Lisedeyken oldukça popüler biriydim. Bahçemiz asfalttan, teneffüslerimiz beş dakikadan oluşuyordu. Sınıfımız üçüncü katta olmasına rağmen o beş dakikalık sürede bile inip basket oynamayı ihmal etmezdim. Kışın yerler buz tutsa ya da oynayacak topum olmasa bile bu huyumdan vazgeçmedim. Evet, top yokken de varmış gibi yapıp oynuyordum. Kar topu falan attığım da oluyordu. Bunun neticesinde parmaklarımın her boğumu kan ve yara içindeydi, gömleğimde beyazdan çok kırmızı lekeler vardı. Kimi zaman öğrenci ve öğretmenler pencereye çıkıp beni izlerdi, bu deli ne yapıyor diye. Bunun yanı sıra arkadaş canlısı biri olduğum için her sınıftan birini de tanırdım, 12'yken 9'larla da konuşurdum vesaire vesaire. Üniversiteye geçtiğim zamansa insanlarla içli dışlı olmadığım bir hayatı denemeye karar verdim ve kendimi onlardan uzak tuttum. Kendi kabuğuma çekilip amfi ya da sınıfın en köşesine geçer, pencere kenarlarına oturur, müzik dinler ve insanları izlemekten başka bir şey yapmazdım. Gel zaman git zaman hakkımda bir dedikodu olduğunu öğrendim. Rivayete göre ben müzik dinliyor gibi yapıp insanları dinliyormuşum, daha sonra da bu insanların dedikodusunu yapıyormuşum. Dedikodu yapacak biriyle konuşmuyordum bile, nasıl bir hayal gücüdür bu?
Daha sonra bu dedikoduyu çıkartan kişi benden özür dileyip arkadaşım olmak istemişti. İnsanlar gerçekten tuhaf.