Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

[Tartışma] 2.Dünya Savaşı'nın Başında En Güçlü Devlet Hangisiydi?

2.Dünya Savaşı'nın Başında En Güçlü Devlet Hangisiydi?


  • Kullanılan toplam oy
    78
Almanya sadece kendi kaynaklarını kullanarak Avrupa'yı fethetmedi, fethettiği yerlerdeki tüm kaynakları elinden geldiğince kullandı ve fethettiği yerlerdeki birçok kişi Almanya'ya katıldı.Özellikle de Sovyet baskısı altında olan milletler.Türkler,Lehler hatta Ukraynalılar.Elbette kendi içinde muazzam bir sanayi ve askerileşme vardı lakin istial ettiği yerlerden kaynak ve askeri güç sağlayarak güçlendi Almanya. ABD ise başlı başına bakir bir toprağa sahip,çevresinde hiçbir tehdit yok,nüfusu yüksek,arazisi bol,kaynağı bereketli,sanayileşmesi aşırı güçlü.

Eğer savaş başlamadan önce ABD vs Almanya diyorsak ABD. 1943'ün başı yani Almanya'nın zirve olduğu dönemden bahsediyorsak yine tam bilemem.

Pearl Harbor saldırısının olmadığı ve ABD'nin hiç savaşa katılmadığı bir senaryo düşünürsek, Almanya Moskova'yı aldıktan sonra tekrar gücüne güç katardı. Stalin'in geri çekilip yeni bir savunma sanayii hattı oluşturması ne kadar işe yarardı bilemeyiz.Özellikle çoğu subayın Stalin paranoyası sebebiyle öldürüldüğünü ve Zhukov'un Moskova'da son direniş sırasında öldüğünü varsayarsak.Doğu'dan Japonlar ve Batı'dan Almanya ile SSCB çok ağır darbe alırdı.O sırada İspanya'daki İç Savaş, Almanya'nın Doğu Cephesi tehdidi ortadan kalktığı için Hitler tarafından yapılan yardımlarla Franco galibiyetiyle sonuçlanırdı.Kaldı geriye tek düşman,İngiltere. Kuzey Afrika cephesinin de İspanya'dan ve İtalya üzerinden Rommel'e giden muazzam yardımlar sayesinde düştüğünü varsayarsak, Türkiye artık Almanya'nın yanında savaşa girerdi.Al sana sonsuz enerji kaynağı köprüsü. Muhtemelen İngiltere ile barış antlaşması yapardı Almanya, işgal etmek yerine.

Tabii bu anlattığım tamamiyle alternatif. Çok kaba anlattım. Elbette dünya bu kadar kolay değil ama ABD'siz Müttefikler'in pek de bir şey yapabileceğini zannetmiyorum açıkçası. Her iki savaşta da ABD ağırlığını koyuyor. ABD'siz alternatif savaş böyle olurdu zannımca
 
dün verdiğim linki inceleme şansınız olduysa bu konuda kimin kimi yeneceği veya süper güç olarak söyleyeceğimiz bir devletin varlığından veya bir devetin tüm devletleri döveceği gibi bir analiz yapmanın gereksizliğini az çok anlamış olmalıyız. ancak 2. dünya savaşı'nın öncesinde ülkelerin durumunu değerlendirmek gerekirse:

ABD:

EKONOMİ:
1. dünya savaşına sonradan dahil olup müttefik kuvvetlerin avrupa'nın siperlere saplanmış savaşına yeni bir soluk getirerek kazanmasında yardımcı olduğu yadsınamaz bir gerçek. bu sayede ABD ekonomisinin bir ''savaş ekonomisi'' ile büyüdüğü söylenebilir. bilindiği üzere savaş ekonomisinin ülkelere en büyük getirisi sanayinin savaş araç ve gereçleri için kullanılmasıdır. ancak savaş sonrası gerek savaştan dolayı gerek insan gücü kaybı gerekse sanayinin savaş araç gereçlerinden sivil kullanıma dönüş yapması bir bakıma ekonomide çarkların yavaşlamasına neden olmuştur. çünkü bu dönemde savaştan yeni çıkmış bir dünya vardı ve arz/talep dengesi ciddi manada bozulmuştu. arz/talep dengesinin bozulmasından ötürü sanayi üretimi yavaşlamış ve nunun sonucu olarak tüm dünyayı etkileyen ''1930 büyük buhranı'' olarak bildiğimiz ekonomik kriz ortaya çıkmıştı. bu ekonomik kirizin etkileri aynı günümüzde olduğu gibi (2008 morgage krizi) tüm dünyayı sararak tüm ülkelerin ekonomik buhrana girmesine neden oldu. bunun kaynağının ABD merkezli olmasından dolayı burada yazdım. 1930'lu yıllar boyunca ABD bu ekonomik buhranın etkilerini azaltarak gelişimini sürdürmeye çalışıyordu. keza savaşın başladığı yıllarda ABD ekonomik olarak potansiyeli olan, ama bu ekonomik potansiyeli talep olmamasından dolayı kullanamayan bir ülke görünümü veriyordu. savaşın başlaması ile yine savaş ekonomisi sayesinde talebin artmasıyla ABD ekonomisi de bahsi geçen potansiyeli kullanmaya başlamıştı. özellikle ingiltere'ye savaş araç gereçlerinin kredilerle satılması ABD bankacılığı ve sanayisinin büyümesini hızlandırmıştı. ABD'nin savaşa girmesiyle bu durum daha acayip bir hal alacak ve dünya'nın en büyük savaş araç-gereç üretim üssü olacaklardı.

SAVAŞ GÜCÜ: ABD, 1. dünya savaşından sonra ordusunu neredeyse tamamen terhis etmişti. terhis olan bu insanların sivil hayata ve ekonomiye katılımı bir bakıma ''1929 büyük buhranı'' olarak nitelediğimiz ekonomik krizin tetikleyicilerinden birisi olmuştu. ABD, 1930'lu yıllar boyunca kara ordusundan ziyade deniz gücüne yatırım yapmayı tercih etmişti. çünkü pasifik bölgesinde bulunan kolonileri ve atlantik ticaret yollarının bir şekilde korunmasının gerekliliği ve bu iki bölgedeki hakimiyet ile ekonominin can damarları olması bu koruma içgüdüsünü bize açıklıyor. bunu biraz daha detaylandırmak gerekirse 1925 yılında ABD'nin asker sayısı sadece 134.000 idi. ABD'nin savaşa girmesi ve seferberliği çok organize şekilde halletmesi sayesinde savaş sonunda ABD'nin asker sayısı milyonlarla ifade edilmeye başladığı unutulmamalı. yani aradaki fark çok büyük. aynı tarihlerde ABD hava aracı üretiminde lider ülkelerden birisi olmasına rağmen hava gücü İtalyan hava kuvvetlerinin yaklaşık 5/1 oranındaydı. dikkat ettyiseniz ingiltere, SSCB ve Almanya ile karşılaştırmadım bile, çünkü bu ülkelere göre hava gücü çok komik sayılarda kalıyordu. ağır sanayinin en büyük kalemlerinden birisi olan tank üretiminde ise ayda 12 tank üretiyorken bu rakam 1941 yılına gelindiğinde yaklaşık 14 kat artarak 180 tanka çıkmıştı. savaşın başladığı 1939 yılında ABD'yi Nazi Almanyası ile bir karşılaştırmak gerekirse:

almanya'nın 2000 tankına karşılık ABD'nin 325 tankı vardı. Almanya'nın 8500 uçağına karşılık ABD'nin 1600 uçağı vardı ve Almanya'nın 3 milyon askerine karşılık ABD'nin 340bin askeri vardı. yani yukarıdaki sayılar ve aradaki farka bakınca Nazi Almanya'sının ABD'yi tokat manyağı yapacağını söyleyebiliriz. ama böyle bir yaklaşım sergilerseniz, erken öten horozun kellesinin gittiği gibi sizin kellelerde gider... :)

SİYASET: ABD kurulduğu günden beri temsilciler meclisi, senato ve bir başkan tarafından yönetilen stabil bir siyasi hayata sahipti. aynı dönemlerde avrupa'da İmparatorlukların yıkıldığı ve siyasi belirsizliğin had safhada olduğu göz önüne alındığında ABD'nin bu siyasi stabilitesi ve bürkrasisinin oturmuş olması bazı kararların daha hızlı alınmasını sağlıyordu. ayrıca bu siyasi stabilitenin bir başka getirisi de ekonomik buhranlara hızlı şekilde müdahale seçeneğiydi. bu sayede ABD savaşın hemen öncesinde ekonomik gelişimine yeniden başlayabilmişti. siyasetin buradaki bir başka etkisi ise diğer ülkelerle olan ilişkilerin ülke politikası ve çıkarları çerçevesinde şekillenmesidir. örneğin 1922 washington deniz anlaşması kapsamında o güne kadar en büyük deniz gücü ingiltere'de iken anlaşma sayesinde ABD'de filosunu büyüterek neredeyse ingiltere ile eşdeğer hale gelmiştir. buradan da anlaşılacağı üzere ABD diplomasisi artık rüştünü ispatlamaya başlamış ve söz sahibi ülkeler arasında 190'lu yıllardan itibaren yerini almıştı. bunun en büyük nedeni avrupa'da siyasi istikrarsızlığın olması ve bunun sonucu olarak uç noktada fikirlere sahip siyasi yapılanmaların iktidara gelmesi gerçekleşmişti. ABD siyasi yapısı bu dönemde avrupa'da stabil yapıda kalan az sayıda ülkelerden birisi olan İngiltere ile ilişkilerini (ekonomik, askeri, kültür) geliştirerek avrupa'nın eşiğinden ayağını atmıştı. Savaş öncesinde ABD diplomatları NAzi almanya'aı ve hatta Faşist Mussolini'yle bile ilişkileri sıcak tutuyordu. İngilizler nasıl kapitalizm'i icat ettiyse ABD'de ''vahşi kapitalizm'' olarak niteleyebileceğimiz sistemi icat ederek ingilizlerin bir tık üzerine çıkmış ve ABD siyaset kurumu da bu ''kapitalist sistemin'' işlemesi için herşeyi yapıyordu. yani hem dostuna hem de düşmanına malzeme, silah vb. satmaktan geri durmuyordu. keza bu durum günümüzde de bu şekilde değil mi? :p

diğer devletleri de bu başlık altında peyderpey size dilim döndüğünce ve zamanım oldukça anlatırım. şimdilik benden bu kadar.
 
dün verdiğim linki inceleme şansınız olduysa bu konuda kimin kimi yeneceği veya süper güç olarak söyleyeceğimiz bir devletin varlığından veya bir devetin tüm devletleri döveceği gibi bir analiz yapmanın gereksizliğini az çok anlamış olmalıyız. ancak 2. dünya savaşı'nın öncesinde ülkelerin durumunu değerlendirmek gerekirse:

ABD:

EKONOMİ:
1. dünya savaşına sonradan dahil olup müttefik kuvvetlerin avrupa'nın siperlere saplanmış savaşına yeni bir soluk getirerek kazanmasında yardımcı olduğu yadsınamaz bir gerçek. bu sayede ABD ekonomisinin bir ''savaş ekonomisi'' ile büyüdüğü söylenebilir. bilindiği üzere savaş ekonomisinin ülkelere en büyük getirisi sanayinin savaş araç ve gereçleri için kullanılmasıdır. ancak savaş sonrası gerek savaştan dolayı gerek insan gücü kaybı gerekse sanayinin savaş araç gereçlerinden sivil kullanıma dönüş yapması bir bakıma ekonomide çarkların yavaşlamasına neden olmuştur. çünkü bu dönemde savaştan yeni çıkmış bir dünya vardı ve arz/talep dengesi ciddi manada bozulmuştu. arz/talep dengesinin bozulmasından ötürü sanayi üretimi yavaşlamış ve nunun sonucu olarak tüm dünyayı etkileyen ''1930 büyük buhranı'' olarak bildiğimiz ekonomik kriz ortaya çıkmıştı. bu ekonomik kirizin etkileri aynı günümüzde olduğu gibi (2008 morgage krizi) tüm dünyayı sararak tüm ülkelerin ekonomik buhrana girmesine neden oldu. bunun kaynağının ABD merkezli olmasından dolayı burada yazdım. 1930'lu yıllar boyunca ABD bu ekonomik buhranın etkilerini azaltarak gelişimini sürdürmeye çalışıyordu. keza savaşın başladığı yıllarda ABD ekonomik olarak potansiyeli olan, ama bu ekonomik potansiyeli talep olmamasından dolayı kullanamayan bir ülke görünümü veriyordu. savaşın başlaması ile yine savaş ekonomisi sayesinde talebin artmasıyla ABD ekonomisi de bahsi geçen potansiyeli kullanmaya başlamıştı. özellikle ingiltere'ye savaş araç gereçlerinin kredilerle satılması ABD bankacılığı ve sanayisinin büyümesini hızlandırmıştı. ABD'nin savaşa girmesiyle bu durum daha acayip bir hal alacak ve dünya'nın en büyük savaş araç-gereç üretim üssü olacaklardı.

SAVAŞ GÜCÜ: ABD, 1. dünya savaşından sonra ordusunu neredeyse tamamen terhis etmişti. terhis olan bu insanların sivil hayata ve ekonomiye katılımı bir bakıma ''1929 büyük buhranı'' olarak nitelediğimiz ekonomik krizin tetikleyicilerinden birisi olmuştu. ABD, 1930'lu yıllar boyunca kara ordusundan ziyade deniz gücüne yatırım yapmayı tercih etmişti. çünkü pasifik bölgesinde bulunan kolonileri ve atlantik ticaret yollarının bir şekilde korunmasının gerekliliği ve bu iki bölgedeki hakimiyet ile ekonominin can damarları olması bu koruma içgüdüsünü bize açıklıyor. bunu biraz daha detaylandırmak gerekirse 1925 yılında ABD'nin asker sayısı sadece 134.000 idi. ABD'nin savaşa girmesi ve seferberliği çok organize şekilde halletmesi sayesinde savaş sonunda ABD'nin asker sayısı milyonlarla ifade edilmeye başladığı unutulmamalı. yani aradaki fark çok büyük. aynı tarihlerde ABD hava aracı üretiminde lider ülkelerden birisi olmasına rağmen hava gücü İtalyan hava kuvvetlerinin yaklaşık 5/1 oranındaydı. dikkat ettyiseniz ingiltere, SSCB ve Almanya ile karşılaştırmadım bile, çünkü bu ülkelere göre hava gücü çok komik sayılarda kalıyordu. ağır sanayinin en büyük kalemlerinden birisi olan tank üretiminde ise ayda 12 tank üretiyorken bu rakam 1941 yılına gelindiğinde yaklaşık 14 kat artarak 180 tanka çıkmıştı. savaşın başladığı 1939 yılında ABD'yi Nazi Almanyası ile bir karşılaştırmak gerekirse:

almanya'nın 2000 tankına karşılık ABD'nin 325 tankı vardı. Almanya'nın 8500 uçağına karşılık ABD'nin 1600 uçağı vardı ve Almanya'nın 3 milyon askerine karşılık ABD'nin 340bin askeri vardı. yani yukarıdaki sayılar ve aradaki farka bakınca Nazi Almanya'sının ABD'yi tokat manyağı yapacağını söyleyebiliriz. ama böyle bir yaklaşım sergilerseniz, erken öten horozun kellesinin gittiği gibi sizin kellelerde gider... :)

SİYASET: ABD kurulduğu günden beri temsilciler meclisi, senato ve bir başkan tarafından yönetilen stabil bir siyasi hayata sahipti. aynı dönemlerde avrupa'da İmparatorlukların yıkıldığı ve siyasi belirsizliğin had safhada olduğu göz önüne alındığında ABD'nin bu siyasi stabilitesi ve bürkrasisinin oturmuş olması bazı kararların daha hızlı alınmasını sağlıyordu. ayrıca bu siyasi stabilitenin bir başka getirisi de ekonomik buhranlara hızlı şekilde müdahale seçeneğiydi. bu sayede ABD savaşın hemen öncesinde ekonomik gelişimine yeniden başlayabilmişti. siyasetin buradaki bir başka etkisi ise diğer ülkelerle olan ilişkilerin ülke politikası ve çıkarları çerçevesinde şekillenmesidir. örneğin 1922 washington deniz anlaşması kapsamında o güne kadar en büyük deniz gücü ingiltere'de iken anlaşma sayesinde ABD'de filosunu büyüterek neredeyse ingiltere ile eşdeğer hale gelmiştir. buradan da anlaşılacağı üzere ABD diplomasisi artık rüştünü ispatlamaya başlamış ve söz sahibi ülkeler arasında 190'lu yıllardan itibaren yerini almıştı. bunun en büyük nedeni avrupa'da siyasi istikrarsızlığın olması ve bunun sonucu olarak uç noktada fikirlere sahip siyasi yapılanmaların iktidara gelmesi gerçekleşmişti. ABD siyasi yapısı bu dönemde avrupa'da stabil yapıda kalan az sayıda ülkelerden birisi olan İngiltere ile ilişkilerini (ekonomik, askeri, kültür) geliştirerek avrupa'nın eşiğinden ayağını atmıştı. Savaş öncesinde ABD diplomatları NAzi almanya'aı ve hatta Faşist Mussolini'yle bile ilişkileri sıcak tutuyordu. İngilizler nasıl kapitalizm'i icat ettiyse ABD'de ''vahşi kapitalizm'' olarak niteleyebileceğimiz sistemi icat ederek ingilizlerin bir tık üzerine çıkmış ve ABD siyaset kurumu da bu ''kapitalist sistemin'' işlemesi için herşeyi yapıyordu. yani hem dostuna hem de düşmanına malzeme, silah vb. satmaktan geri durmuyordu. keza bu durum günümüzde de bu şekilde değil mi? :p

diğer devletleri de bu başlık altında peyderpey size dilim döndüğünce ve zamanım oldukça anlatırım. şimdilik benden bu kadar.
ülke ülke devam edelim:

İNGİLTERE:

EKONOMİ: 1. Dünya Savaşından çıkmış galip veya mağlup tüm devletler gibi İngiltere'de savaş sonrası ekonomik olarak çökmüş durumdaydı. savaş boyunca halkın alım gücü giderek düşmüş ve savaşın sonunda dibi görmüştü. bunun üzerine 1929 yılında ABD'den yayılan ekonomik buhran ile birlikte sanayi devriminin öncüsü İngiltere'de işsizlik had safhaya ulaşmıştı. Dünya savaşları öncesi ''güneş batmayan İmparatorluk'' olarak adlandırılan ve dünya'nın tartışmasız en büyük ekonomisine sahip İngiltere'nin 1. dünya savaşı sonrası hem sömürgelerini kaybetmeye (bağımsızlıklarını ilan eden sömürgeler) başlaması hem de hali hazırda ekonomik buhrandan dolayı askeri harcamaları kısıtlaması kaçınılmaz bir durum ortaya çıkartmıştı. buna en iyi örnek İngiltere'nin Dünya Savaşına kadar en yakın rakibinin 2 katı büyüklüğündeki deniz gücünü yenileyememesi olarak gösterilebilir. İngiliz Kraliyet Donanması 1. Dünya savaşı sırasında projelendirdiği birçok yeni savaş gemisi projesini bu ekonomik buhran ile daha kızağa koymadan proje aşamasında iken iptal etmişti. buna en iyi örnek ise günümüze kadar en büyük ve güçlü savaş platformu japon Yamato sınıfı zırhlılardan daha büyük ve güçlü olacak G3 sınıfı zırhlılarının ekonomik nedenlerden dolayı iptal edilmesi gösterilebilir. ingiltere'nin ekonomisinin darboğaza düşmesinin bir başka nedeni ise çalışan nüfus veya kalifiye nüfusun savaşta kaybedilmesiydi. dünya savaşı sonucunda genç nüfusun neredeyse tamamının 1 nesli kaybedilmişti. bunun sonucu olarak ingiliz ekonomisi, dinamik ve kalifiye eleman sıkıntısı, hammaddeye ulaşım sıkıntısı ve arz/talep dengesizliğinden dolayı ekonomik darboğaza düşmüş; dolayısıyla eski gücünü yavaş yavaş hem ekonomik hem de askeri olarak kaybederek yerini ABD'ye bırakmaya başlamıştı.

SAVAŞ GÜCÜ: ingiltere'nin Dünyanın dört bir yanında bulunan sömürgelerini kontrol altında tutmak için ciddi bir askeri güce ihtiyacı vardı. 1. Dünya savaşında bu sömürgelerden devşirilerek getirilen askerler sayesinde avrupa'da süren siper savaşlarında ayakta kalmışlar ve savaşı bir şekilde kazanabilmişlerdi. ancak 1917 yılının sonuna gelindiğinde özellikle Avusturalya ve yeni zelanda'nın ingiliz ordusuna asker yollamayı reddetmesi askeri açıdan ingilizler için alarm zillerinin çalmasına neden olmuştu. eğer almanlar dayanarak savaşı 1-2 sene daha uzatabilmiş olsaydı; ingiliz-fransız müttefikliğinde de çatırdamalar olacağı aşikardı. ancak almanlar'da artık dayanacak güç kalmadığı da unutulmamalı. bu konuyu alman tarafını değerlendirirken özel olarak anlatabiliriz. ingiliz kara orduları sömürgelerdeki destekle ayakta duruyormuş gibi gözükebilir. ancak askeri teknoloji konusunda ingilizlerin öncülük ettiği bir çok ''icat'' savaşın kaderini de değiştirdi diyebiliriz. bunlara en iyi örnek ilk tankın efektif olarak siper savaşlarında kullanılması, dikenli tellerin cephe hattına döşenmesi ve taşınabilir havan toplarının düşmanı yıpratmak için ilk bu savaşta kullanılması hep ingilizler tarafından gerçekleştirilmiştir. ancak ingiltere'nin bir ada devleti olmasından mütevellit alamet-i farikası donanmasıydı. bu donanma sayesinde alman donanmasına üstünlük kurulduğu unutulmamalı. ancak dünya savaşından sonraki dönemde yukarıda zikrettiğimiz gibi ekonomik darboğaz ve savaştan dönen askerlerin bu ekonomik sıkıntıdan dolayı terhis edilmeleri ingiliz kara kuvvetinde büyük sıkıntılara neden olmuş ve bu asker azaltma olayından dolayı daha önce denetim altında tutulan sömürgelerde isyan ile bağımsızlık girişimleri çoğalmış; bunun sonucu oalrakta 2. dünya savaşının öncesinde ingiltere önemli hammadde sağlayıcı sömürgelerini kaybetmeye başlamıştı. aynı şekilde donanma modernizasyonunun yapılamaması ve denizlerde yeni yeni ortaya çıkan rakipler yüzünden 1922 yılında Washington deniz anlaşması imzalanmıştı. bu anlaşma neticesinde, ingiltere'nin deniz gücü neredeyse ABD ile eşit güce gerilemişti. tüm bu olumsuzluklara karşın 2. dünya savaşı'nın hemen öncesinde ingiltere bölgesinde söz sahibi en önemli ülkeydi.

SİYASET: 1930'lu yıllarda Fransa'nın öncülüğünde başlayan yeni zırhlı gemi inşası furyasına anlaşmayı ihlal ettiği gerekçesiyle İngiliz başbakanı chamberlain ile irtibata geçen alman dışişleri bakanı ribbentrop ve sonrasında gerçekleşen chamberlain-hitler görüşmesi ile almanların kopardığı imtiyazlar sayesinde herkes tarafından bilinen scharnhorst ve gneisenau isimli iki ağır kruvazör kardeş ortaya çıkmıştır. bu gelişmelerden de anlaşılabileceği üzere fransa, italya ve SSCB'nin tüm karşı çıkışlarına rağmen İngiliz siyasetinin etkisi ile almanların bu gemileri yaptığı pek tabi söylenebilir. Buna karşın dünya savaşlarının ara döneminde ingiliz siyasi gücünün doğru şekilde kullanıldığı ve yönetildiği söylenemez. 1939 yılında 2. dünya savaşını AVRUPA'da başlatan Polonya'nın işgaline karşı ingilizlerin bu kadar pasif bir siyaset yürütmesi kabul edilemez bir durumdu. keza bu işgal bir bakıma tüm dünya'ya ileride yaşanacakların bir habercisi gibiydi. bu durum başbakan chamberlain'in iktidarı Churcihill'e bırakması ile değişecek ve herkesin bildiği gelişmeler meydana gelecekti. churchill'in, 1. dünya savaşı sırasındaki kazanımları (Jutland) ve kayıplarından (çanakkale-coronel) iyi dersler çıkartmış ''kurt'' bir siyasetçiydi. dolayısıyla chamberlain'den farklı olarak günümüzde çokça kullanılan ''şahin kanat'' mensubu olan churchill, sonuna kadar savaşmayı seçen bir siyasi olduğu için savaşın seyrini de değiştirdiği pek tabii söylenebilir.

bu yazı biraz daha detaylandırılabilirdi. ancak kısıtlı zamandan ötürü en özet hali bu oldu...
 
Son düzenleme:

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık