peh heh! Sonunda okudum.
Öncelikle, daha önce de bahsettiğim gibi, söz konusu hikaye olunca kalitesi beni pek ırgalamayan teknik detayları hızlıca geçmek istiyorum.
Edebi açıdan yetersiz bir roman ilki gibi. Betimlemeler Beyaz ve Siyah'a göre daha fazla olsa da az ve detaysız ki betimleme sevmediğini bildiğimden buna sadece değiniyorum. Yine de kısa betimlemelerin olması güzeldi.
Anlatım ve öykülemede akıcılık pek yoktu. Bunun sebebi kuvvetli cümlelerin olmayışı ve etkili kelimelerin kullanılmamasıydı. Cümleler arasında etkili geçişler yoktu ve cümleler olabildiğine sıradandı. Anlatmak istediğini çok basit şekilde aktarıyordu ve tam olarak anlatamıyordu bu basitlik yüzünden. Sıradan kelimeler ve sıradan tamlamalarla normal bir sohbette duyulacak kısır cümlelerdi hemen hepsi. Bahsettiğim kısırlık, tam yerine oturan etkileyici kelimelerle oluşmuş süslü cümlelerin olmayışı değil, öyle yüksek bir edebiyat beklemem haksızlık olurdu zaten. Günlük konuşma diliyle yazılmış gibiydi kitap, iki arkadaşın anlık sohbetinde ağızlardan hızla dökülen ve o anda akla gelen kelimelerle kurulan cümlelerden ibaretti. Oysa bir romanın cümleleri için zaman sorunu yoktur ve üzerlerine uzunca düşünülerek daha etki aktarılabilir. Zaten romanın her şeyi hızlı ilerliyordu ve alelacele anlatıyordu hikayeleri de. Bu acelecilik her şeye sinmişti kitapta.
Bu, teknik yanı için hızlıca geçtiğim genel bir yorum. Detaylara inmem uzun sürer. Kısacası, ilk romanda da yakındığım gibi, yine göze batan bir edebi kısırlık var maalesef.
Ve fekat. Hep dediğim gibi, hikaye güzelse teknik yanı asla ön plana çıkmaz benim için. Hikaye(ler)ni yine beğendim. Karakterlerini yine ilgi çekici buldum ve öykünü kendimce özümsedim.
Hikayeye ani, orta yerinden ve hızlıca girilmiş. Bunu çok sevdim. En başından arka planın anlatılıp da hikayeye ön hazırlık yaparak başlayan öyküler, hikayeye orta yerinden başlayıp arka planını hikaye içine yediren öyküler kadar ilgimi çekmez. Bu da anlatılacak hikayeyi daha en baştan ilgi çekici kıldı benim için.
Yine de çok hızlı ilerledi ve çok çabuk gelindi sadede. Biraz daha sindirilebilirdi, biraz daha hissetirilebilirdi çevre ile durum.
Sanırım kitabı okuyan herkes gibi ben de Gezgin'in tuzağına düştüm ve bunun bir yerde durmayan bir macera olmasını bekledim. Sanki tüm şehirler gezilecekti ve kısa sayfalarda kısıtlı da olsa onlarca farklı karakter hızlıca kendini anlatacaktı Gezgin'e. Öyle de ilerliyordu başlarda, ağaca gelene dek.
Şunu söylemeliyim ki hikayede muhteşem bir hayal gücü var. Sanki bir sınırsızlık belirlenmiş de onun üstüne en absürt hayaller bile gelebilmiş gibi bir his vardı. Ters bir dağa Ğad denmesi, karıncalara çobanlık eden bir adam, göklere uzanan bir ağacı mesken tutmuş insanlar, alfabeden oluşan bir ülke, tuhaf bir kral ve zeplinler. Evet zeplinler. Yahu hep bir zeplinim olsun istemişimdir, işe bak. Gezgin her zeplin dediğinde gülümsüyordum. Bana eşsiz bir heyecan ve huzuru çağrıştırıyor zeplinler. Gökyüzünün tadını çıkarırcasına yavaş ve yüksekten. İşlevsel ve güzel. O şişkin ve gergin bedeniyle güzel pervanelerinin bulutları yarışı... Anlayamazsınız. :d Uçan şeylere özel bir ilgim var.
Hikaye karakterlerden bağımsız olmadığı (hele hele kurt) için, ikisine ayrı ayrı değinmeyeceğim.
Ama ona geçmeden yarattığın dünyanın bende çağrıştırdığına değineyim. Miyazaki filmleri ile realist fantazyaların bir harmanı gibiydi dünya. Çok hoşuma gitti. Sanki mekanik 19. yüzyılda yarı karanlık, çok fantastik bir evrende geçiyor gibiydi hikaye. Karakterler ve hikayenin gidişatı Miyazaki filmleri anımsatıyordu ama sadece anımsatıyordu. Sanki onlar gibi olma potansiyelleri varmış da olmamayı seçmiş gibiydiler. Bu güzeldi, anımsatması bile iyiydi benim için.
Hiçbir karakter derinlemesine işlenmemiş olsa da hemen hepsi gayet yerinde ve ilgi çekici tiplerdi. Bazıları diğerlerinden daha ilgi çekiciydi pek tabi.
Gezgin'in merakı, muzipliği, empatisi, iyi yüreği, geçmişi ve acılarıyla bütünleşmiş kişiliği tüm romana yayılmış olması gerektiği gibi. Yine ana karakterinde doğrudan yazarı görüyordum her okuduğumda. Genel ahvalinde ve şu an hatırlayamadığım detaylarda çokça gördüm bu üzerine sinmişliği. Amaneden yine bir karakter olarak romanda veya olmak istediği haliyle hikayedeydi. En çok Gezgin'de ama yine hemen hepsinde. Hele Yağmur Adam ve Kitap Kurdu.
Ancak bu kez hiçbirine isimler vermeden sadece sıfatlar kullanman daha iyi yapmış karakterleri. Belki bir amacın vardır bunda, senden başkasının anlayamayacağı. Ana karakterin hayvan dostunun bile ismi yok, cinsinin adıyla var sadece. Nerede Fasulye, nerede Baykuş. İkisi de aynı yerde.
Gezgin'in insanları merak edip dinlemesi ve onlarla empati kurmaya çalışması, en basit görüneninden bile dinlemeye değer bir hikaye beklemesi güzeldi. Böyle karakterleri kendime yakın bulurum. Kendi hikayeleri ise tam bir gizem benim için. Belki de kendi içinden çok fazla şey aktardın hikayeye, sadece senin anlayabileceğin şeyler. O ay hikayeleri de o sınıfta duruyor benim için. Ay, sigara ve adam. Bir şeyler hissettirse de duygudaş değildi benimle, ya da ben onlarla değildim. Neyse. Viaje a la Luna göndermesi güzeldi en azından. Birde Ay'ın ağzından duymak.
Yağmur Adam, Ağaçkakan, Çöp-Satan(iyi kelime oyunu), Aşçı, İhtiyar ve Karınca Çobanı iyi karakterlerdi. Hepsinin hikayesini okumak güzeldi, koca öyküde minik dinlenme durakları gibiydi ve keyifliydi. Karınca çobanını hiç okumamış olsak da. Keşke okusaydık diyorum aslında, ama onun için de bir şeyler düşündüğünü biliyorum. Hikayesinin anlatılmaması bütün hikaye ile ilgiliydi.
Zaten hepsinin hikayesi, bütün hikayenin bir parçası gibi görünen tek bir hikayenin oluşturduklarıydı ve hepsi de tasmalarla bağlıydı bütün hikayeye. Kurt'a. Hepsi onda, her şey onda aslında. Onun hikayelerinde gezmeye gelmiş Gezgin vardı sanki sadece.
Kitap kurdunu ne kadar sevdiğimi parantez içimden anlayabilirsin, ondan uzun uzun bahsetmeyeceğim. Kendime en yakın hissettiğim karakter oydu kitapta. Sonda hepsinin onun kaleminden akmasını da bekliyordum, yanılmadım. Yine bir hayal ve gerçek ikiliği sezdim romanda Kitap Kurdu sayesinde. Her şey bir kurgu muydu, yoksa gerçek miydi de bir yazar onları sonradan aktarıyordu. Beyaz ve Siyah'taki ütopya distopya ikiliği gibi. Ben yine seçimimi yaptım ve kurguyu seçtim. Her şeyin onun kaleminden çıkmış olması fikri çok daha ilgi çekici.
Hikayeye döneyim. Tuhaf tiplerle karşılaşılıp tamamlanacak görev beklerken bir ağaçta duraksayan ve o ağaç üzerinden tamamen yön değiştiren bir maceraya dönüştü hikaye. Sonrası da çok seri gelişti yine. Hızla bir sorun çıktı ve hızla o sorun çözüldü. Sanki hikayenin bir önemi yoktu ve bir araç olarak görevini yerine getirmişti de nezaketen bir son yazıldı. Hikaye, karakterler için ve Gezgin'in dünyası için sadece bir araçtı. Onun Kitap Kurdu'nu bulması ve kendini anlatması için. O alfabe ülkesinin diğer şehirleri bile bir sayfada anlatılıvermişti hemencecik. O acelecilik aslında hikayenin sadece araç olmasından kaynaklanıyordu belki de. Zaten hepsi Kurt'un kalemi değil miydi.
Sözün özü, anlatını yine beğendim. Hatta bende tekrar yazma isteği bile uyandırdı bir anlığına. Gezgin kalem ve kağıdını her çıkardığında ve dünyanın betiminin her ufak kıvılcımında bir şeyler yazasım geldi benim de.
Hepsinden azade, genel bir yorum olarak hikayedeki mesajlar ve göndermeler göz ardı edilecek şeyler değil. Toplum ve düzen eleştirileri, olması gereken mesajları yine tam senlikti.
Bu kadar uzun göründüğüne bakma, epey yüzeysel bir yorum bu. Otursak uzun uzun sohbet etsek daha ne saatler konuşulur detaylar üzerinden. Güzel ellerden güzel ellere ulaşması gereken bir kitap daha benim için.
Teşekkürler.