Bir şeye ambition( arzu ,hırs,tutku…) olmadan başlamanın anlamı yoktur. Hayatımın birçok alanında bu düşünceyle hareket ettim ve birçok kez kayaya tosladım. Hala, benim ve Cam(Ian C. Esslemont’un) yazdığı film ve televizyon serilerini satmak için o kadar uğraşırken aldığı cevapları hatırlarım: “Harika! Eşssiz! Çok komik, çok dark… Ama şu an Kanada’da, biz böyle şeylere bütçe yetiştiremeyiz… Size bol şanslar!”
En sert öneriler birçok yönden bunun peşinden geldi, “Daha… basit birşeyler deneyin. Herkes gibi. Daha az… arzulu.”
Toplantılardan mutsuz, ümitsiz, afallamış çıkardık. Bayağılık için mi davet alıyorduk? Evet, öyle gözüküyordu.
Öyleyse s.kt.r et!
Gardens of the Moon(Ayın Bahçeleri). Sadece bu başlık hakkında düşünedurmak bile arzunun bütün nosyonlarını, benim sürekli duvardan duvara toslamama neden olan o gençlik çılgınlığını diriltmeye yeterli. Çabalama ihtiyacı. Alışılagelmişe karşı koy! Go for the throat! (Bunu çeviremedim ya, ama direk muhabbete gir gibi birşey, oyalanma, dolaylama, sallama dallama vs. direk saldır, gırtlağından yakala, finish him gibi)
O zamanlar ne yaptığımın tamamen farkında olduğumu düşünmeyi yeğlerim. Bakış açımın tamamen net olduğunu ve her ne kadar hoşlansam da, türün içine etmeye hazır olduğumu. (nasıl sevmezdim ki? her ne kadar türün değiştiği yönden haz etmesem de onu okumayı çok seviyordum.) Şu an bundan emin değilim. Anlık içgüdülerle hareket ederek, sonradan arkaya bakıp yerinde giden herşeyi ciddi akılsızlık olarak değerlendirmek (yerinde gitmeyenleri gözardı ederek)… Bu çok kolay.
Yıllar içinde çıkan birçok roman, birçok olguyu netliğe kavuşturdu. Gardens of the Moonla başlayacak olursak, okuyucular benim işimi ya sevecek ya da nefret edecek. Ortası yok. Doğal olarak ben, herkesin sevmesini tercih ederim, ama bunun olmayacağını anlayabiliyorum. Bu tembel bir seri değil. Öyle başlayıp da sırayla hızlıca yutamazsınız. Daha büyük sorun ise şu; ilk kitap giden bir maratonun yarısında başlıyor - ya koşarak başlayıp ayağınızın üzerinde durursunuz, ya da ezilirsiniz.
Bu önsözü yazmam gerektiğinde, bir süre bunu esintiyi hafifleştirme yolu olarak düşündüm, çok yüksek bir yerden derin sulara düşmenin şokunu hafifletmeye kitabın birinci sayfasından başlama yolu. Bir takım background, tarih, sahne kurma gibi şeyler yapmayı hiç doğru bulmadım. Frank Herbet Dune’ü yazarken böyle birşey yaptığını hatırlamıyorum, ve eğer bir yapıt, temel olarak bana ilham olmuş olacaksa bu Dune’dür. Tarih ya da kurgu yazsam da yazmasam da, tarihin gerçek bir başlangıç noktası yoktur. Medeniyetlerin inişleri çıkışları (başı sonu itibariyle) bizim düşündüğümüzün aksine çok daha karmaşıktır.
Gardens of the Moon ilk olarak bir rpg oyunda hayat buldu. İlk draftı Malazan dünyasının iki yaratıcısı olan ben ve Ian Esslemont tarafından uzun metrajlı film olarak yazıldı, ve senaryo gerekli ilgiyi görmediği için ilerleyemedi. (“Biz fantasy filmleri yapmayız çünkü onlar b.k gibidir. Bu ölü bir türdür. Kostümleri falan içerir ve kostüm dramaları Westernler kadar ölüdür”- önceleri yığınla yapım şirketi bu gerçekliği yüzlerine vuruyordu, hepsi Lord of the Rings beyazperdeye gelmeden çok önceydi.)
Ve böylece beklediğimiz yere gelmiştik. Yeterli malzememiz vardı. Yetişkin Epik Fantezi film sektörünün son keşfedilmemiş türüydü -Willow’u saymadık çünkü bizim gözümüzdeki tek değeri crossroads sahnesinden ibaretti; geri kalanlar da çocuklar için yapılmış şeylerdi. Bu türdeki yapılan filmlerin diğerleriyse, ya düşük bütçeli ikinci sınıf filmler ya da bizim gözümüzde son derece hatalı filmlerdi. (Conan’la yaptıklarına bak!)Biz, şu O’Toole ve Hepburn’un The Lion in Winter (Kış Aslanı) tarzı birşey istiyorduk. Ya da Michael York, Oliver Reed, Raquel Welch, Richard Chamberlain’li Üç Silahşörler filminin büyü katılmışını. Tv yapımlarından favorimiz, Dennis Potter’ın Singing Detective’i (Şarkı söyleyen dedektif) idi. Gördüğünüz gibi, sofistike zımbırtılar istiyorduk. Fanteziyi o ağızları açık bırakacak kadar hayranlık uyandıran, içleri kıpı