Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

1. Dünya Savaş’ında Afrika Cephesi

Yazının daha uzun versiyonu ile birlikte görseller, haritalar ve video ile desteklenmiş versiyonunu okumak isteyenler LİNK ten ulaşabilirler. (bkz. Historeal)


1. Dünya Savaş’ında Osmanlı Devleti'nin savaştığı cepheler ve Avrupa’da yaşanan muharebeleri daha detaylı olarak biliriz. Ancak ismi üzerinde ''Dünya Savaşı'' olarak nitelenen bir savaştan bahsediyoruz. Örneğin müttefik kuvvetleriyle Almanlar arasında Afrika Cephesi'nde yaşanan olayları ya az biliyoruz ya da hiç bilmiyoruz. Veya Güney Amerika'da yaşanan olaylarda vardır ki, bunları hiç mi hiç bilmiyoruz. Uzakdoğu’da ise Japonların müttefiklere nasıl katıldığı ve bu bölgede neler yaşandığı da pek bilinmez. Dolayısıyla başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazıda 1. Dünya savaşında bu az bilinen cephelerden birisi olan Afrika cephelerinde yaşanan olayları anlatmaya çalışacağım.

Birinci Dünya savaşı öncesinde Afrika kıtası Avrupalı devletler tarafından paylaşılmış ve bu topraklarda yaşayan halk ile birlikte doğal kaynakları da işgalci devletler tarafından sömürülmekteydi. Afrika kıtasında büyük topraklara hükmeden 2 devlet vardı. Bunlardan birisi Kuzeybatı Afrika ve Orta Afrika topraklarının çoğunu elinde bulunduran Fransa ile Kuzey Doğu Afrika ve Güney Afrika’da geniş topraklara sahip olan İngiltere idi. Bu iki devlet dışında günümüz Fas’ının küçük bir kısmı, Batı Sahra toprakları ve günümüz Ekvator Ginesi topraklarına İspanya, günümüz Angola ve Mozambik topraklarına Portekiz, günümüz Eritre, Libya ve Somali topraklarına İtalya ve günümüz Kongo topraklarına da Belçika hakimdi. Alman İmparatorluğu ise günümüzde Togo, Kamerun, Namibya ve Tanzanya olarak bilinen topraklarda sömürgeleri bulunmaktaydı. Almanların hakim olduğu Togo (Togoland) ve Kamerun’da askeri mevcudiyeti az olmakla birlikte bu sömürge topraklarından ciddi hammadde temini yapıyorlardı. Alman Güney Batı Sömürgesi (günümüz Namibya) ise topraklarının çoğunluğu çöl olmasına rağmen kıyı şeridinde önemli limanlara sahipti. Almanların Doğu Afrika’da bulunan toprakları (günümüz Tanzanya) ise hem Almanların Doğu Asya sömürgelerinden gelen gemiler için güvenli limanlara sahip, hem donanma için stratejik öneme sahip bir konumda, hem de kıtalararası haberleşme için önemli telsiz istasyonlarına sahipti.

1. Dünya Savaşı başlamadan önce yukarıda bahsi geçen topraklarda sömürgeler arasında gerginlik ve çatışmalar olsa dahi bu çatışmalar büyük bir savaşa evrilmeden son buluyordu. Ancak 1. Dünya Savaşı patlak verdikten sonra bu durum tamamen değişecekti. Özellikle Almanların hakim olduğu topraklara müttefik kuvvetler ağır baskı uygulayacak ve bu toprakların işgaline başlayacaktı. Ancak savaş boyunca sadece Alman Doğu Afrika topraklarında savaş uzun sürecekti. 1. Dünya Savaşı sırasında Doğu Afrika Cephesi’nde yaşanan çatışmalar, savaşın en uzun sürdüğü cephe olarak tarih kitaplarında yerini alacaktı.

Afrika cephelerinde savaş sürerken sömürgeciliğin ve geri kalmışlığın getirdiği zor şartlar altında ve neredeyse balta girmemiş ormanlarda cereyan eden muharebeler sırasında düşman ateşinden çok açlık ve çeçe sineğinden bulaşan bir tür uyku hastalığı her iki taraf için çok daha ölümcüldü. Ayrıca aynı dönemde Afrika’da, Avrupa’da tedavisi çoktan bulunmuş olan kolera ve tifüs burada on binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep oluyordu. Hele savaşın ilerleyen safhalarında tüm Dünya’yı etkisi altına alan İspanyol Gribi’nin Afrika’ya ulaşması ile bölge tamamen harabeye dönecekti.

Bununla birlikte savaşın Doğu Afrika Cephesinde uzun sürmesinin en önemli nedeni sadece coğrafi şartlarının zorluğuna bağlı değil, bu bölgeyi iyi tanıyan bir komutanın becerili yönetimiyle düşmanlarını alt etmesi veya zor durumda bırakmasıyla gerçekleşmiştir. Bu kişi Alman Doğu Afrika kuvvetlerinin komutanı olan Paul von Lettow-Vorbeck’den başkası değildir. Von Lettow çalılık harbindeki tecrübesi, düşman hakkındaki keskin öngörüsü, stratejik zekası ve hepsinden önemlisi çok kısıtlı imkanlara rağmen askerleri üzerindeki bağlayıcı etkisi sayesinde sadece Alman kamuoyunun değil müttefik kamuoyunun da takdirini kazanacaktı. Almanların diğer sömürgelerinde ki varlığı bu kadar kısa sürmüşken Von Lettow’un bu kadar uzun süre hasımlarına karşı direnmesi ile ilgili aşağıda okuyacağınız hikaye sonucunda sizin de takdirini kazanacağını düşünüyorum. Von Lettow ve emri altındaki askeri kuvvet ise 1. Dünya Savaşı sonunda Alman İmparatorluğu adına en son teslim olan birlik olarak tarih kayıtlarına geçtiğini de unutmamak gerekiyor.

Ancak von Lettow’un hikayesine geçmeden önce Afrika Kıtasında bulunan diğer Alman sömürgelerinin 1. Dünya Savaşı başladıktan sonra yaşadıklarına kısaca değinerek von Lettow’un neler başardığını daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.

BATI AFRİKA CEPHESİ

Almanya’nın 1884’te ele geçirdiği Batı Afrika sömürgelerinden Togoland’da 1913 yılında sadece 26 adet Alman memur bulunuyordu ve Togo’nun bütçesi Berlin Üniversitesi’nin bütçesinden küçüktü. Togo’nun kıyıdan 100 kilometre kadar içerde bulunan kenti Kamina’da Almanların yeni inşa ettikleri kablosuz telgraf vericisi bulunuyordu. Savaş başlar başlamaz İngilizler Togo üzerine yürüdüler. 09 Ağustos ile 26 Ağustos 1914 tarihleri arasında cereyan eden muharebeler neticesinde, Almanlar kendi telgraf vericilerini tahrip ederek teslim olmak zorunda kaldılar. Almanların Togo’daki toplam kuvveti 152 paramiliter polis, 416 yerel polis ve 125 sınır bekçisinden ibaretti. Bu birliklerin ateş gücü ise 4 adet MG-08 (Maschinengewehr-08) makineli tüfek ve 14 adet 1898 yapımı Gewehr 98 (G98) piyade tüfeğinden oluşuyordu. Bu silahlar dışında yerel polis ve sınır bekçileri tarafından Mauser Model1871 veya teknik adıyla İnfanterie-Gewehr 71 model mavzer tüfeği kullanılıyordu. Yukarıda bahsi geçen 1871 model tüfeklerin Birinci Dünya Savaşı esnasında gerçekten miadı dolmuş bulunuyordu. Çünkü bu tüfeklerin tesirli menzili düşüktü ve bahse konu tüfeklerin en önemli özelliklerinden birisi ateş açarken çıkardıkları siyah barut dumanı yüzünden ateş eden askerlerin düşmana açık bir hedef olmalarına neden olmasıydı. Siyahi askerler 1. Dünya savaşından önce sadece asi kabilelerle çarpıştıkları için, bu eski tüfeklerin çıkardıkları duman, hedef olmaları açısından, bir sorun teşkil etmiyordu. Üstelik dünya savaşı öncesi dönemde bahsi geçen 1871 model bu tüfeğin kalibresinin büyük (9,5x60mm) olması da bir avantaj olarak değerlendiriliyordu. Dolayısıyla sömürgelerde yerlilerden devşirilmiş ve henüz modern silahlarla teçhiz edilmiş bir düşmanla karşılaşmamış olan birlikler için bu silahların çok uygun olduğu düşüncesi çok yaygındı. Ancak 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu tutum değişmeye başlayacaktı. Çünkü 1871 model bu tüfeğin çıkardığı duman askerlerin çalılıklar arasında gizli kalmasına imkan vermiyordu. 1914 senesinde Von Lettow savaşın başlarında bir yerli askerin kazanabileceği en büyük ödülün düşmandan ele geçirilmiş bir modern piyade tüfeği olduğunu belirtmişti.

Almanların bir diğer Batı Afrika sömürgesi olan Kamerun, Togoland’a göre daha fazla direnmesine rağmen aynı kaderi paylaşacaktı. Almanlar, 1914 Eylül’ünde Kamerun'un en önemli yerleşim merkezi olan liman kenti Duala’yı korumak için denize mayın döşemişlerdi. Fransızlarla birlikte hareket eden İngilizler bu mayınları temizleyerek savaş gemilerini de çatışmalara dahil etmeyi başardılar. Ocak 1915’te bu cephedeki Alman kuvvetlerinin sayısı 1,460 beyaz, 6,550 Afrikalı asker olmak üzere 8010 mevcuda ulaşarak en yüksek rakamına ulaşmıştı. Alman kuvvetlerinin kabiliyetli komutanı Carl Zimmermann, elindeki bu kuvvetle 1915 yılının sonlarına kadar düşmana karşı direnebildi. Fakat Carl Zimmermann karşısındaki kalabalık kuvvete karşı bir varlık gösteremeyeceğini anlayarak Almanların savaşta tarafsız olan İspanyol Ginesi’ne çekilmelerini emretti. Böylelikle Şubat 1916’da Birinci Dünya Savaşı’nın Afrika’daki Kamerun Cephesi İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin galibiyeti ile kapanmış oldu. Bu galibiyet sonrası Fransa ve İngiltere Togo ve Kamerun’u aralarında paylaştılar.

GÜNEY BATI AFRİKA CEPHESİ

İngiltere, Güney Afrika Birliği’den 07 Ağustos 1914’te, Alman Güney Batı Afrika’daki (günümüz Namibya) limanları ve kablosuz telgraf istasyonlarını ele geçirmelerini istedi. Bahsi geçen Güney Afrika Birliği, 1910 yılında 4 İngiliz sömürgesinin birleşmesiyle meydana gelen ve Büyük Britanya’nın dominyon statüsü verdiği meşruti bir monarşiydi. İngiltere’nin, Güney Afrika Birliğine bu emri vermesi birlik içerisinde karışıklık çıkmasına neden oldu. Bu karışıklığın nedeni ise geçmiş yıllarda yaşanan bazı gelişmelerden ileri geliyordu. İngiliz Güney Afrika Birliği içerisinden Hollanda kökenli, Hollanda lehçesi olan Afrikaans dilini konuşan ve Afrikaner olarak isimlendirilen BOER’ler bulunuyordu. Boer’lerin İngiltere ile karşı karşıya geldikleri 1. Boer Savaşı (1880-1881) ve 2. Boer Savaşı (1899-1902) sırasında Almanlar Boerler’e destek vermişti. Bu yüzden Boerler arasında belirgin bir Alman taraftarlığı vardı.



Bu sempatizanlığa rağmen Boerler içerisinde de İngilizleri destekleyen çok sayıda asker ve komutan vardı. Buna en iyi örnek daha sonra Alman Doğu Afrika’sında İngiliz kuvvetlerine komuta edecek olan Jan Christiaan Smuts ile meşhur General Louis Botha idi. Bu iki komutan Boer olmalarına rağmen İngiltere'yi destekleyerek, Güney Afrika’nın İngiltere’den ayrılarak bağımsız olmasını isteyen ve Almanlardan da lojistik destek gören Boerlerin çıkarttığı Maritz Ayaklanmasını (Beş Şilin Ayaklanması) bastıran komutanlardı. İsyancıların başı Manie Maritz (Daha sonra Adolf Hitler tarafından Güney Afrika’ya gönderilecekti.) Almanya ile bağımsızlıklarını tanıdıklarına dair bir antlaşma da yapmıştı. Jan Smuts isyanı bastırmış olsa da isyancılar Alman Güney Batı Afrika’sına sığınarak mücadelelerini sürdürdüler. Ancak bu mücadele uzun soluklu olmayacaktı. Çünkü Jan Smuts 1. Dünya savaşının başlamasından sonra Alman Güney Batı Afrika’sını işgale girişmeye karar vermişti. Bu işgal hareketi sırasında Almanlar, Eylül 1914’te Güney Afrika birliklerini yenmişlerse de kendilerinden yaklaşık 10 kat daha kalabalık bir orduya karşı fazla direnemeyeceklerdi. Nitekim bu cephede Almanların gücü sadece 5,000 civarında askerden oluşuyorken, İngilizlerin Güney Afrika'da 1915 başlarında silah altındaki 70,000 askerinin 43,000'i Alman Güney Batı Afrika’sına karşı görev alıyorlardı. Ayrıca İngilizler ile birlikte hareket eden Portekiz'in de Angola’da 6,000 civarında askeri bulunuyordu. Bu ezici güç karşısında Almanlar Temmuz 1915’te kesin bir mağlubiyet yaşayarak Güney Afrika Birliğine teslim oldular.

Botha'nın ordusunun bu nispeten hızlı galibiyeti Alman Güney Batı Afrika’sının coğrafyasıyla da ilgiliydi. Doğu Afrika'nın sulak olduğu için çeçe sineği barındıran vadiler ile dağlık ve çalılık alanlardan oluşan arazisi yerine burada kumlu ve kurak düzlükler yoğunluktaydı. Bu da elbette işgalci orduların işini oldukça kolaylaştıran bir faktördü. Ayrıca ilerleyen dönemde Boerlerin Doğu Afrika Cephesi'nde de Almanlara karşı savaşmaları Almanların beklediği gibi Boerlerin desteğinden mahrum kalacağını ve haliyle hayal kırıklığı yaşamalarına neden olmuştu. Von Lettow bu konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde beyan etmişti:

"Güney Batı Afrika'daki Herero ve Hottentot İsyanı (1904-1906) beni çalılık harbinin özellikleriyle tanıştırdı. Bu dönemde Botha'nın komutasındaki… Boerlerle pek çok kişisel deneyimim oldu. Nesillerdir Afrika bozkırını mesken edinen bu Kuzey-Batı Alman ırkının mükemmel nitelikleri saygımı kazanmıştı. Boerlerin daha sonra Afrika'nın Alman kısmının İngilizleşmesinde belirleyici (ve bir bakıma trajik) bir rol oynayacaklarını hayal bile edemezdim."

Bu gelişmelerle birlikte müttefikler savaşın hemen başında Batı Afrika’daki Alman sömürgelerinin kontrolü altındaki limanları işgal ederek Alman donanmasının bu limanları kullanmasını engellemiş oluyordu. Ayrıca Alman Doğu Afrika’sındaki Darüsselam ve Tanga limanları da saldırıya uğramış ve abluka altına alınmıştı. Dolayısıyla Alman Donanmasının Güney Atlantik, Doğu Asya ve Hint Okyanusundaki donanmaları lojistik destekten mahrum kalmıştı. Bu gelişmelerle birlikte Almanlar 1. Dünya Savaşı’nın daha ilk senesinde Afrika kıtasında Doğu Afrika dışındaki tüm sömürgelerinde müttefikler tarafından mağlup edilmiş ve sömürgeleri ile birlikte önemi savaşın ilerleyen döneminde daha çok anlaşılacak olan lojistik destek hatlarından mahrum kalmışlardı.

DOĞU AFRİKA CEPHESİ

Doğu Afrika’daki Alman sömürge valisi Heinrich Albert Schnee, yöneticisi olduğu toprakları savaşın dışında tutmak istiyordu. Vali Schnee bu amaçla Darüsselam’ı tarafsız liman ilan etti ve Von Lettow’un savaş yanlısı telkinlerine karşı çıktı. Halbuki İngilizler Almanya'ya savaş ilan etmelerinin ertesi günü savaşı Afrika'ya taşımaya çoktan karar vermişler ve hatta Belçika'ya da bu yönde baskı yapıyorlardı. Almanya ise bu süreçte önceki yıllarda yapılan anlaşmalar uyarınca (1885 Berlin Kongo Umumi Senedi) Afrika'daki sömürgelerin tarafsız bölge ilan edilmesi ve savaşın dışında tutulması için ABD aracılığıyla diğer devletler nezdinde bir diplomasi yürütüyordu. Ancak bu diplomatik hamle Fransa ve İngiltere tarafından reddedilmesi ile başarısız oldu. İngiliz ve Fransızların bu hamlesi ile Alman sömürgelerinin savaşın dışında tutulmasının işine gelmediği ve dolayısıyla savaşın Doğu Afrika’ya sıçramasının önlenemeyeceği anlaşıldı. Nitekim İngilizler savaş başlar başlamaz Afrika'daki tüm Alman sömürgelerine ve özellikle de liman ve telgraf vericilerine saldırıya geçtiler. Çünkü Almanların Doğu Asya ve Atlantik Okyanusunda bulunan filoları için bu limanlar hem lojistik destek hem de haberleşme açısından büyük öneme sahipti. Keza yukarıda da zikrettiğimiz gibi Batı Afrika ve Güney Batı Afrika’da bulunan Alman sömürgelerinin kısa sürede işgal edilmesi Almanların Atlantik Okyanusunda ki etkinliğini büyük oranda yok etmişti. Bu gelişmeler üzerine von Lettow, adeta darbe mahiyetinde bir adım atarak, Vali Schnee’yi ikinci plana itti ve sömürgeyi savunma sorumluluğunu üstlendi.

05 Ağustos 1914'te İngilizlerin Uganda’da bulunan birlikleri Viktorya Gölü civarında konuşlanmış olan Almanlara saldırarak Doğu Afrika’da savaşı başlatmış oldu. 08 Ağustos 1914'te ise İngiliz Astraea ve Pegasus Kruvazörleri, Darüsselam'a gelerek, kenti bombaladılar. Bu saldırı üzerine Von Lettow İngiliz gemilerine karşılık vermek istediyse de Vali Schnee buna engel oldu. Vali Schnee İngilizlerin amacının kentteki telgraf vericisini tahrip etmek olduğunu anlayarak, kendisi askerlere vericiyi tahrip ettirdi ve hükümet konağına bir beyaz bayrak çektirip bombardımanın durmasını sağladı. Bu saldırıda İngiliz gemilerinin atışları o kadar isabetsizdi ki Almanlar kendi vericilerini imha etmeseydiler gemiler telgraf vericisini vurana kadar şehrin yarısını yıkacaklardı. O günlerde henüz Tabora'daki büyük verici tamamlanmadığı için Darüsselam vericisi stratejik bir önemdeydi. Alman Doğu Afrika’sında Bukoba ve Muansa'da bulunan diğer iki kablosuz telgraf tesisi ise ancak ülke içerisinde haberleşmeyi sağlayabiliyor, çok uzak mesafelere ileti gönderemiyordu. Schnee ayrıca Astraea Kruvazörü'nün kaptanıyla Darüsselam'ın tarafsız liman olarak kabulüne ilişkin bir sözleşme de imzaladı. Benzer bir sözleşme de Tanga limanı için imza altına alındı. Ancak von Lettow, Vali'nin bu adımlarını şiddetle karşı çıkıyordu. Vali Schnee ise önceliği, iktisadi olarak kalkındırmaya uğraştığı sömürgesinin savaştan asgari zararla çıkmasını sağlamaktı.

Bu dönemde von Lettow ne yaparsa yapsın Doğu Afrika'da İngilizleri kesin bir mağlubiyete uğratacak konumda değildi. Çünkü von Lettow’un emrindeki ordu 3,500 kişiyi geçmeyen Schutztruppe (Koloni Koruma Gücü) ve yerli polis kuvvetinden oluşuyordu. Bu birliklerin silahları Schutztruppen-Gewehr 98 (Gew-98S), Gew71, Gew88, Kar88, ve Kar98 gibi eski model tüfeklerden oluşuyordu. Bu birliklerde sadece subayların kullandığı tabancalar ise 1883 Reichsrevolver, Roth-Sauer Luger ve P08 Tabancası ortak kullanımdaydı. Buradaki en önemli sorun ise bu tabanca ve tüfeklerin cephanesinin sınırlı olmasıydı. İngilizlerin denizlerdeki sıkı kontrolünü aşarak Almanya'dan takviye lojistik malzemesi getirmek de pek kolay değildi. Zaten von Lettow göreve başlamadan önce 1912 yılında hazırlanan savunma planları da bu duruma göre şekillendirilmişti. Hazırlanan plana göre İngiltere ile bir savaşa girildiğinde sömürgedeki Alman kuvvetleri liman kentlerini savunmak için çaba harcamayarak iç bölgelere çekilecek ve burada bir savunma hattı oluşturacaklardı. Von Lettow, bu planda bazı değişiklikler yaptı ve İngilizlerin saldırmasını beklemeden İngiliz Doğu Afrika’sına girerek, üstün konumda bulunan İngilizlerin elinden inisiyatifi almayı ve muharebelerin de İngiliz Doğu Afrika’sında cereyan etmesini sağlamayı amaçladı.



Bu stratejiye uygun olarak von Lettow, Klimanjaro Dağı civarındaki yüksek arazide bulunan Moshi'yi askeri bir merkez haline getirdi. Burası sömürgedeki Alman yerleşimcilerin yoğunlaştığı, büyük zirai çiftliklerle sarılı bereketli bir bölgeydi. İngiliz Doğu Afrika’sı sınırında bulunan Moshi, bir demiryolu ile Tanga'ya da bağlanıyordu. Von Lettow Ağustos ortalarında Moshi'den İngiliz Doğu Afrika’sına saldırarak stratejik Taveta kentini ele geçirdi. Taveta, İngilizlerin karadan Alman Doğu Afrika’sına saldırmak için geçmeleri gereken bir kapı gibiydi. Mart 1916'ya kadar Almanlar, bu bölgeyi ellerinde tutmayı ve dolayısıyla da sömürgelerini karadan gelecek bir İngiliz işgalinden korumayı başardılar.

İngilizler 01 Kasım 1914'te Hindistan'dan gönderilen askerlerle, Alman Doğu Afrika’sının kuzey doğusundaki liman kenti Tanga’ya çıkarma yaptılar. Bu çıkarma sırasında savaşı bizzat yöneten von Lettow, Moshi’den Tanga’ya demiryoluyla takviye birlikler sevk etti. İngilizlerin bu çıkarma sırasındaki mevcudu yaklaşık olarak Almanların 8 katıydı. Ayrıca İngiliz askerlerinin teçhizatı Almanlara göre daha moderndi. Almanların bu kadar dezavantajının üzerine İngiliz savaş gemilerinin desteği de eklendiğinde İngiliz kuvvetlerinin bu çıkarmada başarılı olması kaçınılmazdı. Ancak her ne kadar İngilizler deniz gücünün kara birliklerine bombardıman olarak avantaj sağladığı düşünülse de İngiliz savaş gemileri kıyıya çok yakın oldukları için yaptıkları bombardıman sınırlı bir etki yaptı. Almanların topu olsaydı muhtemelen bu gemileri bu kısa mesafeden vurup ya hasar verecek yada batırabileceklerdi. Ancak Almanların Moshi'den sevk ettikleri 2 top Tanga'ya zamanında ulaşamadığı için bu durum gerçekleşememiştir.




İngiliz kuvvetleri bu kadar avantaja rağmen Alman direnişini kıramadığı gibi 141'i İngiliz subay ve asker olmak üzere toplam 795 kayıp vererek kesin bir mağlubiyete uğradı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Eğer Tanga kaybedilseydi Almanlar Klimanjaro civarındaki akınlarını sonlandırmak ve güneye çekilmek zorunda kalacaklardı. Dolayısıyla bu çıkarmadaki başarısızlık Doğu Afrika cephesinin kader anlarından birisini oluşturmuştu. Bu başarı von Lettow’un prestijiyle beraber askerlerinin motivasyonunu da arttırdı. İngilizler ise Doğu Afrika Cephesi'nde savaşa ara vermek zorunda kaldılar. Almanlar Tanga’da İngilizlerden 8 makineli tüfek, 455 piyade tüfeği ve yarım milyon mermi ele geçirmişlerdi. Ancak ele geçirilen ganimetler içerisinde en önemlileri telefon ekipmanlarıydı. Almanlar ele geçirdikleri bu telefon ekipmanlarını daha sonra Uganda Demiryolu civarında gerçekleştireceği akınlarda İngiliz telefon hatlarını dinlemekte kullanacaklardı.

İngilizler yaşadıkları bu hezimeti uzun bir müddet boyunca kamuoyundan gizlediler. Hatta subayların kendi aralarındaki yazışmalarda dahi ‘’Tanga yenilgisinden’’ bahsedilmesi yasaklanmıştı. İlerleyen dönemde bazı İngiliz subaylar Tanga çıkarmasında yaşadıkları hezimetten gereğince ders almadıkları için 1 yıl sonra Çanakkale'de benzer bir mağlubiyete uğradıklarını belirteceklerdi. Almanlar Tanga’da İngilizleri püskürttükten sonra sömürgelerinin kuzey sınırından taarruza geçerek, stratejik konuma sahip olan Salaita Tepesi'ni ele geçirdiler. Böylelikle İngilizlerin kendilerine karşı karadan yapacakları askeri harekatları da zorlaştırmış oldular. Bu tepenin ele geçirilmesi sayesinde Almanlar, İngiliz Doğu Afrika’sına yağma seferleri de yapma fırsatı da yakaladılar. Almanlar özellikle Uganda Demiryoluna mayın döşeyerek trenleri yağmalıyorlardı. Bu tür operasyonlar İngilizlere ciddi zararlar verebiliyordu. Örneğin, Tsavo Köprüsü'nün havaya uçurulması hem tamiri için ciddi bir bütçe ve emek harcanmasını gerektirdi, hem de demiryolu trafiğini sekteye uğrattı. Savaşın bu döneminde İngiliz sömürgesinde yaşayan Müslümanlar Almanlara yardım etmekten çekinmiyorlardı. Zengibar Sultanı Mombasa'daki memuruna bir mektup yazarak Müslümanları İngiltere'ye sadakat göstermeye çağırmıştı.

Almanlar açısından bu akınlar pek de kolay yapılmıyordu. Uganda Demiryolunun etrafında su olmadığı için Schutztruppe timlerinin gidiş ve dönüş yolu boyunca ihtiyaç duyacakları suyu yanlarında taşımaları gerekiyordu. Küçük gruplar olarak demiryolu civarına sızdıkları için, iz bırakmamaları ve kendilerini fark ettirmemeleri şarttı. Böyle bir harekatı yapan ilk Schutztruppe birliği Uganda Demiryolu civarına geldiğinde neredeyse açlık ve susuzluktan ölecek bir haldeydi. Zayıf düşen bu birlik herhangi bir operasyon düzenleyemeden İngilizler tarafından yakalanmıştı. Hatta yapılan diğer akınlarda susuzluktan ölen bile olmuştu. Von Lettow'un bu demiryolu yağmalarını yaptırmaktaki esas amacı İngilizleri 700 kilometrelik bir bölgede asker konuşlandırmaya zorlamak ve Alman Doğu Afrika’sına taarruz etmelerine fırsat vermemekti. Nitekim von Lettow'a göre birkaç bin mevcutlu bir askeri kuvvetle Alman Doğu Afrikası'nı doğrudan savunmak mümkün değildi. Dolayısıyla von Lettow, düşmana onun toprağında saldırmak ve onu orada oyalamak taktiğini benimsemişti. Bu akınların bir diğer getirisi de çok sayıda at, mühimmat ve silah ele geçirerek birliklerin eksik teçhizatlarını Alman anakarasından yardım gelmediği için temin etmeleriydi. Hatta Almanlar ele geçirdikleri atlar sayesinde ikinci bir süvari birliği oluşturabilmişlerdi. Bu sayede artık akınlarını çok daha uzak bölgelere ve çok daha süratli bir şekilde yapabiliyorlardı.

İngilizler bu saldırılar karşısında tedbir olarak lokomotiflerin önüne boş vagonlar yerleştirdiler. Böylece mayın patlaması halinde lokomotiflerde masraflı ve telafisi zor hasarlar meydana gelmiyor sadece öndeki boş vagon zarar görüyordu. Ayrıca yolcu ve demiryolu personelini Alman mermilerinden korumak için zırhlı trenler de kullandılar. Saldırıları düzenleyen Schutztruppe askerlerini takip ederek çatışmak hem çalılık olan bölgede iz sürmenin zorluğu hem de su yokluğu sebepleriyle İngilizler için hiç kolay olmuyordu.

Trenlerin yakıt olarak kullandığı odunu, yerlileri istihdam eden ve demiryolu civarında kulübeleri bulunan Hintliler sağlıyorlardı. Almanların demiryolu civarında yardım alıp barınabilecekleri yegane yerler bu kulübelerdi. İngilizler, Hintlilerin Almanlara yardım ve yataklık ettiklerinden şüphelenerek bazılarını sorgulayıp sert bir şekilde cezalandırdılar. 1914 sonlarından itibaren neredeyse bir yıl bu şekilde mücadelelerle geçti.

Bu kısmı özetlemek gerekirse, 1914 Ağustos’unda savaşın ilanıyla beraber Doğu Afrika'da başlayan muharebelerde Almanlar, İngilizleri, Belçikalıları ve Portekizlileri defalarca mağlup etmeyi başarmışlardı. Almanlar karadaki bu üstün konumlarını 1916 başlarına kadar muhafaza etmeyi de bildiler. Bu zaman diliminde Almanlar Afrika, Çin ve Pasifik'teki diğer sömürgelerinde benzer bir başarı gösteremediler. 1916 yılına gelindiğinde Almanların Doğu Afrika haricindeki tüm sömürgeleri işgal edilmişti.

1916-1917: ALMAN DOĞU AFRİKASI'NIN İŞGALİ

1915 yılının ortalarına gelindiğinde Almanya, Doğu Afrika dışındaki Afrika sömürgelerini kaybetmişti. Doğu Afrika’da ise taraflar henüz yenişemiyorlardı. Doğu Afrika, Fransa, Çanakkale, Mısır ve Mezopotamya Cephelerine asker yollamış olan Hindistan, İngiliz Doğu Afrika’sına daha fazla asker yollayabilecek durumda değildi. Bu yüzden İngilizler asker ihtiyaçlarını özellikle Afrika’da Alman sömürgelerinde elde ettikleri topraklardan karşılama yolunu seçtiler. Ancak Alman Güney Batı Afrika’sının işgal edilmesinde önemli rol oynayan komutanlar Botha ve Smuts ilk başlarda siyasi sebeplerden ötürü Doğu Afrika kuvvetlerinin komutasını üstlenerek risk almaya yanaşmıyorlardı. Kasım 1915’e gelindiğinde Hindistan ve Güney Afrika’dan gönderilenler ile Doğu ve Orta Afrika’dan devşirilen askerlerden oluşan büyük bir İngiliz kuvveti ortaya çıkmıştı. Bu kuvvetin komutanlarından biri de Çanakkale Cephesinden yeni dönmüş olan Simpson Baikie idi.

Eğer İngilizler çeşitli sömürgelerinden topladıkları ordularla 1916 başlarından itibaren Taveta üzerine taarruz etmemiş olsalardı, von Lettow daha da kuzeye ilerlemek üzere planlar yapmıştı. Çanakkale’de İtilaf Devletlerinin düştükleri zor durum, Sudan’da ortaya çıkan ihtilal ve İngilizlerin savunma hatlarını Süveyş Kanalı civarına kurdukları bilgisi von Lettow’a iletildiğinde; İngilizlerin Güney Afrika’dan devşirdikleri askerleri muhtemelen Batı Cephesi’ne veya Çanakkale’ye sevk edeceklerini, dolayısıyla Alman Doğu Afrika’sına sevk etmeyeceklerini düşünerek bir ordu ile kuzeye ilerleyip Mazeras üzerinden Uganda Demiryolu’nu da ele geçirerek Mombasa’ya yürümeyi planlıyordu. Bu plan içerisinde Mombasa'ya yapılacak taarruza Königsberg'in de denizden destek vermesi düşünülüyordu. Von Lettow’un aklında Mısır’daki İngilizleri arkadan kuşatabileceği bir harekata başlamak vardı. Ancak alınan istihbaratlar neticesinde, İngilizlerin Doğu Afrika’da taarruza geçecekleri netleşince bu iddialı stratejiden vazgeçildi. Ayrıca von Lettow'un Nairobi üzerine yürümesini sağlayacak asker, nakliye ve lojistik kaynağından mahrum olduğu da başka bir gerçekti.

Savaşın bu aşamasında İngilizler, Doğu Afrika’da uğradıkları itibar kaybının özellikle gelecekte sömürge yönetimi açısından ciddi sıkıntılar doğuracağını hesap ederek, prestijlerini geri kazanmak için Alman Doğu Afrika’sını tamamen işgal etmeleri gerektiğine düşünüyorlardı ve bunun için gereken çok sayıda asker, silah ve cephaneyi tedarik etmeye başlamışlardı. Ayrıca Kongo’daki Belçikalılarla aynı anda taarruz etseler dahi yine kendi eğittikleri ve komuta ettikleri askerlerle bu işi sonlandırmak gerektiğini anlamışlardı. Nitekim Kongo’da konuşlanmış Belçika kuvvetlerinin (Force Publique) aşırı derecede acımasız ve vahşi olması yerli halkı İngiltere karşıtlığına sürükleme riski taşıyordu.

İngiliz kuvvetlerinin 1914 ve 1915 yıllarında Doğu Afrika Cephesi’nde Almanlar karşısında uğradıkları hezimetler Alman kuvvetlerini gözlerinde büyütmelerine sebep olmuştu. Örneğin General Smith-Dorien İngiliz Genelkurmayına yazdığı raporlarda Alman gücünün 2.200 beyaz ve 25.000 Afrikalıdan oluştuğunu belirtiyordu. Halbuki tüm savaş boyunca Alman saflarında ortalama 2.600 Avrupalı ve 10.600 Afrikalı savaşacaktı. Alman ordusu en kalabalık olduğu sırada ise 3.007 Avrupalı ve 12.000 Afrikalı askere ulaşacaktı. Buna karşın İngiliz kuvvetlerinin sayısı Ağustos 1916’da 58.000 idi. Sadece savaş ve hastalık sebebiyle ölen, yaralanan ve hastaneye yatırılan İngiliz askerlerinin toplam sayısı 349.311 idi ve bu rakamlara yük taşıyıcılar dahil değildi.

İngilizlerin Alman Doğu Afrika’sı hakkında detaylı bilgilerinin olmaması yaşadıkları hezimetlerin önemli bir sebebiydi. Ele geçirdikleri bazı haritalar 1914’ten sonra yapılmış olan yolları göstermedikleri gibi ülke hakkında yeterli bilgide vermiyordu. Dolayısıyla yaptıkları manevralarla Almanları sıkıştırdıklarını düşündükleri anlarda, Almanlar İngilizlerin önceden fark etmedikleri ve tedbir almadıkları bir yoldan geri çekiliyor; geri çekilirken de İngilizlere ağır kayıplar verdiriyorlardı. İngilizler, Almanların konumlarını ve güçlerini görmek için uçakları kullanıyorlardı. Ancak bu keşif uçuşlarının her zaman başarılı olduğunu söylemek zordu. Çünkü çalılıkların arasındaki Alman askerleri muhtemelen düşman keşfinden kendilerini rahatlıkla sakınabiliyorlardı.

İngilizler Doğu Afrika Cephesi’nde von Lettow’un önceliklerini bir türlü kavrayamamışlardı. Von Lettow ise Kayser'in emri gereğince savaşı mümkün mertebe uzatmaya çabalıyordu. Çünkü Lettow, Almanya’nın sömürgelerini muhafaza edebilmek için Afrika’da değil Avrupa Cephesi’nde galibiyet sağlaması gerektiğini iyi biliyordu. Afrika’da ne kadar başarılı olursa olsun, Avrupa’da yenilen bir Almanya’nın Afrika’daki mevcudiyetini koruyamayacağı açıktı. Kaldı ki denizden kuşatılmış olan Alman Doğu Afrika’sının, elindeki kısıtlı kaynaklarla İngilizler üzerinde kesin bir zafer sağlayamayacağı da en baştan belliydi. Dolayısıyla Lettow’un stratejisi Alman Doğu Afrika’sının sınırlarını muhafaza etmek üzerine değil, İngilizleri Doğu Afrika’ya mümkün olduğu kadar asker, mühimmat, tıbbi ve lojistik malzeme sevk etmeye zorlayarak diğer cephelerdeki baskıyı mümkün olduğunca azaltmak üzerine kuruluydu. Şimdi İngilizler dört bir yandan topladıkları askerlerle Lettow’a taarruz ederek tam da onun amacına uygun bir şekilde davranıyorlardı.

Doğu Afrika’daki İngiliz kuvvetlerinin başına getirilen General Smuts, Alman Doğu Afrika’sını tamamen işgal ederek kuzeyini İngiliz hakimiyetine, güneyini de Portekiz Doğu Afrika’sına bırakmayı planlıyordu. Portekizliler de aldıkları toprağa karşılık sömürgelerinin Güney kısmını Güney Afrika’ya terk edeceklerdi. Böylelikle Smuts, Güney Afrika askerlerinin Doğu Afrika Cephesi'ne gönderilmesine uygun bir gerekçe bulmuş oluyordu:
’Böylelikle Güney Afrika askerleri İngiltere’nin emperyal amaçları uğruna değil kendi ülkelerine toprak kazandırmak için savaşmış olacaklardı.’’
Neticede, Jan Smuts 73.300 kişilik bir orduyla Alman Doğu Afrika’sını karadan işgale girişti. Aslında İngilizlerin liman kentlerine çıkarma yaparak ilerlemeleri bekleniyordu. Ancak Smuts kurak olan bu alçak arazilerde askerlerini kaybetmek yerine yüksek rakımlı Moshi üzerine yürümeyi tercih etti. Bu tercih, Almanların Okyanusla bağlantılarını muhafaza etmelerine ve anavatanlarından, sınırlı da olsa, lojistik ve mühimmat takviyesi alabilmelerine imkan verecekti. Bu kararda muhtemelen önceki sene gerçekleşen Tanga çıkarmasının başarısız olması da etkili olmuştu. Ağustos 1915'te Almanların mevcudu 2.217 Avrupalı ve 10.035 Afrikalı askerden oluşuyordu.

Almanlar, Ağustos 1914’ten Mart 1916’ya kadar, kuzeyde işgal ettikleri İngiliz mevkilerini ellerinde tutabildiler. Bu tarihten sonra İngilizler topladıkları büyük ordularla hücuma geçtiler. Ayrıca Belçikalılarla anlaşarak onların da bir cephe açmasını sağlamışlardı. Alman savunmasını geçmek her ne kadar kolay olmadıysa da İngiliz ordusunun ezici üstünlüğü Almanları geri çekilmek zorunda bıraktı. Portekiz'in Mart 1916'da müttefiklerin yanında savaşa katılması da durumun değişmesinde etkili olmuştu. 1916 yılı boyunca Almanlar hızlıca güneye çekildiler. Merkez Demiryolu İngilizlerin eline geçerken Tabora Belçikalılarca işgal edildi. Ancak Alman ordusu bu savaşlarda geri çekilirken düzenlerinden hiçbir şey kaybetmedi. Yani Almanların ricatı gayet muntazam ve karşı tarafa mümkün olduğu kadar kayıp verdirerek gerçekleşti. Sene sonuna gelindiğinde Alman Doğu Afrika’sının büyük bir kısmı, İngiliz ve Belçikalı komşularının egemenliği altına girmişti. Bu durum yine von Lettow’un İngilizlerin büyük bir ordusunu Doğu Afrika’da bağlamak stratejisine uygundu. 1916 sonlarında von Lettow'un ordusunun mevcudu hala 8.000'in üzerindeydi.

Ayrıca Almanlar güneye topyekun çekilmemişlerdi. Tabora'nın Belçikalıların eline geçmesiyle oradan ayrılan General Wahle'nin komutasındaki bir kol kuzeye ilerlemişti. Belçikalılar bu orduyu takip edebilecek durumda değillerdi. Mevcudu 1.500 ile 2.500 arasında olan ve kuzeye ilerleyen bu Alman kuvveti İngilizleri aylarca uğraştırmayı başaracaklardı. 26 Kasım'da küçük bir kısmı esir alınan bu kuvvet daha sonra güneye inerek von Lettow'un ordusuna katılmayı başardı.

Belçika sömürgesi olan Kongo 1915’te doğu sınırına 10.000 ile 12.000 asker yığmıştı. Şubat 1916’ya gelindiğinde Kongo, Alman Doğu Afrika’sını işgal etmek için, 5.000 askeri daha silahaltına aldı ve Nisan 1916’da işgal harekatına başladı. Bu kuvvetlerin de İngilizler gibi en büyük zaafı gıda ve lojistik sağladıkları kendi topraklarından uzaklaştıkça daha fazla taşıyıcıya ihtiyaç duymalarıydı. Temmuz 1916’da bu birliklerin Katanga-Darüsselam demiryolunu ele geçirmeleri taşıyıcı ihtiyaçlarının artışına engel de olmamıştı.

İngilizler von Lettow'un Merkez Demiryolunu bırakmayacağını ve tüm kuvvetleriyle bir savunma savaşı vereceğini düşünüyorlardı. Halbuki von Lettow ordusunun ciddi bir kayıp yaşamamasına özen göstererek güneydeki kurak araziye çekildi. İngiliz kamuoyu bu dönemde;

"Almanlar usanmak üzere. Hafifletici sebep buldukları anda beyazlarının çoğunluğu teslim oluyorlar ve Afrikalı askerler kaçıyorlar, fakat başkomutanları von Lettow harikulade karakterli bir adam olmalı ki hala elindeki orduyu bir arada tutmayı başarıyor."
Şeklinde haber yapıyordu.

Almanlar geri çekilirken Darüsselam’dan Ujiji’ye uzanan Merkez Demiryolu'nu kısmen tahrip etmişler, köprüleri yıkmışlardı. Ancak raylar büyük oranda sağlam olduğu için İngilizler yolu onarmayı başardılar. Elbette İngilizler bu onarımı geçici olarak yapıyordu. Çünkü rayların tamamen onarılması için İngilizlerin çok ciddi bir bütçeye ihtiyacı vardı ve savaş dolayısıyla böyle bir bütçenin ayrılması imkansızdı.

Tabora Eylül 1916'da ele geçirilince Almanların esir aldığı siviller de kurtarılmıştı. Tabora, nüfusunu çoğunlukla Müslümanların oluşturduğu büyük bir kentti. Yine aynı tarihlerde, bu kentte çalışan 6 Osmanlı uyruklu işçi de Belçikalılarca esir alınmıştı.

İngilizler 1916 sonuna kadar Almanların Merkez Demiryolunun güneyine çekilmesini sağladılar. Ele geçirdikleri bu bölgeyi de ilhak ettiler. Ancak bu işgal İngilizlere çok pahalıya mal olmuştu. Evvela Doğu Afrika çeçe sineği sebebiyle süvari kuvvetlerine uygun bir yer değildi. Çeçe, pek çok askerin ve binek hayvanının ölmesine sebep oluyordu. Nitekim Alman Doğu Afrika’sını işgal etmesi planlanan İngiliz süvarilerine verilen 3.894 adet atın, Mart ayından 23 Mayıs 1916’ya kadar geçen yaklaşık iki aylık bir süre içinde, 1.639'u ölmüş ve 718'i iş görmez bir hale gelmişti. Bu sineğin gücünü kendi gücüyle birleştiren von Lettow, piyade olan ve kollarıyla bacaklarını örtecek şekilde giyinen Schutztruppe askerlerini bu sineklerin yoğun olarak bulundukları yerlerden geçirerek takip eden İngiliz süvarilerine ayrıca darbe indiriyordu.

Yine Haziran-Eylül 1916 tarihleri arasında Uluguru Dağlarına yerleşen Almanları takip eden İngiliz ordularına lojistik sağlamakta kullanılan toplam 54.000 adet katır, eşek, at ve öküzün sadece 600’ü çeçe sineğine av olmaktan kurtulabilmişti. Bu kayıplar İngiliz lojistik hatlarına büyük darbe vuruyor ve tedarik hatlarında büyük aksamalara neden oluyordu. Üniformaları, uzun bir şort şeklinde, sadece dizlerine kadar inen İngiliz askerleri çeçe sineğine açık hedef oluyorlardı.

Jan Smuts, 21 Mart 1916'da Klimanjaro-Arusha bölgesini ele geçirerek, 27 Ekim 1916'da Almanları Merkez Demiryolunun güneyine atana kadar geçen yaklaşık 7 aylık sürede Doğu Afrika'da gerçekleştirdiği askeri operasyonları anlatan bir rapor yayımlamıştı. Bu rapora göre, Klimanjaro operasyonlarından sonra Smuts ordusunu üç kısma ayırmış ve işgalin başarısını bu şekilde kazanmıştı.

İngiliz kuvvetlerinin Klimanjaro'daki Alman savunmasını geçtikten sonra ilerlemek için dört alternatifi vardı. Birinci alternatif Sahile çıkarma yaparak var olan demiryollarıyla iç bölgeye ilerlemek, ikinci alternatif Viktorya Gölü üzerinden Tabora'ya ilerlemek, üçüncü alternatif Pare ve Usambara Dağlarında bulunan Almanların esas kuvvetine saldırmak ve dördüncü alternatif Arusha'dan güneye Merkez Demiryoluna doğru ilerlemek şeklindeydi. Bu alternatiflerin arasından dördüncüsünü seçen Smuts, kendisi Tanga ve Pangani civarında Almanlarla çarpışırken General Van De Venter komutasındaki başka bir kuvveti güneye yöneltmişti.

03 Nisan 1916'da 3 Güney Afrika Süvari Alayı’nın Masai steplerine yürümesiyle Van De Venter'in harekatı başladı. 06 Nisan'da bölgedeki tek su kaynağına sahip olan tepe ele geçirildi. Harekatın başladığı günden sonuçlandığı güne kadar olan üç günlük sürede atlara su verilememişti. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere arazi şartlarının ne kadar çetin olduğu anlaşılabilir. 19 Nisan'da Van De Venter’e bağlı kuvvetler Kondoa İrangi şehrini işgal etti. Ancak De Venter'in ordusu oldukça yıpranmış, pek çok at da çeçe sineği nedeniyle ölmüştü. Bu harekat Moshi ile Merkez Demiryolu arasındaki rakımı yüksek stratejik mevkilerin İngilizlere geçmesi bakımından Almanlara ciddi bir darbe vurmuştu. Bu arada yağmur mevsimine girilince Van De Venter'e düzenli gıda ulaştırılamadı ve askerleri birde açlıkla sınanmaya başladı. Bunu fark eden von Lettow 09 Mayıs 1916 sabahı 4.000 kişilik bir kuvvetle De Venter'e hücum etti. Yoğun muharebelerden sonra Almanlar De Venter'in direnişini kıramadan 10 Mayıs'ta geri çekilmek zorunda kaldılar.

Smuts ise yağmurların Mayıs’ın ikinci haftasının sonunda hafiflemesiyle birlikte De Venter’in emrindeki kuvvetler dışında ayırdığı diğer iki orduyla Pare ve Usambara Dağlarındaki Almanların üzerine yürüdü. Eteklerinden Tanga-Moshi Demiryolu'nun geçtiği bu dağlardan Pangani'ye kadar olan arazide 15-20 mil boyunca sık çalılıklar bulunuyordu. Çalılıktan istifade eden Almanlar iyi bir direnç gösterdilerse de Smuts'un askerleri 22 Mayıs 1916 ile 24 Haziran 1916 arasında 200 mil ilerlemeyi başardılar. Susuzluk ile lojistik ve nakliyedeki ciddi zorluklar Smuts’un emrindeki askerleri de perişan etmişti. Sıtma sebebiyle bazı taburların gücü ilk hallerinin %30'una gerilemişti. Bu sebeple Smuts, askerlerini dinlendirmek zorunda kaldı. Bu süre içinde donanmadan da destek alarak Tanga, Bagamoyo gibi kıyı kentleri ve Usambara Dağlarının doğusunda kalan bölgeler tamamen ele geçirildi.

Bir yandan da General Tombeur komutasındaki Belçikalılarla beraber Viktorya Gölü civarında harekatlar başlamıştı. İngilizler burada Belçikalıların işini kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. 09 Haziran 1916 tarihinde göldeki en büyük ada olan Ukerewe Adası İngilizler tarafından ele geçirildi. 14 Temmuz 1916 tarihinde ise gölün kıyısındaki önemli Alman kenti Mwanza ele geçirildi. Artık İngiliz ve Belçikalılar için Tabora yolu açılmış oluyordu.

24 Haziran'da harekatına kaldığı yerden devam eden Van De Venter ise Temmuz sonu itibariyle Merkez Demiryolu'nun Kilimatinde-Dodoma arasındaki 100 millik kısmını ele geçirmişti. Smuts da güneye doğru ilerlemeye devam ediyordu. İngilizler ile Almanlar arasındaki muharebeler Ağustos ve Eylül aylarında Uluguru Dağları'nda, Mgeta Nehri'nde ve Kissaki'de devam etti. 29 Ağustos'ta İringa, 04 Eylül'de Darüsselam ve 07 Eylül'de de Kilwa İngilizler tarafından ele geçirildi. Almanlar daha güneye, Kissaki-Rufiji yoluna, çekildiler. Hastalık ve yorgunluktan bitap düşen İngilizler ise muharebeye ara vermek zorunda kaldılar. Smuts, 1916'da cereyan eden savaşların neticesinde, Almanların Mahenge Platosu haricindeki tüm bereketli ve değerli topraklarını yitirdiklerini biliyordu. Dolayısıyla Almanlar için mağlubiyet yakın gözüküyordu.



Alman Doğu Afrika’sının üçte ikisini ele geçiren Smuts İngilizlerin gözünde adeta bir kahraman hüviyeti kazanmıştı. Doğu Afrika'ya geleli bir sene olmamasına rağmen savaşın gidişatını değiştirmiş ve Almanları çorak güney bölgesinde sıkıştırmıştı. Bu günlerde pek çok kişi Smuts'un iyi bir terfiyi hak ettiğini düşünüyordu. İngiliz hükümeti ise Smuts’u Filistin Cephesi’nin komutanı yapmak istiyordu. Bu görüş doğrultusunda Jan Smuts, 20 Ocak 1917'de İngiliz Savaş Hükümeti'nde Güney Afrika'yı temsil etmesi için Londra'ya çağırıldı. Londra'ya geldikten sonra Smuts hükümet üyelerine Doğu Afrika cephesinin bitmek üzere olduğunu, bu cephede Almanların artık zorlu bir düşman olmaktan çıktıklarını bildirdi. Hatta Smuts'a göre savaşın uzaması Mart ve Nisan aylarının şiddetli yağmurların yağdığı aylar olmasının bir neticesiydi. General Smuts’un bu raporu üzerine Savaş hükümeti kendisine Filistin Cephesi’nde Osmanlı ordularına karşı savaşmak için komutanlık teklifinde bulundu. Ancak Smuts bu teklifi geri çevirdi.

Bir rivayete göre Botha, Smuts İngiltere’ye gitmeden önce kendisine teklif edilecek bu görevi kabul etmemesini şu sözlerle sağladı:
Don’t do it, Jannie. You and I know you are no general. (Bunu yapma Jannie. İkimiz de senin bir general olmadığını biliyoruz.)
Smuts’un görüşlerinin aksine Alman ordusu ne yenilmiş veya ne de dağıtılmıştı. Dolayısıyla Jan Smuts'un bu görüşü, halefi olan General Reginald Hoskins'i zor durumda bırakacaktı. Bu dönemde uzun süredir günlük gıda istihkakları azaltmış olan İngiliz ordusu salgınların da etkisiyle gücünü yitirmişti. Güney Afrikalı ve Hindistanlı askerlerin çoğu salgın hastalık, yaralanma ve sakatlanmalar sebebiyle artık işe yaramadıkları için terhis edilmişlerdi. Bu döneme kadar İngilizlerin ordusunun üçte ikisi başka ülkelerden getirilmiş beyazlardan oluşuyordu. Almanlarda ise bu oran sekizde birdi. Beyaz askerlerin yerini alan Nijeryalı ve Ganalı askerlerse tecrübesizdiler. Ayrıca sahra hastaneleri de askerlerle doluydu. Askerlere verilen gıdanın azaltılması, bölgedeki zor şartlara alışık olan Afrikalı askerleri bile derinden etkilemiş ve bağışıklıklarını zayıflatmıştı. Smuts'un açıklamalarının aksine, Hoskins'in Londra'dan yeni askerler, tıbbi ve askeri malzemeler, mühimmat, lojistik, motorlu taşıtlar vs. talep etmesi şaşkınlık yaratmıştı. Örneğin, bir kamyonun 30 taşıyıcılık iş yaptığını hesaplayan Hoskins 400 adet yeni kamyon istemişti. Hoskins bir yandan da Doğu Afrika'dan asker ve taşıyıcı devşirmeyi hızlandırmıştı.

Afrika'daki diğer cephelerde Almanları mağlup eden İngilizler Doğu Afrika'ya büyük ordular sevk ederek Mart 1916'da taarruza geçmişlerdi, ama Alman direnişini bir türlü sonlandıramamışlardı. Almanlar ise her ne kadar iyi savunma yapıp İngilizlere büyük zayiat verdirmiş olsalar da kendilerinden kat be kat üstün düşmanları karşısında tutunamayarak 1916 Mart’ından itibaren güneye doğru hızla çekilmişti. Asker ve mühimmat kaybetmemeye özen gösteren von Lettow, güneye çektiği İngilizleri, bildikleri arazilerden, rahat ulaştıkları lojistik kaynaklardan ve yüksek rakımlı bereketli bölgelerden uzaklaştırmış oluyordu. Artık İngilizler sadece çalılık bölgelerin usta askerleri olan Schutztruppe’ye karşı değil araziye, çeçe sineğine, timsahlara, vahşi kedilere, salgın hastalıklara, yer yer açlığa ve susuzluğa karşı da savaşıyorlardı. Bu zor koşullar İngilizlerin büyük kayıplar vermelerine sebep oluyordu. Bir İngiliz subay günlüğüne;

"Ekim ve Aralık 1916 arasında çoğu sıtma vakası olmak üzere, Merkez Demiryolu üzerindeki hastanelerimizden ve seyyar hastanelerimizden 12.000 ile 15.000 hastayı tahliye ettiğimizi sanıyorum. Şu anda içinde ilerlediğimiz bölgenin ölümcül doğasını hiçbir şey bundan daha güzel gösteremez ve tek tesellimiz düşmanımızı attığımız Rufiji Vadisi'nin daha da ölümcül olmasıydı." Şeklinde not alarak durumun vahametini gösterecekti.

Bu arada Doğu Afrika'daki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olan Güney Afrikalı Jan Smuts Londra'ya çağrılmış ve terfi ettirilmişti. Burada basına ve askeri makamlara yaptığı açıklamalarda Doğu Afrika Cephesi'nin galibiyetle sonuçlanmak üzere olduğunu belirtiyordu. Halbuki Alman Doğu Afrika’sının en değerli kısımları işgal edilmiş olmasına rağmen von Lettow'un ordusu mağlup edilememiş, hatta Almanların motivasyonları da yüksek bir düzeydeydi.

Smuts cephedeyken de operasyon odaklı düşünüyor, lojistik ve nakliye hususlarına yeterince önem vermiyordu. Yerine getirilen General Reginald Hoskins ise Almanların üzerine yürümeden önce lojistik ve nakliye eksikliklerinin giderilmesini ısrarla talep etmişti. Londra açısından çok da stratejik olmayan Doğu Afrika Cephesi'ne bunca kaynak sevk etmek tam da Smuts'un beyanatları nedeniyle Almanların kesin bir yenilgiye uğramak üzere oldukları düşünülüyorken pek akla yakın istekler olarak gözükmüyordu. Buna rağmen Hoskins sonunda istediklerini almayı başaracaktı.

Bu süreçte İngilizler sahip oldukları tüm teknolojik üstünlükleri kullanıyorlardı. Nakliyeyi kolaylaştırmak için tren hatları inşa ediyor, ayrıca motorlu araçlar için yerlilere yol yaptırıyorlardı. Bir yandan denizden çıkarma harekatları yaparken diğer yandan da uçaklarla istihbarat topluyorlar ve havadan Alman birliklerini bombalıyorlardı. 1915'te geliştirilen ve havan toplarının atası sayılan "Stokes Mortar" sayesinde ağaçlıkların ve küçük tepelerin ardını vurulabiliyordu. Stokes mortar’ın menzili ve atış açısının fazla olması İngilizlere bu cephede epeyce fayda sağladı. Bu ilkel havan topunun 1. Dünya Savaşında orduların envantere girmesi sadece Doğu Afrika cephesinde değil, diğer cephelerde de çok faydalı oldu ve bu silah günümüze kadar gelişimine devam ederek, ordu envanterlerinde yerini almaya devam etti. Yine İngiliz ordusu için 1915'te üretilmeye başlanan ve yakın mesafe saldırılarında çok etkili olan "Mills Bomb" adlı el bombaları hem taarruz hem de savunma muharebelerinde İngiliz ordusunun etkinliğini arttırdı. Doğu Afrika'da izole edilmiş olan Almanlar, tüm bu yeni teknolojili silahlardan mahrumdu.

Ocak 1917'de İngiliz Doğu Afrika Ordusu'nun komutasını devralan Hoskins görevde kaldığı yaklaşık üç ay boyunca, zaten yağmur mevsimi olduğu için muharebelere girişemeyeceğinden, esasen ordusunu yeniden düzenledi ve yeni teknolojilere adapte etti. Özellikle nakliye meselesine bir çözüm bulmaya çabaladı. Hoskins 3 ay sonunda yerini Van De Venter’e bıraktı. Bu atamada çoğu kesim İngiltere’ye giderek terfi alan General Smuts’un parmağı olduğunu düşünüyordu. Ancak gerçekte Van De Venter hem sahaya hem de karşılarındaki düşmanın taktiklerine daha çok aşina olduğu için bu göreve getirilmişti. Çünkü 1915-1916 döneminde bu cephede görev alan İngiliz generaller, Smuts ve ekibi kadar başarı sağlayamamış, hatta utanç verici mağlubiyetler bile almışlardı. İngiliz hükümeti ve kamuoyunun beklentisi ise bu cephede Almanların bir an önce mağlup edilmesi ve cephede bulunan askerlerin asıl kanlı savaşların sürdüğü Avrupa cephesine takviye yollanması üzerineydi.

1917 başlarında kurmaylarının ısrarla ‘’gerilla savaşı’’ yapmayı önermelerine rağmen von Lettow konvansiyonel savaş tarzından vazgeçmiyordu. Von Lettow gerilla savaşını yeterince etkili bir yöntem olarak görmüyor, İngilizlere karşı büyük bir meydan savaşı kazanarak işgali geciktirebileceğini düşünüyordu. Lettow, gerilla tarzı muharebeyi kirli ve aşağılık bir yöntem olarak değerlendiriyordu. Bu durumun Lettow'un Prusya askeri doktrinlerine olan bağlılığını gösterdiğini düşünebiliriz. Prusya askeri doktrini ile ilgili daha detaylı bilgi almak isteyenler şu yazıyı (LİNK) inceleyebilirler. Lettow ancak 1918 başlarında, Schutztruppe artık meydan savaşına giremeyecek bir hale geldiğinde, bir tür gerilla muharebesi yapmak zorunda kalacaktı.

01 Nisan 1917 itibariyle Alman kuvvetlerinin mevcudu yaklaşık 10.000 kişilik kısmen dağınık bir kuvvetten oluşuyordu. Bu kuvvet ‘’Batı kolu’’ olarak bilinen ve Mahenge'de bulunan 2.000-3.000 asker ile von Lettow komutasında Kilwa ve Lindi'den çıkarma yapan İngilizlerle çarpışan 4.000 ile 5.000 arasında mevcuda sahip ana kuvvetten oluşuyordu. Ayrıca 4 veya 5 bölükten oluşan bir Alman kuvveti kuzeyde bulunan Portekiz Doğu Afrika’sındaki Mwembe'yi, 600 askerlik Naumann komutasındaki bir diğer Alman ordusu da Merkez Demiryolunun kuzey bölgelerini yağmalıyordu.

Kuzeyde bulunan bu kol Şubat başlarında Wintgens komutasında Songea civarında harekata başlamış ve New Langenburg ile Bismarckburg'u tehdit ettikten sonra kuzeye yönelerek Itunda'ya girmişti. Bu arada tifüse yakalanarak hastalanan Wintgens geride bırakılarak İngilizlere esir düşmüştü. Wintgens esir düştükten sonra birliklerin başına Naumann geçmiş ve 27 Mayıs'ta Tabora'nın doğusundan Merkez Demiryolunu geçerek kuzeye doğru ilerlemeye devam etmişti. Mkalama'dan püskürtülen ve batıya ilerlemesi engellenen Naumann kuzey istikametinde ilerlemeye devam etmiş ve Belçikalılarla sert muharebelere girişip mağlubiyetten kıl payı kurtulduktan sonra 2 Ekim 1917 tarihinde Moshi civarına ulaşmıştı. Bu muazzam harekatta Almanlar 3.500 kilometre civarında yol kat etmişlerdi.

Uzun yıllardır Doğu Afrika'da görülen en sıcak mevsim henüz bitmişti. Bu yüksek sıcaklık, salgınları şiddetlendirerek İngiliz askerlerinin sağlığını ciddi şekilde etkilemeye başlamıştı. Örneğin bu dönemde bir tugay cepheye 1.400 asker çıkarabilirse İngilizler kendilerini şanslı sayıyordu. Almanlar ise iç bölgelerden gelen yollara hakim olmanın, savunması nispeten kolay bir bölgede bulunmanın ve artık neredeyse tamamı muazzam bir savaş tecrübesine sahip olan Schutztruppe’nin avantajlarına sahiplerdi. Ancak kendilerinden çok daha güçlü olan İngiliz ve Belçika kuvvetleri karşısında güneye çekilmekten başka çareleri kalmamıştı. Müttefiklerin muazzam baskısına rağmen von Lettow, Portekiz Doğu Afrika’sına geçmeyi başarmıştı. Ancak bu dönemde Almanların ‘’batı kolu’’ olarak bilinen kuvvetlerinin etrafı sarılmış ve teslim olmak zorunda bırakılmıştı. İngilizler, Alman ordusunun mevcudunun onda dokuzu esir alındıktan yahut öldürüldükten sonra Alman Doğu Afrika’sının istilasının tamamlanabildiğini tahmin ediyorlardı. Almanların bu kadar az kuvvetle uzun süre kalabalık olan düşmanlarına karşı direnmeleri veya dayanmaları da bu tahminin isabetini doğrular nitelikteydi. Savaşın bu 6 aylık bölümünde İngilizlerin sadece muharebelerdeki kaybı 6.000 civarındaydı. Almanların ise 7.100 askeri ya esir alınmış ya da öldürülmüştü.

Aslına bakılırsa, 1917'nin ortalarına gelindiğinde İngiltere, Afrika’da devam eden savaşın finansmanında da zorluklar yaşamaya başlamıştı. Bu başarısızlığın en büyük nedeni ise Alman denizaltılarının etkinliğiydi. Alman denizaltılarının gittikçe daha başarılı harekatlar düzenlemesi İngiltere'de ciddi bir kıtlık ve bunalım olmasına neden olmuştu. Alman denizaltı etkinliği şu örnekle daha iyi anlaşılabilir: Ocak 1917'de 109.954 tonluk 35 gemi batıran Alman denizaltıları, Nisan 1917'de 516.394 tonluk 155 gemi batırmışlardı. Durumun ciddiyetinin farkında olan İngiliz Savaş Bakanlığı'nın yaptığı incelemeye göre Temmuz 1917'de uzak denizlerde görev yapan tüm İngiliz gemilerini (328 adet) batırmak Alman denizaltılarının sadece 2 ayını alacaktı ve İngiliz gemi inşa kapasitesi bu kayıpları telafi etmeye yetmiyordu. Doğu Afrika bu gemi trafiğinin %10,7'sini teşkil etmesine rağmen asker ve at nakliye gemilerinin %34,3'ü ve hastane gemilerin %21,9'u bu cephe için kullanılıyordu. Dolayısıyla Doğu Afrika Cephesi'nde ki çatışmaların bir an evvel sonuçlandırılması bu atmosferde ayrıca önem kazanmıştı.

Van De Venter, Hoskins'in yerine atandıktan sonra Doğu Afrika'da yaptığı ilk işlerden biri Kilwa ve Lindi'ye giderek buraya çıkartma yapmış olan İngiliz kuvvetlerini denetlemek oldu. Bu iki kente çıkarılan askerler von Lettow'un muazzam direnişi sebebiyle iç bölgelere ilerleyemiyorlardı. İlerlemeyi de Ağustos ortalarına kadar da başaramayacaklardı. İngilizler, von Lettow'un kanının son damlasına kadar savaşmadan elinde bulunan bölgeleri terk etmeyeceğini anlamışlardı. Ekim 1917 ortalarına doğru İngiliz ve Belçika kuvvetleri Almanlarla çarpışa çarpışa Mahenge istikametinde ilerlemeyi başarmışlardı. Bu dönemde Doğu Afrika cephesinin en önemli muharebelerinden birisi meydana geldi. Bu muharebe tarih kitaplarına ‘’Mahiwa Savaşı’’ olarak geçti ve bu muharebeyi Almanlar büyük bir bedel ödeyerek kazandılar.

Von Lettow'un son büyük savaşı olan Mahiwa'da, savaşa katılan İngiliz ordusu mevcudunun %40'ına tekabül eden 2.700 askerini kaybetti. Ancak, von Lettow kendisi de telafi edemeyeceği kayıplar verdi. Bu savaş neticesinde, Almanların savaş tecrübesi yüksek ve elit asker olarak sayabileceğimiz ‘’Schutztruppe’’ mevcudu 3.000'in altına düştü. Bu muharebeden sonra Almanlar yaşanan kayıplarını telafi edemedikleri için bir daha bu çapta bir muharebe yapamayacak konuma geldiler. Ayrıca Alman anakarasından malzeme ve cephane tedariki yeterli derecede yapılamadığı (aslında hiç yapılamıyordu) için bu muharebe sonrası savaşan birliklerde mühimmat sıkıntıları baş göstermeye başlamıştı. Neticede olarak Almanlar bu savaşı kazanmalarına rağmen geri çekilen İngilizleri takip edemedikleri gibi bulundukları mevkii de tutamayarak güneye çekilmek zorunda kaldılar. Daha kötüsü von Lettow güneye çekilerek, gıda stoklarında da büyük sıkıntılar yaşamaya başlayacaktı. Çünkü savaşın yaşandığı dönemde verimli Lukuledi Vadisi'nde daha hasat zamanı gelmemiş ve savaş sonunda Alman kuvvetleri bu önemli vadiden hem mühimmat yetersizliği hem de düşman baskısının artmasından dolayı hasat zamanını beklemeden çekilmek zorunda kalmıştı. Bu arada Almanlar ellerinde bulunan ve orduya 6 hafta yeteceği hesaplanan 500 tonluk stoku nakletmekte yaşayacakları güçlüklere bir çözüm aramaktaydılar. Ancak daha sonra stokların bu seviyenin epeyce altında olduğu meydana çıktı. Çünkü çuvallar kilo kaybetmiş ve erzakların bir kısmı böcekler tarafından yenmişti. Yeni hasat ise en erken Mart ayında toplanabilecekti. Yaşanan olaylar neticesinde İngiliz kuvvetleri Almanları Portekiz Doğu Afrika’sının yaklaşık 50 kilometre içine doğru atmış oluyordu. Dolayısıyla resmi olarak Alman Doğu Afrika sömürgesindeki Alman hakimiyeti son bulmuştu. Ancak von Lettow’un pes etmeye niyeti yoktu ve direnişine artık Portekiz Doğu Afrika topraklarında devam ettirmeye kararlıydı.

Elde kalan kısıtlı cephanelerini idareli kullanmaya çalışan Almanlar en sonunda Chiwata'yı buradaki esirler ve yaralılarla beraber terk ederek 15-17 Kasım 1917'de çatışa çatışa Nambindinga'ya çekildiler. Bu geri çekilme sırasında yaşanan çatışmalardan dolayı cephanesi iyice azalan von Lettow asker mevcudunu da azaltmak zorunda kaldı. Von lettow’a göre mermisi olmayan çok sayıdaki asker yerine mühimmatı olan seçme bir kuvvet daha tesirli bir savaş gücüydü. Ayrıca von Lettow bırakılan bu askerlerin beslenme ve tıbbi ihtiyaçlarından da kurtulmuş oluyordu. Bu karar neticesinde çoğu savaşabilir durumdaki birkaç yüz Avrupalı ve 600 Afrikalı asker Nambindinga'daki hastanede düşmana esir olmak üzere terk edildi. Nambindinga'da Almanların tutunamamasının bir başka sebebi burada yeterli su kaynağının olmaması ve buranın İngiliz ordusunun top ve makineli tüfek menzili içerisinde bulunmasıydı. 18 Kasım'da Kitangari'ye çekilen Almanlar burada da hesap ettikleri miktarda gıda stoku bulamadılar. Bu dönemde Alman ordusunun elindeki tüm stok sadece 10 gün yetecek düzeydeydi.

21 Kasım'da İngilizlerin Nevala'ya girmesinden sonra daha da güneye çekilen von Lettow'a katılmaya çalışan batı kolundan 12 Alman subay, 6 tıbbi personel, 92 diğer rütbelerden Alman, 1.212 afrikalı asker ve çoğu taşıyıcı olan 2.200 sivil yerliden oluşan Alman birliği teslim olmak zorunda kaldı. Böylelikle Schutztruppe’nin gücü yarıya düşmüştü.

İngiliz kamuoyuna göre Kasım ayı boyunca Almanlardan 1.094 Avrupalı ve 3.176 Afrikalı asker ya öldürülmüş ya da esir alınmıştı. Geride bırakılan yaralılarla beraber Almanların Kasım 1917'deki toplam kayıpları 6.800 kişi civarındaydı. Bununla birlikte Almanlar 01 Ağustos 1917 ile 30 Kasım 1917 tarihleri arasında 11 top ve 56 makineli tüfek kaybetmişlerdi.

Almanların bu geri çekilişi İngiliz kamuoyuna bu şekilde yansıtılırken Alman kamuoyu von Lettow-Vorbeck'in hala teslim olmadığı dile getirilerek, daha uzun bir süre direneceğinin umulduğu belirtiliyor ve müttefiklerin tutumunu ‘’dereyi görmeden paçayı sıvamak’’ olarak niteliyorlardı. Ayrıca von Lettow teslim olmak zorunda kalırsa ve Almanlar son sömürgelerini de yitirirlerse o zaman; "düşmanlarımız şunu iyi bilsinler ki gelecek iktisadî yaşamımız için gereksindiğimiz ve sahip olmayı amaçladığımız tropikal toprağı geri alacağız" sözleriyle Almanların kararlılığı her kesim tarafından vurgulanıyordu.

1917 sonlarında başta Lloyd George olmak üzere İngiltere'nin önde gelen politikacıları savaş kayıplarının yüksekliği ve ‘’İrlanda meselesi’’ üzerine yoğunlaşmışlardı. Batı cephesindeki kanlı ve sonuç alınamayan savaş müttefik ordularını zayıflatmış; İngiltere, halkın motivasyonunu yükseltmek için Filistin Cephesi'ndeki başarılara bel bağlamıştı. Amerikan kuvvetlerinin tertip edilmesindeki yavaşlık ve Rus Devrimi savaşın en iyi ihtimalle 1919'a kadar uzayacağı beklentisini doğurmuştu. Alman denizaltıları İngilizleri Doğu Afrika'ya takviye göndermekten caydırmasa bile bu şartlar altında İngiliz hükümeti Doğu Afrika Cephesi'ne daha fazla kaynak ayıramayacaktı.

Kasım 1917'nin son haftasında von Lettow, 268 Avrupalı, 1.700 afrikalı asker, 3.900 taşıyıcı ve 370 erkek çocuktan oluşan ordusuyla Rovuma Nehri'ni geçerek Portekiz Doğu Afrika’sına girdi. Bunların haricinde kendi yiyeceklerini bulmak zorunda olan (ordudan istihkak verilmeyen) 600'den fazla kadın ve çocuk ve 700 Afrikalı çocuk da mevcuttu. Alman Doğu Afrika’sını terk eden bu ordunun en ciddi sıkıntısı gıda yokluğuydu. Henüz ‘’batı kolu’’nun teslim olduğundan habersiz olan von Lettow'un mühimmatı da ciddi derecede azalmıştı. Ocak ayına gelindiğinde von Lettow Batı Kolu’ndan kurtulanların kendisine katılmasıyla Batı Kolu’nun teslim olduğunu öğrendi. Ancak von Lettow geçmişten gelen tecrübesiyle Portekiz kışlaları ve birliklerinin kolay hedefler olacağını düşünüyordu. Von Lettow’un düşüncelerinin doğruluğunu olayların seyri gösterecekti. Beş asrı aşkın bir süredir Mozambik'te bulunan Portekizlilere karşı halk arasında ciddi bir huzursuzluk, karşıtlık ve bunun sonucu olarak da ciddi isyanlar görülüyordu. Halk arasındaki Portekiz karşıtlığından kendine adına yarar sağlayabilecek olan von Lettow, Mozambik siyasetine ve içişlerine karışmadı. Ancak yine de Portekizlilerin düşmanı olduğu için halktan istihbarat ve lojistik bakımından destek bulmakta da zorlanmadı. Bununla birlikte Portekiz Doğu Afrika’sında yaşayan yerli halk sadece Portekizlere değil, müttefiki olan İngilizlere de düşmanlık besliyordu. Dolayısıyla von Lettow’un bu topraklara adım attığı dönemde yerli halk İngilizlere de destek olmak yerine köstek olmayı seçmişti. Portekiz Doğu Afrika’sındaki yerli halkın İngilizlere düşmanlık beslemesinin en büyük nedeni ise İngilizlerin Portekizlilerin yerine geçeceğini düşünmeleriydi.

25 Kasım 1917'de Ngomano'daki Portekiz kışlasına ani ve şiddetli bir saldırı yapan Almanlar çok az kayıp vererek 187 Portekizliyi öldürüp 500'ünü de esir aldılar. Ayrıca 6 ağır makineli tüfek, 600 piyade tüfeği ve 250.000 de mermiyi ele geçirdiler. Mühimmat eksiklerini böylece nispeten gideren Almanlar, hala gıda sorununa bir çözüm bulamamışlardı. 02 Aralık'ta küçük bir Portekiz birliği tarafından korunan bir depoya saldırarak burada 70 tüfek, 300.000 mermi ve 858 çuval tahıl ele geçirildi. Bu gıda sekiz günlük ihtiyacı karşılayarak Almanların çorak bölgeyi aşıp güneye doğru ilerlemelerini sağlayacaktı. Aynı dönemde Almanlar 4 kola ayrılarak yağmaya devam ettiler.

Bu kollardan bir tanesi Aralık ayı başlarında Serra Mecula Dağında Yüzbaşı Curado'nun komuta ettiği Ndimbo Portekiz birliğine saldırarak galip geldi ve birlik komutanı dahil 8 subay ve 17 askeri esir alıp; top, makineli tüfek ve mühimmatlarına el koydular. Ayrıca, Almanlar yendikleri birliğin kışlasına baskın yaparak 18 günlük gıda ve ciddi miktarda kinin ele geçirdiler. Bir başka kol 11 Aralık'ta Chirumba'yı aniden basarak buradaki 800 çuval tahıl ve 80 çuval unu aldılar. Daha sonra aynı Alman devriyesi 15.000 mermi ve 300 top güllesini daha ele geçirerek önemli bir ganimet elde etmiş oldu. Von Lettow ve birlikleri bu baskınlar sayesinde hızlıca Mwembe, Chirumba, Lusinje ve Medo civarındaki verimli bölgeye ulaşmayı başardılar. Böylelikle von Lettow İngilizlerin kendisine karşı gönderdikleri birliklerden de epeyce uzaklaşmış oldu.

Portekiz Doğu Afrika’sına girdiği daha ilk haftalarda temel malzeme ve gıda eksiklerini gideren von Lettow güneye ilerlemeye devam etti. Von Lettow’un bu ilerleyişi Van De Venter'in Port Amelia üzerinden gönderdiği ordularla taarruza geçmesini Nisan 1918'e kadar geciktirdi. Nisan başlarında Almanları Chirumba Tepesi'nde kuşatıp teslime zorlamak amacıyla başlayan operasyonlar İngilizler açısından başarısızlıkla sonuçlandı. Bu tuzağa düşmeyen Almanlarla yapılan muharebeler Namunyo, Mdalamia, Koronje, Mahua ve Nanungu'da devam etti. İki taraf da büyük kayıplar vermesine rağmen Almanlar bozguna uğramadan geri çekilmeyi başardılar ve güneye doğru geri çekilmeye devam ettiler.

Van De Venter, Hoskins'in yerine getirildiğinde ordusunu yeniden organize etmek zorunda kalmış ve İngilizlerin diğer ülkelerden sevk ettikleri askerler memleketlerine dönmüşlerdi. Bu savaş artık 1918 başlarında mevcudu 30.000'e ulaşmış olan King’s African Rifles ile Schutztruppe arasında gerçekleşecekti. Sadece King’s African Rifles birlikleri bile Portekiz Doğu Afrikası'na çekilmiş olan Almanların kuvvetinin 10 katı büyüklüğündeydi. Ancak uygulamada asker sayısının büyüklüğü İngilizler için aynı zamanda bir handikap teşkil ediyordu. Büyük orduları beslemek için daha çok taşıyıcı istihdam edilmesi, nakliyeyi kolaylaştırmak için daha fazla vasıta ve hayvan kullanılması ve yol inşa edilmesi, lojistik yollarının güvenliği için de daha çok asker görevlendirilmesi gerekiyordu.

Von Lettow güneye ilerledikçe yerli halk arasında Portekizlilere duydukları nefret sebebiyle daha kolay yer buldu. Takip eden İngilizler ise lojistik kaynaklarından gittikçe uzaklaşıyor 2 yıl önce Alman Doğu Afrika’sında olduğu gibi nakliye sıkıntısı çekiyorlardı. Temmuz 1918'de von Lettow Alman Doğu Afrika’sı sınırının yaklaşık 600 kilometre güneyinde Ligonya Nehri civarındaydı. Peşindeki İngiliz kuvvetleri ise Portekiz Doğu Afrika’sında genişliği 500 kilometrenin üzerindeki bir bölgeye yayılmışlardı.

Bu arada Portekizlilerle eşgüdüm sağlamaya çalışarak savaşı Darüsselam'dan idare eden van De Venter Almanları Quelimane'ye ulaşmadan Malema bölgesinde kıstırmanın çarelerini arıyordu. Çünkü Almanlar Quelimane’ye ulaştığı takdirde burada bulunan demiryolu ve erzak depoları sayesinde daha fazla alana sirayet edebileceklerdi. Dolayısıyla Van De Venter buranın güçlendirilmesi gerektiğinin farkında olduğu için Portekiz subaylarını uyardığı gibi bazı King’s African Rifles askerlerini de Quelimane’nin savunulması amacıyla göndermişti. Çünkü Van De Venter Portekizlilerin savunmasına güvenmiyor ve bu stratejik öneme sahip kentin Almanlar tarafından yağmalanması ve ele geçirilmesi durumunda savaşın uzayacağını biliyordu. Bu arada Malema'da kapana kısılmaktan kurtulan Almanlar bir yandan güneye doğru ilerlerken bir yandan da saldırılarına devam ediyorlardı. Bu dönemde Almanların güneye doğru ilerlediğini duyarak kaçan Portekiz birliklerinin geride bıraktıkları belge ve büyük gıda stokları sayesinde Almanlar rakiplerine göre avantaj sağlamaya devam ediyorlardı. Ayrıca Portekiz Doğu Afrika’sında hasat Alman Doğu Fabrikası’ndan daha erken alınıyordu. Bu durum sayesinde Almanlar artık gıda sıkıntısından da kurtulmuşlardı.

Von Lettow'un öncü kuvveti, 27 Haziran'da Namacurra üzerine yürüdü. Bu öncü kol yerlilerin verdikleri istihbarat sayesinde bu şehirde bulunan kışlayı koruyan Portekiz ve İngiliz askerleri arasında kaos çıkmasına neden oldu. Bu öncü kuvvet esas saldırıyı yapmak içinse ordunun ana kuvvetinin kendilerine katılmasını bekledi. 02 Temmuz'da birleşen Alman kuvvetleri harekata başladılar. İki gün süren yoğun makineli tüfek ateşi ve taarruzlar, tren istasyonu civarında siper almış olan King’s African Rifles birliklerini yerlerinden sökmeye yetmedi. Bu sırada Almanlar Portekizlilerden ele geçirdikleri bozuk bir topu tamir etmeyi başardılar. Bu topla yaptıkları ilk atış Portekiz birlikleri arasında heyecan ve korkuya neden oldu. Bu ortamda da birlikler arasında kaos yaşanmaya başladı. Bunu iyi değerlendiren Almanlar düşmanlarının üzerine yürüyerek onları derin ve timsahlı olan Namacurra Nehri'ne döktüler. Bu saldırı sonucunda da İngiliz ve Portekiz birlikleri tamamen düzeni kaybetmiş ve büyük kayıplar vermişlerdi. Almanlar burada 5’i ağır olmak üzere toplam 8 adet makineli tüfek, 484 piyade tüfeği, 327.000 mermi, 300 ton gıda ve 4 kilogram kinin ele geçirdiler.



Namacurra'nın Almanların eline geçmesi sömürgeyi yöneten Portekizlileri teyakkuza geçirdi. Portekizli yöneticiler arasında stratejik öneme sahip Quelimane'nin boşaltılması bile konuşuluyordu. Ancak von Lettow Zambezi nehrini geçmenin zor olacağını ve denize yaklaştıkça İngilizlerin işini kolaylaştıracağını bildiği için 05 Temmuz'dan itibaren tam ters yöne, kuzeye doğru ilerlemeye başladı. Ancak yerli halkın saklaması sebebiyle İngiliz ve Portekizliler bu ilerleyişi ancak Almanları 11 Temmuz'da Ociva civarında gördüklerinde öğrendiler. Kuzeye ilerleyen Almanlar Mtiba'daki Portekiz birliğine taarruz ederek ele geçirdi ve 20 Temmuz'da Namirrue kışlasına hücum etti. Bu arada bir İngiliz kolu da bölgeye gelmişti. Lettow İngilizlere bir gece baskını yaparak büyük zayiat vermelerine neden oldu ve 3 gün süren muharebeler sonunda İngilizler teslim olmak zorunda kaldılar.

Von Lettow, yağmalarda ve Portekizlilerin terk ettiği kışlalarda bulduğu belgeler sayesinde stratejisini daha rahat belirleyebiliyordu. Bu sayede müttefik kuvvetlerinden hep bir adım önde oluyor ve bunun avantajını fazlasıyla kullanıyordu. Von Lettow, Portekizliler tarafından terk edilmiş kışlalarda pek çok gıda bulmasına rağmen yeterli taşıyıcısı olmadığı için bunları imha etmek zorunda kalmıştı. Portekizli askerlerin zayıf savunması veya savaşmadan geri çekilmeleri von Lettow’un daha rahat hareket etmesini ve zaman kazanmasına olanak sağlıyordu. Birlikler Temmuz sonlarında Portekiz Doğu Afrika şehirlerinden Chalaua'ya ulaştığında Almanlar burada bir hafta kadar kalarak bir durum değerlendirmesi ve düzenlemeler yaptılar. Almanlar, Portekiz Doğu Afrika’sına girdiklerinde 1.790 olan Afrikalı asker mevcudu 1.190'a düşmüştü. Bu açığı taşıyıcılardan seçtikleri 310 kişiyi hızlı bir eğitime alarak tamamlamaya çalıştılar. Ancak mevcutları 281'den 197'ye düşen subayların boşluğunu tamamlama imkanı yoktu. Meydan savaşları artık Alman mevcudunu iyice eritmeye başlamıştı. Alman asker mevcudunun azalması ise İngilizlerin kalabalık ordularına işini daha da kolaylaştırmaya başlayacaktı. Öte yandan İngilizler işleri daha da kolaylaştırmak için Portekiz Doğu Afrika’sına da haberleşme ve ulaşım teknolojileri taşımaya başlamışlardı.

1916 sonlarında, savaş Portekiz Doğu Afrika’sına sıçramadan evvel, ülkenin kuzey kısmında ya hiç yol yoktu ya da var olan yollar kötü durumdaydı. Ancak savaş sona erdiğinde Lindi'den Portekiz Doğu Afrika’sının içlerine kadar otomobille yol almak mümkündü. Almanlar da savaştan önce ve savaş boyunca bölgede pek çok yatırım yapmak durumunda kalmıştı. Bu yatırımlardan en önemlisi ise telgraf hatlarının geliştirilmesiydi. Bu telgraf hatları Merkez Demiryolu ile kuzey bölgeleri arasındaki tek hat sahil boyunca uzanıyordu. Dolayısıyla düşmanın saldırılarına ve dinlemelerine çok müsaitti. Almanların savaşın ilk yıllarında tutundukları Morogoro-Handeni-Korogwe hattında telgraf iletişimini sağlamak için, özellikle burada yoğunlukla bulunan zürafalar sebebiyle, ağır kondüktörleri taşıyabilecek uzun demir direklere ihtiyaçları vardı. Ancak bunları temin edemedikleri için ahşap direkler kullandılar ve daha sonra bu hattın sık sık tamir edilmesi gerekti.

Van De Venter 09 Temmuz'da Chalaua'ya yürüyerek von Lettow'u sıkıştırmak istedi. Ancak Lettow zaten birkaç gün önce bölgeden ayrılmıştı. Bu andan itibaren Eylül başlarına kadar, o günlerde İngiliz sömürgesi olan Nyasaland (bugünkü Malavi) civarındaki Numarroe, Regone, Lioma bölgelerinde ve Lurio Nehri civarında iki tarafın da büyük kayıplar vermesiyle neticelenen yakın takip ve kovalamacalar yaşandı. Almanlar istikametleri hususunda İngilizleri şaşırtmayı denedilerse de bunda başarılı olamadılar ve Almanlar, İngiliz takibi altında kuzeye ilerlemeye mecbur kaldılar. Bu iki aylık sürede askerlerinin 39'u öldürülen, 133'ü yaralanan ve 51'i esir alınan Almanlar, taşıyıcılarını da yitirmişlerdi. Von Lettow’un, 5'i yüksek rütbede olmak üzere pek çok subayı öldürülmüş ya da ağır yaralanmıştı. Buna karşın İngilizlerin kaybı da Almanlardan az değil, hatta denkti. Ancak İngiliz birliklerinin kalabalık olması kayıplarını takviye etme noktasında kendilerine Almanlara karşı büyük avantaj sağlıyordu.

İngilizler kullanmadıkları pek çok kışla, cephane ve ambarı Almanların eline geçmesin diye yakmışlardı. 17 Eylül'de Mwembe'ye ulaşan von Lettow burada birliklerinin temel gereksinimlerini karşılayabilecek ganimet bulamadı. Schutztruppe’yi avcuna alan zatürre ve grip (İspanyol Gribi) gibi ağır hastalıkları, gıda yetersizliği, Avrupa'dan alınan kötü haberler, taşıyıcıların ve subayların yarısının yitirilmesi gibi bir dizi sebep von Lettow'un ordusunun motivasyonunu bozmaya başlamıştı. 10 aylık bir aradan sonra Almanlar, 29 Eylül'de yeniden Rovuma Nehri'ni geçerek Alman Doğu Afrika’sına yeniden girdiler.

VON LETTOW’UN TESLİM OLMASI VE AFRİKA CEPHESİNDE SAVAŞIN SONU

‘’16 Şubat 1918'de Briton adlı vapurun güvertesinden Doğu Afrika'nın aşağı kıyılarında güneşin ufuğun altına batışını seyrederken von Lettow'un sayılı günleri kaldığına ve bir cesur liderin mağlubiyet trajedisini tamamlanmak üzere olduğuna inanma eğilimindeydik. Bizim ve tüm dünyanın şaşkınlığı pahasına, birkaç ay sonra von Lettow bir avuç adamıyla Rovuma'yı geçti ve tekrar bir zamanların Alman kolonisi üzerinden kuzeye yürüdü. En son Tabora'ya doğru ilerlediği duyuldu. Ancak 14 Kasım 1918'de kendisini teslim ettiğinde Kuzey Rodezya'daki Kasama'daydı. O'nun sonu ancak Alman İmparatorluğu'nun teslimiyle geldi. İtilaf Devletleri'nin Almanya ile ateşkes hükümlerinde von Lettow sadece kendisine ait özel bir maddeyle, teslim olması için bir ay süre ile onurlandırılmıştı. Tüm savaş tarihinde General von Lettow Vorbeck'ten daha çarpıcı bir karakter olduğunu düşünmüyorum. Çalılık muharebesi sanatında kendisi bir dahiydi. Rahatsızlık, açlık, sıcaklık, cephanesizlik ve kaynaksızlık tümü onun için bir hiçti. Hayatta sadece bir tek amacı vardı ve o da asla İngilizler tarafından ele geçirilmemekti. En azından kendisi için, yiğit bir adam ve saygıdeğer bir düşman olarak ölümsüz bir şöhret kazandı.’’
İngiliz subay Yüzbaşı W.D.Downes

Ağustostan beri kuzeye ilerleyen von Lettow'un Portekiz Doğu Fabrikası’ndan çıkarak tekrar Alman Doğu Afrika’sına girmişti. Songea'ya doğru ilerleyen von Lettow burada Kuzey Rodezya polisinin mukavemetiyle karşılaşınca geniş bir manevra yaparak geri çark etmek zorunda kalmıştı. İngilizler von Lettow'un Tabora bölgesine gideceğini tahmin ediyorlardı. Tabora ise Eylül 1916'dan beri Belçikalıların elinde bulunuyordu. Mwembe'ye geldikleri sırada von Lettow’da, anayurtları Rovuma'nın kuzeyi olan Wangoni (Ngoni) kabilesine mensup taşıyıcıların kaçmasından endişe etmişti. Çünkü bu noktada Almanlar bu taşıyıcıların yerleşim yerlerine epeyce yaklaşmış bulunuyorlardı ve İngiliz istihbarat birimleri iş başındaydılar. Wangoni bölgesinden geçtikleri sırada Lettow'un korktuğu başına geldi ve bu kabileye mensup olan taşıyıcılar firar etmeye başladı.

Van De Venter'in, Kasım 1917 sonlarından 31 Ağustos 1918'e kadar geçen süre içinde Cephe'de yaşanan gelişmeleri anlattığı raporunda; Almanların Portekiz Doğu Afrika’sında Zambezi Nehri'ne kadar güneye indiklerini ve aşağı yukarı "Fransa büyüklüğünde" olan bu bölgenin Avrupalılar tarafından neredeyse hiç bilinmediğini, ulaşım ve haberleşme olanaklarının çok kısıtlı olduğunu, yerli halkın ise Portekizlilerden nefret ettiği için Almanlara yardım ve destek sağlarken İngilizlere büyük güçlükler çıkardığını bildirmişti.

Alman Doğu Afrika’sına girdikten sonra özellikle Ubena ve Gambawano'da meydana gelen çatışmalarda Almanlar yerine konulamayacak asker kaybına devam etti. Çoğu hastalığa yakalanmış olan Schutztruppe askerleri günlerdir istirahat etmeden yürüyorlardı. Bir yandan da taşıyıcılardan firar edenlerin sayısı artmaya devam ediyordu. Aralık ayında, yağmurlar başlamadan önce, gıda sağlayabileceği bir yere yerleşmesi gereken von Lettow, Angola'ya girmeyi düşündü. Ancak savaşın Avrupa'daki seyrinin ve taşıyıcıların hızlıca eksilmesinin farkında olan von Lettow, muhtemelen savaşın bir yıl daha uzamayacağını kestirmişti. Bunun üzerine İngilizleri şaşırtarak gıda yönünden nispeten fakir olan Kuzey Rodezya'ya yönelmeye karar verdi. Almanlar Fife'ye gelinceye kadar gıda stoklarını tamamlamışlardı. Fife'deki mühimmatı da ele geçirmeyi hedefliyorlardı. Ancak 01-02 Kasım 1918'deki tüm uğraşlarına rağmen, top ve roketleri olmadığı için, Fife'yi savunan İngilizleri buradan sökemeyerek Kasama'ya yöneldiler. 12 Kasım 1918'de girdikleri Kasama, savaşın uzaması halinde gerekecek kaynakları sağlamaya elverişliydi. Kasama'da bulunan von Lettow şimdi de Chambezi'ye taarruz etmeyi planlıyordu. Burada peşlerinden yetişen Hawkins komutasındaki 750 kişilik King’s African Rifle birliğiyle muharebe başladı. Ertesi gün (13 Kasım 1918) van De Venter Avrupa'da ateşkesin imzalandığını von Lettow'a resmen iletti. Almanya'nın silah bırakmayı kabul ettiğini belirten De Venter, von Lettow'dan; teslim olan Alman ordusuna gıda sağlayabileceği en yakın yer olduğu için Aberncorn'a yürümesini, orada silahlarını teslim etmesini ("cesur savaşınızdan dolayı bir jest olarak" Avrupalıların şahsi silahları alınmayacak), müttefiklere mensup esirlerinse karşılaşılacak ilk İngiliz birliğine teslim edilerek serbest bırakılmasını talep ediyordu.

Uzun zamandır Almanya'nın durumundan haberdar olmayan von Lettow, ateşkes şartlarının Almanya'nın lehine olmasa bile en azından aleyhine olmayacağını düşünüyordu. Von Lettow, 14 Kasım 1918 günü sabah 08:00’da Chambezi'deki kauçuk fabrikasında Kasama'dan gelen bir İngiliz temsilcisiyle görüştü. Burada, muharebelerin gidişatını, ateşkes haberini aldığını ve ateşkes koşullarına uyacağını bildiren bir telgraf metnini Alman İmparatoru'na iletilmek üzere İngiliz temsilcisine verdi. Bunun üzerine, İngiliz delegesi von Lettow'a, Alman donanmasının isyan ettiğini, (bkz. Kiel İsyanı) bu isyanın büyüyerek bir ihtilale dönüştüğünü ve henüz tasdik edemediği resmi bir belgeden öğrendiğine göre Alman İmparatorunun 10 Kasım 1918 tarihinde tahttan indirilmiş olduğunu söyledi.

Kasama’da teslim olan von Lettow İngilizlerden tam bir kahraman muamelesi görmüştü. Almanlar teslim olduklarında siyah askerlerini silah bırakmaya zorlukla ikna edebildiler. Aberncorn'a gelen von Lettow mevzubahis olanın bir "kayıtsız şartsız teslim olma" değil "kayıtsız şartsız tahliye" olduğunu anladı. Yani Almanların sömürgelerini tamamen terk etmeleri gerekiyordu. Buna karşı von Lettow, teslim olmaktan vazgeçerek Belçikalılara katılmayı aklından geçirdiyse de makul olmayan bu yolla bir şey elde edilemeyeceği açık olduğu için teslim oldu ve De Venter'in isteği üzerine Darüsselam'a getirildi. Von Lettow, Darüsselam'a geldiğinde eski düşmanlarının tüm sıcak ve saygılı tutumlarına rağmen artık Alman imparatorluğunun son bulduğunu idrak etmişti. Birkaç yıl önce kendi ulusunun hakimiyeti altında bulunan bu kentte şimdi ister istemez bir yabancıydı. Burada bazı "akıllı İngilizler"den Almanya'nın hem iktisadi bakımdan hem de nüfus fazlalığı bakımından sömürgelere sahip olması gerektiğini işitmekte de aradığı teselliyi bulamadı.

Daha savaş bitmeden Alman basını von Lettow'u büyük Prusyalı subaylar arasında yeri olduğunu bildirmeye başlamıştı. İngiliz basınında çıkan haberlerde van De Venter'in von Lettow'a ateşkesin şartlarını bildirdiği ancak von Lettow'un imzalanan ateşkesi tanımayarak ve "asla teslim olmayarak" savaşmaya devam etmesinin muhtemel olduğu belirtiliyordu. Lettow-Vorbeck'in iradesi ve kararlılığı gerçekten de düşmanlarını etkilemişti. 4 yıldan uzun bir süredir dünyadan izole bir şekilde ve çok zorlu bir coğrafyada savaşmaktan yılmayan bu komutan şimdi bir İngiliz sömürgesi olan Kuzey Rodezya'da bulunuyordu. Ancak İngilizler hala onun Tabora'ya doğru ilerleyerek yeni kuvvetler devşireceğinden endişe ediyorlardı.

Von Lettow'un İngilizler arasındaki saygınlığı teslim olduktan sonra da sürdü. 18 Kasım 1918 tarihli The Times'ta Doğu Afrika Cephesi'ni özetleyen uzunca bir haber şu cümle ile bitiyor: "Von Lettow'un, Almanya ile mütareke imzalanmasından sonraya değin savaşmasını sağlayan ana faktör askeri maharetinden ziyade yerli askerlerinin ona olan kişisel sadakatleriydi."

Ateşkes şartlarına göre Almanların en kısa zamanda İngilizler tarafından Almanya'ya gönderilmeleri gerekiyordu. Ancak İngilizlerin Almanları hemen yollamaya niyetleri yoktu. Bu yüzden İngilizler tahliye işini ağırdan aldıkları için Almanlar yeni yıla Doğu Afrika'da girdiler. Teslim olan Alman kuvveti Lettow ve Vali Schnee de dahil olmak üzere 155 Alman ve 4.416 Afrikalı’dan oluşuyordu. Teslim ettikleri silahlar ise 1 Portekiz topu; 7’si Alman mamulü, 16'sı ağır 14'ü ise hafif İngiliz mamulü olmak üzere toplam 37 makineli tüfek, 1.071 İngiliz ve Portekiz piyade tüfeği, 208.000 mermi, 40 top mermisi idi. Bu arada von Lettow ısrarla kendilerinin savaş tutsağı, alelade esir, olmadıklarını ateşkes uyarınca silahlarını kendi iradeleriyle bıraktıklarını bildirerek İngilizlerin kendilerine esir muamelesi yapmalarını protesto etti. Buna yanıt veren van De Venter protestonun İngiliz Savaş Bakanlığı'na iletildiğini, ancak bakanlığın Almanları esir saydığını belirtti. Von Lettow-Vorbeck’in teslim olan askerlerinin ciddi bir kısmı İspanyol Gribi salgını nedeniyle öldü. Kamptaki bütün Avrupalıların bu salgına yakalandı. Nihayet 17 Ocak 1919'da 114 Alman subay 107 kadın ve çocukla beraber kendilerini Almanya'ya götürecek gemiye bindiklerinde iki ay önce Kasama'da teslim olmuş olan Alman subayların %10'u Doğu Afrika'ya da sıçrayan İspanyol gribi sebebiyle hayatlarını yitirmiş bulunuyordu.

Von Lettow ve Schutztruppe'nin Alman üyelerinin tamamı Mart ayı ortalarında Almanya’ya ulaştılar. Schutztruppe'nin Alman üyelerinin tamamını Mart ayı başlarında önlerinde von Lettow ve üstlerinde Afrika'daki üniformaları olmak üzere Berlin'de bir zafer yürüyüşü yaparak Brandenburg Kapısı'ndan geçtiler ve Berlin Valisi tarafından karşılandılar. Resmigeçit yaptıkları yolun iki yanı coşkulu Alman kalabalıklarıyla doluydu. Almanya'nın yenilmemiş tek ordusu gururu ayaklar altına alınmış ulusuna tek zafer geçidini gerçekleştirmiş oluyordu.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Yazıya birkaç görsel düzeltmede bulundum başlıklarda falan. Alıntıları da belirginleştirdim. Birkaç harf hatasını da düzelttim. Beğenmediysen eski haline getirebilirim. Eline sağlık bu arada, yine doyurucu bir yazı olmuş.
 
Yazıya birkaç görsel düzeltmede bulundum başlıklarda falan. Alıntıları da belirginleştirdim. Birkaç harf hatasını da düzelttim. Beğenmediysen eski haline getirebilirim. Eline sağlık bu arada, yine doyurucu bir yazı olmuş.
Estağfurullah üstadım. Çok iyi yapmışsınız. Sizin sitenin arayüzüne alışık olmadığım için alıntı ve resimlerde tam beceri gösteremiyorum. bana destek olduğunuz için çok teşekkür ederim. Yazının bazı kısımlarını kesip buraya koymamış olmama rağmen beğendiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Zaten o kısımları da koysaydım, herhalde buradaki arkadaşlar yazının sonunu zor getirebilirlerdi.
 
Son düzenleme:
Estağfurullah üstadım. Çok iyi yapmışsınız. Sizin sitenin arayüzüne alışık olmadığım için alıntı ve resimlerde tam beceri gösteremiyorum. bana destek olduğunuz için çok teşekkür ederim. Yazının bazı kısımlarını kesip buraya koymamış olmama rağmen beğendiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Zaten o kısımları da koysaydım, herhalde buradaki arkadaşlar yazının sonunu zor getirebilirlerdi.
Sorun yok, ama sanırım yazı boyutu büyüklüğü sende sabit olarak normalden büyük görünüyor.
 
Sorun yok, ama sanırım yazı boyutu büyüklüğü sende sabit olarak normalden büyük görünüyor.
Yok özellikle fontu standart ölçeğin bir tık üzeri yapıyorum. Çünkü bu tür uzun yazılarda küçük font ile yazı okumak yorucu olabiliyor. Tecrübe ile sabit... :)
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık