Not: Okumana ya da okusan bile cevaplamana gerek yok. Filmi en son sen izlemiş olduğun ve bu minvalde, yukarıda olduğu gibi bir şeyler yazabileceğini bildiğim için sana laf attım. Tercih senin. Cevap için de teşekkür ederim. Üstteki için ayrı, buna da vereceksen onun için de ayrı.
Acayip karnım acıktı, randımanlı düşünemiyorum ama bir şeyler diyeyim ben de. Şimdi bu dram şeysini kabaca biliyorum. Diğer yandan Tarkovski'nin, diyelim ki bu filmine baktığımız zaman o yolculuk muhabbeti gene var. Flashback yerine de arada sahnelerin değişmesi gibi teknik detayları koyacak olursak esasında değişen pek de bir şey olmadığını görüyoruz bana kalırsa. Bir de bu ağırlaşan anlatım tekniğiyle birlikte var olan yolculuk iyiden iyiye uzamış oluyor. Bana kalırsa o kadar da "üst" bir dil değil. Film özelinde konuşacak olursam film olmaya çalıştığı üst'ü de becerememiş gibi geldi bana. Güzel muhabbetler dönüyor ama mesela bir analiz okudum, entelektüalizmin en büyük eleştirisi denmiş. İnanmak üzerine çok şey var. "Önceden belirlenmiş bir amaçla" diyerek İzci yine onları eleştiriyor ama asıl inananlar bu amaçla doğduğunu düşünmez mi? Adam nereden edindiği bile (Kirpi dese de) belli olmayan bilgilerle, saf inanç ve belki de delilikle hem kendini hem de başkalarını bir şeylere inandırıyor/inandırmaya çalışıyor. Yol boyunca aman etme, şöyle olur; aman yapma, böyle olur dedi durdu ama hiçbir şey olmadı. Kendi kendine gelin güvey olmuş ve düzenden çıkılması hâlinde olumsuz bir şey yaşanacağına dair dediği ne varsa olmuyor bir türlü. Bir tek ikisinin de bir şey söylememesine rağmen yazara durmasını söyleyen ses burada düşüncemle çelişiyor. Gerçi senaryoyu da Tarkovski yazmadı sanırım, benim eleştirim filmeymiş onu fark ettim.
Bu inandığı şeylerin gerçekleşmemesi üzerinden aklıma dini kullananlar falan geldi ama alt metin olarak böyle bir şey sunulmaya çalışılmış mıdır bilmem. Zaten görünürde kaybeden ne yazar ne de profesör. Olan düşen bardak olan izciye oluyor. Kendine kurduğu dünya yıkılıyor. Gerçi yıkılıyor mu o da belli değil çünkü bardaktan kırılma sesi gelmedi.
Kusura bakma yordum seni bu şekilde yazarak.
Mühür kısmına dönecek olursam bu filmde dediğin şekilde bir kırabilmeyi başarabilmiş mi diye soracak olursan bence başaramamış. Sadece dramatik yapıyı biraz daha esnek hâle getirerek yaymış. Belki de ben tam anlamamışımdır. Anlatım şekli bakımından da bence de tam manasıyla bir şiir gibi. Şiirleri sevmem ve okumaktan da sıkılırım çabucak. Bu filmde de uzun uzun olan sahneleri ileri sardım ama bir şekilde filmin sonunu da getirdim ve tam manasıyla da sıkıldığımı da söyleyeyem. Filmin güzel bulduğum yerleri de oldu. Gerçi renk kullanımı konusunda kafama tam uymayan bir son kısım var mesela. Ailesiyle birlikte dışarı çıktığı zaman ortalık iyiydi hoştu ama eve dönünce gene sarardı. Ne bileyim. Ayrıca kızın olayı nedir?