Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

Kitap Sohbeti


Stefan Zweig'in Merhamet (diğer ismi Sabırsız Yürek) adlı kitabını geçen sene tekrar okudum. Bu kitabı ilk okuduğumda lise çağındaydım, o zamanlar biraz da ergenliğin verdiği isyanla sakat kızın davranışlarından ölesiye nefret ettiğimi, birçok olaya dışarıdan bir izleyici gibi tarafsız gözle bakamadığımı hatırlıyorum. Gerçekleşen bazı kritik olayların kızın gözünden gösterilmemesi de okurların kıza karşı sempati beslemesini zorlaştıran etkenlerden biri elbette. Diğer birçok kitapta olduğu gibi bu kitabı da yaşlandıktan sonra okumak çok farklı hissettirdi açıkçası.😄 Karakter zayıflığı çeken teğmenin hayatını zindana çeviren sebebin tamamen merhamet duygusundan ileri gelmediğini de net bir şekilde görebildim örneğin.

Ortaöğretim veya yükseköğretim çağında okuduğunuz bazı kitapları biraz yaşlandıktan sonra tekrar okumak, içeriğindeki karakterleri ve olayları farklı yönlerden, daha kapsamlı bir şekilde değerlendirebilmenizi sağlayabilir. Bilmiş bilmiş konuşmak gibi olmasın ama bu olay harbiden böyle.😄 Aklıma gelince bu kitap üzerinden bahsetmek istedim.
 
Uçabileceğini hayal eden tavuk ve 2.dünya savaşı kitabını bitirdim.Uçabileceğin8 hayal eden tavuk 0-13 yaş arası uygun için uygun bir hikaye bence.Diğer 2. Dünya savaşı kitabı ise biraz amerikan perspektifinden bakıyor gibime geldi.Sovyetlerin yaptığı şeylerden bahsedip ingilizler ve amerikalıların yaptıklarından bahsetmemiş.Ama 2.dünya savaşını bilmeyenler için bilgilendirici bir kitap.
 
Junichiro Tanizaki-Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi
Bu kitabı öneririm. Yaşı ilerlemiş bir ihtiyarın başından geçenler, hastalığı, gelinine olan düşnkünlüğü ve aile içi ilişkiler ihtiyarın günlüğünden okuyucuya aktarılıyor. Bakış açımı da baya genişletti diyebilirim.
 


Bir kadın düşünün, ortaöğretim zamanından beri hayatta yaptığı tek iş, fahişelik. Hayattaki tek amacı güzelliğini korumak ve erkeklerle oynaşıp para kazanmak ve bu mesleğe yatkınlığı küçüklüğünden beri değişmiyor. Eğitim hayatına hiçbir şekilde önem vermediği için okuma-yazmayı bile temel düzeyde biliyor aslında. Bu kadın nasıl oluyorsa başka bir erkeği tavlamak amacıyla Ankara’nın merkezî bir semtinde bulunan Gülseren’in psikiyatr kliniğine hasta olarak gelmeye başlıyor. Bir süre sonra görüyorsun ki, bu kadının en son fahişe olmak için evden kaçarken gördüğü annesi de 15-20 sene önce Gülseren’in kliniğinde tedavi edilmiş. Allah’ın hikmetine bak hele. Gülseren Buğdayıcıoğlu'nun “gerçek hayat öyküsü” diye kitaplarında yer verdiği karakterlerin başına gelen bazı tesadüfler oldukça abartılı, hatta bazen Yeşilçam usulü.



Bizim halkımız gerçekten duygusal, yüreğine dokunan eserleri olduğu gibi, gerçekliğinden hiçbir şekilde şüphe duymadan kabul etme eğilimi var. Aramızda Gülseren Buğdayıcıoğlu’nun eserlerini okuyan ya da bizzat kendisinden tedavi olan vardır belki bilmiyorum, ben geçtiğimiz senelerde 4 kitabını okumuştum. Bu yazarla ilgili (Evet, uzun süredir doktorluktan ziyade yazarlık ve senaristlik kimliği ön plana çıkıyor.) dikkat çekmek istediği konuların bazıları gerçekten çok anlamlı, psikolojik tedaviye ilişkin yeterli bilinci olmayan Türk halkının hassasiyetle yaklaşması gereken konular bunlar. Öte yandan bu yazarla ilgili kuracağım 2 cümle övgüyse 4 cümle yergi olur. Fazla uzatmadan, sadece beni en çok rahatsız eden / uygulanmasını yanlış bulduğum husustan bahsedip bitireyim.

Psikoloji uzmanlık alanım falan değil, özel olarak ilgi duyduğum için hastalarının dosyalarını kaleme alan birçok ruh doktorunun kitabını okudum. Bu kitapların çoğunda sayfalar dolusu ruhsal çözümleme bulunur. Genellikle olay sayısı azdır, bu yüzden anlatılanlara konsantre olmak zordur, birçok okura sıkıcı gelir hatta. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Gülseren’in kitaplarında ruhsal analizlerden ziyade insanların okurken ilgisini çekecek olay örgülerinin üzerinde duruluyor ne yazık ki. Yani ruhunuzun derinliklerinde olan bitenlerden ziyade dünyada olan bitenlere odaklanıyor, kaleme almaya karar verdiği olayların büyük çoğunluğu da ne hikmetse çok sıradışı. Kitaplarda bahsi geçen hastaların hepsinin varlığından şüphem yok, bir doktoru / yazarı yalancılıkla itham etmek çok iddialı bir davranış olur ama bu kitapları okurken bir süre sonra Gülseren’in “Bu hastanın dosyasını nasıl daha çarpıcı şekilde okura sunarım?” ya da “Bu vaka insanların gözünde ve hafızasında nasıl daha büyük etki yaratır?” gibi kaygılar güttüğünü fark ettim açıkçası. Bazı hastalara ilişkin olayları, okuyucular nezdinde daha fazla sansasyon yaratacak şekilde bilinçli olarak değiştirdiğine inanıyorum. Çünkü psikolojiye ilgi duymayan birçok okur, basit birkaç ailevi olaya karşı çocukluk travmalarının irdelendiği sayfalar dolusu psikanaliz okumak istemez, doğal bir şey bu.😄 Ayrıca Gülseren'in kitaplarında tedavi olmaya gelen hastaların kurdukları cümleler bazen o kadar uzun ve muntazam ki, yahu ruhsal bunalım yaşadığın için / kimseyle sorunlarını paylaşamadığın için onca para döküp bu seanslara geliyorsun, nasıl böyle güzel, anlamlı – bir başka deyişle roman gibi – cümleler kurabiliyorsun? Kitapta yer verilen diyalogların bir kısmı cidden inandırıcı gelmiyordu, bir sürü hastaya sahip doktor olarak yıllar önceki vakaları hafızasından bu kadar net aktarmış da olamaz. Ses kaydı alınmadığı sürece konuşmaların böyle birebir kitaplara yansıtılması mümkün değil, o da suç teşkil eder zaten.
 


Lise 2’deki Türk Dili ve Edebiyatı hocamız her ay bir kitap okumamızı isterdi, okuyacağımız kitapları listesine not edip ertesi ayın başında kitapla ilgili bir soru sorardı, kendisinin okumadığı bir kitapsa sadece özet bilgi vermemizi isterdi. Sözlü sınav gibi yapıp not verirdi yani, yıl sonunda da o notların ortalamasını alırdı. Sayısalcı olmama rağmen çok okuduğum için bu konuyu dert etmezdim açıkçası. Bu hoca Ölü Ozanlar Derneği filmine ve kitabına tutkunluğuyla bilinirdi, ben de bir keresinde bu kitabı okuyup sözlüye kalktım. En sevdiği kitap olduğu için uzun uzadıya sorular soracak zannettim, kitabı önceden okuyan öğrencilerle öyle yapıyordu çünkü. Güzel bir sohbet olacak diye beklerken hoca sadece kitaptaki erkek lisesinin odalarından birinde (Öğretmenin ya da müdürün odasıydı sanırım.) resmi asılı olan adamın kim olduğunu sordu. Ben de hatırlayamadığımı söyledim. Kadın da cıklayıp dudağını yamulttu, “Senden daha iyisini beklerdim.” dedi, notuma 70 puan yazıp sırama geri gönderdi.

Kitapla ilgili sorabileceği en az 20-30 soru varken çok önemliymiş gibi sadece bu soruyu seçti, cevap gelmeyince de 30 puan kırmayı tercih etti velhâsıl. Teneffüste kitabı açıp tablodaki adamdan bahsedildiği yere bakmıştım ama kitapta işlenen ciddi konuların yanında önemsiz kalan bir detaydı. Birkaç soru daha sorarak genel bir değerlendirme yapması daha sağlıklı olurdu ama benden beklentisi yüksek olduğu için gerek duymadı sanırım, aklı sıra hafif bir ceza kestiğini düşünmüş de olabilir. Fazla ineklik edince başınıza böyle şeyler gelebiliyor.:mincika:

Bu kitabı okuyan ya da filmi izleyen varsa hatırlar belki; gençleri basmakalıp düşüncelerle, belli başlı standartlara göre, gerici kafalarda oluşturulan beklentilerle yargılamamak gerektiğine yönelik ders vermeye çalışır yetişkinlere. Ailesinin beklentilerini karşılamaya çalışırken bu yükün altında ezilen, kendi isteklerini ve görüşlerini dile getiremeyen çaresiz gençlere odaklanır. Hoca bu kitaptaki şiirleri ezbere okuyabiliyordu, böylesine detay soru sorabildiğine göre kitabı gerçekten seviyordu ama yine de bu hareketinden sonra favorisi olduğunu iddia ettiği kitabı gerçekten anladı mı, anlamaya çalıştı mı, şu an düşündüğümde bile şüphe duyuyorum açıkçası. Elimde olmadan kitapta eleştirilen yetişkinler gibi davrandığını düşündüm biraz, bu olay haricinde sevip saydığım bir öğretmendi.
 
Müdürün odasında Welton Akademisi’nin siyah beyaz çalışılmış bir resmi dışında başka resim yoktu. O da filmde net görünmüyor zaten. Masa dışarıya baktığı için odaya tek resim konulabilirdi. Sorduğu soru edebiyat sınıfının duvarında asılı üç resim olan Alfred Lord Tennyson, Walt Whitman ve Henry David Thoreau’dan biri oluyor. Filmdeki net görüntü ise Walt Whitman’a ait. Bu ayrıntı çok önemli çünkü öğrenciler Keating’e “Oh! Captain… My Captain… “ diye hitap ediyor. Bu Walt Whitman’ın Abraham Lincoln’e adadığı bir şiirinin tam orta dizelerinde ona bu şekilde seslenmesinden alıntı. Doğal olarak hoca aslında ana temayı senin gibi birinin yakalayacağını düşünmüş. @Erifu
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 5)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık