Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

İzlediğiniz Son Film

Kitaba bakarken, filmin ismini görüp izledim. Kadro sağlam, işleniş başarılı.



Johannesburg'da yaşayan beyaz bir öğretmen olan Ben Du Toit, sıradan ve rahat bir hayat sürmektedir. Kendisini her zaman şefkatli ve adaletli biri olarak tanımlar. Ancak, evinde çalışan siyahi bahçıvan Gordon'un oğlunun polis tarafından tutuklanıp vahşice öldürülmesi, Ben'in dünyasını altüst eder. Başlangıçta önyargılarıyla hareket edip olayı normal karşılasa da, olayları araştırdıkça apartheid rejiminin acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Bu süreçte, Ben’in adalet arayışı onu Stanley Makhaya ve gazeteci Melanie Bruwer gibi kişilerle bir araya getirir. Mahkemeye taşınan mücadele, sistemin adaletsiz yapısı nedeniyle başarısızlıkla sonuçlansa da Ben, eşitlik ve adalet için savaşmaya devam eder. Bu yolda ailesini, toplumsal statüsünü ve hatta hayatını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.
 
Gladiator 2


6/10
Denzel ve Pedro Pascal var diye izledim. Görsel açıdan güzel bir film. Kolezyum, savaş sahneleri, kostümler falan iyi ama senaryo kısmı maalesef zayıf kalmış bana göre. Maximus’tan sonra gelen Lucius karakteri pek derinleşememiş, bir anda kahramanlığa terfi etmiş adam. İlk filmin o duygusal yükü, epik havası yok; müzikler bile sönük kalmış. Arenada hayvanlı dövüş sahneleri biraz fazla uçmuş, gerçekçilikten uzaklaşmış. Kısacası, aksiyonu izlemelik ama hikaye olarak ilk filmin yanına bile yaklaşamaz. İzlerken aktı diyemem, senaryoda kopukluklar olunca hızlı geçtiğim yerler oldu. İlk filmi taklit etmiş gibi.
 
Üç filmde çok iyiydi. Aralardan ayıklayıp seçiyorum. :)

Una giornata particolare




Yıl 1938. Hitler ile Mussolini Roma’da büyük bir törenle buluşurlar. Şehirdeki hayat durur, halk bu tarihi olaya tanıklık etmek için tören alanına akın eder.

Boğucu bir evliliği olan ev kadını Antonietta (Sophia Loren) da o gün kocası ve çocuklarını törene uğurlamıştır. Apartmanda yalnız kaldığını düşündüğü bir anda, kendisi gibi törene katılmayan Gabriele (Marcello Mastroianni) ile tanışır. Çok geçmeden Gabriele’nin cinsel tercihi ve antifaşist tutumu yüzünden işini kaybettiğini öğrenecek, kendisinden çok farklı bu erkeğin çekimine kapılacaktır. Alışılmadık ilişki üzerinden son derece başarılı bir faşizm eleştirisi yapan Özel Bir Gün, İtalyan sinemasının iki ünlü oyuncusunun benzersiz performansı ile akıllarda yer ediyor.

That Obscure Object of Desire




Ortayşı ve varlıklı bir Fransız olan Mathieu ve güzeller güzeli flamenko dansçısı Conchita arasındaki sıradışı ve tutku dolu ilişkiyi beyaz perdeye yansıtan filmde hikaye Mathieu'nun gözünden flashbacklerle anlatılır. Film, Seville'den Fransa'ya gitmekte olan bir trende bulunan Mathieu'nun görünmesiyle açılır. Mathieu, Conchita isimli genç kız arkadaşından uzaklaşmaya çalışmaktadır. Treni harekete hazırken, Conchita'nın ilginç bir silüeti ile karşılaşır ve bir kova suyla bu görüntüyü yok etmeye çalışır. Onu yok ettiğini düşünse de, genç kız peşinden gitmektedir.

Usta yönetmen Luis Bunuel'in en önemli yapıtlarından biri olan film, kazandığı birçok ödülün yanısıra Akademi Ödülleri'nde de iki kategoride aday gösterilmişti.

Manila in the Claws of Light




Julio, uzun süre önce kaybolan sevgilisi Ligaya'yı bulabilmek için başkent Manila'ya giden Filipinli bir balıkçıdır. Sonrasında şehirde bir inşaatta çok zor şartlar altında işçi olarak çalışmaya başlayan Julio bir süre sonra burada erkeklerin fahişelik yaptığı bir şebekeyle karşılaşır. Bu esnada sevgilisi Ligaya'nın da bir genelevde çalıştığını öğrenen Julio'nun dünyası yıkılır. Artık Julio için masumiyetini kaybetme zamanıdır...

Filipinler sinemasının önemli filmlerinden biri olarak kabul edilen film, Edgardo Reyes'in romanından beyazperdeye uyarlanmıştır. Filmin yönetmenliğini Lino Brocka üstlenirken başrollerinde Hilda Koronel, Bembol Roco ve Lou Salvador Jr. bulunmakta.
 
İlk filmdeki varoşların yerine bu sefer zengin züppelerini koymuşlar. Rahatsız edici, söve söve izledim.




Barda, bir barda kendilerini korkunç bir kabusun içinde bulan bir grubun hikayesini konu ediyor. Geçmişin günümüze kıyasla masum kaldığı, eskisinden daha vahşi, daha karanlık, daha acımasız sosyal çevremizde, dokunsak patlayacak gibi duran toplumsal kutuplaşmaların tam ortasında, şehrin bambaşka bir yerinde bambaşka bir barda, tüm kabuslarınızın ötesinde bir gece adım adım ilerliyor.
 
İlk filmdeki varoşların yerine bu sefer zengin züppelerini koymuşlar. Rahatsız edici, söve söve izledim.




Barda, bir barda kendilerini korkunç bir kabusun içinde bulan bir grubun hikayesini konu ediyor. Geçmişin günümüze kıyasla masum kaldığı, eskisinden daha vahşi, daha karanlık, daha acımasız sosyal çevremizde, dokunsak patlayacak gibi duran toplumsal kutuplaşmaların tam ortasında, şehrin bambaşka bir yerinde bambaşka bir barda, tüm kabuslarınızın ötesinde bir gece adım adım ilerliyor.
Son yılların en ucube işi bu oldu, utanmadan "bakın cinsiyetçilik yapmıyoruz yönetmenimiz bilem kadın ehüehüehü" çektiler.. Cumali Ceberler falan bunun yanında mehh kalıyor.
 
Son yılların en ucube işi bu oldu, utanmadan "bakın cinsiyetçilik yapmıyoruz yönetmenimiz bilem kadın ehüehüehü" çektiler.. Cumali Ceberler falan bunun yanında mehh kalıyor.
Sonu da olmamış, hepsini nereye öldürüyorsun. Millet tatmin olsun diye koymuşlar.

Çoktan Avrupa'ya kapağı atıp arazi olmuşlardı. Dünya öyle pis bir yer, Eylem Tok'u misal hala geri getirmeye çalışıyorlar.
 
The Reader (2008)

Bu film ilk başta klasik bir gençlik aşkı gibi başlıyor; Michael ile Hanna’nın ilişkisini izlerken “Bu ne tatlı çift” diyeceğiniz cinsten. Ama ikinci yarıda bambaşka bir hikâye pat diye önünüze düşüyor. Tıpkı bir buzdağının su üstünde göründüğünden daha fazlası var ya, işte film de tam öyle; geçmişin karanlık yüzünü yavaş yavaş çıkarıyor.

Sonu belki biraz “tamam bu mu?” dedirtiyor, çünkü fazla gösterişsiz ve sade bitiyor. Ama bence bu sadelik, karakterlerin yaşadığı iç hesaplaşmayı ve yalnızlığı daha da hissettiriyor. Yani büyük patlamalar beklemeyin; onun yerine içinize işleyen bir vicdan muhasebesiyle karşılaşacaksınız.

Özetle, The Reader ilk başın tatlı, sonra derin bir dram arayanlar için ideal.
 
2 saat 50 dakikalık görsel ve sanatsal şölen. :)

The Weeping Meadow




Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz efsanevi yönetmen Theo Angelopoulos üçlemesinin ilk filmi olan Ağlayan Çayır’da, 1919-1949 arasında yaşanan bir trajik hayat hikayesi anlatılıyor. Eleni, Odessa’da doğmuş fakat savaş döneminde annesi ve babasını kaybetmiştir. Eleni Alexis’in ailesi tarafından evlat edinilir ve aile Odessa’dan göç eder. Ağlayan Çayır, yeni bir kasabaya yerleşen aileyle beraber büyümeye başlayan çocukların, özellikle de Eleni’nin hikayesidir. Bu bir Yunan trajedisi diyen Angelopoulos, Eleni’yi (Troyalı Helen) bir simge olarak kullanmış. Bir kadının çocukluğundan başlayıp gençliğini, aşık oluşunu, sahip olduğu herşeyi kaybedip yeniden yalnız kalışını anlatıyor. Angelopoulos bu filmle, 2004 yılında Avrupa Film Akademisi Ödülleri’nden Eleştirmenler Özel Ödülü’nü kazandı. Üçlemenin ikinci filmi, 1953’te Stalin’in öldüğü gün Özbekistan’da başlayan bir yol hikayesi olacak.
 


İlginç şekilde başlayıp, çok çabuk random bullshit'e döndü. Şunun senaryosunu tek gözden geçirip, günümüz şartlarıyla düzgün bir şekilde çekseler, Eggers'ın, Northman'ınden daha iyi olurdu.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 3)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık