Bir kadın düşünün, ortaöğretim zamanından beri hayatta yaptığı tek iş, fahişelik. Hayattaki tek amacı güzelliğini korumak ve erkeklerle oynaşıp para kazanmak ve bu mesleğe yatkınlığı küçüklüğünden beri değişmiyor. Eğitim hayatına hiçbir şekilde önem vermediği için okuma-yazmayı bile temel düzeyde biliyor aslında. Bu kadın nasıl oluyorsa başka bir erkeği tavlamak amacıyla Ankara’nın merkezî bir semtinde bulunan Gülseren’in psikiyatr kliniğine hasta olarak gelmeye başlıyor. Bir süre sonra görüyorsun ki, bu kadının en son fahişe olmak için evden kaçarken gördüğü annesi de 15-20 sene önce Gülseren’in kliniğinde tedavi edilmiş. Allah’ın hikmetine bak hele. Gülseren Buğdayıcıoğlu'nun “gerçek hayat öyküsü” diye kitaplarında yer verdiği karakterlerin başına gelen bazı tesadüfler oldukça abartılı, hatta bazen Yeşilçam usulü.
Bizim halkımız gerçekten duygusal, yüreğine dokunan eserleri olduğu gibi, gerçekliğinden hiçbir şekilde şüphe duymadan kabul etme eğilimi var. Aramızda Gülseren Buğdayıcıoğlu’nun eserlerini okuyan ya da bizzat kendisinden tedavi olan vardır belki bilmiyorum, ben geçtiğimiz senelerde 4 kitabını okumuştum. Bu yazarla ilgili (Evet, uzun süredir doktorluktan ziyade yazarlık ve senaristlik kimliği ön plana çıkıyor.) dikkat çekmek istediği konuların bazıları gerçekten çok anlamlı, psikolojik tedaviye ilişkin yeterli bilinci olmayan Türk halkının hassasiyetle yaklaşması gereken konular bunlar. Öte yandan bu yazarla ilgili kuracağım 2 cümle övgüyse 4 cümle yergi olur. Fazla uzatmadan, sadece beni en çok rahatsız eden / uygulanmasını yanlış bulduğum husustan bahsedip bitireyim.
Psikoloji uzmanlık alanım falan değil, özel olarak ilgi duyduğum için hastalarının dosyalarını kaleme alan birçok ruh doktorunun kitabını okudum. Bu kitapların çoğunda sayfalar dolusu ruhsal çözümleme bulunur. Genellikle olay sayısı azdır, bu yüzden anlatılanlara konsantre olmak zordur, birçok okura sıkıcı gelir hatta. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim: Gülseren’in kitaplarında ruhsal analizlerden ziyade insanların okurken ilgisini çekecek olay örgülerinin üzerinde duruluyor ne yazık ki. Yani ruhunuzun derinliklerinde olan bitenlerden ziyade dünyada olan bitenlere odaklanıyor, kaleme almaya karar verdiği olayların büyük çoğunluğu da ne hikmetse çok sıradışı. Kitaplarda bahsi geçen hastaların hepsinin varlığından şüphem yok, bir doktoru / yazarı yalancılıkla itham etmek çok iddialı bir davranış olur ama bu kitapları okurken bir süre sonra Gülseren’in “Bu hastanın dosyasını nasıl daha çarpıcı şekilde okura sunarım?” ya da “Bu vaka insanların gözünde ve hafızasında nasıl daha büyük etki yaratır?” gibi kaygılar güttüğünü fark ettim açıkçası. Bazı hastalara ilişkin olayları, okuyucular nezdinde daha fazla sansasyon yaratacak şekilde bilinçli olarak değiştirdiğine inanıyorum. Çünkü psikolojiye ilgi duymayan birçok okur, basit birkaç ailevi olaya karşı çocukluk travmalarının irdelendiği sayfalar dolusu psikanaliz okumak istemez, doğal bir şey bu.
Ayrıca Gülseren'in kitaplarında tedavi olmaya gelen hastaların kurdukları cümleler bazen o kadar uzun ve muntazam ki, yahu ruhsal bunalım yaşadığın için / kimseyle sorunlarını paylaşamadığın için onca para döküp bu seanslara geliyorsun, nasıl böyle güzel, anlamlı – bir başka deyişle roman gibi – cümleler kurabiliyorsun? Kitapta yer verilen diyalogların bir kısmı cidden inandırıcı gelmiyordu, bir sürü hastaya sahip doktor olarak yıllar önceki vakaları hafızasından bu kadar net aktarmış da olamaz. Ses kaydı alınmadığı sürece konuşmaların böyle birebir kitaplara yansıtılması mümkün değil, o da suç teşkil eder zaten.