı canlandırıyor. Zevkle izledim kendisini.

Filmde öveceğim bir diğer şey; Carpenter, ışıklandırmaya çok önem veriyor. Sahnelerinde ışığı bu kadar etkili kullanması; onun ne kadar yaratıcı bir yönetmen olduğunu belli ediyor. Bilirsiniz Hollywood filmlerin çoğunluğunda ışıklandırmalar hep birbirine benzerdir. Sanki CGI ortamında yapılmış gibi hissettiriyor. Bunun üzerine pek düşünmedim ama bunu farkettiğim için kısaca yazmak istedim.

Toparlarsak, Carpenter'ın bence en büyük hatası: her şeyi kendisi yapmak istemesi. Filmlerinde genel olarak yeterli bir akışa ve zenginliğe sahip olmadığını görüyorum. The Thing hariç. Ancak diğer filmlerinde Carpenter'ın mükemmeliyetçiliğini net hissedebiliyorum. Bu bir lanet. Saygı duyduğum ve birlikte kısa anime yapmak istediğim Senpai'm de Carpenter gibiydi. Mükemmelliyetçiliği ile her şeyi kendisi yapmak istediğinden aslında işin her unsuru belli bir olgunluk kazanmıyor. Carpenter'da da bu mevcut. Eğer Carpenter, eksiklikleri üzerinden bir özeleştiri sahibi olabilseydi -şu an çok farklı olabilirdi kariyeri açısından...

Film, kozmik korku türünün baş yapıtları arasına rahatlıkla girebilecek türden bir film. Kesinlikle öneririm. İyi seyirler. 🙌

Daha da yazacaktım. Ancak odaklanma sorunum var.
 
Son düzenleme:
Bir sürü hayal kırıklığından sonra cesaretimi toplayıp tekrar bir MCU filmi izledim.
Daha önce Guardians of The Galaxy 1 ve 2 yi izlemiştim ve Marvels Guardians of the Galaxy oyununa başlamadan önce geçen sene çıkan 3. filmi de izleyeyim dedim.



Filmi izlemek için önce kendimi 30 dk ikna etmem gerekti.
Çünkü İnfinity Saga'dan sonra çıkan marvel filmlerin %95'i kötü ve yine vasat bir filme birkaç saatim gidecek diye korkuyordum.
MCU'daki senaryo, CGI, oyunculuk ve şakalar her filmle kötüleşmesine rağmen ve Guardians of the Galaxy tam bu zırvalığa müsaitken bu filmle beni fena ters köşeye yatırdılar.
Bazı şakalar yine kötüydü ama filmi fazla sulandırmadan ve cıvıtmadan ciddi bir mevzuyu çok güzel işlediler.

Bu filmle beni iyi şaşırttılar. Rocket'i merkeze alıp çok güzel bir hikaye işlediler.
Hatta bana göre İnfinity Saga'dan sonra yayınlanan Marvel filmleri arasında en iyisiydi diyebilirim.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 2)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık