Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

[Tanıtım] Türk Mitolojisi

Sıradaki hangisi olsun?


  • Kullanılan toplam oy
    6
  • Anket kapatılmış .
Bu konuda yazılan bilgiler Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan, Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL'in Türk Mitolojisi adlı eserinden alınmıştır. Kitap iki cilt olup almak isteyenler linke tıklayabilir.

Konu düzenli olarak güncellenmeyecektir. (Muhtemlen)

Bilgiler daha çok ansiklopedik olup, alışıla gelmiş mitolojik hikayeler seyrek olacaktır.

Bilgiler mümkün olduğunca hap şeklinde verilecektir.

Konunun amacı Türk Mitolojisi'ni tanıtmak ve yanlış bilinen bilgileri aydınlatmaktır.

Telefondan yazdığım için imla hataları olabilir. Gözünüze çarpan hataları özelden bildirirseniz sevinirim.

İyi okumalar.


Mete'nin ve babasının adları:
Bu isimler ilk defa Türk tarihini derli toplu olarak bir araya getiren Fransız Sinoloğu Joseph De Guigmes tarafından okunmuştur. Bugün bile onun kurduğu Türk tarih düzeni pek değişmemiştir. Avrupa Hunlarının, Avarların ve hatta henüz daha bizim haberimiz yokken Selçukluların bile Ortaasya'dan geldiğini De Guignes söylemiştir.

Çin araştırmaları bu bilgin zamanında pek ilerlememiştir. Mete'nin adı da Çince işaretlerle yazıldığından Çince işaretleri 'Mei-dei' (Mei-tei) diye okuyup eserinin her yerinde bu ismi kullanmıştır. Türk tarihçileri ise ismi doğrudan 'Mete' şeklinde okumuşlar ve kitaplarına böyle geçirmişlerdir. İşte bu yollarla Büyük Hun İmparatoru'nun adı Türkiye'de 'Mete' diye öğrenilmiş ve yayılmıştır.

Modern Çincede Mao-tun/Mao-dun diye okunan bu işaretler Mete zamanında ise 'Bak-tut' şeklinde okunurdu. Çinliler cümle sonundaki 'r'yi okuyamadıklarından bu sesi 't' şeklinde söylerlerdi. Mete'nin esas adının da bu nedenle eski Türkçedeki 'Bagatur' ve orta Türkçedeki 'Bahadır' olduğu Alman Sinoloğu F.HİRTH tarafından bu bilgilee ışığında keşfedilmiştir.^1

Yine aynı sinolog Mete'nin babasının adını 'Teo-man' şeklinde okumuştur. O günki sinolojide ise bu işaretler "T'ou-man" şeklinde okunuyordu. Bu isim ise muhtemeldirki eski Türkçedeki 'Tuman' günümüz Tükçesindeki 'Duman' isminden başka bir şey değildir.^2

^1) a.g.e., cilt 1, sayfa 7
^2) a.g.e., cilt 1' sayfa 8
Mete'nin gençliği(1):
"Tung-hular kudretli ve Yüe-çiler ise en güçlü çağlarında idiler. Hunların Şan-yü ünvanını taşıyan hükümdarlarının adı ise Tuman (Tou-man) idi.

Tuman'ın veliahtı olan bir oğlu vardı. Adı da Mao-tun (Mete veya Bahadır) idi. Tuman'nın ayrıca çok sevdiği bir Hatun'u vardı. Bu Hatun da yeni bir çocuk doğurmuştu. Tuman, büyük oğlunu yok ederek, yeni doğmuş olan oğlunu veliaht yapıp, onun (Mete'nin) yerine geçirmek istiyordu. Bunun için de bir plan yaptı. Mete'yi, Yüe-çilere rehin olarak gönderdi. Mete'nin Yüe-çilerin yanında rehine bulunduğu sırada ise ordularını toplayarak, birdenbire Yüe-çilere taarruz etti. Yüe-çilere bunu görünce hemen koşup Mete'yi öldürmek istediler. Fakat Mete'nin çok iyi bir atı vardı. Atına atladığı gibi Yüe-çilerin arasından sıyrılıp kaçtı ve yurduna döndü. Babası Tuman sevinir gibi göründü ve onun bu bahadırlığının bir mükafatı olarak 10.000 atlı bir tümenin komutasınu ona verdi.^3

Mete bundan sonra vızıldayan bir ok icat etti ve askerlerini talin ettirmeye başladı. Tamamen atlı olan askerlerine nereye ok atma emredilirse, hemen oraya dönüp ok atmalarını emretti. Kim bunu yapmaz ya da hafifçe tereddüt geçirirse hemen onun başının kesileceğini de ilan etti. Ayrıca avda da Mete'nin vızıldayan okunun hangi yöne gittiğine herkes dikkat edecekti. Vızıldayan okun gittiği hedefe Mete ile birlikte ok atmayanların da hemence başı kesilecekti. Mete önce kendi meşhur aygırının karına bir vızıldayan ok attı ve tereddür edenlerin başını kestirdi. Daha sonra kendisininde çok sevdiği karısına bir ok attı ve duralayıp ok atmayanları hemen orada tespit ettirip başını kestirdi. Askerleri artık disipline alışmış ve her şeyi öğrenmişti. Mete askerleri ile bir ara ava çıktı ve vızıldayan okunu güzel başka bir atına attı. Askerleri tereddüt etmeden oku atıp hedefi vurdular. Mete artık, askerlerinin talim ve terbiyede iyi bir kıvama geldiklerini anlamıştı.

Mete günün birinde babası Tuman ile beraber ava çıktı. Mete, vızıldayan okunu babası Tuman'a atınca askerleri de aynı anda onu takip ettiler. Tuman'ı delik deşik edip öldürdüler. Mete bundan sonra da üvey annesi ile kardeşini ortadan kaldırdı. Mete, bundan sonra da üvey annesinin ve babasının tarafını tutan vezirleri ve büyük memurları ortadan kaldırıp kendini İmparator (Şan-yü) ilan etti."^4

Mete yalnızca bir imparator veya komutan değil aynı zamanda silah icat eden ve yaptıran bir askerdi. Bu sebeple çin kaynaklarının hepsi, vızıldayan okun Mete tarafından icad edildiğine inanırlardı. Vızıldayan oklar, kemik bir ok ucuna delikler açmak suretiyle yapılırdı.^5 Osmanlılar bu oklara 'Çavuş oku' derlerdi. Bu oku daha ziyade işaret vermek ve yön göstermek amacıyla komutanlar kullanırdı.^6

^3) a.g.e., cilt 1, sayfa 8
^4) a.g.e., cilt 1, sayfa 9
^5) a.g.e., cilt 1, sayfa 10
^6) a.g.e., cilt 1, sayfa 11
Mete'nin gençliği(2):
Mete'nin tahta çıktığı sırada, Tung-hular en kuvvetli çağlarında bulunuyorlardı. Mete'nin babasını öldürüp de tahta çıktığını öğrenince hemen bir elçi gönderdiler. Elçi Mete'ye gelerek, babası Tuman'ın, yorulmadan 1.000 mil koşan meşhur atının kendilerine verilmesini istedi. Mete hemen, vezirleri ile devletin ileri gelenlerini çağırarak bir kurultay topladı. Kurultayda herkes, böyle bir atın Hunlar için çok önemli olduğunu ve verilemeyeceğini söylediler.Fakat Mete cevap olarak şöyle dedi:

-Ne! Nasıl olur da bir atı, komşu bir devletten daha değerli tutabiliriz?

Mete böyle söyledikten sonra, bin mil yapan meşhur atı aldı ve elçiye teslim etti. Tung-hular atı alınca Mete'nin korktuğunu sandılar ve yeni bir elçi daha gönderdiler. Elçi gelerek bu defa da Mete'nin karısını istedi. Mete yine devleyin ileri gelenlerini topladı ve onların fikirlerini almak istedi. Herkes kızmıştı ve şöyle bağırmaya başlamışlardı:

-Bu Tung-hular töre diye bir şey bilmiyorlar! Bu defa da Hatunumuzu istiyorlar! Biz onlara, derhal hücum ederek, hepsini ortadan kaldırmayı teklif ediyoruz!

Mete gayet sakin kalarak şöyle dedi:^7

-Oh, demeyin! Ben bir kadını komşu devletimden nasıl üstün tutabilirim?

Mete bu defa da karısını çağırdı ve eli ile onu Tung-hu elçisine teslim etti.

Bunun üzerine Tung-hu reisinin cesareti büsbütün artmıştı. Ordusunu alarak batıya doğru geldi ve terk edilmiş bir araziye girdi. Burası, Hunlat ile Tung-huların sınırları arasında bulunuyordu. Hiç kimsenin oturmadığı bu arazi, bin mil kadar bir yerdi. Hem Tung-hular hem de Hunlar bu bozkırın iki yanında oturuyorlardı. Bu yerin adı da Ao-t'o (Ordu?) idi.

Tung-huların reisi Mete'ye bir elçi gönderdi ve elçi gelerek Mete'ye şöyle dedi:

-İkimizin arasındaki bu bölge kimsenin oturmadığı bir yerdir. Üstelik, iki devletin sınırları arasında bulunuyor. Nasıl olsa burası sizin işinize yaramaz. Gelin, bu yeri bize verin.

Mete bu sözleri duyumca, hemen kurultayını topladı ve devletin ileri gelenlerine bu konuda ne düşündüklerini sordu. Bazı vezirler:

-Böyle terkedilmiş bir araziden vazgeçmişiz, geçmemişiz hiçbir şey fark etmez. Diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Mete kızarak şöyle dedi:

-Toprak devletin temelidir. Biz, onu başkasına nasıl verebiliri?

Mete bunu dedikten sonra, vazgeçmişiz geçmemişiz diyenlerin hepsinin başını kestirdi.

Mete atına atladı ve herkesin kendisini takip etmesini emretti. Geri kalanların da başını hemen oracıkta kestirdi. Doğuya doğru giderek Tung-hulara hücum etti. Tung-hu kralı Mete'yi küçümsemiş ve müdafaa tedbiri almamıştı. Mete, büyük kuvveti ile Tung-hulara yüklendi ve onları büyük bir mağlubiyetr uğrattı. Düşman ordusunu yok ettikten sonra, halkını, malını ve nesi var, nesi yoksa hepsini aldı.

Bu zaferden sonra Mete yurduna döndü. Bundan sonra da batıya yöneldi ve Yüe-çileri de mağlup ederek kaçırdı.^8

^7) a.g.e., cilt 1, sayfa 9
^8) a.g.e., cilt 1, sayfa 10

Er-Sogotoh:
Yakut Türklerinin bir nevi milli destanı gibigir. Destanı inceleyen Rus Şerbak, Oğuz Han'a yakın en belirgin Türk bahadırının, Er-Sogotoh olabileceğini söylemiştir. Ancak iki destan arasında önemli bir fark vardır. Oğuz Han kutsal bir bahadır olsa da yeryüzünde yaşıyor ve Türk milletini düzene koymakla vazifelendiriliyordu ve ilk insan da değildi. Er-Sogotoh ise gökte yaşıyordu, yaratılan ilk insandı ve ne bir millete ne de bir eşe sahipti.^9

Er-Sogotoh destanı, birkaç ayrı seyyah ve araştırmacı tarafından toplanarak yayımlanmıştır. Desatanın aynı olmasına rağmen araştırmacıların metinleri arasında farklılıklar vardır. Bu sebeple metinler ayrı ayrı incelenmiştir.^10

^9) a.g.e., cilt 1, sayfa 109
^10) a.g.e., cilt 2, sayfa 110
Er-Sogotoh Metin-1:
Middendorf'un topladığı Er-Sogotoh destanında kahraman tıpkı bir Adem gibidir. Fakat eşi yoktut. Bundan dolayı çok zahmet çekmiştir. Bundan dolayı herkes ona Ereydeh-Buruydahçı lakabını vermiştir. Çünkü o bedbaht, çok zahmet çeken bir garip kimsedir. Burada Cennet, Er-Sogotoh'un evinin doğu yönündedir. Bu destanda Hayat Ağacı, klasik manasını kaybetmiş ve Yakut Türklerinin yer ve göğü birleştiren Demir-ağaçlarının mahiyetine girmiştir. Bu metnin baş kısmı iyi olsa da nedense son kısmı birden bire kesiliverir.

Er-Sogotoh, tıpkı Adem gibi birdenbire gökten yere indirilir:

"İnsan'ın atasının adı Er-Sogotoh'tu
Çok, çok zahmetler çekmiş, dertleri de pek çoktu.
Ereydeh-Buruydahçı lakabını vermişler,
Yalnız yaşadığından ona böyle demişler.
Bir oba ortasında büyük bir evi varmış,
Bu evin dört yanını, gümüş köşeyle sarmış.^11
Bu ev elli kapılı, kırk pencereliymiş,
Evin çatısı ise, tam otuz kirişliymiş.
Evden içeri girip, giden doğu yönüne
Ağaç Hakan'a rastlar, gelirmiş tam önüne.
Büyük bir çadır vardı, bu yerin ortasında,
Çok eski bir esinti, eserdi hep başında.
Ağaç Hakan büyüktü, her şeyin anasıydı,
Varlık ona bağlıydı, yerle gök binasıydı.
Kökleri kaplar idi, Yeraltı dünyasını,
Zirvesi deler idi, göğün dokuz katını.
Tam yedi ayaktı, ağacın yaprakları,
Ondan daha büyüktü, sarkan kozalakları.
Ağacın tam kökünde, görülürdü bir kaynak,
Hayat suyu bu idi, akar giderdi apak.
Ak ve kara inekler, ihtiyar olmuşlardı,
Bu sudan içenlerse, yeni can bulmuşlardı.
Ağaçta uçan kuşlar, yorgun bitap olurdu,
Gelip bu sudan içen, yeni kuvvet bulurdu.
Bu kutsal ağacında bir sahibi var idi,
Bir Dişi Tanrı idi, saçları da kar idi.
Kendisi ihtiyardı, göğsü ise apalaca,
Görenler sanır idi, bir keklik gibi kırca.
Memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı,
Uzaktan bakan kimse, iki tulum sanardı.
Aslındaysa bu ağaç, normal boyda, küçüktü,
Ana-Tanrı gelince, ona göre büyürdü.
Büyürken sesler çıkar, gürültüyle esnerdi,
Bu sesler yavaş yavaş, gittikçe genişlerdi.
Er-Sogotoh adlı er, 'Yalnız yaşayan adam'
Yakut Türklerinceydi, bu da bir nevi Adem.
Düşünmüş demiş, beni kimler doğurdu diye,
Bana bu canı verip meydana koyrdu diye.
Gitmiş sormuş ağaca, benim anam kim diye,
Elbet bir atam vardır, benim babam kim diye.
Ağaç da dile gelip, soyunu sayıp dökmüş,
Er-Sogotoh hislenip, saygıyla dizin çökmüş.
Gök tanırısı Er-Toyon, onun babası imiş,
Karısı Kübey-Hatun, onun anası imiş.
Aslında insan oğlu, göklerde doğmuş imiş,
Bütün kutsallıklarla, vücudu dolmuş imiş.^12
Ama bir gün gelmiş ki, demiş anne babası,
Haydi burdan in git, topla tarağı tası.
Annesi ona derken, haydi sen git iline,
Bir tulum hayat suyu, sıkıştırmış eline.
Demişki, sen bu suyu, sol koluna al gezdir,
Sana bu hayat verir, belki bir günü gelir.
Aradan zaman geçmiş, bu insan bir er olmuş,
Harp meydanlarındaysa, savaşlar eder olmuş.
Nasıl olmuşsa biri, kalbini okla delmiş,
Vermiş son nefesini, hayatı sona ermiş.
Hayat suyundan, Tanrı bir kabarcık sıçratmış,
Bu küçük damlacık, kalbe konup ıslatmış.
İnsan hemen dirilip, güçlenmiş hayat dolmuş,
Dokuz defa daha çok, güçlü kuvvetli olmuş.^13"

^11) a.g.e., cilt 1, sayfa 110
^12) a.g.e., cilt 1, sayfa 111
^13) a.g.e., cilt 1, sayfa 112
Er-Sogotoh Metin-2:
Bu metin Rus araştırmacı İ. A. Hudyakov tarafından toplanmıştır. Bu metnin incelenmesinin nedeni Hayay Ağacı'nın Yakutlar tarafından kendi inançlarına nasıl uyarlandığını ve Yakutlaştırdığını göstermek içindir. Yakutlara göre dünya 8 köşelidir ve ortasında Kutup Yıldızı' na kadar uzanan büyük bir ağaç vardır. Bu ağaca Türkler de Demir-Kazık derler. Hayat Ağacı motifi, Türklerin astronomik düşünceleri ile adeta bağdaştırılmış bir durumdadır.^14

"Dünyamız Yakutlarca 8 köşeli imiş,
Yerin ortası ise sarı göbekli imiş.
Dünyanın göbeğinde bir de ağaç var imiş,
Bu ağaç büyük imiş, göklere çıkar imiş.
Bu ağacın her yanı Tanrıdan hep süslüymüş,
Kabuklatı, kabuğu tıpkı som gümüşlüymüş.
Ağacın gövdesinden bir usare* akarmış,
Ağacın budakları, ta göklere uzanmış.
Görenler sanırmış sanki dokuz kollu şamdanmış.
Yaprakları büyükmüş, dallarından sarkarmış,^15
Yaprakların her biri, at derisi kadarmış.
Ağacın tepesinden bir usare akarmış.
Köpük köpük kaynayıp, sarı renkte akarmış.
Bu ağacın yanına hiç kimse gidemezmiş,
Bundan içenler ise açlık hissedemezmiş.
Bu sudan içen artık mes'ut olurmuş,
Her şeye erişirmiş, Tanrıdan Kut bulurmuş.
İlk insanın atası, burafa yaratılınca,
Hayatı elde edip, tadını da alınca,
Hemen ağacı görmüş koşup altına gitmiş.
Kanıp bu sudan içip hayatı elde etmiş.
Bu ağacın zirvesi, ta göklere erermiş,
Göklerin üç katına, ulaşıp da delermiş.^16"

*Öz su
^14) a.g.e., cilt 1, sayfa 112
^15) a.g.e., cilt 1, sayfa 112
^16) a.g.e., cilt 1, sayfa 113
Er-Sogotoh Metin-3:
Bu metin N. Gorohov tarafından toplanmıştır. Yakut Türkleri arasından toplanmış olan bu destanıj bilhassa baş kısmında, gök ve yerin yapılışı hakkında çok önemli bilgiler verilmektedir.^17

"Dipsiz, geniş, sonsuzdur, kara yerin altı,
Hareketsizce duran, simsiyah bir karaltı.
Doku Felek çığrısı, göklerin üs katıdır.
Göklerin en üstünde, dönüp duran çatıdır.
Gök katları dizilie, feleklerin altında,
Pek çok alemler vardır, göğün yedi katında.
Bir göbek yeri vardır, göklerin ortasında,
Tanrı Cennet kurmuştur, katların arasında.
Yeryüzü, Orta-Dünya, göklerin altındaydı,
Bir de göbeği vardı, yerin ortasındaydı.
Dünyada göğe çıkan demir bir ağaç vardı,
O kadar büyüktü ki, yerle göğü bağlardı.
Göklerin göbeğinde, gam, keder eksik idi,
Burda ne güneş batar, ne de ay eksik idi.
Bu göbekte kış yoktu, süresiz yaz olurdu,
Bir guguk kuşu vardı, herkese saz olurdu.
İlk insanın atası, yaratılmıştı burada,
Adı 'Ak-Oğlan' idi, göz açmış idi orda.
Gözünü açar açmaz, etrafına bakınmış,
Ben neredeyim diyerek, uyanarak kalkınmış.
Bir ova uzanırmış, Uzak Doğu yönüne,
Çok yüksek bir dağ ise çıkmış onun önün.
Bu dağın üzerinde, büyük bir ağaç varmış,
Ağacın usaresi, hem parlak hem kokarmış.
Bu ağacın kabuğu, nemi hiç kurumazmış,
Suyu gümüş gibiymiş, yaprağı da solmazmış.
Süslü süslü bardaklar, dallarından sarkarmış,
Bunu görenler sanki, bir tomurcuk sanarmış.
Bu ağacın zirvesi, Yedi Göğü delermiş,
Gökler üstüne çıkıp, ta Tanrı'ya gidermiş.
Ürüng-Ayıg-Toyon ki, yaratan Tanrı idi,^18
İnsanlara can veren, yaşatan Tanrı idi.
Bu tanrı sahiviydi, göklerin üst katının,
Ağaca at bağlardı, kızağıyfı atının.
Bu ağacın kökleri, yer dibine gidermiş,
Tanrı'nın meskenine, dikilmiş bir direkmiş.
Ak-Oğlan güneykere, ne var diyerek bakınmış,
Bir Süt-Denizi görmüş, rengi de sütten akmış.
Denizin kenarında, beyaz çamutlar varmış,
Sanki düt ekşimiş de, köpüklenip kabarmış.
Kuzey taraflarıysa, karanlık orman sarmış,
Yaprakları titreşip, hayvan gibi oynarmış.
Bir dağ yükseliyormuş, ormanın arkasında,
Beyaz bir şapka gibi, aklık varmış başında.
Bir zirve ki benzermiş, ak tavşan derisine,
Rüzgarı durdurmış, koymazmış gerisine.
Batı yönleri ise çok güzel fundalıkmış,
Çayırlıklarla süslü, güzel bir ovalıkmış.
Büyük çamlılar varmış, bu ovanın ardında,
Yaygın tepeler varmış, çamlığın arkasında.
İnsanın tek atası, gözünü ilk açınca,
Güneşin aydınlığı, her tarafa saçınca,
Bu il indan Ak-Oğlan, ta içten hislenirmiş,
Ağaca yanaşarak, şöylece seslenirmiş:
"Ey benim saygı değer, güzel yüce Tanrıçam
Bana hayatı veren, ey benim büyük annem!
Varlığım, neyim varsa hep seninle dolmuştu,
Dünyadaki varlıklar, hepsi senden doğmuştur!
Ama öyle yalnızım, o kadar yalnız bilsen,
Bari bana benzeyen, bir de eş kadn versen!
Dolaşırım dünyada, işsiz güçsüz, başı boş,
Benim gücüme göre bir eş ver, et beni hoş!
Ben de insanoğlunu, tanımak istiyorum,
Ben de insancasına, yaşamak istiyorum!
Sana sığınıyorum, kutunu esirgeme,
Ümit yer bana anne, beni yalnız besleme!
Başkaca Tanrım yoktur, ben seni görüyorum!
Kalbim saygıyla dolu, dizimi çöküyorum!"
Bu sözler üzerine, yapraklar yeşillenmiş,
Bir su ile kaplanıp, üzerleri nemlenmiş.
Yapraklar ağlar gibi, sulanmış taşa gelmiş,^19
Bir nur gibi akarak, oğlanı aşa gelmiş!
Sıcak bir rüzgar esmiş, kalpleri serinletmiş,
Ağaçtan gelen bir ses, her tarafı inletmiş!
Ağacın bir kökünden, bir yarık yarılınca,
Bu yarıktan ağaca, bir delik açılınca!
Bir kadın çıkıvrrmiş, ağacın deliğindrn,
Ağacın kökündeymiş, aşağısı belinden.
Kadının gür saçları uçuşup yanıyormuş,
Fırlayan memesinden, sütlerse kaynıyormuş.
Oğlan yaklaşmış ona, süt emmiş memesinden,
Artık bir kere doymuş, vazgemiş yemesinden.
Sütü emen Ak-Oğlan, ilk defa doymuş imil,
Vücudunun her yeri, kuvvetle dolmuş imiş.
Bundan başka annesi, ona demiş kutlu ol,
Saadetle dolup taş, hayatta hep mutlu ol!
Ak-Oğlan'a ayrıca; su, ateş, demir vermiş,
Sonra da kaybolarak, tekrar yerine girmiş."^20

Yakutlarda 'Ürüng' yani ak renk kutsallığın bir ifadesi olduğundan bu destan Er-Sogotoh'a Ak-Oğlan demektedir. Çünkü o tanrı tarafından yaratılmış il ve kutsal insandır. Öyle anlaşılıyorki Hayat Ağacı Ak-Oğlan'a süt ve su vererek ona yol göstermiş ve onu yeryüzüne göndermişti. Bunun içinde dünyada işine yarasın diye eline su, ateş ve demiri sıkıştırmıştı.^21

^17) a.g.e., cilt 1, sayfa 113
^18) a.g.e., cilt 1, sayfa 114
^19) a.g.e., cilt 1, sayfa 115
^20) a.g.e., cilt 1, sayfa 116
^21) a.g.e., cilt 1, sayfa 113
Er-Sogotoh Metin-4(1)
Er-Sogotoh destanının en iyi metnidir. Alman dilcisi O. Böhtling tarafından derlenmiştir.^22

"Er-Sogotoh adlı bir er varmış. Anasız babasızmış. Gökten mi indi yoksa yerden mi çıktı, kendisi de bilmezmiş. Bir garip ermiş. Boyu on geniş karış, eni dört geniş karış, bie omzundan bir omzuna kadar da beş karış tutarmış. Kollaru tıpkı kurumuş bir kayın ağacı gibi. Gözleri, at dizgini halkalaeı gibi yuvarlak yuvarlakmış. Burnu ise bir ineğin kürek kemikleri kadar büyükmüş.

Kuvvetine gelince, donmuş ağaçları bile kökten çıkarmak onon için bir hiçmiş. Kuru, koca kayın ağaçlarını tutup kırmak, onun için bir zevkmiş. Dikili ağaçları kökten çıkarıp atmak, onun için de neymiş!.. Sözkeri gök gürültüsünü, nefesi rüzgarı, sesi fırtınaları, bakışı ise yıldırımları andırırmış. Yurdundaki çatırlar tıpkı bir kalay gibi parlar; ormanlar ise bakırdan yapılmış bir yer parçasına benzermiş^23 Suları gümüş gibi parlarmış... Yurdunfa, bir süz denizi varmış ve hiç kurumazmış. Er-Sogotoh ırmaklarında yıkanır, ormanlarında avlanırmış... Hemen yurdunun kıyısında bir de büyük bir deniz varmış. Bu denizde kumlar cam parçası gibi, dalgaları da tıpkı bryaz bir gümüş gibi parlarmış... Ormanlarında arslanlar dolaşır, kızgın ayılar gezer ve Boz-Kurtlar (Kök-Börü) bulunurmuş...

Onun yurdunda hiç kış yokmuş. Ağaçların üstünde kartallar çığlık atar ve kuşlar ötermiş. Ağaçlar yapraklarını da hiç dökmezmiş...

Evi, onun yurdunun üstünde tıpkı mavi bir fuman gibi görünürmüş. Kırk pencereli, kırk köşeli bir evmiş. Her köşesi gümüşten yapılmış imiş. Evin ortasında büyük bir salon varmış. Bu salonda da üç ocak bulunur ve her ocağın üstünde de bir baca tütermiş. Her ocağın başında da birer kadın otururmuş...

Evinin doğu tarafında büyük bir çayırlık varmış. Tam evin önünde de büyük bir ağaç yükselirmiş. Bu ağaca Hakan-Ağaç derlermiş. Bu ağaç öyle büyük öyle büyükmüş ki, ortadaki dalları bile gökte bir mavi duman gibi görünürmüş. Zirvesi dokuz göğü bike delip geçermiş. Onun dibibde de insanlığa ölmezlik sırrını veren, ebedi Hayat Suyu kaynarmış. İhtiyarlar, kuvvetten düşmüş inekler gelirler, bunun diplerinde gezerler, bu sudan içtikten sonra, yine gençleşio kuvvetlenerek dönerlermiş. Uçan ve koşan vahşi hayvanlar, bu ağacın dallarında gezerler, koşarlar ve onun usarelerini emerek, kutsal bir kuvvete sahip olurlarmış.

Evden yine çıkıp güneye bakınca, güneyde de büyük bir kayın ağacının yükseldiği görülürmüş. Bu kayın ağacı o kadar güzelmiş ki, tığkı bir genç kızı andırırmış. Bir tepenin üzerinde yükselir ve adeta bir adacık meydana getirirmiş.

Batıda fundalıklar uzanır, onun arkasını da ladin ormanları kaplarmış. Kuzeye gelince, burada kadın Şananlar bulunur, büyüler yapar ve dualar okurlarmış. Şamanların ötesinde de ihtiyar bir "Ana" otururmuş.

Er-Sogotoh'un elbiseleri de fevkalade idi... Silahlarına gelince bir yayı vardı ki, kemikten yapılmıştı ve altı kişi bile yığılsa bu yayı çekemezdi. Okları tıpkı çekice benzerdi ve ağaçtan yapılan balıkçı kulübeleri kadar büyüktü. Sivri uçlu bir okunu bir obanın demircisi, kaşığa benzer okunu da başka bir obanın demircisi uzun zaman çalışarak yapmışlardı... Bunlardan başka ağır bir mızrağı, topuzu ve kılıcı da vardı. Onun atının tarihi ise çok uzundur...^24

^22) a.g.e., cilt 1, sayfa 116
^23) a.g.e., cilt 1, sayfa 117
^24) a.g.g., cilt 1, sayfa 118
Er-Sogotoh Metin-4(2)
Er-Sogotoh 19 yaşına gelince, kalbi başka türlü atmaya ve kanı da için için kaynamaya başladı... Baktı etrafına, kendine yandı. Dünya alemden herkes çift çift geziyordu. Bu olmaz, ben de kendi eşimi bulayım diye yola koyulmuş. Gitmiş evinde uyumuş, sabah kalkınca il işi Hakan-Ağaç'ın önüne gitmek olmuş^25 Ağacın önüne gitmeden önce de güneşe dönüo üç defa selam vermiş. Hakan-Ağaç' ın önüne gidince, diz çökmüş ve ağaca şöylr demiş:

-Benim ağaç Hakanım! Ey kutsal ruh! Ey ulu Hatun! Benim yurdumun ruhu! Ben küçük bir çocukken, sen beni büyük bir adam yaptın!.. Gel de benim ne olacağımı, geleceğimi de bildir! Ben ne yapacağım? Ben bundan sonra nasıl yaşayacağım? Ey ulu Anne!..

Er, bunları söyledikten sonra birden gökler kapanmış, bulutlar toplanmış vr gök de müthiş bir şekikde gürlemeğe başlamış. Az sonrs da iri iri damlalı bir yağmur yağmış ve etrafı seller götürmüş. Gökten beyaz bir bulut uçmuş ve bu buluttan fa yerlere yıldırımlar inmiş. Yer gök titremiş, ırmaklar taşmış ve denizler çalkalanmış. Az sonra, ak saçlı Ana-Tanrı görünmüş. Yavaş yavaş ağacın kökünden dışarı çıkmış ve oğlanın karşısında durmuş. Tıpkı keklik göğsü gibi bir göğsü, iki büyük tulum gibi de memeleri varmış... Oğlana dönmüş ve şöyle demiş:

-Dinle, ey çocuk! Senin baban Er-Toyon; annen ise Kübey-Hatun idi. Seni doğuran ve dünyaya getirenler onlardır. Göğün üçüncü katından bir emir geldi ve bu emirde, senin alınarak büyütülmen ve insanların atası olman buyuruldu. Bunun için de ben seni alığ büyüttüm. Şimdi atına bin de güneye git. Belki yolculuğun güç ve zahmetli olacak. Ama tanrı yardımcjn olsun, her şeyden başarı sana ulaşsın...
Ak saçlı Ana oğlana bunları dedikten sonra, biraz da Hayat Suyu vermiş ve oğlan sarı atına binip yola koyulmuş. Oğlan ayrıca 7 inekle 7 öküz de kesip etlerini pişirip, derilerini de tulum yaparak, azığını koymuş ve tulumları da atının kulağına asmış ve acıktıkça buradan uzanıp yemeğe başlamış...

Epey yol aldıktan sonra, "Kaya Kapısı" na gelmiş. Oradan "Demirdağı" geçmiş. Demidağı da geçtikten sonra "Kan Irmağı"na erişmiş. Bu ırmaktan, su yerine kan akarmış. Bu defa atı çaresini bulmuş ve uçarak sahibini ırmağın ötesine geçirmiş.

Oradan Kara-Han'ın ülkesine gelmiş. Bu Kara-Han, Ulu-Toyon'un neslinden gelirmiş. Han-Tangara'nın da akrabasıymış. Kara-Han'ın 10 tane oğlu ve 9 tane de kızı varmış. Kızları o kadar güzelmiş ki, bu kızların güzelliğini bilmeyen yokmuş. Er-Sogotoh, baştan aşağı demire fonanmış olarak gelmiş ve Kara-Han'ın ülkesine girmiş...

Bundan önce de Kara-Han'ın ülkesinde bazı gerip şeyler olmuş. Gökler kararmış, yerler titremiş ve cehennemin sahibi Buura-Dohsun gelmiş ve Kara-Han'ın canını almak istemiş... Kızlar ağlamışlar, oğlanlar bağrışmışlar. Tam bu sırada Er-Sogotoh gelmiş... Kızlar böyle bir erin geldiğini görünce hemen^26 önünü kesmişler ve olan biten her şeyi anlatarak, ondan yardım istemişler. Oğlan, cehennem zebanisi Buura-Dohsun'u görünce hemen hücum etmiş ve başlamışlar dövüşmeye. Ama cehennem zebanisi çok kuvvetli imiş ve başlamış ağır basmaya. Oğlan tam acze düşmüşken, bakmış ki, damarlarında tanrısal bir kan ve vücudunda da gittikçe çoğalan bir kuvbet dolaşmaya başladı... Gittikçe, gittikçe kuvvetlenmiş ve tuttuğu gibi Cehennem zebanisinin başını kesmiş... Vücudunu da parça parça etmiş ve göklere savurmuş. Yalnızca kalbinin bir ucu kalmış. O da bir karga olup uçmuş. Onun için bu kuş kötü kötü bağırırmış...

Kara-Han, bu felaketten kurtulunca küçük kızını tutmuş Er-Sogotoh'a vermiş. Onlar da yeryüzüne inerek, Yakut Türklerini meydana getirmiş.^27

^25) a.g.e., Cilt 1, sayfa 118
^26) a.g.e., Cilt 1, sayfa 119
^27) a.g.e., Cilt 1, sayfa 120
 
Son düzenleme:

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık