Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

Bir Alman Subayın Gözünden Kafkas Cephesi


Birinci Dünya Savaşı’nda, Türk Kafkas Cephesi’nde cereyan eden tüm olaylara tek taraflı ve sadece kendi penceremizden bakmışızdır. Ancak bu cephedeki olaylara farklı bir açıdan bakmak gerektiğine inanıyorum. Bahsettiğim bu farklı pencere sayesinde Kafkas cephesinde gerçekleşen olayların oluşu, gelişimi ve sonucunu bize farklı bir açıdan bakarak ders çıkartmamızı sağlayacaktır. Bu farklı bakış açısı ve dışardan göz ise savaşın başlangıcından Brest-Litovsk Anlaşması’na kadar Kafkas Cephesinde, 3. Ordunun kurmay başkanlığında bulunan Alman Subay
Yarbay Felix Güze yabancı bir subayın gözünden cephede gerçekleşen tüm olayları bizlere detaylarıyla çok güzel anlatılmıştır.


Hiçbir Alman Subayı Yarbay Felix Güze kadar uzun bir süre bu cephede kalmadığı için olayların oluşu, gelişimi ve sonucunu kendi tecrübeleriyle bizlere aktarmış ve Kafkas cephesinde yaşanan olayları görevinin son bulduğu Brest-Litovsk anlaşmasına kadar aktarmıştır. Burada önemli olan yabancı bir subayın Kafkas cephesinde görevi esnasında yaşadıklarından ziyade yabancı bir subayın gözlemleriyle Türk ordusunun durumu, kuvveti, konumsal yerleşimi, avantajı, dezavantajı, hataları, Türk-Rus muharebesinin gelişimi ve sonucuna değinmesi olarak değerlendirmenizi tavsiye ediyorum. Her sene çeşitli etkinliklerle anılan “Sarıkamış faciasını” da içinde bulunduran bu cephede yaşananları başka bir bakış açısıyla okuduğunuzda Bu cephede savaş öncesi ve savaş sırasında halkımızın ve ordumuzun ne kadar fedakârlık gösterdiğini birde yabancı bir subayın gözünden bir kez daha şahit oluyoruz. Yukarıda zikrettiğim üzere Alman Subay Yarbay Felix Güze Kafkas Cephesinde seferberlik ilanı ve ordunun ikmal ve lojistik imkanlarını durumunu göreve başladığı ilk andan itibaren gözlemlemiş, savaş sırasında ordunun beyin takımı içerisinde bir kurmay subay olarak görev yapmış, Türk ordusunun nasıl yönetildiğini görmüş, Türk ordusunun Alman ekolünde teşkilatlandırılmasına rağmen avantaj ile dezavantajlarını değerlendirmiş, bunun sonucu olarak Kafkas cephesinde Türklerin neden hezimet yaşadığını kurmay olan bir Alman subayın gözünden 1940 yılında basılan “Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’ndeki Muharebeler(Die Kaukasusfront im Weltkrieg: Bis zum Frieden von Brest, Leipzig, 1940) adlı kitap ile savaş sonrası bir eser haline getirmiştir Bu eseri ise Genelkurmay ATASE Daire Başkanlığı tarafından aynı isimle bizlere ulaştırılmıştır.


SAVAŞ ALANI VE ORDUNUN İKMAL FAALİYETLERİ


Osmanlı devletinin bünyesinde konserve fabrikaları bulunmaması iaşe işlerini önemli ölçüde etkiliyordu. Bu eksikliklerden ötürü ülkede fasulye ve bamya kurutuluyordu. Buğdaydan bir çeşit bulgur yapılıyordu. Kasaplık hayvanların birliklerde kesilmesi kuraldı. Bulgur ve pirinçten yemek yapılırdı. Pirinç, bulgur ve kuru sebzeler konserve yerine geçiyordu. Etten de kavurma yapılıyordu. Kavurma yağda pişirilmiş olduğu hâlde tenekelerde muhafaza ediliyordu. Osmanlı devletinde teneke yapacak fabrika bulunmamasından dolayı, bu iş için Bakü’den gelen gaz tenekelerinden yararlanılıyordu. Bu tenekeler sınırlı sayıda olduğu için istenilen miktarda kavurma yapılamıyordu. Bu bölgede ne demiryolları ne de otomobil vardı. Erzak nakliyatını hayvan kuvvetiyle yapmak mecburiyeti vardı. Ağırlıklar, cephane kolları ve katarların büyük kısmı yük hayvanlarından oluşturulmuştu. Bu işler için kullanılabilecek canlı araçlar at, katır, öküz, manda, eşek ve deve idi. Bu hayvanlar memlekette oldukça fazlaydı. Arap atları çok uzaklardan, ovalık bölgeden sağlanıyordu. Bunlar dağlık arazide de iyi hareket ediyorlardı. Bu bölgede bulunabilen atlar, küçük dağlık araziye alışkın katır, Sivas atları ve karışık atlardı. Atlara yem olarak arpa verilirdi. Doğulular kendi hayvanına çok kötü bakarlar. Atlar çok erken, genellikle iki yaşında kullanılmaya başlanır. Bu yüzden birçok hayvan telef olur. Geride kalanlar tam manasıyla dayanıklı, cefakâr ve bakımın kötülüğüne rağmen çok kabiliyetli olurlar.


Bölgedeki öküz, Alman öküzlerinden daha küçüktür. Öküz ve mandalar biraz tembeldir. Ağır ağır iş görürler. İran’dan gelen develer kışa çok dayanıklıdır ve ağır yükleri de taşıyabilirler. Fakat bunlar da çok iştahlıdır.




Aslında iyi durumda olmayan yollarda, çok miktarda işleyen yük hayvanları ve kağnı arabaları yolları bir kat daha bozuyordu. Basit şekilde imal edilmiş olan kağnı arabalarının tekerlekleri incedir. Bu ince tekerlekler yolları âdeta bıçak gibi kesiyor ve harap ediyordu. Fakat bu bölgede de bu cins arabalara çok gereksinim vardır. En çetin arazide bile hareket edebilirler. Yürüyüşleri çok ağırdır, fakat en dik meyilli yolları bile bir hamlede aşabilirler. Kağnı arabaları yüksek değildir. Yükleri devrilse bile büyük yük hayvanlarından devrilen yükler kadar zarar görmezler. İkmal işleri için çok miktarda canlı araçlara ihtiyaç vardı. Canlı araçlar diğer teknik vasıtalara göre daha yavaş hareket ediyordu.


Bölgede iaşe ve nakil aracı kaynakları çok fazlaydı. Bu kaynakların tahmini olarak bile sayıca tahmini mümkün değildi. Kaynakların sağlıklı olarak tespit edilmesine birkaç defa teşebbüs edilmesine rağmen, halkın önemsiz sebeplerle zorluk çıkarması tespit işinin daima sonuçsuz kalmasına sebep oluyordu.





Mahallî kaynaklardan tedarik edilmesi mümkün malzeme ile ihtiyacı temin edebilmek için orduya tahsis edilen bölge yeterli olacak mıydı? Almanya’da memleketin bir kısmı, bir orduya tahsis edilir. Ordu, insan, hayvan, iaşe maddeleri ve diğer ihtiyaçlarını bu bölgeden sağlar.


3. Orduya ayrılan bölge başlangıçta Sivas’a kadar uzuyordu. Daha sonra Sivas ili de ordu bölgesine dâhil edildi. Ordu ihtiyacını ikmal etmek için barış zamanında hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Alman Islah Heyeti Türkiye’ye yeni gelmişti. Bu heyetin faaliyeti henüz memlekette etkisini göstermeye başlamamıştı. Memurları yerlerinde bırakmak en uygunuydu. Başlangıçta birlikler bulundukları bölgelerden besleniyorlardı. Sahildeki birlikler Trabzon vilayetinden, ordunun büyük kısmı da Erzurum vilayetinden iaşe ediliyordu. Daha seferberlik sırasında Erzurum’un faal ve güçlü valisi Tahsin Bey, orduya gerekli olan her türlü malzemeyi hazırlamış ve ordu emrine vermişti. Bu malzeme Erzurum’da orduya teslim ediliyordu. Karargâhı Erzurum’da olan 3. Ordu Lojistik ve İkmal Komutanlığı bunları teslim alıyordu. Nakliye araçları orduya yavaş yavaş katılıyordu. İkmal işleri için nakliye araçları ne kadar önemliyse, ikmal yolları da aynı derecede önemliydi. Ordu bölgesinde amele taburlarının teşkil edilmesinden sonra ikmal yollarına göre yol inşasına başlandı.


Hayvan kaynakları zengindi. Çok miktarda yün ve deri bulmak mümkün oluyordu. Erzincan’daki küçük bir yün kumaş işleyen (şayak) fabrikadan başka fabrika yoktu. Bölgeden sağlanan malzeme ya el ile ya da evlerdeki mevcut tezgâhlarda yapılmıştı. Bunlarda ilkel şekildeydi. İmalat çok yavaş ilerliyordu. Yapılan malzeme çok dayanmıyordu. Alınan hasılat, ihtiyaç ve kullanılan işçi kuvvetine denk değildi.





Sivas’ta kılıç yapılıyordu. Ateşli silahlar, cephane, teknik malzeme, sıhhiye malzemesi gibi teknik ve ince sanat işi olan malzemenin dışarıdan ordu harekat bölgesine sevk edilmesi gerekiyordu. Ham malzeme olarak bölgede bol miktarda kalay ve bakır vardı. Bununla birlikte buralarda gezen seyyahlar iyi bir pazar yerini gördükleri zaman, buradaki bakır malzemeyi kullanmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ordu bölgesindeki maden ocakları da artık işlemiyordu. Ordunun menzil yollarına çok iş düşüyordu. Bu işler arasında İstanbul’dan gönderilen malzeme ile ordu bölgesinden tedarik ve sevk edilecek malzemeyi birbirinden ayırmak gerekir. Barış zamanında İstanbul’dan Sivas’a ya da Erzurum’a karadan gitmek hiç düşünülmezdi. İnsanlar nakliye eşyaları gibi deniz yolu ile Samsun veya Trabzon’a kadar deniz araçlarıyla gidiyorlardı. Seferberlik sırasında da İstanbul nakliyatı, deniz araçlarıyla Trabzon’a nakledilir, buradan da hayvanlarla iç kısımlara gönderilirdi. Trabzon’dan Cevizli’ye kadar küçük buharlı trenlerin işlediği (dekovil) hat yapılmıştı.


Goeben ve Breslau zırhlıları İstanbul’a geldikten sonra, Türkler deniz nakliyatına devam etmek için kendilerini yeteri kadar kuvvetli görüyorlardı. Goeben zırhlısı bir mayına çarparak hasara uğradıktan sonra deniz nakliyatının önemi kalmadı. (bkz. Yavuz Zırhlısı) Bunun üzerine Başkomutanlık Anadolu’da bir kara menzil yolu kurmayı düşündü. Suriye, Irak, Kafkas cephelerindeki ordulara İstanbul’dan gönderilecek her türlü savaş malzemesi tek hatlı Anadolu demiryolu ile sevk olunuyordu! Bu nedenle Türkiye için savaş icrası çok zor oluyordu. Anadolu demiryolundan bir şube hattı Ankara’ya kadar gidiyordu. Bu hattın Ankara’dan sonra Sivas’a kadar uzatılması savaştan önce kararlaştırılmıştı. Bu kısımda araziden kaynaklanan zorluklar çok fazlaydı. Türkiye’nin elindeki işçi kuvvetlerini, kendisi için daha önemli olan Bağdat hattının geçtiği Toros Dağları’ndaki demiryolu kısmına tahsis etmeye ihtiyacı vardı. Ankara - Sivas hattının inşasını daha sonraya bırakmak zorunluydu. Ankara - Sivas arasındaki arabaların hareketine uygun bir yol yoktu. Aynı arazi zorluklarından dolayı bu kısımda arabaların işleyebileceği bir yol inşasına imkân yoktu. Bu durum Ankara demiryolu nakliyatından vazgeçmeyi gerektiriyordu. Menzil yolu olarak Toros’un kuzeyindeki Anadolu demiryolunun son istasyonlarından biri olan Ulukışla’dan itibaren Kayseri - Sivas - Suşehri - Erzincan - Erzurum hattı kabul edildi.





Bu hatta Ulukışla’dan Sivas’a kadar olan kısımda mevcut araziden kaynaklanan güçlükler, Ankara - Sivas arasındaki güçlüklere göre daha azdı. Bu menzil hattının uzunluğu yaklaşık 900 kilometreydi. Bu hatta da yapılacak iş ve teşkilat çok muntazamdı. Sivas - Erzurum arasındaki kısımda da araziden kaynaklanan her türlü zorluk vardı. Bu çetin yerlerin etrafında dolaşarak gitmeye imkân yoktu. Her türlü zorluğa rağmen bu menzil hattı 1915 yılının başında işletilebildi. Bu uzun hatta kullanmak için çok miktarda hayvan lazımdı. Kullanılan hayvanın çokluğuna oranla nakledilebilen malzeme miktarı çok değildi. Menzil hattında devamlı ve çok miktarda nakliyat yapılacaktı. Bununla birlikte nakliyat kapasitesi ile nakliyat sırasındaki emniyet ve düzen yavaş yavaş artırılabildi. Yolun bazı yerlerini yeniden yaptırmak ve çok miktarda köprü inşa ettirmek gerekmişti. Birkaç amele taburu bu işleri yapıyordu. Hattın geneli Türklerin büyük gücünü gösteren bir eserdi. Bu menzil hattı 1915 ilkbaharında o zamanki ordu komutanının bireysel girişimi üzerine 3. Ordu emrine verildi.


Herhangi bir bölgede hangi işe girildiyse bu iş bir makine gibi başlangıçta ağır ağır işlemeye başlamıştır. Yapılan işlerde alınan ilk hasılattan memnun olmak lazımdır. Yavaş yavaş ortaya çıkan düzelmenin her tarafta etkisini çabuk gösterdiğini ve savaşın devamı sırasında bu konudaki mesai ve faaliyetin devam edebileceğini itiraf etmek gerekir. Fakat bu çalışmanın karşılığı layık olduğu derecede çok artırılamamıştır.


SEFERBERLİK İLANI


Türkiye savaşa katılmadan önce 2 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etti. 3. Ordu kuruluşuna dâhil olan nizamiye birlikleri başlangıçta çok azdı. Ekim ayına kadar ordunun kuvveti iki kolordu ve bir tümene ulaştı. Ordu emrinde ayrıca bir nizamiye ve dört buçuk kadar ihtiyat süvari tümeni, hudut jandarma birlikleri vardı. 3. Ordu emrindeki birlikler hakkında biraz bilgi vermeyi faydalı görüyorum.


9. Kolordu; 17., 28., 29. Nizamiye Tümenleri ile 2. Nizamiye Süvari Tümeninden kuruluydu. Bu birlikler barışta Trabzon, Erzurum, Erzincan bölgesinde bulunuyordu. Kolordu denize yakın bulunmak ve ordu mıntıkasında tek şose olan Erzurum - Trabzon yolundan yararlanmak gibi avantajlara sahipti. Bölgedeki birlikler bir dereceye kadar iyi teçhiz edilmiş, düzenli bir şekilde seferber hâle getirilmiş ve seferî kadrolarını hemen hemen ikmal etmişlerdi.


11. Kolordunun (18., 33., 34. Tümenler) barıştaki bölgesi Malatya - Harput - Van’dı. Kolordunun durumu çok kötüydü. İyi yollardan uzakta yer alıyordu. Elbise ve teçhizatı eksikti. İkmal erleri ve bölge halkının bir bölümü davete iştirak etmiyorlardı. Hükûmetin otoritesi bölgenin dağlık yerlerine nüfuz edemiyordu.


37. Piyade Tümeni Bağdat’tan geliyordu. Bu tümen çok zayıf, teçhizatı kötü, eğitimi ve emniyet tedbirleri yetersizdi. Ordu teşkilatı yeni ekole (Alman) uygundu. Kolordular üçer tümenli, tümenler üçer piyade alaylı, alaylar üçer taburluydu (37. Tümenin alayları ikişer taburlu). Ayrıca tümenlerde birer de topçu alayı vardı. Topçu alaylarının kuvvetleri farklıydı. Topçu alayları iki - üç sahra veya dağ topçu taburundan oluşmuştu. Topçu taburları iki üç bataryalıydı. Orduda makineli tüfek teşkilatı çok zayıftı. Savaşın başlangıcında her piyade alayında bir makineli tüfek bölüğü yoktu. Savaşın devamı sırasında makineli tüfek teşkilatı da artırıldı.



Rus tümenleri dörder alaylı, alaylar dörder taburluydu. Bu durumda Rus tümenleri ve piyade alayları Türklerinkinden daha kuvvetliydi. Rus Kolordusu iki tümenli olmasına rağmen Türk Kolordusundan daha kuvvetliydi. Türk Nizamiye Süvari Tümeni dört alaylıydı. Alayların mevcudu yetersizdi. Fakat Tümenin başında oldukça otoriter olan Albay Yusuf İzzet Bey vardı. (Yozgat milletvekiliyken vefat eden Yusuf İzzet Paşa).

Albay Yusuf İzzet Bey

İhtiyat süvari tümenleri bölge halkından oluşmuştur. Bu tümenlerde herkes kendi hayvanını temin ediyordu. Bu birlikleri oluşturan personel çobanlık ve eşkıyalık yapıyordu. Hükûmetin bunlar üzerindeki otoritesi azdı. Bu personeli orduya yararlı bir unsur hâline getirmek için Sultan Abdulhamit zamanında düzenli olmayan süvari teşkilatı yapılmış, teşkilata tâbi olanlara
Hamidiye (Hamidiye Alayları) veya Aşiret ismi verilmişti.


Aşiret / Hamidiye Alayı


İhtiyat süvari tümenleri Erzurum ve Urfa arasındaki bölgeden bitkin bir hâlde savaş alanına gelmişlerdi. Harekâtın başlangıcında mevcutları yaklaşık 20.000 kişiye ulaşmıştı. Teşkilatları dört ihtiyat süvari tümeni ve bir tugaydan ibaretti. Aslında bu birliklerin düşman karşısında hiçbir etkileri yoktu. Bununla beraber bu aşiretlerin dışardan görünümlerinden bahsetmek gerekir. Bunlar eski ve yeni modelde alacalı üniformalar giymişlerdi. Savaştan önce Erzurum’da yöresel elbiselerin alışverişi çok hararetli oluyordu. Bölge halkının elbiseleri çok şatafatlıydı: Çapula (terlik), uzun pantolon, alacalı gömlek, gömlek üzerinde keçi derisinden yapılmış yakası açık ve kolsuz ceket, derinin tüylü tarafı dışa doğru alacalı kemer, saf beyaz keçeden yapılmış serpuş, ve efsanevi savaş kılıcı.


Erzurum'da Yöresel Kıyafetlerle Donanmış Bir Asker


Süvari tümenlerinin hepsi de dağlık bölgelerde kullanılabilir; çünkü atlar kedi gibi her yere tırmanarak çıkabilir ve az yem ile yetinirler.


Ordu emrinde bir de düzenli teşkilata sahip, iyi eğitim öğretim görmüş jandarma birlikleri vardı. Bu jandarmalardan seyyar jandarma ismini taşıyanlar (çoğunlukla atlıdır) nizamiye birlikleri gibi kullanıldı. Büyük kısmı yaya olan jandarmalar da sabit jandarma adı altında, memlekette, emniyet ve asayişin korunmasıyla görevlendirilerek memleket içinde bırakıldı. Eşkıya sebebiyle sabit jandarmaların yerlerinde bırakılması gerekliydi. Maalesef 1914 - 1915 kış muharebelerinde çok zayiat verildiği için sabit jandarmaların bir kısmının da seyyar orduya çağrılması zorunluluğu doğmuştu. Bir kere elden çıkmış olan bu kıymetli birlikler cephede hızla eridi. Eşkıyalık ve isyanlara karşı içeride kuvvete ihtiyaç duyuluyordu. Yeni jandarma birlikleri kurulmasına teşebbüs edildi, fakat bu birlikler eskilerinin yerini tutamıyordu. İçeride düzen ve emniyetin korunması için çoğunlukla cepheden kuvvet almak gerekiyordu. Birliklerde seferberlik hazırlıkları “Alman usulüne” göre yapılmıştı. İkmal erlerinin toplanması ve celbi çok ağır oluyordu. Çünkü bunlar uzak mesafelerden yaya yürüyüşüyle geliyorlardı. Bazı yerlerde Alman usulüne göre yapılmış olan hazırlıkların bu kez de çok eksik olduğu ortaya çıkmıştı. Bununla beraber işler doğal akışını almıştı. Ordu, elbise, silah ve teçhizat itibarıyla çağdaş bir şekilde donatılmıştı. Fakat mevcut olanlar nicelik açısından azdı. Bunların ikmali ya zor oluyor ya da hiç mümkün olmuyordu. Askerin üniforması hâkîydi. Bu da az miktardaydı. Avrupa’dan getirilen malzemenin çoğunu İstanbul’a yakın olan birlikler alıyordu. Kafkas Cephesi’ne gönderilenler de çok zaman sonra gelebiliyordu. Ordu bölgesinde ise imalat az yapılabiliyordu.


Bu sebeple memleket içinde elbise namına ele ne geçtiyse bunlardan yararlanıldı. Fakat yine de hedefe tamamen ulaşılamamıştı. Bazı birlikler alacalı bulacalı bir manzara arz ediyorlardı. Teçhizat ikmali çok geriydi.


Silah hususunda da ilk ihtiyaçtan fazla yedekleme yapılmamıştı. Mevcut silahlar da 71/84 ve daha eski sistemde silahlardı. Türkler silah hususunda idareli hareket edememişlerdi. Köylüler savaşa katılmak veya gönüllü birlikler teşkil etmek için devamlı silah istiyorlardı. Her iki maksada yönelik olarak istekli olanlara bir şekilde tüfek veriliyordu. Halk eski modelde verilen tüfekleri çoğunlukla üzülerek geri veriyordu ve kendilerinin atış kabiliyetlerinin mükemmel olduğunu iddia ederek, modern silah kullanabileceklerini ve ancak bunlarla iyi iş görebileceklerini ileri sürüyorlardı. Gerçekten de yerli halk bazı yerlerde muharebeye katıldı. Fakat genel itibarıyla bunların orduya faydaları verilen kıymetli malzeme ile kıyaslanamazdı. Birçok yerde bölge halkının bir kısmının muharebeye katılma arzusu, askerî hizmetten kurtulmak ve silah almak için bir vesileydi. Bunlar aldıkları tüfekleri Ruslara karşı hiç kullanmadılar, aksine eşkıyalıkta ve hatta kendi halkına karşı bile kullandılar. Gönüllü birlikleri oluşturmak için verilen izinde, ilk bakışta çok aşırıya gidildiği zannedilirse de konu Avrupa’daki şartlara göre düşünülmemelidir. Orduya katılması mümkün olmayan kuvvetleri, bu teşkilat ile orduya almak mümkün olmuştur. Bu konuda halk, kendi arzularıyla para ve malzeme konusunda büyük fedakârlıklar göstermiştir. Hesap açısından düşünürsek, bu durum kuvvet israfı zannedilir; fakat israf zannedilen konular bazen meşru bir durum alır.


Schneider Sahra Topu (1915)


Topçulukta, katırlar tarafından taşınan dağ topları en önemli malzeme sayılır. Schneider ve Krupp fabrikaları ürünlerinden son sistem toplar vardı. Ruslar, savaşın ikinci yılında, cepheye menzili daha uzun toplar getirdiler. Buna karşılık 1916 yılı sonlarında Türk ordusunda da daha ağır ve uzun menzilli Avusturya dağ topları (ıskada dağ topları) bulunduruldu. Krupp fabrikasının son sistem sahra topları da orduya alınmıştı. Ağır sahra obüsleri Kafkas Cephesi’ne ancak 1916’da ve çok az miktarda verilebildi. Zamanın yeterli olduğu yerlerde gerek sahra ve gerekse obüs toplarını en çetin noktalara çıkarmak mümkün oluyordu. Zaman yeterli olmazsa bu topların kullanımı sınırlı sahalara veriliyordu.



Savaşın yeni icatlarından “el bombaları” bu cepheye 1915’te, bomba topu (piyade havanı) da 1916’da gelmişti. Alev makineleri ve gaz mermileri bu cephede kullanılmamıştır.


Cepheye gelince; piyade için bir dereceye kadar yeterli miktarda cephane mevcuttu. Fakat topçu cephanesi diğerlerine oranla azdı. Münferit mühimmat depoları memleket içinde uzak yerlere dağıtılmıştı. Daha savaşın başından itibaren çeşitli sınıfların cephane ikmali çok karışmıştı. Bu karışıklık uzun süre devam etti ve çok miktarda nakliye aracı boşa gitti. Anadolu’da cephane imal edilemiyordu. Mühimmat ya İstanbul’dan ya da İstanbul yoluyla Avrupa’dan geliyordu. Bu nedenle cephane ikmal durumu çok kötüydü.


Muhabere teşkilatı da başlangıçta iyi değildi. Telsiz ve telefon malzemesi ile bunları kullanabilecek personel sayısı çok azdı. Personelin yetiştirilmesi için acil tedbir alındı. Fakat bu tedbirler çok yavaş sonuç veriyordu. Bu bölgede telgraf ve telefon hatları da çok azdı. Bu hatlara verilen işler mevcut kapasitelerinin çok üzerindeydi. Türkçe yazıların telgraf haberleşmesine çok elverişli olmadığını da mevcut zorluklara ilave etmek gerekir. Bununla beraber harekât bölgesinde başlangıçtan itibaren çoğunlukla atlıları ve emir subayları kullanmak gerekiyordu. Ordu ile Başkomutanlık arasındaki irtibat, başlangıçtan beri iyi işliyordu. Telgrafla irtibatta özel bir sistem olan telgraf başında konuşma usulü kullanılıyordu. Bu usulde bir görüşme, genel hatların belirli bir zaman için kapatılmasını gerektiriyordu. Telgraf başında görüşen iki makam birbirlerine telgraf yazıyorlardı. Bu usul, bir dereceye kadar telefonla görüşmenin yerini tutuyordu. İstanbul’dan Erzurum’a posta mektupları yaklaşık üç haftada gelebiliyordu.



İaşe ve sıhhiye işleri başlangıçtan beri çok büyük zorluklarla yapılabiliyordu. Ordu levazım müdürü, lojistik ve ikmal komutanı ve ordu başhekiminin bu memuriyetleri güçlükle kabul etmeleri kayda değerdir. Bölgedeki iaşe maddelerinin miktarı hakkında birliklerde de başlangıçta yeterli bilgi yoktu. Erlerin bakım durumu, çoğu komutanlar için hemen hemen yeni bir şeydi. Bu işlere ait en basit usulleri bile çoğunluğun öğrenmesi lazımdı. Mesela bir komutanın emri altında bulunan birliklerden birinde haftalarca, diğerinde günlerce idare edecek iaşe maddeleri bulunmasına rağmen, komutan bu iki birlikte mevcut olan erzakı denkleştirmeyi düşünmüyordu. Diğer bir zorluk da halkın karakterinden kaynaklanıyordu. Doğulu bir taraftan icraata girişmeden şikâyet ve feryat etmeye, diğer taraftan kendisine soru soran makamın hoşuna gidecek tarzda nezaketle cevap vermeye eğilimlidir. Birlikler kendiliklerinden çare bulabilecekleri işler hakkında şikâyet eder dururlar. Mesela toplu birliklere iyi iaşe edilip edilmedikleri sorulduğunda, hepsi de iyi iaşe edildiklerini ifade etmelerine rağmen, arkadan bazıları “nezaketen bu şekilde cevap verilmiştir” diye konuşurlar. Gerçekte ise birliğe hiçbir şey verilmemiştir. Bu nedenle burada iaşe durumu hakkında sağlıklı bir fikir edinmek kolay olmuyordu. Sıhhiye işleri de aynı durumdaydı. Sıhhiye malzemesi çok azdı. İlaç ve aletler Avrupa’dan geliyordu, yatak ve hastane malzemesi de yavaş yavaş bölgeden temin ediliyordu. Bu konuda barış zamanında hiçbir hazırlık yapılmadığı için ordu hemen hemen yokluk içinde işe başlamıştı. Doktorların sayısı ve mevcut olanların mesleki bilgileri yeterli değildi. Birliklerde sıhhiye işlerinden anlayan kişilerin sayısı azdı. Doğulular vücutlarını ve iç çamaşırlarını çok yıkarlardı. Fakat bölgede yeteri kadar çamaşır bulunmuyordu. Hijyen açısından elbise ve diğer malzemenin temizlettirilmesinin lüzum ve önemini takdir etmiyorlardı. Her şeyden önce tuvaletleri çok küçük yapıyorlardı. Erler, tuvalet ihtiyaçları için en kolay neresi ise oraya gitmeyi tercih ediyorlar ve çoğunlukla su yakınına gidiyorlardı. Çünkü abdest bozduktan sonra yıkanılmasını Kur’an emrediyordu. Bu sebepledir ki su kaynakları temiz tutulamıyordu.


1/200.000 Ölçeğinde Erzurum Bölgesini Gösteren Türk Genelkurmayı'nın Çıkarmış Olduğu Harita


Harita olarak elde Türk Genelkurmayının çıkarmış olduğu 1/200.000 ölçeğindeki harita bulunuyordu. Bu haritalar Karadeniz sahilinden Van Gölü’ne ve batıya doğru da Sivas’a kadar yapılmıştı. Haritalar iyiydi ve araziye tamamen uyuyordu. Yalnız yollar araziye çok uymuyordu. Zira yollar gerçekte ayak ve araba izlerinden oluşmuştu ve bu izler sık sık değişiyordu. Haritalardan sırtların tırmanma kapasitesi anlaşılamıyordu. Harita üzerinde kayalıkları gösteren işaretler de yoktu. Bu nedenle yerli kılavuzlar almadan yola çıkmak ve herhangi bir yere tırmanmak mümkün olamıyordu.


Arazi üzerinde sürekli olarak büyük çaplı keşifler yapılması zorunluydu. Bu durum, çok zaman ve kuvvet harcanmasını gerektiriyordu.
Yapılan keşif sonuçlarında, halk tarafından geçilmez arazi denilen arazi parçalarının geçilebilir olduğu hakkındaki eski tecrübe burada bir kez daha doğrulandı. Türkçe haritadan başka İngilizler tarafından yapılan ve bölgeyi gösteren harita ile Almanca Kiepert haritaları’da iyiydi. Fakat her ikisinin de ölçekleri çok küçüktü. Bunlar genel itibarıyla daha çok seyahat yollarını gösteriyordu. Bununla birlikte kısmen sağlıklı ve doğruydu.


Kiepert Haritası (Doğu Anadolu Bölgesi)


Rus arazisi hakkında, az miktarda Rusça harita vardı. Mevcut Türkçe haritalar da azdı. Bu haritaları da ihtiyatlı kullanmak gerekiyordu. Avrupa’da olduğu gibi her şeyi harita hâlinde resmetmek mümkün değildi.


Orduda harekât alanını tanıyan şahısların sayısı da çok azdı. Bizzat Türklerden çoğu kez şu şikâyeti dinledim: “Biz memleketimizi tanımıyoruz.” Diyorlardı. Genellikle çetin, kışı uzun ve sert olan bu bölgeye barışta kimse rağbet etmiyordu. Ben bile ancak seferberlik sırasında hiç olmazsa Erzurum’un kuzeydoğusundaki sınır dağlarını bizzat keşfedebilirdim.


Başlangıçta çeşitli makamlarda birçok ehliyetsiz adamların bulunmasına hayret edilmemelidir. Abdülhamit zamanında fazla eğitim ve öğretim ile meşgul olan bir subay şüpheli sayılırdı. Abdülhamit’in düşmesinden sonra da rütbe ve makam konularında siyasi fikirler etkili oluyordu.


Birinci Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa ve ordu komutanları savaşın başından beri ehliyetsiz kişileri tereddüt etmeden ordudan uzaklaştırmaya teşebbüs ettiler. Bunda aşırıya kaçtıkları için bazı vesilelerle Ordu Komutanlığını ölçülü hareket ettirmeye çalışıyordum. Çünkü bu işlerde kişilerin ortalama kapasitelerini hesaba katmak lazımdı. Bu konuda özellikle 1915 yazında çok kesin bir ilerleme gösterildi.


Seferberlik ilan edildiği zaman 3. Ordu kurmay başkanlığına tayin edildim. O zaman bu orduda, Alman subayı olarak yalnız ben bulunuyordum. Türklerle çalışmak çok güçtü. Fakat başlangıçtan itibaren çok samimiyet ve güven ile karşılaştım. Siyasi ve şahsi haberleşmeler hariç olmak üzere diğer her türlü ve önemli haberleşmeler elimden geçti.


Subayların birçoğu, kendilerine güvenmeden savaşa girdiler. Fakat Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, kendisine güveni tam, zinde, samimi bir kişiydi. Birlikle temas etmeyi çok severdi. Doğuda dikkate değer görülen şekilde çekingen yaradılıştaydı. Çok sert değildi. Daha sonra harekât devam ettiği sırada, sinirlerinin yeteri kadar kuvvetli olmadığı da ortaya çıktı. Bazı durumlarda baş gösteren sürekli belirsizliklere tahammül edemezdi. Bu durum birliğe karşı beslemekte olduğu güven ve emniyeti azaltıyordu. Bu cephede muharebe eden birliklere, savaştan önce Islah Heyetine mensup subaylar tarafından eğitim ve öğretim verilmemişti. Binbaşı Von Berg ve ben 14 Ağustos 1914’ten itibaren Sivas’ta faaliyete başlamıştık.


Hasan İzzet Paşa

Öncelikle muharebeye girmiş olan bu ordunun yaptığı işleri, örneğin Çanakkale’deki birliklerin yaptıkları işlerle karşılaştırırken, yukarıda açıklanmış olan konuların dikkate alınması gerekir. Islah Heyeti, Çanakkale’de muharebe eden birliklerin eğitimlerine barışta başlamıştı ve bu birlikler ancak 1915 ilkbaharında muharebeye girdiler. Bu durumda bazı birlikler bir sene kadar Alman eğitim ve öğretimini gördüler.


Toplanma yürüyüşü yapmayan birlikler de mevcut zamana göre eğitim öğretim, eksikliklerin tamamlanması ve karargâhların mesailerinin düzenlenmesi ile meşgul oldular. Ordu devamlı ilerliyor ve yükseliyordu. Avrupa’daki bir ordunun orada yaptığı işleri ölçmek için kullanılan ölçüyü bu bölgedeki orduya uygularsak doğru bir hüküm vermemiş oluruz.


Birçok eksikliklerine rağmen ordu savaşın başlamasıyla kendi savaş sahasında, kendisine verilen görevleri hasarsız şekilde yapmıştır. Zorluklar altında ve çok mesai sarf ederek, ağır bir şekilde de olsa makine işletebilmiştir.



Düşman da süratli hareket edemediğinden, ordu acele etmeden ve ihtiyatlı bir sevk ve idare ile görevini yerine getirmeye muktedir bir alet hâline getirilmiştir. Çeşitli birliklerin ateş altında yapabilecekleri işlerin derecesini şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Bu ancak bizzat muharebede denenebilir. Bu açıdan, düşmanla ilk çarpışma çok önemliydi.



BİRLİKLERİN TOPLANMASI VE MUHAREBE SAHASININ DURUMU

1914 Yılı İtibarı ile Osmanlı Devleti'nin Doğu Sınırları


Savaş henüz ilan edilmemişti. Toplanma için uzun zaman vardı. Rusların barış zamanındaki hazırlıklarına göre, savaşın başında üstün kuvvetlerle hemen Erzurum istikametinden taarruza geçmeleri ihtimali vardı. Demiryolu Sarıkamış’a kadar işliyordu. Sınıra kadar birçok şose yapılmıştı. Kafkas bölgesindeki Rus birliklerinin çoğu daha barış zamanında seferber edilmişti.
Savaş sahası Ruslar tarafından barış zamanında çok iyi keşfettirilmişti. Türkiye sınır bölgesinde süvari ve Kazaklardan başka üç kolordu daha vardı. Türkistan’dan iki kolordunun getirilmesi hesap ediliyordu. Bu birliklerin bir kısmının Polonya savaş sahasına sevk edilmesi de muhtemeldi.


Ruslar, 2. ve 3. Kolordularını da Batı Cephesi’ne göndermişler, bölgede 1. Kolordu ile 2. Kolordu’nun Kazak Süvari Tümeni’ni bırakmışlardı. Ayrıca; Güney Azerbaycan’da bir Kazak Süvari Tümeni ile 1 Avcı Tugayı bulunuyordu. Daha sonra Güney Kafkasya’da bir Tümen ve iki Tugay daha kurdular. Bu birliklerinden 1. Kolordu’nun, 20. ve 39. Piyade Tümeni ile 1. Kazak Süvari tümeni Sarıkamış Grubunu oluşturuyordu. 20. Tümen’in bir Tugayı Oltu’da konuşluydu. 2. Plaston Tugayı ile 19. Türkistan Alayı Batum’a görevlendirildi. Erivan’da kurulan 66. Tümen’in bir alayı Kars’ta, bir alayı da Batum’da konuşlandırıldı. 66. Tümenin büyük kısmı ile 2. Kazak Süvari Tümeni ve 2. Plaston Tugayı Iğdır bölgesinde, 1. Plaston Tugayı da Kağızman’da toplandı. Iğdır bölgesinde 1-2 tane de Ermeni taburu vardı. Bunlar daha çok casusluk ve keşif faaliyetlerinde kullanılıyordu. 2. Türkistan Kolordusu da Tiflis’e nakledildi. Ayrıca İran’daki Ermenileri silahlandırarak gerilla güçleri oluşturuyorlar, Osmanlı topraklarında da gizli Ermeni teşkilatları kuruyorlardı.



Ruslar Osmanlı Ordusu’nun muhtemel taarruzlarını örtmek için birliklerini Karadeniz’den Tebriz’e kadar (Batum-Oltu-Sarıkamış-Kağızman-Iğdır-Hoy-Tebriz hattında) 600 kilometrelik bir alana dağıtmışlardı. Bu kuvvetlerinin üçte ikisi ile Erzurum cephesindeki 50 kilometrelik bir hattı tutmuş kalan üçte birlik kuvvetlerini ise 550 kilometrelik bir alana dağıtmışlardı. Enver Paşa’nın verdiği talimat; geniş bir cepheye dağılmış Rus kuvvetlerini ani bir taarruzla parça parça yenmekti. Bu taarruz için en uygun hedef ise Sarıkamış’ta toplanan Rus grubuydu.


Savaş ilanından sonra 3. Ordu şu görevi almıştı:
Ruslar savunmada kalırlarsa taarruz etmek, Ruslar taarruza geçerlerse Türkiye arazisini ve tamamen Erzurum’u savunmak. Bu görevlendirme, henüz açıklanmayan duruma uyuyordu. Bu görevi yerine getirmek için en önemli rolü kuvvet durumu oynuyordu. Bu rol seferberlik sırasında farklı, harekât başladıktan sonra farklıydı.


3. Ordu başlangıçta çok zayıftı. Rusların üstün kuvvetle taarruz edeceklerini göz önüne alarak önce savunmayı düşünmek gerekiyordu.
Türkiye tarafındaki harekât sahasında Van Gölü’nün güneyindeki arazi ile Karadeniz sahili yüksek ve sarp dağlarla çevrili olduğu için buraları ikinci derecede savaş sahası saymak lazımdı. Buraların akıbeti kesin sonuca bağlıydı.


Van Gölü ile sahil dağları arasındaki sahada, Erzurum bütün bölgenin eksenini teşkil ediyordu. Erzurum önemli bir ticaret merkezi, her türlü büyük yolların düğüm noktası ve üç nehrin sınırlarına da yakındı. Fırat’ın kaynağı buranın kuzeyinden çıkar, İran Körfezi’ne dökülür. Tortum Çayı Çoruh Nehri’ne karışarak Karadeniz’e, Aras Nehri de Hazar Denizi’ne akar. Erzurum üzerine yürüyecek bir Rus ordusu için takip edilecek en rahat ve uygun yol, demiryolunun bitiş yeri olan
Sarıkamış ve Aras Vadisi’nden geçiyordu. Erzurum’un kuzeyindeki Tortum ve Çoruh nehirlerinin yatakları, o sahada çok yalçın kayalıklı dağlar meydana getirmiştir.


Bu dağlık arazide büyük birliklerin harekâtı söz konusu olamazdı. Bununla birlikte Erzurum’dan, Tortum Nehri’nin yukarısından ve Sivridağ üzerinden Oltu’ya doğru giden birçok dağ yolu mevcuttur. Oltu’da Rus şosesi başlıyor. Oltu, Rus sınırının Erzurum’a en yakın olan noktasını teşkil ediyor. Bununla birlikte bu istikametten Rusların ileri harekâtı hesap edilmişti.



Daha güneyde, Van Gölü ile Aras Vadisi arasındaki saha da Ruslar için uygun değildi. Aras Vadisi’nin kuzeyindeki sınır, harekâta uygun arazi olarak kabul edilmiştir. Ancak Aras’ın güneyindeki sınır kısmı, Velibaba Boğazı’ndan itibaren Ağrı Dağı’na kadar olan arazi ile Ağrı Dağı hattının yukarısı harekâta uygun değildi. Bu bölgeden yapılacak Rus taarruzu bu sarp tepelerden yönlendirilecekti ve bu taarruz ilerledikçe, Aras Vadisi’nden başlayacak bir taarruza göre demiryolundan çok daha uzak kalınacaktı.


Tebriz kervan yolu, Eleşkirt Vadisi’nden geçerek Velibaba – Köprüköy üzerinden Erzurum’a gider. Ruslar bu istikameti takiben ilerlemek isterlerse mecburen Aras Vadisi’ne dâhil olarak ilerleyeceklerdir. Daha güneyden ilerledikleri takdirde bu defa da yerleşimi ve iaşe araçları az olan Van Gölü’ne yakın araziye dâhil olmuş olacaklardır. Erzurum’a doğru güneyden ilerlemek isterlerse, bu harekât en yüksek dağ silsilelerinden sayılan Erzurum’un güneyindeki Palandöken silsilesine çatar. Erzurum’un güneyinden harekâta devam edildiğinde, bu da yeniden sarp dağlara ve iaşe araçları olmayan bir sahaya rastlayacak ve kesin sonuç yerinden de uzak kalınacaktır. Türkler, Erzurum bölgesinde zafer kazandığı sürece, Rusların daha güneyden ilerlemeleri Türkler için bir tehlike oluşturmazdı.


Bu durumda Ruslar için takip edilecek asıl istikametler, Aras Vadisi ile Oltu - Erzurum istikametleridir. Bu iki istikamet de mevcut yol ağı bazı dağ silsileleriyle birbirinden ayrılmıştır. Aras Vadisi’nde sınırın hemen yakınında,
Zivin mevzii vardır. Bu mevzi 1877 - 1878 Savaşı’nda önemli bir rol oynamıştı. Çünkü bugünkü sınırın durumuna göre Rusların elinde bulunan Oltu bölgesi, bu mevziiyi âdeta daha şimdiden kuşatmış bulunuyordu. Burada oynak bir savunma yapılması daha uygun görülüyordu. Yani izlenmesi gereken strateji Rusları önce memlekete sokmak, sonra taarruz etmek olmalıydı. Bununla birlikte Ordu Komutanlığı, ordunun bütün kuvvetle kesin sonuç istikametlerine sevk edilecek şekilde toplanmasına karar verdi.


Ruslar aynı zamanda, Van Gölü ile Aras Vadisi arasındaki bölgeden önemli kuvvetler yürütmeden yalnız Aras Vadisi’nden ilerleyecek olursa, Aras Vadisi ile Van Gölü arasında toplanmış olan Türk kuvvetleri, Aras Vadisi’nden ilerleyen Rus kuvvetlerinin yanına doğru güneyden etkili taarruzlarda bulunabilirler. Fakat iaşe zorluğu uzun süre bu bölgede bulundurulacak Türk kuvvetlerinin miktarını sınırlamaktadır. Bu bölgede bulundurulabilecek kuvvetten fazlası Erzurum etrafında toplanacaktı. Toplanma, ayrıntılı olarak aşağıdaki şekilde yapılmıştı:


Ordu emrinde başlangıçta nizamiye birliği olarak 28. Piyade Tümeni (Erzurum, 9. Kolorduya mensup), 33. Piyade Tümeni (Van, 11. Kolorduya mensup), 37. Piyade Tümeni, Bağdat 2. Süvari Tümeni, Erzurum hudut taburları, jandarma birlikleri ve ihtiyat süvarileri (dört tümen, bir tugay). Bu birliklerden sınır birlikleri ile garnizonları sınıra yakın olan jandarmalar sınır muhafızı olarak yerlerinde bırakıldı. Van ve daha güney bölgesinde bulunan taburlar ve burada kurulan ihtiyat tugayı Van civarında toplattırıldı. Deniz sahilinde bulunan jandarma taburları da sahildeki sınıra bırakıldı. Diğer jandarma taburları, Erzurum Kalesi’nin işgal kuvveti olarak Erzurum’a çekildi. 33. Tümen Tutak’a geldi. 28. Tümen Erzurum civarında kaldı. İhtiyat süvarilerinden 2. ve 3. Tümenler Eleşkirt Vadisi’ne, 1. ve 4. Tümenler ile sonradan 2. Nizamiye Süvarisi Aras Vadisi’ne çekildi. 37. Tümen Musul – Bitlis istikametinde yürüyüşe geçirildi.


Başkomutanlık başlangıçta, 9. ve 11. Kolordulardan ikişer deniz yoluyla diğer savaş sahasına gelme hakkını muhafaza ediyordu. 11. Kolordunun iki tümeni Sivas istikametinde yürüyüşe geçirilmişti. Fakat daha sonra Başkomutanlık bu hakkından feragat etti. 9. ve 11. Kolorduların bütün tümenlerini 3. Ordu emrine verdi. 9. Kolordunun iki tümeni Erzurum’un doğusunda, 9. Kolordunun 29. Tümeni Erzurum’un batısında ve 17. Tümeni de Erzurum - Çoruh Vadisi arasında toplattırıldı.


Erzurum kaleydi ve Erzurum Kalesi adını taşıyordu ve bu kale kesinlikle korunmalıydı. Aslında burası eski tabyalardan ibaretti ve bu tabyalar 80 yıl önce toprak ile taş duvarlardan yapılmıştı ve hiçbir önemi yoktu. Kalenin takviye edilmesi ve silahlandırılması için elde çok az miktarda olmak üzere, tel engellerden başka bir şey yoktu. Avrupa’dan malzeme getirilmesine artık imkân kalmamıştı. Çünkü savaş kapıdaydı. Ayrıca bölgede ağaç krizi hüküm sürüyordu. Bu sebeple engel kazıklarının da ancak az miktarda tedarik edilmesi mümkündü. Bu durumda kalede toprak veya taş işleri yapılabilecekti. Fakat bunun için de istihkâm araç gereçleri, özellikle kazma eksikti. Kaleyi tahkim için ayrılan amele kuvveti azdı. Bu durumda Erzurum tahkimatını çok iyi kuvvetlendirmek mümkün olmuyordu. Dolayısıyla burası gelişigüzel tahkim edilmiş bir sahra mevziisinden başka bir şey değildi.


Kalenin topları da değersizdi. Aslında 200’den fazla top vardı. Fakat hiç modern top yoktu. Topların çoğunluğu Krupp topuydu; yani bizim (Almanya’nın) 1871’de kullandığı eski sahra toplarıydı. Miktarı az olan büyük çaplı toplar da eski modeldeydi. Büyük çaplı topların en büyüğünün çapı 15 cm’yi geçmiyordu.

1877 İmali 75mm Krupp Sahra Topu

Barış zamanında İstanbul’da, Erzurum’un yeniden tahkimi için harita üzerinde birçok kez planlar yapılmıştı. Arazi üzerinde de keşiflere başlanılmıştı. Seferberliğin ilanı bu işi de kesintiye uğrattı. Şimdi de
General Posselt, komutan olarak Erzurum’a gönderildi. Adı geçen kişi 1915 yılının Mart ayına kadar Erzurum’da çalıştı. Bununla birlikte Ağır Topçu Yarbayı Stange, İstihkam Binbaşı Staszewski, bir levazım subayı, bir itfaiye subayı çalışıyorlardı. Yerinde keşif yapıldıktan sonra, Erzurum’un çepeçevre kapalı bir kale olmasına imkân sağlayacak uygun arazisinin olmadığı kanaatine varıldı. Eski tabyalar hattındaki boğaz mevzileri sahra tahkimatı şeklinde inşa ettirildi. Güneyde Palandöken boğazı, doğuda Deveboynu Boğazı ve ilerisinde bulunan Öyükler Tepeleri, Uzunahmet ve bunun kuzeyinde Çobandede mevzileri, kuzeydoğuda küçük kayalıklardan oluşan Karagöbek Tepeleri Fırat’ın kaynağını oluşturan boğazı kapatıyordu.

General Posselt

Arazinin gereği olarak bizim önceki Alman kurallarından bile bile ayrıldık ve Erzurum’un doğu cephesinde savaşın başından itibaren birbiri arkasınca birçok kez, birçok mıntıka tahkim ettik. Burada kaleye tahsis edilmiş kuvvet olarak barış zamanında yalnız kale topçusu ile bir de piyade vardı. Başka kuvvet yoktu. İkmal birliklerinin büyük kısmı ve jandarma taburları kaleye tahsis edildi ve Erzurum’a gönderildi.



3. Ordu takviye edildiği için artık bir Türk taarruzu da ihtimal dâhiline girdi. Bir Türk taarruzu, Türkler için söz konusu olan iki istikametten yapılabilirdi. Aras Vadisi’nden ve Oltu üzerinden. Ordunun toplanma tarzı bu iki istikametten taarruza uygundu. Rus bölgesindeki halkın büyük kısmını Ruslara karşı ayaklandırmak için, Türklerin ileri harekâta geçmelerini bekledikleri gelen haberlerden anlaşılıyordu. Azerbaycan’a saldırmış olan Ruslara karşı da İran ayaklanacaktı. Türk dostu ileri gelenler, Ruslar tarafından İran’dan dışarı çıkarıldı ve daha sonra katledildi.


Diğer taraftan Türkiye’deki Ermenilerin de Türkiye aleyhine zararlı fikirler taşıdıklarına dair birtakım belirtiler mevcuttu. Bu nedenle Rusların ilerlemeleri üzerine Türkiye’deki Ermenilerin de Türklere karşı isyan çıkaracakları ihtimalini hesaba katmak gerekirdi.


Türklerin toplanması genel surette Ekim ayında son buldu. Yalnız birkaç ikmal ve jandarma taburu Erzurum’a ve 37. Tümen de Bitlis’ten kuzeye doğru yürüyüş hâlindeydiler. Ordu kış için daha geniş konaklama hazırlıkları ile meşgulken savaş ansızın başladı.


29 Ekim 1914’te yapılan Karadeniz baskınının ardından Ruslar 1 Kasım günü ordularına taarruz emri verdiler. Bunun üzerine Kafkasya’daki Rus Ordusu muhtelif istikametlerden taarruza geçti. (bkz. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşına Girişi)


Bu olaydan sonra Başkomutanlık, 10. Kolorduyu da 3. Ordu emrine verdi ve garnizonlarından harekete geçirdi. 10. Kolordu bünyesinden 30., 31. ve 32. Tümenlerden oluşmuştu. 30. Tümenin merkezi Sivas, 31. Tümenin merkezi Amasya ve 32. Tümenin merkezi Samsun’daydı. Bu Kolordu elbise ve teçhizat konularında 11. Kolordudan daha iyi durumdaydı. Bu kolordu Balkan Savaşı’nın son safhasına katılmış ve orada kullandığı malzemeyi henüz tamamen ikmal edememişti.


SAVAŞ PLANLARININ HAZIRLANMASI


Birinci Dünya Savaşı ile ilgili Osmanlı Genelkurmayının ilk stratejik planı 7 Haziran 1914 tarihinde kurmay başkanı Bronzart Von Sellenburg tarafından hazırlanmış ve Enver Paşa tarafından onaylanmıştır. Yunanistan, Bulgaristan ve Rusya göz önüne alınarak yapılan bu plana göre muhtemel bir savaşta Rusların deniz kuvvetlerini kullanarak kısa sürede İstanbul’a el atma ihtimali en büyük tehlike olarak görülüyordu. Bu planda, Rusların Anadolu’yu boydan boya geçmek yerine İstanbul’u bir ayda ele geçirecek şekilde plan yapacağı değerlendirildiğinden Karadeniz’de Rus donanmasını bunaltacak ve serbest hareket etmesini önleyecek şekilde tedbirler geliştirilmesi düşünülmüştü. Bu sebeple mevcut 13. kolordunun İstanbul civarında toplanması, hudutlardan itibaren diğer bölgelerin ise küçük birliklerle tutulması öngörülüyordu. Bu plana etki eden en önemli husus Rusya’nın Karadeniz’de Osmanlı donanmasına göre oldukça güçlü olmasıydı.

Bronzart Von Sellenburg


Bu plan, Balkanlar ve Mısır yönünde yapılması planlanan harekâtların yanında Rusların Kafkasya’da durdurulacağını, Karadeniz’de baskın tarzında Rus Donanmasının imha edileceğini, deniz hâkimiyeti elde edilirse Odessa’ya çıkarma yapılacağını ve padişahın cihat ilan edeceğini öngörüyordu. Bu planda daha önceki plana göre bazı önemli değişikliklere gidilmişti. Buna göre İstanbul ve boğazlar bölgesinde 13 Kolordu yerine 1 ve 2. Orduların kuruluşundaki 10. kolordu konuşlandırılıyor, 3. Ordu ise bünyesindeki iki kolordu, süvari tümenleri ve Erzurum Kale Komutanlığı ile Rusları durdurmak maksadıyla doğuda bırakılıyordu. Plana göre yapılması öngörülen Odessa çıkarmasının şüpheli bulunması, Sırpların yenilememesi ve Bulgarların tarafsız kalması üzerine 24 Ağustos 1914’te bu planda değişikliğe gidildi. Bu değişikliğe göre doğuya 3 kolordu tahsis ediliyor, bir kolordu ise Karadeniz kıyılarına yerleştirilerek bu kolordu genel karargâhın emrinde tutuluyordu. Bu değişikliklere göre 3. Ordu emrine verilen üç kolordunun 8 piyade tümeni bulunuyordu. Bu kuvvetlere ilave olarak verilen jandarma ve sınır birlikleri, 1 nizamiye, 4 aşiret süvari tümeni ve 1 aşiret süvari tugayı ile birlikte 3. Ordu; 3 piyade ve 1 süvari kolordusu gücünde oluyordu.


Bu ordunun vazifesi; muhtemel Rus taarruzu halinde Rus birliklerine ayrı ayrı taarruzlarla karşılık vermek olarak belirlenmişti. 93 Harbi’nde Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Zivin ve Haylaz’da yaptığı gibi Rus birlikleri teker teker imha edilecekti. Bu plana göre 3. Ordu Erzurum bölgesinde toplanarak savunma yapacak, eğer Ruslar taarruz etmezlerse, Ardahan-Batum istikametinde taarruz edecekti. Kars kalesinde 300 top bulunduğundan burası tecrit ve tespit edilecek ancak kaleye taarruz edilmeyecekti. Fakat 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, Sarıkamış bölgesindeki Rus birlikleri etkisiz hale getirilmeden böyle bir taarruz yapılmasına karşı çıktı. Gerçekten de bu sırada Ruslar iki kolordu ile Sarıkamış’ta toplanıyorlardı. Genel Karargâh ta bu itirazı uygun gördü.



Hasan İzzet Paşa, 8 Eylül 1914’te başkomutanlığa çektiği bir telgrafla; 9. Kolordu ve 2. Nizamiye Süvari Tümeniyle Gürcü Boğazı-İspir istikametinden Oltu’ya, 11. Kolordunun 2 Tümeni ve iki Süvari Tümeniyle cepheden Hasankale-Sarıkamış istikametine, 33. Tümen ve bir İhtiyat Tümeniyle de Tutak-Toprakkale istikametinden Kağızman’a doğru ilerlemek istediğini bildirdi. Ayrıca bu teklife göre 13. Kolordu Bitlis’e yürüyor, 4 ihtiyat süvari tümeni ise Köprüköy, Ağrı, Diyadin ve Velibaba’da bulunuyordu. Böylece Sarıkamış sol kanattan yapılacak bir manevra ile kuşatılacaktı.


1914 Yılında Kafkas Cephesine Doğru Yürüyen Türk Ordusu


28 Ağustos itibarıyla 3. Ordu; 161.762 er, 168 top, 92.094 muharip, 19.257 süvariden oluşuyordu. Fakat hudut birlikleri, depo birlikleri, ihtiyat birlikleri ve destek birlikleri gibi unsurlar çıkarıldığında ordunun muharip mevcudu 66.000 kişiden ibaretti. Rusların ise Tiflis’te bulunan 1. ve 2. Kolorduları ile Viladikafkas’ta bulunan 3. Kolordusu'nun toplam mevcudu 120.000 piyade, 12.000 süvariden oluşuyordu. Fakat Ruslar 2. ve 3. Kolordularını bölgeden çekerek Batı Cephesi’ne gönderdiklerinden bölgede 1. Kolordu ile bazı tümenler ve yeni toplanmakta olan 2. Türkistan Kolordusu kalmıştı.


Savaş başladıktan sonra Avrupa’da Almanlar Tanenberg Meydan Muharebesi’ni kazanarak Rusları büyük bir mağlubiyete uğratmış ve Avusturyalılar ilk taarruzlarında başarısız olsalar da Sırbistan’ı işgale hazırlanıyorlardı. Batı Cephesi’nde de Fransızların sınırdaki savunması çökmüş ve Marne’e doğru çekiliyorlardı. Genel duruma bakılınca savaş, yakında sona erecek gibi görünüyordu. Osmanlı Genelkurmayı bu son fırsattan yararlanarak doğuya doğru genişlemek için Kafkasya, İran, Irak, Afganistan ve hatta Hindistan’a kadar uzanacak savaş planları hazırlamaya başladı. Ancak Karadeniz’de deniz hakimiyetinin sağlanamamış olması bu planları zora sokuyordu. Kafkasya’ya yapılacak her harekat Karadeniz yolu ile ikmal ve takviyeye ihtiyaç duyduğundan Karadeniz’de hâkimiyet kuramayan Osmanlı Ordusu’nun bu harekâtı Batum ve Trabzon üzerinden desteklenmesi mümkün değildi. Dolayısıyla 3. Ordu komutanı'nınki de dâhil doğuya yönelik planların gerçekleştirilmesi çok mümkün görünmüyordu.


Savaşın ilerleyen safhalarında Almanlar Marne’da, Avusturyalılar Galiçya ve Sırbistan’da başarısız oldular ve Fransa Cephesi’nde kanlı siper muharebeleri başladı. Yeni gelişmelere bakıldığında artık savaşın uzun süreceği anlaşılıyordu. Bu sebeple Almanlar, Batı Cephesi’ne yeni birlikler göndermemeleri için İngilizleri Süveyş Kanalı’nda, Rusları da Kafkasya’da meşgul etmek maksadıyla bu cephelerde Osmanlı ordularının taarruz etmelerini istiyordu. 3. Ordu Komutanı ise buna karşı çıkıyor ve kışın taarruz edilmeyerek savunmada kalınmasını, böylece Rus kuvvetlerinin cephede tutulacağını, kışın alınacak bir mağlubiyetin Kafkasya’da Ruslara karşı genel bir mağlubiyete sebep olacağını ve Rusların burada boş kalan kuvvetlerini Batı Cephesi’ne göndereceğini iddia ediyordu. Ayrıca henüz muharebeye girilmediğinden Almanlar savaşı kaybederse yenilgiye ortak olunmayacaktı.


Hafız Hakkı Paşa

Bu durumu açıklamak için Hafız Hakkı Paşa ve Bronzart Von Sellenburg Paşa Berlin’e gittiler ancak bu sırada Amiral Souchon 29 Ekim 1914’te Sivastopol ve Odessa’ya baskın tarzında taarruz edince Osmanlı Devleti savaşa fiilen katılmak zorunda kaldı. Rusların doğu sınırına tecavüze başlamaları üzerine Karadeniz kıyılarında konuşlu 10. Kolordu da 3. Ordu emrine verildi. (bkz. Osmanlı imparatorluğunun 1. Dünya savaşına girişi)


Kasım ayının başı itibarı ile Rus Ordusu sınırı geçmiş, Kafkas cephesinde çatışmalar başlamış ve iki tarafta bölge kontrolünü ele alma konusunda ağır zayiatlar vermeyi göze almıştır. Türk tarafının hazırlığının tamamlanamamasından ötürü birlikler eksik iaşelerle çatışmalara girmiş ve bunun sonucu olarak Ruslara nazaran kayıpları çok olmuştur. Bu kayıplar ise asla yeri doldurulamayacak tecrübeli birlikler arasında yaşandığı için savaşın ilerleyen safhalarında Türk tarafını bir hayli zor durumda bırakmıştır. Kasım ayında başlayan savaşta ilk yaşanan muharebe Aras vadisinde bulunan Köprüköy civarında yaşanmıştır


KÖPRÜKÖY MUHAREBELERİ


Savaştan sonra anlaşıldığı üzere savaşın ilanı sırasında Rusların, Kafkas bölgesinde toplam
160.000 kişilik düzenli birlikleri vardı. Batum, Aleksandropol (Gümrü), Erivan ile sınır arasında 1. Kafkas Kolordusu bulunuyordu. 1. Kafkas Kolordusu 20. ve 39. Piyade Tümenlerinden kuruluydu. Ayrıca bu Kolorduya 66. İhtiyat Tümeni, 1., 2. ve 3. Plaston Tugayları, 1. ve 2. Kazak Tümenleri ve bir Sibirya süvari tugayı için gönderilmişti. Bu kuvvetin gerisinde Tiflis’te 2. Türkistan Kolordusu vardı. Yukarıda sayılan kuvvetler taarruz hareketi için gönderilmiştir.


Bunlar 86 piyade taburu, 96 süvari bölüğü, 258 top ve yaklaşık 90.000 personeldi. Türk Genel Karargâhında toplanan haberlere göre Ruslar hakkında doğru bilgiler alınmış ve Rus kuvvetleri iyi tahlil edilmişti.


Ruslar 1 Kasım 1914’te sınırı geçtiler. Türk sınır muhafızları geri çekildi. Iğdır ve Kağızman bölgesinden 3. Piyade Tugayı ve süvari tümeni ilerliyordu. Ayrıca bu kuvvetlere 66. İhtiyat Tümeninden bir tugay, 1. ve 2. Plaston Tugayları, bir Kazak tümeni, bir Sibirya süvari tugayı destek veriyordu. Bu kuvvetler Doğu Bayezit, Diyadin, Karakilise (Karaköse)’yi işgal ettiler. 3. Türk İhtiyat Süvari Tümeni bu kuvvetlerin önünden Karakilise güneyindeki dağlara doğru çekildi.


Aras Vadisi’nde 1. Kafkas Kolordusu ve bir Kazak tümeni ilerliyordu. Bu kuvvet 5 Kasım 1914’te saat 09.30’da Köprüköy’e ulaştı. 2. Türk Nizamiye Süvari Tümeni bu kuvvetle sıkı teması koruyarak Aras’ın kuzeyinden çekiliyordu. 1. ve 4. İhtiyat Süvari Tümenleri ile Eleşkirt’ten Velibaba yoluyla gelmiş olan 2. İhtiyat Süvari Tümeni de Aras’ın güneyindeki dağlarda kaldılar. 11. Kolordunun 18. ve 34. Tümenleri Erzurum’un doğu cephesinde toplattırıldı.


Bir Rus piyade tugayı Oltu üzerine ilerliyordu. Rusların bu ileri hareketten amaçları cepheyi küçültmekti. Yüksek rütbeli bir Rus subayının anlattığı “Ruslar el çabukluğuyla Erzurum’u ele geçirmek amacıyla bu işe girişmişlerdir” sözü gerçeğe daha uygun görünüyordu. Aras Vadisi’nden ilerleyen Rus kuvvetini, Türk süvarileri kesin olarak bir piyade ve bir süvari tümeni tahmin ettiklerini ve bu kuvvetin gerisinde başka bir Rus kuvveti bulunmadığını haber vermişlerdi. Bu bilgi ve durum Türk Ordu Komutanlığında Aras Vadisi’ndeki Rus kuvvetlerine karşı kısmi bir başarı elde edilebileceği ümidini uyandırdı.


Bu sırada İngilizler, 1 Kasım 1914 günü Akabe’ye saldırmışlardı. Böylece çatışmalar Sina Cephesi’nde de başlamış oldu. İngilizlerin asıl hedefi Filistin, Suriye ve Arap Yarımadasını ele geçirmekti. Bu yüzden İngilizlerin yayılmasına fırsat vermeden durdurulması gerekiyordu. Ayrıca; Süveyş Kanalı ele geçirilirse İngilizlerin Hindistan’dan Avrupa cephesine kuvvet göndermesinin engelleneceği düşünülüyordu. Mısır İngilizlerin Osmanlı topraklarına yapacağı muhtemel bir harekât için en uygun üs bölgesi olduğundan da çok önemliydi. Bu sebeple kanal harekâtının yapılmasına karar verildi.

Kurmay Yarbay Süleyman Askeri Bey


İngilizler 6 Kasım’da Şattülarap’ın batısında bulunan Fav Kasabası’na çıkarma yapınca Sina-Filistin-Suriye Cephesi’nin ardından Irak Cephesi de açılmış oldu. İngilizler bu cephede; Abadan petrollerini korumak, kuzeye doğru ilerleyerek Musul-Kerkük bölgesine kadar yayılan alandaki petrol bölgelerini ele geçirmek ve Ruslarla temas sağlayarak Türk Ordusu’nun İran üzerinden Hindistan’ı tehdit etme girişimlerini önlemek istiyordu. Basra’yı ele geçiren İngilizler bu cephede durdurmak için Kurmay Yarbay Süleyman Askeri Bey görevlendirildi.


Köprüköy Muharebesi Tektik Haritası


Aynı dönemde Doğu Cephesi’ndeki Rus taarruzlarının zayıflığı Enver Paşa’nın dikkatini çekti. Bunun sebebinin araştırılması sonucunda, bu bölgeden iki kolordunun Polonya’ya gittiği ve 2. Türkistan Kolordusu’nun da zayıf olduğu ortaya çıktı. Savaşın bu şekilde başlaması Türk Kurmay heyeti tarafından çok arzu edilmişti. Çünkü birçok Türk komutanının kendi birliklerine karşı güvenleri azdı. Bazı görüşmelerde Türk birliklerinin taarruz edemeyecekleri görüşü sabit bir fikir hâlini almıştı. Bu yanlış hüküm ve kanaati temelinden sökmek ve birliklere başlangıçta kolay vazife vermek suretiyle kendilerine olan güvenlerini artırmak fırsatı burada ortaya çıkmıştı. Geriden daha kuvvetli Rus birliklerinin Oltu üzerine ilerlemesi muhtemel göründüğünden, 9. Kolordunun 17. Tümenini Erzurum’un kuzeyinde ve 29. Tümenini de Erzurum müstahkem mevkiinde bırakmak gerekmişti. Taarruz harekâtı 9. Kolordunun 28. Tümeni ile 11. Kolordunun Erzurum’daki 18. ve 34. Tümenleri tarafından yapılacaktı. 11. Kolordunun Tutak bölgesinde toplanmış olan 33. Piyade Tümeni de güneyden Köprüköy istikametinde hareket ettirilmişti. Bu tümen ile irtibat çok güçtü. Burada ilk defa ölen kişi bir telgraf memuruydu. Bu memur Palandöken Boğazı’nda donmuştu. Ruslar Köprüköy civarında kalmışlardı. Bunun üzerine Enver Paşa, ilerleyen Rus kuvvetlerinin karşı taarruzlarla ezilmesi talimatını verdi. Bu emir üzerine 6 Kasım 1914’te akşamın alaca karanlığında 18. ve 34. Tümenler Hasankale Dağı’nın batı eteklerine sürüldüler ve 7 Kasım öğleden evvel bu dağın her iki tarafından toplu bir hâlde harekete geçtiler. 28. Piyade Tümeni bunları ikinci hatta takip ediyordu. 2. Nizamiye Süvari Tümeni Rusların kuzey tarafına düşecekti. 7 Kasım’da tam manasıyla Kasım havası vardı. Karla karışık yağmur yağıyordu. Ruslar Köprüköy’ün batısındaki düz sırtlarda bulunuyorlardı. Her iki Türk tümeni yeteri kadar keşif yapmadan ve emniyet önlemlerini almadan dağlık araziden ilerliyorlardı. Tümenlerin kolbaşları birkaç top ateşine maruz kaldılar. Bunun üzerine kollarda düzensizlik başladı. Komutanların beceriksiz hareketleri ve birliklerin hazırlıksız duruma düşmeleri bütün taarruzun durdurulmasıyla sonuçlandı. Komutanlar 8 Kasım 1914’te de birliklerini tekrar taarruza geçirip geçiremeyecekleri konusunda şüphe duyuyorlardı. Kısa bir süre önce otomobil ile Hasankale’ye gelmiş olan Ordu Komutanlığı bu durum karşısında 33. Tümene kesin bir emir vermedi. Bu birliği, yalnız başına düşmanla muharebeye girmemesi için durum hakkında aydınlattı. 8 Kasım için düşmanı güneyden kuşatma harekâtından vazgeçilmişti. Dağılan bu birliklerde düzeni yeniden sağlamak amacıyla Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa bizzat 11. Kolorduya gitti. Ordu komutanının yaptığı etki ve komutanlardan gelen olumlu bilgi üzerine 8 Kasım’da taarruza karar verildi. Taarruzun yapılacağı gün hava tamamıyla açıktı. Ordu Komutanlığı Hasankale civarındaki kale harabesinde muharebe sahasının büyük kısmını görebilecek ve muharebenin idaresini bizzat elinde tutabilecek durumdaydı. Harekât için 28. Piyade Tümeni sağ kanada sürüldü. Bu tümenin bir kısmı da Aras’ın güneyine gönderildi. Gerçekleştirilen taarruz başarıyla yapıldı. Ruslar öğleden sonra mevzilerini boşalttılar. Fakat boşalan mevziin bir ileri mevzi olduğu anlaşılmıştı. Asıl mevzi daha doğudaki dağlarda ve yaklaşık Köprüköy - Hizardere hattındaydı. Bu muharebe düşmanın şimdiye kadar yapılan tahminlerden çok daha kuvvetli olduğunu da ortaya çıkardı. 1. Kafkas Kolordusunun bütün alay numaraları, bir Plaston tugayı, bir Kazak tümeni tamamıyla karşımızdaydı ve 2. Türkistan Kolordusunun da bu birliklerin gerisinde olduğunu esirler söylüyorlardı. Bu bilgi gerçeğe uyuyordu. Ancak diğer birlikler hakkında alınan bilgiler, tüm ayrıntılarıyla doğru değildi. 3. Ordu Komutanlığı mevcut bilgi ve duruma göre bütün ordu birliklerinin katılımıyla yapılacak taarruzda başarılı olunacağı ümidini besliyordu. Rus asıl kuvvetlerinin Aras Vadisi’nde bulunduğu anlaşıldıktan sonra Ordu Komutanlığı Rusların artık Oltu üzerinden taarruz yapmayacaklarına ihtimal verdi ve 9. Kolordunun geride bırakılmış olan iki tümenini de Aras bölgesine sevk etti.


Köprüköy - Hizardere Hattında Bulunan Rus Mevzilerindeki Askerler

33. Piyade Tümeni ancak
9 Kasım’da Aras Çayı’nın oluşturduğu boğazın kuzey çıkışındaki Ekrek’in (Çilligöl) güneyinde bulunduğundan, tümen komutanı orada tamamıyla gizlenmiş kalmıştı. Top seslerine göre ilerlemek gerektiğini hiç düşünememişlerdi. İhtiyat süvari tümenleri de Hesinkan köyü civarında atıl kalmışlardı. 8 Kasım’da güneye atılmış olan iki Kazak alayı bu yüzden kurtulmayı başarmıştı. 33. Piyade Tümeni şimdi de güneyden Köprüköy istikametinde kuşatıcı taarruz yapmaya uygun durumda bulunuyordu. 33. Tümenin ardından 37. Tümen de bu mıntıkaya gelmişti. Yaklaşma yürüyüşü yapan birliklere bir gün istirahat verebilmek için taarruz gününün 11 Kasım’a bırakılmasına karar verilerek, taarruz bu tarihe ertelendi. 10 Kasım günü öğleden sonra Hasan İzzet Paşa, sebepsiz yere orduya olan güvenini kaybetmişti. Hasan İzzet Paşa geri çekilme kararı almak istiyordu. Ancak Hasan İzzet Paşa büyük zorluklarla bu fikrinden vazgeçirildi ve taarruz kararından geri dönülmedi. Güneyden yapılacak kuşatmadan başka kuzeyden de 29. Piyade Tümeniyle kuşatma yapmak isteniliyordu. Bu tümen, Aras’ın kuzeyindeki dağ silsilesinden doğuya doğru ilerliyordu. 17. Piyade Tümeni ordu ihtiyatı olarak Hasankale’de tutulmuştu. 11 - 12 Kasım’da taarruza devam edildi. Daha çok güneyden yapılan kuşatma ile taarruz yavaş yavaş, fakat başarıyla ileri götürüldü. Ruslar dağ topları bakımından bize karşı geri durumda bulunuyorlardı ve sahra toplarını da dağlara çıkaramıyorlardı. Türk sahra topları Hasanköy - Köprüköy arasındaki alçak tepelerden iyi tesir edebiliyorlardı. Ruslar 13 Kasım’da her taraftan çekilmeye başladılar. Bazı yerlerde artçı muharebeleri yapıyorlardı. Bu geri çekilme esnasında Ruslar birkaç yüz esir verdiler.

11 - 12 Kasım Taarruz Haritası


Ruslar ara sıra, örneğin Köprüköy’ün doğusundaki
1905 rakımlı tepede süngü muharebesine kadar dayandıkları hâlde, gene düzen içinde çekilmeyi başardılar. Rusların başarı ve düzen içinde çekilmelerine Türklerin ağır davranmaları sebep olmuştur. Çünkü komutanlar çabuk hareket etmeyi bilmiyorlardı. Tertibat ve muharebe için yayılmaları çok uzun ve zor oluyordu. Askerler gerçekten çok itaatkâr ve çok cesurdur. Fakat düşman üzerine çok çabuk atılma ruhu noksan, doğu terbiyesi fazla ve faaliyetten çok hareketsiz kalmaya daha fazla kıymet vermektedir. 37. Piyade Tümeni’nin tam anlamıyla kullanılmaya elverişli olmadığı anlaşıldı ve bu tümen eğitim öğretim için Tutak’a gönderildi. Ancak manevi açıdan büyük bir başarı elde edilmişti. Savaş bir zaferle açılmıştı. Taarruz etmeyi bilmediği iddia edilen Türkler, kuvvetli bir mevzii taarruzla ele geçirdiler. Üstsubaylardan birinin, “Türklerin bir taarruz savaşı başlatmaları asla söz konusu olmamıştır.” Sözü başarının uyandırdığı etkiyi gösterir. Hâlbuki bu söz gerçeğe tam anlamıyla uygun değildir. Birlikler çok soğuklarda büyük zorluk ve sıkıntılara maruz kalmışlardı. Birliklerin çoğu birbirlerine karışmıştı. Bu nedenle 14 ve 15 Kasım’da iki günlük istirahat verildi ve ileri harekâta ancak 16 Kasım’da devam edilebildi. İleri harekât Aras’ın her iki tarafından ve daha kuzeyindeki tepelerden yapıldı. Aras’ın güneyinde 33. Piyade Tümeni ve kuzeyinden 11. Kolordunun diğer iki tümeni ve bunların kuzeyinde de 9. Kolordu ve 2. Nizamiye Süvari Tümeni (süvariler dağlık arazide iyi hareket ediyorlardı. Avrupa’da böyle arazide süvariler hareket edemezler.) ilerliyordu. Ruslar şimdi Azapköyü’nün kuzeydoğusundaki bir kayalık sırtta bulunuyorlardı. 17 Kasım’da bu sırtlara taarruz edildi ve karanlık basmadan önce Rus mevzileri ele geçirildi. 29. Piyade Tümeni ve 2. Süvari Tümeni akşam üstü sol kanatta ve Sanamer’in (Hacıahmet Köyü) batısında bulunuyordu.


Arazi birbiri ardında paralel bir sıra sarp sırtlar hâlinde olup doğuya gittikçe daha çok yükseliyordu. Arazinin bu oluşumu haritadan anlaşılamaz. Bununla beraber Ruslar müteakip sırtlara çekilerek savunmayı devam ettirebilirlerdi. Bu mevzilere yapılacak cephe taarruzları çok zor olur ve çok kayıp verilirdi. Kanatlarda Aras’ın güneyinde ve kuzeyindeki dağlarda büyük bir başarı sağlanamamıştı. Yeniden yapılacak taarruzun sonuçsuz kalacağından korkuluyordu. Taarruza devam edebilmek için 10. Kolordunun ulaşmasının beklenmesi daha uygun görülüyordu. Şimdi savaşın tehdit edici unsuru olan cephane eksikliği de etkisini göstermişti.


Ordunun geri bölgesindeki depolardan ileriye doğru ikmal nakliyatı çok uzun sürüyordu. Türkiye’de cephane durumundaki olağanüstü zorluklar sebebiyle muharebelerde cephanenin çok idareli ve ihtiyatlı kullanılması hakkında İstanbul’dan sert emirler geliyordu. Ordu şimdi düşmanla sıkı temasta kalacak olursa, 10. Kolordu bu cepheye gelinceye kadar, bütün topçu cephanesinin büyük bir muharebe vermeden harcanması muhtemeldi. Komutanlar cephane sarfiyatını sıkı bir denetim altına alamıyorlardı. Düşmanla aramızdaki mesafeyi büyütmek için ordu TodaverenHaran - Menevürt hattına çekildi ve burada tahkimat yaparak yerleşmeye başladı. 2. Nizamiye Süvari Tümeni sağ kanada alındı. Çünkü bu kanatta yem temini daha kolaydı.


Ordu karargâhı Köprüköy’e çekildi. Geri çekilme hareketi 21 – 22 Kasım’da karlı ve fırtınalı bir havada, düşman tarafından taciz edilmeden yapıldı.


Aralık ayının ikinci yarısında 10. Kolordunun son kademeleri gelinceye kadar, sesizlik devam etti.


Ruslar, 17 Kasım’da kaybettikleri mevzii tekrar işgal etmekle yetindiler ve daha fazla ilerlemediler. Türkler ise bu süre zarfında orduyu takviye ettiler ve mevcutları sağlamlaştırdılar. Çok miktarda ikmal askeri orduya katıldı. Eğitim ve öğretime de devam edildi. Komutanların ve birliklerin kendilerine güvenleri artmıştı. Feld Mareşal Von Der Goltz, o zamanki durumu sonradan “iyi bir baskın” ifadesiyle açıklamıştı. Her iki taraf bulundukları yerlerde siperler kazdılar.




1., 2. ve 4. İhtiyat Süvari Tümenlerinin istihdamları sağlanabilmiş durumda değildi. Emniyetsizlik ve yağmacılık da ordu için sakıncalıydı. Bu nedenle bu tümenler lağvedildi. Faydalanılacak kısımları 2. Nizamiye Süvari Tümenine katıldı. Diğerleri de hayvanlarından nakliyatta yararlanılmak üzere menzil emrine verildi.


Albay Kazım Bey komutasındaki Van Müfrezesi 13 Aralık’ta Kutur Boğazı’nı işgal etti. Fakat burada çok kuvvetli Rus birlikleriyle karşılaştı. Ruslar, Eleşkirt Vadisi’nde durmuşlardı. Buradaki Rus kuvvetleri karşısında 37. Piyade Tümeni ve Tutak civarında 3. İhtiyat Süvari Tümeni bulunuyordu. Bu iki tümenin de birlikleri tamamıyla işe yaramaz bir hâlde idi. Rusları burada şimdilik, bunların sadece varlıkları durdurtmuştu.




Bu harekât sırasında kıyı kesimindeki birlikler sınırı geçerek Artvin, Ardanuç ve Borçka’yı ele geçirdiler. Fakat güneydeki harekât durduğundan bu bölgede de daha ileriye gidilemedi. 19 Kasım 1914’te Rusların Tutak bölgesinden Bitlis-Muş istikametinde başlattıkları taarruz sonucunda başlayan ve 23 Kasım’a kadar süren Tutak Muharebesi’nde de durumda çok fazla bir değişiklik olmadı.


KÖPRÜKÖY MUHAREBESİ HAKKINDA DEĞERLENDİRME


Ruslar 1 Kasım 1914’te sınırı birkaç yerden geçmişlerdi. Bu sırada 3. Ordunun toplanma durumu, ordunun taarruz planına göre aldırılmıştı.


Rusların taarruz etme durumuna göre de 3. Ordu Komutanlığı kesin sonuçlu muharebeyi Erzurum’un doğusunda,
Höyükler mevziisinde kabul etmek istiyordu. Bu takdirde Hasankale bölgesindeki 18. ve 34. Tümenlerle, Tutak havalisindeki 33. Tümen ve yürüyüş hâlinde bulunan 37. Tümen Erzurum’a çağırılacak. İhtiyat Süvari Tümenleri de Rusların güney kanat ve gerilerine doğru kullanılacaktı.


Ordunun toplanma durumu her iki amaca da hizmet ediyordu. Fakat ordu karargâhında daha çok savunma fikri hâkimdi. Ruslar sınırı geçtikleri sırada verilen emirler ve alınan tertibat tamamen savunma esaslarına göreydi. Hâlbuki Ruslar çok geniş cephe ile altı yerden sınırı geçmişler ve kuvvetlerini çok dağıtmışlardı. Bizim kuvvetlerimiz ise daha topluydu ve dâhilî hat üzerinde bulunuyordu. Düşmanın dağınık durumdaki kuvvetlerini birer birer yakalayarak yok etmek mümkündü.


Höyükler mevziisinde savunma, sabit fikir hâlini aldığı için düşmanın dağınık durumundan yararlanılması durumu düşünülmedi.


Karadeniz’deki olay üzerine Rusların Kafkasya’daki ordularıyla taarruzi harekâta geçeceklerine ihtimal veriliyordu. Orduyu daha toplu bir duruma getirmek için 30 Ekim’de şu emir verilmişti:


3. İhtiyat Süvari Tümeni Karaköse’nin hemen doğusunda, 2. İhtiyat Süvari Tümeni Karaköse ve batısında 15 kilometrelik bir sahada toplanacak ve komutasını Karaköse’deki 3. Tümen komutanı üstlenecek,


1. İhtiyat Süvari Tümeni
Köprüköy - Masra bölgesinde,

4. İhtiyat Süvari Tümeni
Velibaba Deresi’nin batısında Kalpulas - Aras arasında bulunarak 1. Tümen komutanının emrine girecek ve Süvari Kolordusu karargâhı da 1. Tümene katılacak,

33. Tümen Karayazı üzerinden Erzurum’a hareket edecek,

17. Tümen en kuzeydeki birliği ile
Kuşmaşat’ta bulunmak üzere Erzurum’a yaklaşacak, diğer birlikler yerlerinde kalacak,

Van Jandarma Tümeni
Bargiri üzerine yürüyecek, Van İhtiyat Süvari Tugayı Bayezit istikametinde ilerleyecek, düşmanın taarruz etmesi durumunda Van istikametini örtmek ve ele geçirmek üzere güneye çekilecek, 13. Kolordu Muş’tan Erzurum’a doğru yürüyüşe devam edecek,


11. Kolordu düşman taarruzu durumunda emir beklemeksizin Höyükler mevziine çekilecek, ağırlıklarını şimdiden gönderecek, kesin muharebe Erzurum’un doğusunda kabul edilecek.


11. Kolordunun 18. Tümeni bugünlerde Höyükler mevziisine alınmış ve tahkimata başlattırılmıştı. Bu tümen bayramda da tahkimata devam etti. Tahkim malzemesi az olduğu için arzu edilen derecede tahkimat yapılamamıştı. Rusların sınırı geçmesi üzerine 3. Ordu şu emri vermişti (1 Kasım 1914):


1- Ruslar bugün sınıra saldırdılar. Geçen kuvvetler henüz bilinmiyor. Hasankale - Kaleboğazı istikametlerinde ilerleyen kollarda topçu vardır.


2- Ordu muharebeyi Erzurum’un doğusunda kabul etmek üzere toplanacak.


3- 2. Nizamiye Süvari Tümeni; hemen arkasından Hasankale – Köprüköy istikametinde ilerleyecek, Aras’ın güneyinde silsile arazi ile Aras’ın kuzeyindeki yukarı hat arasını keşfedecek, mümkün mertebe 1. ve 4. İhtiyat Süvari Tümenleriyle birlikte etkili icraata çalışacak ve mecbur kaldığı takdirde Erzurum’a çekilecek.



4- 11. Kolordu derhâl Höyükler hattına çekilecek mevziin doğu ve batısına yerleşecek, 18. Tümen tahkimata devam edecek, 33. Tümen derhâl hareketle Karayazı – Palandöken - Erzurum istikametinde ilerleyecektir (bu tümen daha önce yürüyüşe geçmişti).


5- 9. Kolordu; bir piyade alayı, bir makineli tüfek bölüğü ve bir dağ taburunu hemen arkasından Karagöbek’e gönderecek, bu müfreze orada bulunan kale birlikleriyle beraber Gürcü Boğazı’ndan gelecek düşmanı durduracak. 17. Tümen bugün Üçkilise - Beşuvacık bölgesinde toplanacak. Kolordunun kalan kısımları Erzurum ve batısında kalacak.


6- Erzurum’un doğusundaki kale kuvvetleri Erzurum’un doğu ve kuzeyine alınacaktır.

Van Jandarma Tümeni de sınırı örtmek için üç taburunu terk edecek, kalan kuvvetiyle Erciş istikametinde yürüyüşe başlayacak (bu tümene, Erciş istikametine çekilmiş olmaları muhtemel olan Bayezit bölgesindeki iki hudut taburu ve bir ihtiyat süvari alayı ile irtibat kurarak, emrine alması da tebliğ edilmişti).


Bu emre uygun olarak Nizamiye Süvari Tümeni düşmanı karşılamak üzere Köprüköy istikametine hareket etti. 11. Kolordu ise 18. Tümeni ile Höyükler’e, 34. Tümeni ile de Korucuk - Nebiköy bölgesine çekildi. 3 Kasım akşamına kadar gelen bilgilerden düşman hakkında kesin bir fikir edinmek mümkün değildi. Çeşitli kaynaklardan gelen haberler, birbirleriyle zıttı. Düşman kuvvetini kimisi çok, kimisi az tahmin etmişti.




Keşif taarruzu yapılması fikri günden güne kuvvetlendi. Bu taarruzun ne kadar kuvvetle yapılmasının uygun olacağı kestirilemiyordu. Ordunun atıl durmasından ve hareket serbestisini düşmana terk etmesinden dolayı genel karargâh müdahaleye mecbur kaldı ve 4 Kasım 1914’te şu emri gönderdi:


Geniş bir cephede ilerlemekte olan Rus kuvvetleri sizden üstün görünmüyor. 10. Kolordunun Erzurum civarına ulaşması 2 - 3 hafta sürecektir. Bu zamanı kazanabilmek için bazı başarılarla ordunun maneviyatını takviye için mümkün olduğu takdirde düşmanın ayrı ayrı ilerleyen kuvvetlerini ezmeyi uygun buluyorum. Süvari tümenleri ve üç sınıftan oluşan düşmanın harekâtını uzun süre durdurma ve alınan esirlerden düşman hakkında esaslı bilgi alınması arzu edilmektedir. Azerbaycan istikametinde ve sınırın İran yönünde Ruslara karşı şiddetli taarruzlar düzenlemek için oradaki aşiret piyade kuvvetlerinin şiddetle ileriye sevki uygundur.


Düşmanın çok kuvvetli olmadığı durumundan anlaşılıyordu. Kötek ile Köprüköy arasındaki mesafe 50 kilometreydi. Ruslar bu mesafeyi karşılarında birkaç hudut taburumuz ve bir de Nizamiye Süvari Tümenimiz gibi zayıf bir kuvvet bulunmasına rağmen ancak dört günde katedebilmiştir. Bu durum Rusların kuvvetli olmadıklarını ve mevcut kuvvetlerini de çok geniş bir cepheye dağıttıklarını gösteriyordu. Başkomutanlık tarafından müdahale edilince ordu birkaç günden beri düşünmekte olduğu keşif taarruzunu artık yapmaya karar verdi ve bu kararını 5 - 6 Kasım 1914’te verdiği emirle ordu birliklerine tebliğ etti. Emrin özeti şöyledir:


1- 11. Kolordu yarın akşam (6 - 7 Kasım 1914) havanın kararmasıyla birlikte Hasankale’ye yürüyecek. 9. Kolordu'nun 28. Tümeni yarın Höyükler mevziine girecek. Tümen 7 Kasım’da ordunun emriyle tahkimata başlayacak veya Hasankale istikametinde yürüyecek şekilde hazırlanacak.



2- 29. Tümen, 28. Tümenin bölgesine yerleşecek. Bu emre göre yalnız 11. Kolordunun iki Tümeniyle keşif taarruzu yapılmak isteniliyordu. Amaç keşif taarruzu olduğuna göre bu kuvvet çoktu. Kesin sonuçlu bir taarruz yapmak isteniliyorsa bütün ordu birliklerini bu işe ayırmak lazımdı. Keşif taarruzu başarıyla sonuçlandığı takdirde bu başarıyı büyütmek, başarısızlık durumunda ise geri çekilmeyi himaye etmek amacıyla 28. Tümenin de Hasankale’ye hareketine karar verilmişti. Tutak’tan Erzurum’a doğru yürümekte olan 33. Tümenin de bu muharebeye iştirak ettirilmesi arzu ediliyordu. Tümen ile yapılan muhaberede ne zaman Yağan köyüne gelebileceği soruldu. Tümen 7 Kasım günü öğleden sonra kolbaşı ile Yağan’a gelebileceğini cevaben bildirmişti. Bu Tümen aslında Palandöken üzerinden Erzurum’a gelecekti. Yeni durum üzerine Tümen Köprüköy istikametine çevrildi. İlk taarruz için verilen emir şudur (6 - 7 Kasım 1914): 6 Kasım 1914 akşamı arasında düşmanın yaklaşık 6 - 8 tabur piyade ve bir bataryası Köprüköy’ün kuzey sırtlarında 4 süvari alayı ile bir bataryası (Kırtabaz - Tenzile) hattında bulunmaktaydı.


3- Bu düşmana taarruz edilecektir.


4- Süvari İhtiyat Kolordusu ile 33. Tümen düşmanın güney kanadına ve gerisine doğru ilerleyecektir.


5- 33. Tümen, 7 Kasım 1914 günü saat 11.00’de kolbaşı ile Yağan’a nasıl ulaşacağını bildirmiştir. 33. Tümen bu geceyi Hasanıeş’ari – Söylemez-i ulya (Günümüz Hınıs bölgesi) bölgesinde geçirecektir. [Tümenden gelen bilgiye göredir. Gerçekte bu tümen geceyi daha güneyde geçirmiştir.]


6- 11. Kolordu 7 Kasım 1914 günü saat 07.00’de kolbaşlarıyla ileri karakol hattına geçecek ve Köprüköy civarında bulunduğu bildirilen düşmana taarruz edecektir.


7- 2. Nizamiye Süvari Tümeni, 11. Kolordu komutanının vereceği emre göre taarruza yardım edecektir. Şimdiye kadar bu tümene verilmiş olan keşif görevi Aras Vadisi’yle - Hasankale - İd yolu [dâhil] hâlâ görev kapsamındadır. Bu düşman müfrezesinin gerisinde asıl kuvvetler bulunup bulunmadığı ve İd düşman müfrezesinin güneye ilerleyip ilerlemediğini zamanında keşfederek bildirmek son derece önemlidir.


8- 9. Kolordu, Hasankale - İd yolunun batısından kuzeye ve özellikle İd ve Kale Boğazı istikametlerine karşı keşif yaptıracaktır. 28. Tümen, 7 Kasım 1914 günü saat 09.00’da kolbaşıyla Hasankale’ye ulaşacak ve 29. Tümen Erzurum’da harekete hazır bulunacak. 17. Tümen ve Karagöbek’teki müfreze yerlerinde kalacak.



9- Kale birlikleri ile Höyükler mevziinde çalışan istihkâm bölükleri tahkimata devam edecektir.


Bu emir yayınlandığı sırada 11. Kolordunun tümenleri aslında yorgun durumdaydı. Çünkü birkaç gün önce Hasankale bölgesinden Höyükler mevziisine gelmişlerdi. Kolordunun bir tümeni burada tahkimatla meşgul oldu. Tümenler yorgunluklarını çıkarmadan bir gece yürüyüşüyle tekrar Hasankale bölgesine gönderildi ve ertesi gün taarruza geçtiler. Dolayısıyla kolordunun tümenleri tam zamanında yürüyüşe geçemediler. Nizamiye Süvari Tümenindeki süvari topçu bataryalarıyla 18. Tümendeki dağ bataryalarının değiştirilmesi için emir verilmişti. Süvari Tümeni en sol kanatta ve dağlık arazide hareket edeceği için süvari bataryaları tümene refakat edemiyordu. Değiştirilmesi durumunun uzaması yüzünden geç harekete geçildi.


Ordu karargâhının birinci kademesi taarruz sabahı Hasankale’ye geldi. Hasankale’nin doğusundaki Eskikale’yi gözetleme yeri olarak seçti. Buradan muharebe sahası tamamen görülüyordu. Ordu emri yazıldıktan sonra geçen zaman zarfında düşmanın durumu da değişmedi. Düşman, ordu emrine göre Köprüköy’ün kuzeyindeki sırtlardaydı. Hâlbuki düşman 10 kilometre daha ilerlemişti. En ilerideki birlikleri Miyadin (Ardıçlı) köyü batısından güneye doğru uzanan derenin doğu sırtlarındaydı.


11. Kolordunun Tümenleri daha yürüyüş kolunda iken düşmanın topçu ateşi baskınına uğradılar. Önce 18. Tümen, sonra 34. Tümen paniğe kapıldı. Subaylar paniğin önüne geçmeye çalıştılar. Tam bu sırada 28. Tümen kolbaşı ile Hasankale’ye giriyordu. Bu tümen iki alaylıydı. Bir piyade alayı [84. Alay] Karagöbek tabyasına gönderilmişti. Tümenin bir alayı geri çekilen erleri durdurmak göreviyle Ökümü istikametinde ileri sürüldü. Diğer alay ise başlangıçta Hasankale’nin doğu çıkışında tutuldu. Düşman süvarilerinin Aras’ın güneyinden ordu sağ kanadını tehdit etmeye başlaması üzerine, bu alay da Aras’ın güneyinde Kındığı - Belor istikametine hareket ettirildi. Komutanların ve subayların gayreti 28. Tümenin tam zamanında yetişmesi sayesinde paniğin önüne geçilebildi. Bu gelişmeler yaşanırken 33. Tümen’den ses seda yok. Bu Tümen Ordu emrini Hınıs’ın kuzeyinde Şemi köyünde almıştı. Şemi köyünden Yağan’a kadar olan mesafe (harita üzerinde) 65 kilometredir. Arazinin engebeli olması ve aşılacak dağların yükseklikleri göz önüne alınırsa Tümen bu mesafeyi değil bir günde, iki günde bile katedemez. Tümen ancak 10 Kasım sabahı Ekrek civarlarında Rus süvarileriyle temasa geçmişti. Ordu Komutanlığı arazinin durumunu düşünseydi, tümenin 7 - 8 Kasımda Köprüköy civarındaki muharebeye katılamayacağını pekâlâ kestirebilirdi.


İlk taarruz günü başarısızlıkla geçti. Gece ordu komutanı cepheye gitti ve birlikleri dolaştı. Askerlerin maneviyatını yükseltecek sözler söyledi. Aslında erlerin morali bozulmamıştı. Gündüz yaşanan panik düşmanın baskısından çok keşif ve emniyet tertibatının eksik olması ve bunun sonucu olarak ateş baskınına uğramaktan doğmuştu. Şimdi herkesin morali yerindeydi. Çünkü geri çekilen birlikler tekrar ilerlemiş, İsbice - Sansur hattını tutmuşlardı.


Ertesi gün (8 Kasım 1914) tekrar taarruza devam edildi. Düşmanın bir iki mevzii zapt edildi ve bir miktar esir alındı. Bu başarıdan sonra Ordu Karargâhında Erzurum’a çekilme fikri uyandı. Bu geri çekilme durumunu komutana arz ve teklif eden kurmay başkanıydı. Kurmay başkanı diyordu ki,


Karşımızda Rusların 1. Kafkas Kolordusu, bir kısım Plaston tugayları ve Kazak Tümeni var. 2. Türkistan Kolordusunun bu cepheye gelmekte olduğu bazı kuvvetlerin cepheye dâhil olduğu iki günden beri verilen muharebelerden ve esirlerin ifadelerinden anlaşılmıştır. En kolay geri çekilme, bir başarıdan sonra yapılacak geri çekilmedir. Biz şu an başarılı olmuşuz. Bu başarıdan yararlanarak Erzurum’a çekilmek ve kesin sonuçlu muharebeyi Erzurum’un doğusunda kabul etmek bizim için daha uygundur. Rusların üstün kuvvetlerle yapacakları taarruza karşı şimdi bulunduğumuz mevzilerde tutunmak veya gerektiği zaman Erzurum’a çekilmek çok zor olur.


Ordu komutanı da bu teklifi kabul etmiş ve geri çekilme emrinin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Ancak bu emrin çok gizli tutulması ve ordu karargâhında kimseye söylenmemesi özellikle belirtilmiştir.


Ordunun gözetleme yerinde Kurmay Başkanı ile İstihbarat Şube müdürü [Kurmay Binbaşı Mümtaz Bey] arasında bu geri çekilme hakkında şiddetli tartışmalar oldu. Mümtaz Bey diyordu ki,

Verilen kararları yalnız askerî düşüncelere dayandırmak doğru değildir. Halkın ruhi durumunu da hesaba katmak gerekir. Ordusu galip durumda bulunan bir komutan, ordusunu gereksiz yere geriye çeker ve memleketi düşmanın istilasına terk ederse, subaylar ve erlerin komutana karşı güvenleri sarsılır. Halk arasında orduya karşı emniyetsizlik ve güvensizlik baş göstermeye başlar. ‘’Komutan, para karşılığında memleketi düşmana satıyor’’ der. Düşman baskısı olmadan ordu Erzurum’a çekilse bile, oluşan bu hava nedeniyle erler dağılır. Bugünkü mevcudun yarısı bile kalmaz. Bunun örnekleri tarihte çoktur. Ben bu vatanın öz evladıyım. Yanlış bir düşünce üzerine verilen karardan vatanın maruz kalacağı felaket bizi çok zarara uğratacağı için bunları söylüyorum. Sen bir yabancısın, vatanla ilgin yoktur. Üzülmeden böyle bir kararı verebilirsin...

Bunun üzerine Kurmay Başkanı Guze Bey sert bir dille,


Azizim burada hâkim olan askerî düşüncedir. Diğer düşüncelerin yeri yoktur. Ordu bu kararı vermiştir. Bu karar uygulanacaktır. Rica ederim buna dair bir teklifte bulunma.


Akşama doğru Hasankale’deki karargâha dönüldü. İstihbarat Şube Müdürü, Komutanla da temasta bulunmak için geldi. Fakat bu görüşmenin karar değişikliği konusunda faydası olmadı. Emir ve harekât tarzı kendisine tebliğ edilmek üzere 11. Kolordu komutanı karargâha gelmişti. Daha komutanla görüşmeden İstihbarat Şube Müdürü durum hakkında kendisini aydınlattı. Sonra komutanla görüştü. Böyle bir emir verildiği takdirde Kolordu Komutanlığından affedilmesini ve aslında geri çekilmek için bir sebep olmadığını, Kolordunun kahraman subay ve erlerinin de moralinin yerinde olduğunu arz etti. Bunun üzerine emir geri alınarak imha edildi. Ertesi gün taarruza devam edildi ve bu taarruzlara 29. Tümen de iştirak ettirildi.


Kolordu birlikleri Köprüköy’ün batı sırtlarına kadar ilerlemişti. Düşman Köprüköy’ün doğu sırtlarındaydı. 10 Kasım’da herhangi bir taarruz yapılmadı. Ancak kazanılan başarılar ordunun moralini çok yükseltmişti. Bütün cepheye yalnız 11. Kolordu Komutanı komuta ediyordu. Aras Nehri cepheyi ikiye bölmüştü. Şimdiye kadar karargâhıyla Erzurum’da kalmış olan 9. Kolordu komutanı da cepheye gelmek istiyordu. Kolordu komutanının Erzurum’da kalmasına gerek yoktu. İki tümeni (28., 29. Tümenler) cepheye sürülmüştü. 17. Tümen de cepheye gelmek üzere yoldaydı. Aras’ın güneyindeki birliklerin komutanlığı, 9. Kolordu komutanına verildi. 11 Kasım’da tekrar taarruza başlandı. Ordu bu taarruzla kesin sonuç almak istiyordu. Bu taarruz şu birliklerle yapıldı:


Aras’ın güneyinden 37. ve 33. Tümenler ile 28. Tümenin büyük kısmı ve İhtiyat Süvari Kolordusu, Aras’ın kuzeyinden 18., 34. ve 29. Tümenler ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni taarruza geçti. Ancak bu taarruzlar arzu edilen başarı elde edilemedi. Çünkü taarruz sırasında düşman başarılı şekilde geri çekilmeyi başarmıştı. Yine de bu taarruzda başarı olarak Köprüköy’ün doğusundaki düşman mevziisi işgal edilmesi gösterilebilir. Bu taarruz sonrası birbirine karışmış olan birliklerin düzenlenmesiyle uğraşıldı ve düşman yalnız zayıf takip müfrezeleriyle takip edildi. Hâlbuki burada bütün kuvvetle düşmanı takip etmek gerekirdi. Bu zaman zarfında düşman Horum’un batısındaki bir mevziiye çekilebilmiş ve burada tutunmak için hazırlık yapmaya zaman ve imkân bulmuştu. Düşman Alakilise’nin (Yatıksırt Köyü) doğusu - Azap’ın doğusu - Yüzveren - Ardı hattını tutmuştu.





Ordu, ileri hareketle bu mevziinin önüne geldi. 11. Kolordu sağda ve Aras’ın her iki tarafına, 9. Kolordu solda ve Aras’ın kuzeyinde idi. Ordu emrine verilen 10. Kolordu birliklerinden iki alay ve bir topçu taburu da gelmişti. Bunlar ordu ihtiyatı olarak geride tutuluyordu. Bu taarruzda, 11. Kolordu cepheden düşmanı tespit edecek; 9. Kolordu ise düşmanın sağ kanadını kuşatacaktı. Planları tamamlanan taarruz
17 Kasım’da yapıldı. Düşman sağ kanadını kuzeydoğuya doğru uzattığı için kuşatma, cephe taarruzuna dönüştü. Düşman yalnız cepheden, yani Azap’ın doğu sırtlarından daha doğuya atıldı. Birliklerimiz Zanzak’ın doğu sırtlarına kadar ilerlemeyi başardılar. Yine bu taarruzlarda kesin sonuç alınamamıştı. Düşmanla aramızdaki mesafe çok azdı. Her gün gereksiz yere piyade ve topçu ateşi devam ediyor, çok cephane harcanıyordu. Cephanenin idareli kullanılması hakkında verilen emirler fayda etmiyordu. Ordunun cephanesi çok azalmıştı ve harcanan cephaneler lojistik hatlarının kötü olmasından dolayı kısa süre içinde ikmal edilemiyordu. Cephane ikmalinden ve 10. Kolordu tümenlerinin katılmasından sonra kesin sonuçlu bir muharebeye girişmek isteniliyordu.


Cephane sarfiyatının önüne geçmek için bir çare düşünüldü. İlk akla gelen çare düşmanla aramızdaki mesafeyi büyütmek oldu. Bu fikir ilk önce kurmay başkanı tarafından teklif edildi ve komutan tarafından onaylandı. Bu fikir teklif edilirken şu düşünce hiç akla getirilmemişti:


Acaba düşman bulunduğu mevziide sonuna kadar savunmada kalır mı? Bizim çekilmemizi hisseder de bundan yararlanmaya teşebbüs etmez mi?




Buna verilecek cevap herhâlde olumsuzdur. Nitekim olaylar da bunu ispat etmiştir. Geri çekilme gecesi şiddetli kar fırtınası olmuş, birlikler tamamen elden çıkmıştı. Kendi isteğimizle çekilmemize rağmen, geride ileri karakollar bölgesinde top ve ani müdahale timi bırakıldı. Ruslar ancak birkaç gün sonra çekildiğimizin farkına vardılar. Daha önce hissetmiş olsalardı, herhâlde bu durumdan yararlanmaya teşebbüs ederlerdi. O zaman ordunun Haran bölgesinde değil, Köprüköy bölgesinde bile tutunması güç olurdu. Ruslar, bu isteyerek çekilmelerinden birkaç gün sonra sıklet merkezi Aras Nehri - Azap arasında olmak üzere karşı taarruza geçtiler. Çok kanlı muharebeler oldu. 30. Tümenin tam zamanında yetişmesi ve muharebeye müdahalesi, sonucu lehimize çevirdi ve Rus taarruzu durduruldu. Bundan sonra Sarıkamış harekâtı başlayıncaya kadar iki taraf arasında sessizlik devam etti.





SARIKAMIŞ KIŞ SEFERİ


Şimdiye kadar yapılan muharebelerde Rusların kuvveti açık şekilde ortaya çıkmıştı. Rus kuvvetine karşı bir Türk taarruzu mümkün görünüyordu. Aslında savaşın durumu da bunu gerektiriyordu. Bakır madenleri ve özellikle Bakü petrol kaynakları gibi doğal hazineyi barındıran Rus Kafkas bölgesi, Birinci Dünya Savaşı’nın çerçevesi dâhilinde önemli bir hedef teşkil ediyordu. Her iki tarafta da hükûmet aleyhinde birçok unsurlar vardı. Düşmanın diğer tarafın bölgesine geçmesi hâlinde bu unsurların düşman lehine isyan çıkaracakları hesap ediliyordu. Polonya’daki Alman ve Avusturya kuvvetlerinin yükünü azaltmak için bu cephede mümkün olduğu kadar çok Rus kuvvetinin tespit edilmesi gerekliydi. Asıl sebep buydu. 10. Kolordu geldikten sonra tekrar taarruza geçilmesi gerek Başkomutanlık gerekse ben ve Türk arkadaşlarım tarafından kararlaştırılmıştı.



Sevk ve idare makamı, birliklerin güç ve kapasitesi hakkında şimdi bir fikir edinmişti. Türkler taarruz edebilirler, fakat bu taarruzu daha ileriye götüremezlerdi. Çünkü zorunlu yürüyüşler de yapamazlardı. Zorunlu yürüyüş yaptırılırsa birliklerin dağılması gibi tehlikeler baş gösterir. Ordunun teçhizatı da çok eksikti. Bu eksiklerden dolayı birbiri ardınca birkaç gece ordugâh kuramıyorlardı. Diğer taraftan çok hareketli olmayan doğulular konaklarda çok toplu bulunurlar ve büyük kitleler köylerde dar sahada yerleşebilirler. İleri yürüyüşte harekât bölgesinden tamamen iaşe mümkün olmadığı için nakliye araçlarına olan ihtiyaç artacak ve ikmal işinin düzenlenmesi ve ikmali için çok zamana ihtiyaç duyulacak ve bu yüzden ileri harekât doğal olarak ağırlaşacaktı. Bölgeye çok kar yağdığı için birçok dağ yolu da kapanmıştı. Ordu Komutanlığı bu durumları düşünerek harekâtta aşağıdaki hususları göz önüne aldı:


‘’Uzun yürüyüş yaptırmamak, bölgeden bölgeye yürümek suretiyle harekâtın sınırlandırılmasını sağlamak, çevirme harekâtını çok uzaklardan dolaşarak yapmamak. Süratli zorunlu yürüyüşlerle değil, aksine özenli hazırlıktan sonra ansızın harekete geçmek suretiyle yapmak ve düşmandan öne geçmek. Birliklere her üç dört günde bir istirahat vermek. Bu harekâtta büyük bir imha başarısı hesap edilemez. Fakat Köprüköy civarında sağlanan başarı gibi bir başarı sağlamak ve Rus arazisinde tutunmak mümkün olabilir. Bundan sonra çok muhtemeldir ki, isyanlar başlar ve başarılarla icra gücü artmış olan Türkler bölgeden bölgeye daha fazla ilerlemeyi başarırlar.’’


İşte yukarıda açıklanan görüşlere göre bir taarruz planı kararlaştırılmıştı. Bu plana göre kuvvetin bir kısmı Aras bölgesinde bırakılacak ve asıl kuvvetle İd - Oltu üzerinden Rusların sağ kanadına kuşatıcı taarruz yapılacaktı.




Ordu Komutanlığı ve Başkomutanlık da aynı fikirdeydiler. Enver Paşa taarruzun en önemli sonucu olarak Kafkas halkının isyan çıkaracaklarını hesap ediyordu. Ruslara karşı çıkarılacak isyanlardan geniş ölçüde yararlanmak ve hatta Rusları İran’dan bile çıkarmak istiyordu. Şimdiye kadar İran sınırında birkaç hudut ve jandarma taburu vardı. Bunlar şimdilik 3. Ordu emrine verilmişlerdi. İran’da Ruslar aleyhine yapılacak herhangi bir teşebbüs için bu kuvvet çok zayıftı. Bunun üzerine 2 Tümen (1. Seferi Kuvvetler/Kuvve-i Seferiye ve 5. Seferi Kuvvetler/ Kuvve-i Seferiye), Halil Bey ve Bekir Sami Bey komutasında İran’a karşı hareket ettirildi. Tümenlerden birisinin Urmiye Gölü’nün güneyinden diğerinin de kuzeyinden gelmesi çok uzun sürecekti. Düşünülen taarruz için bu tümenler henüz hesaba katılamazdı. Yaptığım teklifleri, Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın tamamen uygun bulduğunu görmüş, taarruz fikrine adı geçen kişinin de ruhen ve kalben taraftar olduğunu zannetmiştim. Gerçekte ise Enver Paşa’ya yazdığı özel telgraflarda bu fikrin karşısında olduğu anlaşılmıştı. Birliklerin eksiklikleri adı geçen kişiyi çok etkilemiş ve başarı ümidini zora sokmuştu. İstanbul’da Başkomutanlık karargâhında Alman Kurmay Başkanı Bronsart Von Schellendorf’da durumu benim gibi değerlendiriyordu. Diğer Türk komutanları farklı fikirdeydiler. Cephedeki şahıslardan bazıları kendilerine çok güvenleri olmadığı hâlde muharebeye girmişlerdi. Fakat Köprüköy başarısından sonra bu güvensizlik geçmişti. Başkomutanlık karargâhındaki Türklerin bir kısmı da Türk birliklerinin kuvvet ve kapasitelerinin tahmininde çok aşırıya gitmişlerdi. Bunlar 1912 felaketinde de (Balkan Harbi) suçluydular. Bunların görüşüne göre bu cephede harekât yeteri kadar hızla ileri götürülemiyordu. Fakat hiçbirisi de Kafkas savaş yerini şahsen tanımıyordu. Mareşal Von Der Goltz sonradan bu komutanlar hakkında şöyle yazmıştı:


Kafkasya’da maalesef Bonapart olduğunu iddia eden ve yol gösterici olarak yetişen birçok adam vardır. Bunlar, ordularına mevcut kıymetlerine uygun olmayan görevler vermişler ve bu yüzden orduları büyük zarara uğratmışlardır.


Farklı fikirlerde olanların başı, Genelkurmaydan İkinci Başkan Hafız İsmail Hakkı Bey’di. İsmail Hakkı Bey, General Bronsart’a inanmak istemiyordu. Kendi görüşünü, yerinde tatbikat yaptıktan sonra arz etmek üzere Aralık ayında 3. Orduya gönderildi. İsmail Hakkı Bey otuz yaşındaydı. Daha önce Viyana’da askerî ataşelik yapmıştı. Şahsen cesur, askerî bilgisi çok iyi, azimli ve kararlıydı. Fakat İsmail Hakkı Bey o dönemde ortaya çıkan zorlukları ortadan kaldıracak çareler arayıp bulması gerekirken bunları kolayca üzerinden atardı. Enver Paşa, yakın zamana kadar İsmail Hakkı Bey tarafından gelen her teklifi kabul ederdi. Kış seferi hakkında İsmail Hakkı Bey’le esasta tamamen anlaşmışlardı. İsmail Hakkı Bey Almanlara karşı değildi. Fakat kendisi çok aşırı milliyetçi ve çok hırslıydı. İhtimal ki cesareti kendisini Almanlardan daha öne geçmeye sevk ediyordu. İsmail Hakkı Bey, Ruslar, Türklerin Oltu üzerinden kuşatma gibi bir hareketine inanmayacaklarından, bu hareketin tamamıyla baskın etkisi göstereceğine ve direnmeden Rusların geri çekileceklerine kanaat getirmişti. Bundan sonra dışarıya karşı parlak bir başarı olan Kars’ın çabuk ele geçirilmesini hayalinde canlandırıyordu. İsmail Hakkı Bey orduda birkaç gün kaldığı sırada, her şeyi karanlık gören 10. Kolordu komutanı görevinden alındı ve İsmail Hakkı Bey onun yerine tayin edildi. Bunun üzerine Enver Paşa çekingen ordu komutanını harekete geçirmek veya orduyu idare etmek üzere yakında yapılacak taarruza bizzat katılma kararını verdi. Enver Paşa ordunun başına geçmek için Goeben kruvazörü ile Trabzon’a geldi ve 14 Aralık’ta Köprüköy’de bulunan ordu karargâhına ulaştı. Enver Paşa’yı tam anlamıyla tanımıyordum. Bende, adı geçen kişinin mevcut zorlukları önemsemediği kanaati uyandı. Kendisine ordu komutanı önünde kesin olarak karar verilmiş harekât hakkında brifing verirken, yukarıda izah ettiğim görüşleri açık olarak arz etmeyi bir vazife bildim. Kendisi bu hususları düşünerek taarruzda başarılı olunacağını ve bu taarruzun gerekli olduğunu söyledi. Daha sonra Enver Paşa, ordu tarafından hazırlanmış planı uygun buldu ve kendisi birkaç günlüğüne Erzurum’a gitti.




Enver Paşa’nın Erzurum’a hareketinden kısa bir süre sonra Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa bu taarruzlardan bir başarı beklemediğinden Ordu Komutanlığından affedilmesini rica etti. Bunun üzerine Enver Paşa 19 Aralık’ta 3. Ordu komutanlığını üstlendi. Tümgeneral Bronsart Paşa ise 3. Ordu kurmay başkanlığı görevine getirildi. Aşağıdaki harekâta ordu karargâhında ikinci kurmay olarak katıldım. Taarruz şu şekilde yapılacaktı:


11. Kolordu ve 2. Nizamiye Süvari Tümeni Aras Vadisi’nde kalacak, 9. Kolordu cepheden geri alınacak, 9. ve 10. Kolordu birlikte 9. Kolordu Aras-İd arasındaki dağlardan, 10. Kolordu ise İd – Oltu üzerinden taarruz için ilerleyecekler. İstanbul’da bulunan 8. Piyade Alayı Yarbay Stange komutasında Aralık ayında Rize’ye çıkarılmıştı. Bu Alay Ardahan üzerinden 10. Kolorduya katılacaktı. Sahildeki birlikler Batum üzerine ilerleyecekler. Aras Vadisi’nden sahile kadar toplam 100.000 kişilik kuvvet bulunuyordu. Van müfrezesi ile Tutak civarındaki birliklerimizin karşısında üstün Rus kuvvetleri bulunuyordu. Bu nedenle bu birlikler taarruza katılmayacaklardı.





İd civarında iyi şekilde teçhiz edilmiş bir Rus tugayı vardı. Bu tugaya yapılacak taarruz, taarruzun ilk safhasını teşkil edecekti. 10. Kolordunun ileri harekâtı hakkındaki fikirlerde anlaşmazlık vardı. Bu kolordunun bir kısmı (tümenden biraz fazla) 1 Aralık’ta bu bölgeye gelmişti ve ordu ihtiyatı olarak Köprüköy civarında bulunuyordu. Kolordunun diğer kısmı Erzurum civarına varmıştı. En makul ve uygunu 10. Kolordu’nun Köprüköy civarında bulunan kısımlarını doğrudan doğruya Kuşe üzerinden kuzeye hareket ettirmek, Erzurum civarında olan birlikleri de Bar üzerinden İd’e doğru yürütmekti. Fakat İsmail Hakkı Bey kendi kolordusunu herhâlde göz önünde tutmak istiyordu ve benim itirazıma karşılık Enver Paşa’yı ikna etti ve Köprüköy’deki birlikleri de Erzurum’a çağırdı ve bütün Kolordu Erzurum’dan İd’e doğru ilerledi. Köprüköy’den Erzurum’a gitmiş olan birlikler istenilen derecede zinde bir durumda harekâta katılamadılar. Hâlbuki Köprüköy - Kuşe üzerinden hem mesafe kısa ve hem de aşılacak yalnız bir dağ vardı. Şimdi bu birliklerin aşması gereken Köprüköy yaklaşık 1600 metre yüksekliğindedir. Erzurum’un doğusundaki Deveboynu Boğazı 2100 metre, Fırat Vadisi 1600 metre, Fırat’ın kaynağının kuzeyindeki boğaz 2100 metre, İd ya da Kaleboğazı’nın iniş kısımları yaklaşık 1500 metre idi. Bu durum, yapmış olduğum şahsi araştırmalarla belirlenmiştir. 9. Kolordu, 20 Aralık’ta Köprüköy’ün kuzeyindeki dağ geçitlerinde harekete hazırlanmış bulunuyordu. 10. Kolordu Erzurum - İd yolu - Tortum Vadisi üzerinden Kaleboğazı’na doğru yürüyordu; kolbaşıları Sivridağ Tepesi’nde idi. Harekât 22 Aralık’ta başlayacaktı. Geçitler karla doluydu. 21 Aralık’ta da kar yağmaya başladı ve bu kar 23 Aralığa kadar devam etti. Kışın yüksek dağlık arazide muharebe irtibatlarının zaman zaman bozulacağı hesaba katılmıştı. Bu nedenle birliklere birkaç gün için geçerli olmak üzere yürüyüş cetveli verilmişti. Bu cetvele göre kolordular muhtelif günlerde aşağıdaki hedeflere varacaklardı:


İlk iki gün cetvele göre hareket edildi; Kolordular emredilen hedeflere vardılar. Rus Tugayı 23 Aralık’ta İd’ten Oltu istikametine atıldı ve 1000 kadar esir bıraktı. Ordu karargâhı 23 Aralık’ta İd’e geldi. Türkler kuşatma hareketi için Tortum Gölü’nün kuzeyinden dolaştıklarından Rus tugayını tamamen imha edemediler. Oltu’ya çekilen düşman göz önüne alınmaya değer bir mevcudiyet gösteriyordu. 9. Kolordu’nun yürüyüş hattından Aras Vadisi’ne giden yollar ve özellikle Kötek’e giden yolun karla kapanmış olduğu haberi gelmişti. Bunun üzerine 9. Kolordu 24 Aralık’ta Bardız’a yürüdü. 10. Kolordu ise Oltu’da toplandı ve ileri birliklerini Kars şosesi istikametinde ileri sürdü. Burada “İsa’nın doğum günü gecesi”nde uğursuz ve ileride büyük kayıplara neden olacak kararlar alındı.





Ordunun Durumu ise şu şekildeydi:

Rus Komutanlığı gerçekte baskına uğramıştı. Asıl Rus kuvveti Aras Vadisi’nde bulunuyordu. Demiryolunun son noktası olan Sarıkamış’ta bir müstahfız (yaşlı askerlerin bulunduğu tabur) tabur bulunuyormuş. Mağlup edilmiş olan Rus Tugayı Oltu’nun kuzeydoğusu istikametinde çekilmeye devam etmişti. Türk birlikleri büyük güçlüklere maruz kalmışlardı. Ordu komutanı (Enver Paşa)
24 Aralık’ta 9. Kolordunun yanından hayvanlı geçtiği zaman çekilen zorlukları görmüş ve fikir sahibi olmuştu. Çok karlı ve buzlu yerlerde dik meyiller aşılıyor ve bazı dar yerlerde birerli kol ile hareket ediliyordu. Birçok yük hayvanı piyadelerin hareketini daha çok zorlaştırıyordu [yük hayvanları yürüdükçe kabartı ve buz gibi kalıcı izler oluşturuyorlardı. Yük hayvanlarının adımları piyadelerin adımlarına uygun olmadığı için, yük hayvanlarının izler oluşturduğu yollardan piyadelerin yürümeleri çok zor oluyor ve piyadeleri rahatsız ediyordu]. Birliklerin bir günlük istirahate ihtiyaçları vardı. Bundan sonra ilk plan dâhilinde düşmanın asıl kuvvetinin bulunduğu istikamette harekete devam edilecekti. Önce 10. Kolordu, 9. Kolorduyu takiben Bardız’a gelecekti. Bundan sonra Bardız’dan bir kolordu yaklaşık Zivin istikametinde diğer Kolordu da Sarıkamış istikametinde hareket ettirilecekti. Bronsart Paşa, istirahat günü ve Kolorduların çark hareketleri hakkında açık ve kesin ifadelerle Enver Paşa’ya tekliflerde bulundu. Ancak Enver Paşa’nın düşüncesi farklı yöndeydi. Enver Paşa’da, İsmail Hakkı Bey gibi Rusların muharebeyi kabul etmeden çekileceklerini zannediyordu ve Rusların doğuya doğru Kars istikametinde çekilmelerini engellemek istiyordu. Rusların muharebe vermeden geri çekileceklerinin kabul edilmesi fazla bir iyimserlikti. Sonradan görüldüğü gibi böyle bir çekilme Rusların aklından hiç geçmemişti.


Enver Paşa tarafından şu tertibat emredildi. 25 Aralık’ta 9, Kolordu’nun iki Tümeni istirahat etmeden Sarıkamış’ı alacak, 10ç Kolordu’nun 32 Tümeni Oltu’dan Bardız’a gelinceye kadar 9. Kolordu’nun 3. Tümeni [eski 28 Tümen] Zivin’i karşı kuşatma kolunun yanını temin için Bardız’da kalacak ve sonra da 28. Tümen de 9. Kolorduyu takip edecek, 10. Kolordu diğer iki tümeniyle Oltu’dan Kars istikametinde ilerleyecek. Ordu Komutanlığı 9. Kolorduda kalacaktı. İleride bu emirlerden anlaşılacağı üzere Ordu artık düşmanın asıl kuvvetine doğru ilerlemiyor, aksine bir coğrafya noktasına doğru gidiyordu. Bu sebeple “bir gün istirahat verilmesi” teklifi reddedilmişti.


Şahsi fikrimce çok değerli birlik komutanları ve çok azimkâr olan birlikler, örneğin 1914’teki Alman ordusu bu harekâtı başarıyla tamamlayabilir. Fakat 3. Türk Ordusu böyle bir hareketi başarıyla yapamazdı. 9. Kolordu’nun Bardız’dan Sarıkamış istikametinde ilerleyen iki tümeni, yürüyüş sırasında arazi zorluklarına rastlamadılar. Sağda yürüyen 29. Tümen, 25 Aralık’ta güneş batarken Rus birliklerini Sarıkamış’ın kuzeybatısındaki bir mevziden geri atmıştı. Ancak Sarıkamış’a bir gece taarruzu, birliklerin gece muharebesine alışkın olmadıkları dikkate alınarak yapılmadı. Kolordu komutanı, birliklerin yorgunluğunu ileri sürerek taarruzu 27 Aralık’a erteledi. Bu erteleme Sarıkamış seferinin dönüm noktasını oluşturmuştur.


Aras Vadisi’nden Rus arazisindeki Kars Çayı’na giden iki şose vardır. Bu iki şose, Sarıkamış civarında birleşir. Şoselerden birisi Erzurum – Kars büyük şosesidir. Diğeri ise Karakurt civarında başlayan şosedir. Sarıkamış bir vadi içinde ve Kars Çayı’nın güneydoğu sırtlarındadır. Türklerin Sarıkamış şehrini ve güneydoğusundaki tepeleri seri bir hareketle elde ederek Rusların irtibat hatları üzerine düşebilmeleri gerekiyordu. Bunun için birliklerin güç ve kapasitelerinden en üst düzeyde yararlanmak gerekirdi. Hâlbuki komutanlık makamı azami iş yaptırmak imkânı kalmadığı hâlde birlikleri gereksiz yere güç durumlara maruz bırakıyordu. Şimdi artık fırsat kaybedilmişti. Ruslar takviye birlikleri almak için zaman buldular. Türklerin durumu ise hiç böyle değildi. Taarruzun sadece yavaşlaması Türkler için bir istirahat ve dinlenme demekti. Düşmanla sıkı muharebe teması vardı. Gündüz ve gece ara vermeksizin şiddetli ateş muharebesi devam ediyordu. Yarım metre ile bir metre arasında kar vardı. Türkler büyük bir orman içindeydiler. Bu sayede hiç olmazsa yakacak çok boldu. Fakat muharebe hattı içinde köyler yoktu.




Herkes ordugâh kurmak zorundaydı. İkmal faaliyetleri güçlükle yapılıyordu. Başlangıçta ikmal nakliyatı kesintiye uğramıştı. Uzun bir bekleme sonunda nakliyat tekrar düzenlenebildi. Elzem ihtiyaçlar bunlarla temin edildi. Örneğin, bu dönemde Ordu karargâhı ise varlığını şu şekilde sürdürmüştü: 22 – 25 Aralığa kadar karargâhtaki yeterli olmayan iaşe maddeleri ve eyer çantalarındaki malzeme ile idare edildi. 25 Aralık’ta kaçan Kazakların geride bıraktıkları sıcak yemeklerle iaşe sağlanabildi. 25 Aralık’tan ağırlıkların katılma tarihi olan 27 Aralığa kadar da ekmek ve zeytinden ibaret olan Türk demirbaş erzakıyla idare edildi. Bu durum Türk lojistik hattının zayıflığını ve böyle bir taarruza hazırlıksızlığını fazlasıyla gözler önüne sermekteydi. Ayrıca 25 Aralıktan 2 Ocağa kadar ordu karargâhı çadırsız karlar üzerinde ordugâh kurduğu da unutulmamalıdır. Bu günlerde Ardahan civarında soğuk sıfırın altında 36 derece ölçülmüştü. Ordu için zorluk ve mahrumiyet son haddine ulaşmıştı. Yer yer donmalar, karık (Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz kamaşması) olayları olmuştu. Türk askerleri bu duruma dayanamayarak firara meyletmeye başladılar. Bu zorluklardan dolayı da birçok asker geriye doğru kaçmaya başlamıştı. Geriye kaçanların miktarı günden güne artıyordu. 27 Aralık sabahı taarruz başladığı zaman yukarıda belirttiğim zorluklardan ötürü 17. Tümende taarruza devam edecek güç kalmamıştı. Tümeni ilerletmeye teşebbüs ettiğim zaman bir piyade mermisiyle kolumdan yaralanmıştım. Tümen sayılan bu kuvvet bir enkazdan başka bir şey değildi. 29. Piyade Tümeni’nin de durumu bundan daha iyi değildi. Enver Paşa da bu tümenin yanında bizzat bulunduğu hâlde tümen ilerleyemedi. Dolayısıyla Bu Tümenin de taarruzu durdu. Ordu karargâhındaki subaylar bütün muharebe günlerinde sürekli avcı hattının çok yakınında bulunuyorlardı ve bundan ötürü subaylarda orantısız derecede çok zayiat verdiler. Enver Paşa ise düşmanın topçu ateşi altında şaşıran avcılara şöyle söylüyordu:


Ne zaman öleceğinizi yalnız Cenab-ı Allah bilir. Her top mermisinde ölümden korkarsanız korkudan bugün bin defa ölürsünüz. Fakat siz yalnız bir defa öleceksiniz. Şu hâlde Allah’ın istediğini yapıncaya kadar sükûneti koruyunuz.


10. ve 11. Kolorduların müdahalesini beklemek gerekiyordu. Tel irtibatları orduyu takip edememişti. Ordu Komutanlığı bu iki Kolordu’nun durumu hakkında çok geç ve eksik bilgi alabiliyordu. 27 Aralık’ta önce 28. Tümen Bardız’dan gelerek ordu sağ kanadına ulaştı. Durumu düzeltmek ve değiştirmek için bu Tümen de yeterli gelmedi. Çünkü Ruslar bu sırada karşı tedbirler almışlardı. Çünkü Ruslar Türk taarruzu başlayıncaya kadar cephedeki birliklerini takviye etmişlerdi. Rus birliklerini 100 tabur piyade, 96 bölük süvari, 300 top olarak hesap ediliyordu. Bir kısım kuvvet Eleşkirt bölgesinden Aras Vadisi’ne çağırılmıştı. Bu suretle Aras’ın kuzeyinde üç piyade tümeni, bir Kazak tümeni Aras’ın güneyinde, iki Plaston tugayı, bir Kazak tümeni konuşlanmış oluyordu.




Bununla birlikte Sarıkamış kuşatma manevrası kararı esas itibarıyla 3. Ordu tarafından verilmiştir. Ordu buna göre hududun her iki tarafındaki arazi ve yolları keşif ve incelemeye başladı. Özellikle kışın bu bölgede dolaşmış adamlar karargâha çağrıldı. Bunlardan yol ve arazi hakkında bir hayli bilgi alındı. Harekâtın hangi şekilde yapılmasının uygun olacağı da tetkik edildi. Cephede kalacak kuvvete verilecek talimat hazırlandı. Kuşatmayı yapacak kuvvetlerin takip edecekleri yollar, muhtelif günlerde varacakları hedefler tespit ve tayin edildi. Harekâtı yakından takip etmek amacıyla ordu karargâhına gelmiş olan Enver Paşa’ya ve maiyetine ordu tarafından hazırlanmış olan emirler ve talimatlar gösterildi. Onlar da hiçbir düzeltme yapmadan emirleri imzaladılar. Bugünlerde Hasan İzzet Paşa sık sık cepheyi dolaşıyordu. Kış da günden güne şiddetleniyordu. Donmalar hakkında elde mevcut bilgiler vardı. Ordu kış şartlarına göre donatılmamıştı. Henüz entari ile dolaşan askerler vardı. Bu durum Hasan İzzet Paşa’nın sinirlerini çok etkiledi. Şimdiye kadar edindiği tecrübeye göre bu mevsimde ordunun büyük Sarıkamış seferini yapamayacağını düşündü. Bir iki gün için Erzurum’a gitmiş olan Enver Paşa’ya özel olarak fikrini yazdı. O zaman duyulduğuna göre Hasan İzzet Paşa’nın Enver Paşa’ya yazdığı telgraf şu şekildeymiş:



Gerek mevsim ve gerekse kışlık teçhizat, düşünülen harekâtı başarıyla tamamlamaya uygun değildir. Bu harekâtın ya ilkbahara bırakılması ya da daha sınırlı bir saha içinde [kuşatma kolu sol kanadı Kötek istikametinde yürüyecek şekilde] yapılmasına müsaade edilmesi.


Bu telgrafa Enver Paşa’nın canı çok sıkılmıştı. Ordu karargâhına döndüğü zaman ilk yazdığı yazı, ordu komutanlığını bizzat üstlendiği hakkındaki emirdir. Bundan sonra ordunun önceden hazırlamış olduğu aşağıdaki emri imzalamıştır:

3. Ordu Komutanlığı Köprüköy öğleden sonra 19 Aralık 1914 ile 22 Aralık 1914 günü için emir.

1- Düşman asıl kuvvetleri eski mevziisindedir.

2- Düşman asıl kuvvetlerini Kars istikametinden ayırarak Aras Vadisi’ne doğru güneye atmak üzere 3. Ordu kuvvetlerinin tamamı ile Oltu istikametinden düşmanın sağ kanadı gerilerine doğru ilerleyecektir. 3. Nizamiye 2. Süvari Tümeni piyade ve topçu ile takviye edildiği hâlde düşmanın Aras Nehri güneyindeki kanadına taarruz edecek ve onun dikkatini bu kanada çekecektir. [Bu hususta ayrıca talimat verilmiştir.]. 11. Kolordu kendi mevziisinde kalacak ve düşmanın dikkatini çekmek için bütün cephede gösteri taarruzu yapacak, düşman bütün kuvvetleri ile ilerlediği takdirde ilerlemesini durduracaktır. [11. Kolorduya özel talimat verilmiştir.]. 9. Kolordu en azından iki kol ile [sol kol Ekrek – Yeniköy yolunda] yürüyecek hiç olmazsa Kızılkilise - İd yoluna varacaktır. Düşmanın İd müfrezesinin doğuya doğru asıl kuvvetlerine katılmasına kesin surette engel olacaktır. 10. Kolordu, bir tümeni ile İd’e, diğer iki tümeni ile Ardus’a varacaktır. Her iki kol rastladıkları düşmana taarruz edecektir. Harekât emredildiği gibi yapıldığı takdirde 23 Aralık 1914 günü, 9. Kolordunun Çatak - Petkir hattına ve 10. Kolordunun Oltu yönüne doğru ilerlemesi ve 24 Aralık’ta 9. Kolordunun Kötek ve 10. Kolordunun Bardız istikametine yürümesi muhtemeldir.

3- Keşif bölgeleri: Süvari Tümeniyle 11. Kolordunun keşif bölgesi sınırı Aras Nehri’dir. 11. Kolordu ile 9. Kolordu arasındaki keşif bölgesi sınırı; Karabıyık - Sıçankale - Güllüdağ’dan geçen üstteki hattır. 9. Kolordu ile 10. Kolordu ara hattı şimdiye kadar olduğu gibi Kargapazar silsilesi - İd - Oltu hattıdır. Keşif görevleri; düşman kuvvetlerinin tümü kısmen veya tamamen mevkiinde mi duruyor? Yoksa geriye mi gidiyor? veya 11. Kolorduya doğru mu? Ve bu durumda da Aras’ın kuzeyinden mi? Yoksa güneyinden mi ilerliyor? Veya kuzeybatı istikametinde tepeler üzerinden 9. Kolorduya mı gidiyor? Koçfans - Şekerli – İd - Ardus tarafındaki kuvvet ne kadardır? Yerinde mi duruyor, batıya doğru asıl kuvvetlerine mi yanaşıyor, geriye mi çekiliyor?

4- Muhabere şekli hakkında ayrıca emir verilecektir.

9. Ordu karargâhı Köprüköy’dedir.
Ordunun amacı emrin ikinci maddesinde açık bir şekilde yazılıdır. Ordu, düşmanın asıl kuvvetlerini Kars istikametinden ayırarak Aras’ın güneyine atmak, yani memleketin iç kısmıyla bağlantısını keserek imha etmek istiyor. Aras Vadisi’ndeki Rus asıl kuvvetinin sağ kanadı Gerek Yaylası’na dayanıyordu ve Rus sıklet merkezi de bu kanattaydı. İd - Kaleboğazı bölgesinde de bir miktar Rus süvarilerinin bulunduğu haber alınmıştı. Rusları Aras’ın güneyine atabilmek için kuşatma kolunu düşmanın çok gerilerine yöneltmelidir ki, amaca ulaşılabilsin. Düşmanın 10 kilometre gerisine yönlendirilecek kuşatma ile düşman Aras’ın güneyine atılamaz. Düşman sağ kanadı gerisinde bulunması muhtemel ihtiyat kuvvetleri bu kanadı kolayca ve tam vaktinde kuzeydoğuya doğru uzatabilir. Bu takdirde kuşatma hareketi cephe taarruzuna dönüşür.


Aslında Rus cephesinden Sarıkamış’a giden iki yol vardır. Birisi Rus Mecingert’inden, diğeri Karaorgan’dan geçer. Her iki yol Handere civarında birleşir, sonra Sarıkamış’a gider. Mecingert - Kızılkilise - Karakurt üzerinden Sarıkamış’a giden bir yol varsa da bu yol çok dolaşır. Daha önceki iki yol gibi tamamıyla şose değildir. Kuşatma kolu ilk iki yolu kesmeyi başarırsa, o zaman düşman Aras’ın güneyine atılmış olur. Kuşatma kolunun, düşmanın ne kadar mesafe derinliğine yönelmesinin uygun olacağı şimdiden kestirilemez. Bu düşmanın durumuna bağlıdır. Düşman kuşatmayı zamanında haber alarak geri çekilmeye başlarsa, o zaman kuşatmayı daha uzaklara yöneltmek uygun olur. Düşman mevkiinde direniyorsa, o zaman daha dar bir saha içinde kuşatma yapılabilir. Bu ihtimalleri şimdiden Kars ili Sarıkamış ilçesi, Karaurgan bucağına bağlı Çamyazı köyünün eski adı Yukarımecingert, İnkaya köyünün eski adı Aşağımecingert’dir. kestirmek mümkün olamadığı için 9. ve 10. Kolordulara ancak ikişer günlük yürüyüş hedefi verilebilmiştir. Buna göre,

9. Kolordu; 22 Aralık’ta
Kızılkilise, 23 Aralık’ta Çatak – Pitkir bölgesine,

10. Kolordu; 22 Aralık’ta
İd, Ardus, 23 Aralık’ta Oltu’ya varacaklardı.



24 Aralık için muhtemel yürüyüş istikameti; 9. Kolordu için Kötek, 10. Kolordu için Bardız. Ancak bu duruma 23 Aralık’ta karar verilecekti.


23 Aralık’ta ordu karargâhı İd’teydi. Bu akşam 9. Kolordu’nun Çatak bölgesine vardığı, 10. Kolordu’nun da Oltu’yu zapt ettiği, 1000 kadar esir, bir miktar top ve makineli tüfek alındığı haberi gelmişti.


24 Aralık’ta yol durumu nedeniyle 9. Kolordu Bardız’a yürüdü. 10. Kolordu ise iki tümeniyle Oltu’dan itibaren yolu takiben Kosor istikametinde hareket etmişti. Bu tümen Kop köyüne gitmeden aldığı emir gereğince güneydoğuya dönmüş, Kızılkilise karakolu - Dolgah karakolu yolunu takiben Bardız’a gelmiştir. Sonraki dönemde Hafız Hakkı Paşa’ya atfedilen, Ardahan veya Kars istikametinde ileri harekâta devam kararı tamamen yanlıştır. Yol durumu nedeniyle Hafız Hakkı Paşa, Kosor’a kadar ilerlemiş ve Kosor’da kolordusunun yan ve gerisini muhafaza edecek bir müfreze bıraktıktan sonra Arsenik Yaylası, Allahuekber Dağı, Başköy üzerinden Sarıkamış önüne gelmiştir. Ordu Sarıkamış önüne geldikten sonra durum tartışılırken:

Eğer Ruslar bu hareketi zamanında hissederler ve 9. Kolorduya taarruz ederlerse 10. Kolorduyu güneye yönlendirmek ve bu kolordunun yardımına yetişmek mümkün olur.” Deniliyordu.

10. Kolorduya 24 Aralık için Oltu’dan Bardız’a yürümesi muhtemeldir denilmesinin sebebi bu düşüncelerdir. Ardahan’a yürüyen kuvvet o zaman 10. Kolordu ile birleşik harekât emrini almış olan Stange Bey müfrezesiydi. Bu müfreze gerçekte Ardahan’a girmiş fakat orada uzun müddet tutunamayarak tekrar Artvin üzerine çekilmiştir.


24 Aralık’ta ordu karargâhı İd’den kalkarak Pitkir üzerinden Bardız’a geldi. 9. Kolordu karargâhı ve 29. Tümen’de Bardız’a bugün gelmişlerdi. 9. Kolordu Komutanı tümenlerin çok yorgun ve dağınık olduğunu 17. Tümenin Nurşin - Hemas bölgesinde, 28. Tümenin daha uzaklarda hudut üzerinde Kızılkilise karakolu civarında bulunduğunu ileri sürerek yarın için Bardız’da istirahat edilmesine izin verilmesini teklif etti. Bu teklifi Başkomutan Vekili Enver Paşa, Genelkurmay İkinci Başkanı Bronsar, Yarbay Feldman ve Yarbay Guze arasında saatlerce tartışıldı. Tartışma neticesinde birliklerin istirahat edilmeden yürüyüşe devam edilmesine karar verildi.







Ertesi gün şahidi olduğum bir hadise bu kararda Almanların da Enver Paşa’nın fikrine katıldıkları düşüncesini güçlendirmiştir. Bardız’da verilen karara göre gece yarısı 24 Aralık için şu emir yazılmıştı (özetle):

9. Kolordu; 29. ve 17. Tümenlerle 24 Aralık’ta Sarıkamış’a yürüyecek, 28. Tümeni Bardız’da kalarak Yeniköy istikametini örtecek, 32. Tümen Bardız’a geldikten sonra bu Tümen’de Sarıkamış’a gelecek.

10. Kolordu; 32. Tümen’i Bardız’a gönderecek, diğer iki Tümen ile Sarıkamış istikametinde yürüyecek, bu sebeple 10. Kolorduya yürüyüş istikameti olarak Kars verilmemiştir. Çünkü 9. Kolordu Sarıkamış’a yürüdüğüne göre 10. Kolordu’yu tek kalacak surette Kars müstahkem mevziine çarptırmanın hiçbir sebebi yoktu.

24 Aralık’ta 29. Tümen Bardız’dan hareket etti. Ordu karargâhı da bu Tümen ile birlikteydi. Kızılkilise köyünde bir mola verildikten sonra yürüyüşe geçildi. Güneş batarken düşmanla temas sağlandı. Topçumuz mevzii alarak birkaç mermi attı.

Topçumuza karşılık verilmediğine göre düşman tarafında topçu olmadığı anlaşıldı. Fakat gözcüler tarafından makinelisi keşfedilmişti.




9. Kolordu komutanının bu duruma göre kararı soruldu. Kolordu komutanı şu değerlendirmede bulundu:

“Tümen çok yorgundur. Yürüyüş kolu derinliği de fazladır. Tümeni bu durumda ikamete geçirmek sabahleyin erkenden daha toplu ve zinde bir hâlde düşmana taarruza geçmek daha makûl gözüküyor. Askerin yararlanması için sağımızda Malakan Yaylası var. Arkamızda da şimdi geçtiğimiz Kızılkilise köyü var”.

Başkomutan vekili fikrini söylemeden Feldman ortaya atıldı:

Demir tavında gerek. Derhâl taarruz edip atmak ve Sarıkamış’a girmek lazımdır” dedi.

Diğer Almanlar da bu fikre katıldılar. Başkomutan Vekili de “
derhâl gece taarruzu yapılsın” dedi. Kendi gözlemlerime ve şahsi görüşüme göre Sarıkamış felaketine neden olan kararların en önemlisi buydu.


Bu yüzden “Sağda yürüyen 29. Tümen, 24 Aralık’ta güneş batarken Rus birliklerini Sarıkamış’ın kuzeybatısındaki bir mevziden geri atmıştı. Sarıkamış’a gece taarruzu birliklerin gece muharebesine alışkın olmadıkları düşünülerek yapılmadı” sözü gerçeğe uygun değildir. Bilakis gece taarruzu yapılmış ve bu taarruz 29. Tümen’in dağılmasına sebep olmuştur. Ayrıca Türklerin taarruz için elinde yalnızca 29. Tümen vardı. Çünkü bu taarruz sırasında 17. Tümen daha gerideydi.





Gerçekleştirilecek gece taarruzu için Ordu şu tertibat almıştı: 86. Alay cepheden düşmana taarruz edecek, 87. Alay soldan düşman sağ kanadını kuşatacak şekilde hareket edecek, 85. Alay başlangıçta sağ kanat gerisinde ihtiyatta kalacak. Buna göre hazırlık yapıldı ve karanlık bastıktan sonra 86. Alay taarruza geçti. Geçilecek arazide kar çoktu. Erler dizlerine kadar kara gömülüyordu. Düşman taarruz arazisine hâkim bir boyun noktasının her iki tarafına etkili ateş ediyor ve çok zayiat verdiriyordu. Ordu karargâhı bu alay gerisinde kuytu bir yerde sonucu bekliyordu. Piyade mermileri üzerimizden geçiyordu. Bu sırada 9. Kolordu Kurmay Başkanı’nın hayvanı vuruldu. 87. Alay’dan hiçbir haber yoktu. Bu alay soldaki orman içinde kaybolmuştu. Bunun üzerine İhtiyatta tutulan 85. Alay da muharebeye sokuldu. Ancak gece yarısı düşman mevzii zapt edildi. Düşman daha doğuya çekildi. Gece harekâta devam etmeye imkân yoktu.


Herkes bulunduğu yerde kalsın istirahat etsin, ortalık ağardığı zaman tekrar Sarıkamış istikametinde taarruza devam edilsin” emri sözlü olarak verildi.

Ordu karargâhı da bir orman içinde sabahladı. 26 Aralık sabahı hayvanlara binip ileriye gittiğimiz zaman 29. Tümenden toplu bir birliğe rastlayamadık. Üçer beşer er, ötede beride küme hâlinde ateş yakmışlar, bu ateş karşısında ısınıyorlardı. Tümen karargahına ulaşılınca “Birliklerin nerede?” diye Tümen komutanına soruldu. Tümen komutanı da, “şu gördüğünüz askerlerdir” cevabını verdi. 17. Tümen ise 26 aralık akşam üzeri cepheye geldi. Bu iki tümen 27 Aralık’ta taarruza devam ettilerse de bir sonuç elde edemediler. 28. Tümen Bardız’a bir gün sonra gelebildiği için 17. Tümen’in bir Alayı Yeniköy istikametini örtmek için Çilhoroz’da bırakılmıştı. Düşman Bardız istikametinde baskı yapıyordu. Daha sonra 28. Tümen’den bir Alay daha bırakılarak buradaki Alay iki Alaya çıkarıldı. 28. Tümen, arkadan gelecek 32. Tümeni beklemeden cepheye sürüldü. 32. Tümen buradan geldikten sonra da bu Alaylar Bardız bölgesinde kaldılar.


Başkomutan Vekili ve maiyetindeki Almanlar durumu şöyle değerlendiriyorlardı:


Rusların en hassas yerleri kanat ve gerileridir. Rus kanat ve gerisinde görünecek zayıf Türk kuvvetleri bile Rusların geri çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Alman doğu cephesinde elde edilen tecrübeler bunu doğruluyor. Türk ordusunun Kafkasya’daki Müslüman ve Türk unsurları derhâl Ruslar aleyhine davranacak, bu da Rus ordusunu zor duruma düşürecek.


Bu harekât düşmanın ummadığı zamanda ve beklemediği bir istikametten gelmiştir. Rusların Kars ile ulaşımı kesilmiştir. Ruslar şimdi asıl kuvvetleriyle zayıf bir yer bularak buradan dışarı çıkmak istiyorlar. Yeniköy’den Bardız istikametine ardı ardına yaptıkları taarruzdan amaç budur. Sarıkamış’ın doğusu kesilmiştir. Başka çekilecek istikamet kalmamıştır.


9. Kolordu’nun mevcudu ne olursa olsun bulunduğu mevzide kalması ve Rusların taarruzuna şiddetle karşılık vermesi lazımdı. Rusların taarruzu başarılı olamayınca, yani çıkış hareketi yapılamayınca Ruslar için teslim olmaktan başka çare kalmayacaktır.


Aynı fikir ast rütbeli komutanlara da telkin ediliyordu. Her gün ordunun komuta yerinde aynı zeminde fikir alışverişinde bulunuluyordu.




10. Kolordu: Ancak 29 Aralık’ta 9. Kolordu’nun solunda cepheye katıldı. Bir gece baskını ile Sarıkamış’a girdiyse de tekrar dışarı atıldı. İki gün önce de Karahamza civarlarında Kars - Sarıkamış demiryolu tahrip edilmişti. 9. Kolordu 25 Aralık akşamı düşmanla temas kurmuş ve gece taarruza geçmişti. 10. Kolordu ise ancak dört gün sonra bu Kolordu’nun solunda muharebeye girebildi. Oltu’dan sonra güneye dönülmüş olsaydı bu Kolordu yine mesafe itibarıyla üç - dört gün sonra Sarıkamış’a gelebilecekti. Yani yine sonuç aynı olurdu. 32. Tümen Oltu’nun güneyinden Bardız’a doğru yürüdüğü hâlde ancak 27 Aralık’ta Bardız bölgesine gelebildi. Hâlbuki 30 ve 31. Tümenler daha kuzeydeydi ve daha büyük çark harekâtı yapmaya mecburdular.


İddia edildiği gibi 10. Kolordu Ardahan veya Kars üzerine gitmiş olsaydı, dört gün sonra Sarıkamış önüne gelemezdi. Ayrıca bu Kolordu’nun yanında sahra topları da vardı. Bu sahra topları Penek - Kosur - Allahuekber Dağı - Başköy yolu ile getiriliyordu. Allahuekber Dağı’nda çok kar vardı. Gerek birlikler ve gerekse toplar büyük zorlukla ve hasarlı şekilde bu dağı aşabilmişlerdi.


Bu Kolordu da 9. Kolordu gibi mevcudunun ancak % 20 veya % 30’uyla muharebe meydanına gelebildi. 10. Kolordu’nun katılmasından sonra taarruza devam edildi. Yine bir sonuç elde edilemedi. 9. Kolordu tamamen erimişti ve düşman taarruzlarını bile durduramıyordu. Düşman baskısı ise günden güne şiddetleniyordu. 10. Kolordu’ya karşı da Rus taarruzu başlamıştı. Artık bütün cephede savunmaya geçilmişti. 31 Aralık’ta sol kanatta 10. Kolordu komuta yerinde idik. Komuta yeri bir çardak altındaydı. Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa, Bronsart ve Guze bir müddet durumu tartıştılar ve Ordunun geri çekilmesine karar verdiler. Bu kararı sözlü olarak Hafız Hakkı Paşa’ya söylediler ve yazılı olarak da kişiye özel işaretiyle 9. Kolordu’ya gönderdiler. Fakat yine müzakere devam ediyordu. Aradan 10 dakika geçmeden beni çağırdılar. Deminki emrin gönderilip gönderilmediğini sordular. “Gönderildi” cevabını verdim. Bunun üzerine derhâl ikinci bir emir yazıldı: “Geri çekilme hakkında yazılan emir hükümsüzdür. Kolordular bulundukları mevzileri müdafaaya devam edeceklerdir.“ Hâlbuki durum değişmemişti. Hiçbir taraftan yeni bir bilgi gelmemişti. Düşman baskısı devam ediyordu. İlk karar uygulanmış olsaydı 9. Kolordu esaretten kurtarılabilirdi. Bundan sonra ordu karargâhı Divik köyüne gitti. Cephedeki iki kolordunun komutası Hafız Hakkı Paşa’ya verildi ve bu Kolordular Sol Kanat Kolordusu adını aldı. Ertesi gün Ruslar Kuzey ve Kuzeydoğu istikametinden Divik köyüne taarruza başladılar. Ordu karargâhı Divik köyündeki ağırlık askerlerini, Ordu Piyade Muhafız Takımını, Divik’te mevcut topçu ve ağır makineli tüfeklerini Divik kuzeyindeki mevziiye soktu ve bunlarla Divik’i savundu. 2 Ocak sabahı Ordu Karargâhı düşman topçu makineli tüfek ateşi altında Divik köyünü terk etti.


3 Ocak akşamı Zivin’e gelindi ve 11. Kolordu komutanıyla görüşüldü. Durum hakkında bilgi alındı. Kolordu düşmanı sınıra kadar takip etmiş, daha ileri gidememiş. Ertesi gün taarruza devam edilmesi emredildiyse de sis taarruza engel olmuştu. Bundan sonra Rusların karşı taarruzu başladı. Sarıkamış bölgesinde de 3 Ocak’ta Sol Kanat Ordusu (9 ve 10. Kolordular) geri çekilmeye başlamıştı. 9. Kolordu daha önce verilen emir yüzünden geri çekilemeyerek kuşatılmış ve esir düşmüş, 10. Kolordu Bardız, İd, Oltu taraflarına çekilmiş, 9. Kolordu’dan kurtulabilenler de bu kolordularla birlikte çekilmiştir. Rusların bitkin olmaları bu durumdan yararlanmalarına engel olmuştur. 11. Kolordu Heran mevziisine çekildi. 10. Kolordu İd - Kaleboğazı bölgesinde kaldı. Nisan ayına kadar bütün cephede bahse değer bir olay olmadı.


Bu harekâtın felaketle sonuçlanmasının sebepleri ise şunlardır:



1- Arazi ve yol incelemelerinin eksik yapılması, tekerlekli araçların geçmesine uygun sayılan yollarda askerler ancak birer birer geçebilmişti. Tekerlekli araçlar yollarda bırakılmıştı.

2- Tümenlere uzun yürüyüş hedefleri verilmiştir. Birlikler sabahleyin gün doğarken hareket ediyor, karanlıkta hedeflerine varıyorlardı.

3- Yürüyüş derinliklerinin çok uzaması. Tümenlerin yürüyüş derinlikleri 30 kilometreye ulaşıyordu. Tümenler birerli kolda ve nadiren ikişerli kolda yürüyorlardı. Dörderli kola hiç rastlanmadı. Derinliğin uzaması yürüyüş emniyetini bozmuş, askerler sağa sola dağılmıştır.

4- Mevsim ve arazinin gerektiği ölçüde dikkate alınmaması. Günler kısa olduğu için yürüyüş hedeflerini çok kısa vermek karanlık basmadan yani gündüz gözüyle birliklerin ordugâh kurmasını veya konaklara girmesini sağlamak lazımdı. Arazi dağlıktı. Harita üzerinde 4 kilometre ölçülen bir mesafeyi 2 saatte bile katetmek mümkün olmuyordu.

5- Aralıksız yürüyüşe devam edilmesi ve istirahat verilmemesi. Hâlbuki 9. Kolordu’ya Bardız’da bir gün istirahat verdirmek mümkündü. Zayiatlara bakmadan sıkı takip ancak düşman mağlup edildikten sonra yapılabilirdi. Hâlbuki düşman henüz mağlup edilmemişti ve zinde bir hâlde karşımızdaydı.

6- Gece taarruzu yapılması. Gece muharebelerinde, gündüzden daha ayrıntılı tedbirler almak lazımdır. Hâlbuki buna zaman yoktu. Güneş batmadan az önce düşmanla temas sağlanmıştı. Hele gece muharebesinde kuşatmalar daha güçtür. Nitekim 87. Alay o gece hiçbir şey yapamadı. Alayı arayıp bulmak, emir göndermek de mümkün değildi. Arazi hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Birlikler kılavuzsuz yola çıkamazlardı. Hâlbuki yanımızda kılavuz yoktu.

7- Muhabere ve ikmal işlerinin yapılmaması. Bu hareket devam ettiği sürece 11. ve 10. Kolordu’dan düzenli bilgi alınamamıştı.

8- Ordunun kış harekâtına alışkın ve kışa göre giydirilmemiş ve donatılmamış olması.



1915 NİSAN AYINA KADAR OLAN DURUM

Sarıkamış Kış Harekâtı sonrası her şeyden önce orduyu yeniden teşkil etmek lazımdı. Kolorduların kuvveti müfreze derecesine indiği hâlde başlangıçta hiçbir birlik lağvedilmedi. Kolorduların mevcutlarının kademe kademe tekrar kararlaştırılmış miktara çıkarılabileceği ümit ediliyordu. Yeni acemiler silah altına çağrıldı. Eğitim ve öğretim için eğitim merkezleri açıldı. Memleket içinde mevcut ikmal askerlerinin en fazla yarısının cepheye geldiği başlangıçtan beri söyleniyordu.
Asker alma teşkilatı Almanya’daki teşkilata göre yapılmıştı. Fakat bütün işler Almanya’da olduğu gibi bir düzen içinde birbirini takip etmiyordu. Künye defterleri sağlıklı değildi. Türklerde aile lakabı kullanılmaması ve kullanılan adların da nispeten az olması askerî işlemleri güçleştiriyordu. Birçok kişi aynı ismi taşıyordu. İsim değiştirmeler, künyesini saklamalar gibi hileli işlere başvurmak çok kolaydı.


Şu hâlde bu durum büyük bir eksiklik. Silah altına alınanlara eğitim merkezlerine gitmek için uzun bir yaya yürüyüşü yaptırılıyordu. Eğitim merkezinde iskân, iaşe ve sıhhiye işleri çok eksikti. Eğitim ve öğretim işin ehli olmayan öğretmenlerle ve az sayıda silahla yapılmaktaydı. Eğitim merkezlerindeki eğitim ve öğretim sona erdikten sonra birliğe kadar tekrar yaya yürüyüşü yapıyorlardı. Uzayıp giden gergin durumlarda daima cepheye yakın bulunmak gerekiyordu. Bu nedenle Ordu Komutanlığı Hasankale’de kalmak zorundaydı. Ordu komutanlığı ise eğitim merkezindeki eğitim ve öğretimi çok sık denetleyemiyordu. Ancak emir ve talimat vermek suretiyle eğitim merkezleri üzerinde etkili olmaya çalışıyordu. Bu talimatların eğitim merkezlerinde tamamıyla uygulanacağı her halükârda şüpheliydi. Eğitim merkezlerinde eğitim ve öğretim genellikle Mart ayında başlardı. Cephedeki kuvvet hastalık sebebiyle devamlı surette azalmakta olduğundan acemilerin birçoğunu kısa bir eğitim ve öğretimden sonra birliğe sevk etmek mecburiyeti doğuyordu. Ordu Komutanlığı, Mayıs ve Haziran aylarında eğitim merkezlerinden 30 ila 50 bin er alabileceğini hesap ediyordu. Gerçekten de ordunun mevcudu ancak Haziran’dan itibaren artmaya başladı. Daha önce orduya katılmış olan erler yalnız zayiatın yerini doldurmuştu. Ocak ayında eğitim ve öğretimlerini tamamlamış olan erlerden, henüz kolorduların asker alma bölgelerinde mevcut olanlar, 17. Tümeni (9. Kolordu) yeniden teşkil etmek için Erzurum’un doğusundaki bölgeye hareket ettirilmişlerdi. Erzurum’a gelmiş olan talim görmüş askerler ile 28. Tümen az mevcutlu olarak (9. Kolordu) yeniden teşkil edildi ve ordu ihtiyatı olarak Hasankale bölgesine çağrıldı.




9 Kolordu’nun 29. Tümeni savaşta mevcudunun büyük kısmını kaybetmesine rağmen hâlen mevcuttu. Bu Tümen de 10. Kolordu emrine verilmişti. İkmal taburları ve jandarma taburları olarak Erzurum’da mevcut olan birlikler önceden Enver Paşa tarafından cepheye gönderilmişti. Başkomutanlık, İran için ayrılmış 2 Tümen’den birisi olan
Bekir Sami Bey’in tümenini [yeni birliklerden oluşturulmuş] 3. Ordu emrine verdi. Bu Tümen’in aslında Kuzey İran’a girmesi hedefleniyordu. Yeni durum üzerine bu Tümen Erzurum istikametine çevrildi ve Şubat ayında Erzurum bölgesine geldi ve Hasankale’nin güneybatısındaki köylere yerleştirildi. Bu Tümen yerine Urmiye Gölü’nün güneyi istikametinde yürüyecek olan Halil Bey’in Tümeni, Urumiye Gölü’nün kuzeyine gönderildi. Ocak ayında Kuzey İran’daki durum şöyleydi: Tebriz’de isyan çıkmış ve buradaki Ruslar bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı.




Bu andan itibaren savaşın sonuna kadar üstünlükleri derece derece artmış olan Ruslara karşı yöneltilecek harekâtta tedbir olarak uygun görülen düşünce, direnmeden bir adım arazi bile terk etmemekti. Bu esasa çok riayet edildi. Tabiye ve konuş açısından uygun görünmeyen durumlarda bile, çok zaman kazanılabildi. Neredeyse bütün Ordu Komutanları aynı görüşe katılıyorlardı. Bu tarzda sevk ve idarenin asıl sebebi, bir defa geri çekilmeye başlamış olan birlikleri tekrar durdurmak ve dağılmaktan kurtarmak konusundaki zorluktur. İlerleyen dönemde gerçekleşen olaylar bu tarz bir hareketin doğruluğunu teyit etmiştir.


Ordunun konuşlanma durumu başlangıçta çok kötüydü. Bulunulan yerde direnerek, düşmanın taarruzunu geri atmaktan başka yapılacak bir şey yoktu. Durumun en kötü yanı düşük rütbeli komutanlarla birliklerin morallerinin çok sarsılmış olmasıydı. Böyle bir durumda orduyu toparlayacak İsmail Hakkı Bey [Hafız Hakkı Paşa] bu göreve en uygun bir kişi olarak görülüyordu. Çünkü uğursuz bir etki bırakan Sarıkamış Kış taarruzunun doğurduğu felaket anında, bu kişi karşı koyma kuvvetini fazlasıyla gösterdiği görülmüştü.


Bu durumda yapılacak tek iş karşı koymak ve direnmekti. Hafız Hakkı Paşa orduya yaklaşık altı hafta komuta etti. Görev aldığı bu dönemde ordunun kırılmış olan cesaretini tekrar düzeltmek için bu kısa süre içinde çok şeyler yaptı. Ancak Hafız Hakkı Paşa Şubat ayında tifüs hastalığından vefat etti. Kendisini ebediyete intikal için toprağa verilirken çok gözyaşı döküldü. Aslında Hafız Hakkı Paşa bu cephede verilen diğer kurbanlardan sadece birisiydi. Bulaşıcı hastalıklardan tifüs, lekeli humma, dizanteri ve dönüşlü humma hastalıkları orduda, menzilde, memleketin birçok şehirlerinde özellikle Erzurum’da şiddetle hüküm sürüyordu. Bu hastalıkların menzildeki büyük nakliyattan mı oluştuğu veya huduttaki çete muharebelerinde mi alınmış olduğu bilinmiyordu. Herhâlde bu hastalığın çıkışının arkasından gelen fazla mesai ve sıkıntılar yüzünden çok yorgun düşmüş askerlerde bu hastalık için çok uygun bir zemin teşkil etmişti. Şimdiye kadar alınmış olan sıhhi tedbirler, çok sayıda ortaya çıkan hastalıkların önüne geçmek için yeterli gelmemişti. Hastanelerin sayısı ve büyüklüğü hiç yeterli değildi. Mevcut hastaneler de çok kirliydi. Çamaşır ve yatak eksikti. Doktorların miktarı da ihtiyaca göre yeterli değildi. Islahına çalışılan durum bu kadar felakete sürükleyici bir durumdu. Islah için atılan ileri adımlar gerçekte çok yavaştı. Memlekette ne varsa yavaş yavaş toplattırıldı ve hastanelerin adedi derece derece artırıldı. Sarf edilen mesai ve özenle erlerin morali de yavaş yavaş yükseliyor, iaşenin tamamlanması özenle düzenleniyor ve hastalar için makul ve uygun tedbirler alınıyordu. Hastaların geriye nakillerinde çok büyük zorluklar vardı. Bu iş için demiryolu ya da otomobil yoktu. Hastaların sıhhatlerine uygun olmayan at arabaları, kağnı, yük hayvanı gibi araçlarla hastaların nakledilmesi zorunluydu. Bu nakliye araçlarının miktarı da yeterli gelmiyordu. Yaya yürümesi uygun olmayan bazı hastalar yaya gidiyorlardı. Her gün cephede hasta miktarı artmaktaydı. Geriye nakliyattan vazgeçmekte mümkün olmuyordu. Zorluklar artmıştı. Mesela seyyar sterilize etme cihazlarını (etüv ocakları) birçok birliğe göndermek mümkün olmuyordu. Bunları karla kapanmış boğazlardan geçirmek mümkün değildi. Aras Vadisi’nde ve Erzurum civarındaki birlikler hiç olmazsa Hasankale’deki sıcak su kaynaklarından Ilıca ve Erzurum civarındaki Ilıca’dan yararlanmak suretiyle yardımcı olabilirlerdi. İsmail Hakkı Paşa’dan sonra gelen komutanla birlikte ordu başhekimliğine çok güçlü bir şahsiyet olan Tevfik Salim Bey gelmişti. Tevfik Salim Bey senelerce Almanya’da çalışmıştı. Adı geçen kişi 1918 yılına kadar orduda çalıştı. Oradaki durum ve kurallara göre ne yapılması mümkünse hepsini sırayla yaptı.




Bu dönemde üç Alman doktor da Erzincan’da görevlendirilmişlerdi. Ancak bu doktorlardan birisi tifüs hastalığından Erzincan’da öldü. Diğer iki doktor ise geriye dönmeleri gerekecek kadar hasta oluncaya dek görevlerinin başında kaldılar. Ayrıca Alman olan İki hemşirede cephede görev alıyor ve tifüs hastalığı ile diğer doktorlarla birlikte Erzurum’da mücadele ediyorlardı 1915 Mayısında bulaşıcı hastalıklar tamamıyla söndürüldü ve bir daha aynı yoğunlukta ortaya çıkmadı. İsmail Hakkı Paşa’dan sonra gelen
Mahmut Kamil Paşa Mart ortasında orduya katılmıştı. Diğer ordu komutanlarına oranla Mahmut Kamil Paşa çok farklı bir kişiliğe sahipti. Çok sakin ve ağırdı. Bununla birlikte yaş itibarıyla genç, kurnaz ve akıllıydı. Sevk ve idare hususunda çok ihtiyatlı hareket ederdi. İstanbul’daki Türk unsurlarından çok atılgan olanlara karşı, bu tabiatı bazen işimize yarardı. Fakat cürete varan bazı karar ve durumlarda bu durumu aksi tesir yapıyordu. Nisan ayı sonuna kadar devam eden harekatalr, Ruslar tarafından muntazam ve sıralı olmayan bir tarzda yapılmış birçok münferit taarruzla geçti.


Türk Komutanlığı yeni teşkiline başlamış ve ihtiyatta tutulmuş olan 9. Kolordu birliklerinin teşkili için gereken zamanı kazanmak ve bunları içeriden tanzim ve takviye etmek amacıyla en ilerideki hatta bulunan birliklerle idareyi düzeltmeye çalıştı. Memleketin hemen hemen yarısını yaya yürüyüşüyle kat etmiş olan Bekir Sami Bey yönetimindeki Tümenin uzun bir süre istirahate ihtiyacı vardı. Bu durum ve şartlar karşısında üstün kuvvetlere karşı girişilen muharebelerde bir kısım arazi feda edilmesini göze almak zorunluydu. Çok şükür ki, Rusların kuvveti de artık sonuna gelmişti. Her ne kadar Rusların zayiatı çok büyük değilse de (Rusların 8000 zayiatı olduğu iddia ediliyordu) Rusların muharip kuvveti ortalama olarak %20 - 30 azalmıştı. Rusların 39. Piyade Tümeninde 7000 mevcutlu olan Alaylar şimdi 4000 askere inmişti. Kısaca Türkler kadar, Ruslar da kış mevsiminden çok zarar görmüştü. Onların da her şeyden önce kuvvetlerini takviye için uğraştığını biliyorduk. Önce birliklerin mevcutlarını tekrar seferî kuvvete ulaştırdılar. Sınırsız insan kaynağına sahip olan Ruslar için savaş devam ettiği müddetçe, birliklerini seferî mevcutta tutmak mümkündü. Bu bağlamda, İstanbul işgali için hazırlanmakta olan orduya katılmak üzere 20 piyade Tümeni Kırım’a gönderilmişti. Bu Tümen’in yerine Kafkas Cephesi’ne diğer birlikler gönderildi. General Yudenich 1 Nisan’da ordunun komutasını üstlendi. Bu sırada ordunun cephede bulunan muharip kuvveti 120.000 kişiydi. Bu Ordu’dan Liyakof Müfrezesi sahilde, 2. Türkistan Kolordusu Oltu civarında, 1. Kafkas Kolordusu Aras Vadisi’nde, 4. Kafkas Kolordusu Eleşkirt’te, 4. Avcı Tümeni ihtiyat olarak Kars civarında bulunuyordu. Geri bölgede teşekkül hâlinde bulunan başka kuvvetler de vardı. Ordunun kuvveti günden güne artıyordu ve yazın 180.000 kişiye varmıştı. Buna rağmen Ruslar da dikkat ve ihtiyatla hareket ediyorlardı. Tüm savaş boyunca Türklerin kuvvetlerini fazla olarak tahmin etmişlerdi. Yudenich sonradan şöyle demişti: ”1915’te taarruz etmek için birlikler ve nakliye katarları eksikti.


Tebriz’de çıkan isyan sonucu İran’dan çekilen Rus birlikleri geri dönerek Tebriz’deki isyanı bastırmışlardı. Eleşkirt Vadisi’nde konuşlu bulunan 3. İhtiyat Süvari Tümenimize karşı Ruslar uzun müddet atıl kaldılar. Aras’ın güney sahilinde muharebe etmeden yalnız firar sebebiyle mevcudu zayıf bir Alay kuvvetine düşen 37. Piyade Tümeni ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni, sağ kanadıyla Velibaba Boğazı’nda bulunuyordu. Şubat ayı sonunda Ruslar Eleşkirt bölgesinden taarruza geçtiler. Bu taarruzlar sırasında 3. İhtiyat Süvari Tümeni Kılıçgediği’ne ve daha geriye atıldı. Tutak bölgesinde bulunan İhtiyat Tümeni Rusları durduracak yeterli kuvvete sahip değildi. Bu durumdan ötürü 2. Nizamiye Tümeninin bir kısmıyla Velibaba Boğazı’ndan doğuya doğru hareket edildi ve yandan tehdit suretiyle Rusların güneye doğru ileri hareketi durduruldu. Gelecekte yapacakları harekatta kilit mevkii sayılan Velibaba Boğazı’nı elde etmek için Ruslar bu bölgeye taarruz ettiler ve Velibaba Boğazı’nı ele geçirdiler. Buradaki muharebeler Mart’ın ortasına kadar devam etti. Aras’ın kuzeyinde ve Azap’ın kuzeydoğusundaki tepelerde hat olarak bulunan 11. Kolordu mıntıkasında bir hadise olmadı. İd’in kuzeyinde ve Kaleboğazı civarındaki boğazlarda bulunan 10. Kolordu (komutanı Albay Yusuf İzzet Bey, eskiden 2. Süvari Tümeni komutanıydı.), Rusların taarruzunu uzaklaştırmıştı. Bu Kolordu’nun kuzeyindeki 29. Piyade Tümeni başlangıçta Rus arazisinde bulunuyordu. Bu tümen de yavaş yavaş Kaleboğazı - Çoruh Vadisi - Oltu Çayı ağzı hattına geri atıldı. Sahildeki milis kuvvetler de ordunun mağlubiyetinden sonra geri çekilmeye başladılar. Bu geri atılma birliklerin dağılmasıyla sonuçlanacak derecede tehlikeliydi. Bu sebeple Yarbay Stange [Artvin bölgesindeydi.] 8. Piyade Alayı ile sahile gönderildi ve oranın komutası kendisine verildi. Adı geçen kişi sahildeki birlikleri tekrar emrine aldı ve hudut yakınında Arhavi civarında Rusları durdurmayı başardı. Stange’nin Artvin’den ayrılması buradaki kuvvetlerin zayıf ve Artvin’in korumasız kalmasına sebep oldu. Bu durumdan ötürü de Artvin bölgesindeki birliklerin komutasını üstlenen Binbaşı Halit Bey Çoruh Vadisi’nin yukarısına doğru geri çekildi mevzi kurdu. Bu mevzi Ruslara karşı dar Çoruh Vadisi’ni kapıyordu. Küçük müfreze burada yaklaşık bir sene tutundu ve faaliyetiyle düşmanın bile takdirini kazandı. Hareket sükûnete dönüştüğü sırada ihtiyatta tutulan birlikler de tahkimatla, mesken tanzimiyle, yol inşası ve eğitim - öğretim ile meşgul oldular. Sarf edilen mesai çok büyük olmamakla beraber ordu gene yavaş yavaş ve sürekli büyümekteydi. Yaklaşık Mart ayı ortasından itibaren karlar erimeye başladı ve vadilerdeki karlar da yavaş yavaş kalktı. İlkbaharın başlamasıyla Rusların Ermeni isyanıyla yeniden başlayan büyük taarruzları Türk ordusu için büyük bir tehlike oluşturmuştu.





VAN GÖLÜ ETRAFINDA YAPILAN MUHAREBELER (Nisan – Temmuz 1915’e Kadar)


13 Nisan
’da Van bölgesinde Ermeni isyanı başladı. Van’da zayıf bir kuvvet olan jandarmalar bulunmaktaydı. Bununla beraber bu birliklerde birkaç da top bulunuyordu. Ermenilere düşman olan bölge halkı da gönüllü olarak orduya katılmaya başladı. Ermeniler 10.000 kişilik bir kuvvet olmalarına rağmen, Türkler hâkimiyeti ele aldılar ve derhâl taarruza geçtiler. Ermeniler Van şehrinin bir kısmında tahkimat yapmışlardı. Bunlar Türkler tarafından 20 Nisan 1915’ten itibaren kuşatıldılar. Bu sırada Halil Bey yönetimindeki Tümen Kuzey İran’a girmişti. Fakat Dilman civarında üstün düşman kuvvetine (2. Kafkas Avcı Tümeni ve Azerbaycan Müfrezesi) çatmıştı. Türk Tümeni 2 ve 3 Mayıs’ta yaptığı taarruzla düşmanı mevzilerinden sökememişti. Bunun üzerine Tümen Başkale’ye çekildi. Durum bu hâle geldikten sonra Ruslar taarruzi harekete geçtiler. Rus 4. Kafkas Kolordusu Eleşkirt’ten 3. İhtiyat Süvari Tümenimize, ayrıca Diyadin’den Van üzerine ve İran’dan henüz Kuturboğazı’nda bulunan Kazım Bey yönetimindeki Tümenine doğru ileri harekete geçti. Bu taarruzlar sırasında, Ruslar Murat Nehri ile Van Gölü arasında ağır ağır ilerliyorlardı. Bu kısımdan ilerleyen kuvvetler 9 Mayıs’ta Tutak ve 17 Mayıs’ta Malazgirt’e vardılar. Rusların bu ileri harekatı sırasında 3. Türk İhtiyat Süvari Tümeni Murat Nehri’nin kuzeyinde ve Rusların kanadında kaldı. Rusların cephesinin ilerisinde Muş talimgâhındaki acemi erlerden oluşturulmuş küçük müfrezeler bulunuyordu. Diyadin’den ilerleyen Ruslar 11 Mayıs’ta Bargiri’yi zaptettiler. Burada bulunan İhtiyat Süvari Tümenine bağlı birlikler dağıldı. Bu birliklerin dağıldıkları haberi üzerine Van’da gönüllülerden oluşan milisler de dağıldılar. Kalan birlikler 18 Mayıs’ta batıya doğru çekildiler ve Ruslar da 19 Mayıs’ta Van’a girdiler. Bu hadiselerden haberdar edilen Halil ve Kazım Beyler de geri çekildiler. Halil Bey, Kazım Bey yönetimindeki Tümenini yanına çağırdı. Van’dan sonra Ruslar Van Gölü güneyinden batıya doğru ilerlediler ve 26 Mayıs’ta Vastan’a (Gevaş ilçesi) vardılar. Halil Bey, Ruslara taarruz için kendisini yeterli derecede kuvvetli bulmuyordu. Bu nedenle dağ yolları üzerinden Van Gölü civarındaki Şatak’tan (Çatak İlçesi) dolaşarak Bitlis’e doğru çekildi. Bu sırada 3. Ordu Komutanlığı da Bekir Sami Bey yönetimindeki tümeni Hınıs üzerinden güneye göndermişti. Bu tümen Haziran ortalarında Karmuş – Van Gölü - Nazik Gölü - Bilcandağ (Kop’un güneyinde) hattında Rusları durdurmuştu. Başkomutanlık Vekâleti, bu gelişme üzerine bu Tümeni de 3. Ordu emrine verdi. Bu emir üzerine Halil Bey yönetimindeki Tümen Bitlis’ten, Bekir Bey yönetimindeki Tümen’in bulunduğu bölgeye yürüdü ve bu Tümeni de kendi emrine aldı. Başkomutanlık bundan başka Suriye’de konuşlu bulunan 36. Tümeni de 3. Orduyu takviye için göndermişti. Bu Tümen de bu bölgeye çağrılmış ve bundan bir müfreze de Van Gölü’nün güneyine sürülmüştü.




Ermeni isyanı memleketin içerisinde de etkisini göstermişti. Cephenin 300 kilometre gerisinde bulunan Şebinkarahisar’da da büyük bir isyan başladı. Orada elde hazır düzenli birlik yoktu. Bu nedenle depo talimgahından, en çok 10. Kolordu’nun talimgâhlarından bir müfreze teşkil edildi. Bu müfreze, asileri Şebinkarahisar’ın eski kalesinde 12 Haziran’dan 3 Temmuz’a kadar kuşatma ve neticede açlıktan teslim olmaya mecbur etti. Mahsur kalanların takatleri kesildi ve küçük birliklere bölünerek çıkış yapmaya başladılar. Çıkış yaparak etrafa dağılanlar birer birer yakalandı.


TORTUM CEPHESİNDE YAPILAN MUHAREBELER (Mayıs, Haziran - 1915)


Mayıs ayı itibarı ile Ermeni isyanı ve güneydeki taarruzlarla birlikte aynı anda 10. Kolorduya karşı başlamış olan Rus taarruzları da şiddetlendi. En çok baskı İd’in kuzeyindeki Kaleboğazı’na ve 29. Tümen mıntıkasına yönelmişti. Ruslar kayalık sarp dağlarda yavaş yavaş ilerliyorlardı.


10. Kolordunun o zamanki komutanı Yusuf İzzet Paşa’ydı. Yusuf İzzet Paşa, uzun süre Kafkas Cephesi’nde çalışmış aslen Çerkez olan, yetenekli bir asker, samimi, mütevazı bir kişiydi. Rusların büyük bir taarruza geçtikleri anlaşılır anlaşılmaz, Yusuf İzzet Paşa İd’i tahliye ederek Sivridağı’na çekildi. Ordu sol kanadını Tortum Gölü’ne dayayarak Sivridağ bölgesinde karşı koymayı düşünüyordu. 9. Kolordunun yeniden teşkil edilen iki Tümeni bu bölgeye çağrıldı ve muharebeye sokuldu. Bu Tümenlerden 17. Tümen Erzurum’dan sol kanada 29. Tümen’in bulunduğu bölgeye, 28. Tümen de Hasankale bölgesinden dağlar üzerinden 10. Kolordu sağ kanadına çağrıldı. Ordu Komutanlığı 9 Mayıs’ta Tortum’a gitti. Bu dönemde Kar yağışı ve soğuk yeniden şiddetle etkisini göstermeye başladı. Bu durum birliklerin hareketlerini son derece güçleştirdi.


7 - 9 Mayıs günleri çok kar yağdı. Vadiler tekrar karla kapandı. Ordu çok sarp dağlarda bulunuyordu. Sivridağ sırtları 2500 metre, Tortum 1500 metre yüksekliktedir. Yaşanan zorluklara rağmen varılması istenilen mevziiye varıldı. Ruslar 10 - 12 Mayıs’ta mevziiye ulaşmış birliklere taarruz ettiler. Rus taarruzu 10. Kolordu tarafından uzaklaştırıldı. 9. Kolordu bölgesinde ise, 12 Mayıs’ta Kızıldağ’ın en yüksek tepesi Rusların eline geçmişti. Dağın kaybı üzerine 17. Tümen Komutanı’nın sinirleri bozuldu ve gereksiz yere Tümenine geri çekilme emrini verdi. Bununla birlikte Tümeni Tortum Çayı doğusundaki alçak tepelerde mevzilenmeyi başardı. Tümenin Sol kanadı Tortum Gölü’nün güneyinin sonuna kadar uzuyordu. Rus taarruzları 13 Mayıs’ta yavaşlamaya başladı. Rus taarruzunun yavaşlaması için doğal bir hadise imdada yetişmişti. Kışın geri dönmesi üzerine şimdi de yağmurla beraber donlar da çözülmeye başladı. 48 saat içerisinde 2500 metre yüksekliğindeki tepelerde bile kardan eser kalmadı. Vadilere hücum eden su kütleleri tabiri mümkün olmayan etkiler meydana getiriyordu. Tortum vadisindeki arabaların geçişine müsait küçük bir parça şose hariç olmak üzere bütün yollar izden oluşmuş birer patika hâlindeydi. Bu yollar yağmur nedeniyle geçilmez bir duruma gelmiş, her türlü ikmal nakliyatı tamamen durmuştu. Sırtlar tekrar geçilmesi mümkün bir hâle geldikten sonra Ruslar yeniden münferit taarruzlara başladılar ve şimdi durum o derece zorluk doğurdu ki, savaş devam ettiği sürece Ordu bu derece zor bir duruma düşmemişti. Ermeni isyanı Bekir Sami Bey yönetimindeki Tümen’in güneye sevkini gerektirdi. Ordunun elinde artık başka bir ihtiyat kalmamıştı. Depo ve jandarma taburları cephenin takviyesi için dağıtıldıktan sonra Erzurum’da da ikmal erleri kalmamıştı.


Bu takviyelere rağmen Ordu’nun cephedeki kuvveti bir türlü artmıyordu. Ordu’nun şiddetle muhtaç olduğu ikmal erleri kaynağı da bu sırada suyunu çekmişti. Ermeni isyanı ikmal erlerinin çoğunu yutmuştu. 11. Kolordu’nun depo talimgâhındaki erler Kop civarında kullanılmıştı. 10 Kolordununki ise Şebinkarahisar’ı kuşatmıştı. Orduya doğru yola çıkarılmış olan erat kafilelerinin ancak üçte biri orduya dâhil olmuştu.


Yeterli miktarda muhafız eri katılamadığı için zayiat çoğunlukla fazla oluyordu. Yollarda iskân ve iaşe muntazam olmuyordu. Kafile komutanları için kafilelerinden sorumlu olmaları hissi Türkler için yabancıydı. Bu olumsuzlukların düzeltilmesine çalışıldı. Kafilesini belirli bir teşebbüsten fazla zayiata uğratanlar Divan-ı Harbe sevk edildi. Bu tedbirler nedeniyle oluşan iyileşme ancak Temmuz ayının ikinci yarısında etkisini göstermeye başladı. Mayıs ayında gelmiş olan ikmal erleri yalnız zayiatı örtüyordu. Bu sırada Aras Vadisi’yle Karadeniz arasındaki bölgede bulunan kuvvet 34.000 muharipten ibaretti. Bu durumda, bu az kuvvet takviye ümidi olmadan, kendisinden çok üstün düşmana karşı koyuyordu. Rus ordusunda dağ topları bize göre daha azdı. Fakat Türk tarafında da cephane az ve ikmal edilmesi ihtimali de yoktu. Zira Avrupa’dan getirilmiş olan az miktardaki cephane ise Çanakkale’de harcanmıştı. Bu yüzden tam bir sene 3. Ordu hiç topçu cephanesi almadı. Hatta Erzurum’dan Çanakkale’ye 9 cm’lik top mermisi bile yolladı. Komutanlar cephaneyi idareli kullanamadıklarından cephane kıtlığı ordu için çok acıydı. “Türk askeri topçunun ateş ettiğini işitirse, o zaman cesur bir şekilde savaşır ve ilerler” düşüncesi sabit fikir hâlini almıştı. Hâlbuki bu söz asla doğru değildir ve bunda çok aşırıya kaçılmıştır. Ancak komutanlar, topçuya hedef olsun olmasın ateş etmelerini emrediyorlardı. Bu kötü alışkanlığa karşı mücadele etmek zorunluluğu doğmuştu ve böyle bir emir veren her komutan emekliye sevk edildi. Bu suretle yavaş yavaş bu kötü uygulamanın önüne geçildi. Haziran ayında karların erimesiyle önce 11. ve 10. Kolordular arasında geçilmesi imkânsız sayılan geniş dağlık bölge geçilebilir bir durum aldı. Bu kısmı da hiç olmazsa gözetletmek gerekiyordu. Bu durum aslında seyrek olan Türk hattını daha çok seyrekleştirdi. 8 Haziran’da 10. Kolorduya karşı yeniden kuvvetli Rus taarruzları başladı. 10 Haziran’da Ruslar kuvvetli topçu himayesinde başka bir taarruz daha yaptılar. Ancak Rusların bu taarruzları ileri götürülemedi. Türkler ise 10. Kolordu’nun sol kanadı ve 9. Kolordu’nun sağ kanadıyla başarılı bir karşı taarruz yaptılar. Bu taarruzlar sırasında bizzat muharebe sahasındaydım. 10. Kolordu sol kanadında bulunan 30. Tümen Komutanı Bahaeddin Bey gibi ben de ileri harekâta devam etmek suretiyle Kızıldağ’ın tekrar geri alınabileceği fikrine sahip olmuştum. Aynı zamanda kuvvetli bir Rus kolunu İd’ten Bar genel istikametinde 11. ve 10. Kolordular arasındaki bölgeye doğru ilerledikleri ordudan haber verildi. 10. Kolordu’nun sağ kanadı gerisinde sağa taşkın olarak 9. Kolordunun zayıf 28. Tümeni bulunuyordu. Ertesi gün için Rus taarruzu bekleniyordu ve bu taarruz büyük bir tehlike arz ediyordu. Bir Rus yarma harekâtı felaketimize sebep olabilirdi. Çünkü ordunun ikmal işleri Erzurum - Bar üzerinden Tortum Vadisi’ne dâhil oluyor ve bundan sonra âdeta cepheye paralel gidiyordu.


Aras mıntıkasındaki 11. Kolordudan veya 10. Kolordu tarafından buraya takviye birlikleri gelirse bunlar yüksek dağlık arazide yavaş yürüyeceklerinden 12 Haziran’dan önce muharebeye giremezlerdi. Bununla birlikte 9. Kolordu’nun başladığı karşı taarruzu devam ettirerek Rus cephesini toparlamak suretiyle Rusların güneyinde yapmak istedikleri darbeyi durdurmayı Ordu Komutanına teklif ettim. Ordu komutanı bu teklifimi çok cüretkâr buldu ve aşağıdaki tedbirlerin alınmasını uygun gördü:


11. Kolordu İd’ten ilerleyen Rusların sol yanında Başkale civarında bir Tümen toplayacak, 28. Tümen Devredağı’nı Ruslara karşı koruyacak, 9. Kolordu sol kanadından bir Tümeni ordu emrine Tortum’a gönderecek. Bu işlerin yapılması 11 Haziran’da 28. Tümen’in harekâtına bağlıydı. Bu Tümen aldığı görevi çok iyi yaptı ve çok önemli olan bir plato ile Devredağı hattı üzerini korudu.





Ruslar 11 Haziran’da 10. Kolordu cephesinde ve 9. Kolordu cephesinin sağ yarısı ilerisinde bir faaliyet göstermediler. Ancak Kızıldağ ile Tortum Gölü arasındaki bölgeden taarruza devam ettiler. Bunun üzerine 9. Kolordu taarruza maruz kalan bölgeyi takviye etmek zorunda kaldı. Bu nedenle Tortum’a ancak yarım Tümen gönderilebildi. Aynı gün 11. Kolordu’dan gelecek Tümen,
Başkale civarına vardı. 11 Haziran akşamı artık tehlike atlatılmıştı. 12 Haziran’da Ruslar sessizliklerini korudular. Taarruz edilecek bölgeye kaydırılan birliklere, çok zorlu yürüyüşler yaptıkları için 12 Haziran’da istirahat verildi ve 13 Haziran’da karşı taarruza geçilmesi kararlaştırıldı. Bununla birlikte Ruslar gece İd’in Kuzeyindeki tepelere çekilmek suretiyle bu karşı taarruzumuzdan kurtuldular. Aras Vadisi’nde ise iki taraf arasındaki sessizlik devam ediyordu. Bundan sonraki günlerde yalnız münferit muharebeler oldu. Bu muharebelerde en sol kanatta bulunan 29. Tümen kısmen Kızıldağ’ın kuzey yanına düşen birkaç tepeyi Ruslardan almayı başardı. Bu baskı nedeniyle Ruslar 20 - 21 Haziran geceleri Tuzladağ bölgesindeki mevzilerini tahliye ederek Karadağ - Akdağ hattına çekildiler. Türkler, Rusları Aşe - 2900 tepesi - Azapgediği güneyi - Gölü Bağdat Dağı - Ekrek Yaylası hattına kadar takip ettiler.


Ordu Komutanlığı muharebelerin sonucundan memnun olmuştu. Büyük bir tehlike ortadan kaldırılmış, itiraz kabul etmez bir başarı kazanılmıştı. Burada kazanılan en önemli başarı birliklerin sevk ve idaresinde gösterilen ilerlemeydi. Her rütbe sahibinde yeniden canlılık belirmişti.


1915 YILI AĞUSTOS AYI SONUNDA VAN GÖLÜ - ARAS ARASINDA YAPILAN MUHAREBELER


Haziran’da Sivridağ’da Rus taarruzu uzaklaştırıldıktan ve Şebinkarahisar’daki Ermeni isyanı bastırıldıktan sonra Ordunun durumu çok iyileşmişti. Cephe için önemli miktarda ikmal eri artık serbest kalmıştı. İkmal erinin büyük kısmı şimdi cepheye gelmişti. Ordunun muharip kuvveti bu suretle biraz artmış oldu.


Temmuz ayı başlarında Ordu mevcudu şöyleydi: 9., 10., 11. Kolordularla 2. Süvari Tümeni 36.000 kişi, Halit Bey ve Stange Bey Müfrezeleri 11.000 kişi, Halil Bey Grubu (yaklaşık) 20.000 kişiden oluşuyordu. Bu durumda ordu mevcudu toplam 67.000 muharipten oluşmaktaydı.


Ayrıca orduya katılmak üzere Toplam
65.000 ila 70.000 kişi ve 7000 ikmal eri yoldaydı. Depo talimgâhlarında tahminen 28.000 acemi er vardı. Bu takviye dolayısıyla Tortum ve Aras cephesinden kuvvet çekmek mümkündü. Bu cepheden alınan kuvvetlerle Van Gölü bölgesinde taarruza geçilerek Ruslar uzaklaştırılabilirdi. Bu görüş üzerine kuvvetler toplu bir hâlde yürüyüşe geçirildi. İlk önce 9. Kolordu’nun 17. ve 28. Tümenleri hareket ettirildi. Aynı zamanda 11. Kolordu’dan yaklaşık bir Tümen ve 2. Süvari Tümeninden birkaç Alay güneye sevk edildi. Bir süre sonra 9. Kolordu’nun 29. Tümeni Tortum cephesinden alınarak öncekileri takiben yola çıkarıldı. Bu birlikler Malazgirt genel istikametinde yürüyüşe devam ediyorlardı. Murat Nehri’nin kuzeyinde Rusların kanadında bulunan 3. İhtiyat Süvari Tümeni ise bu kuvvetlerin hareketlerini örtüyordu. Ancak Ordu Komutanlığı güneydeki grubun yanına gitmedi ve Erzurum’da kaldı. Çünkü telgraf irtibatlarının çok kötü oluşu diğer bölgelerdeki kuvvetlerin sevk ve idaresini üstlenmeye izin vermiyordu. Güney Grubunun (sağ kanat grubu) komutanlığına 11. Kolordu Komutanı Abdülkerim Paşa tayin oldu. Abdülkerim Paşa’nın karargâhına gitmek için Mahmut Kamil Paşa’ya ricada bulundum. Ordu karargâhında bana vekâlet edecek uygun kimse bulunmadığından ordu komutanı bu ricamı kabul etmedi. Yukarıda isimleri geçen birlikler kuzeyden güneye doğru yürüyüş hâlindeyken Ruslar da Temmuz ayı başlarında Van Gölü’nün kuzey ve güneyinden tekrar taarruza geçtiler. Ardı ardına devam eden muharebelerde 36. Tümen büyük kayıplar vererek iş göremez hale geldi. Bu Tümen’in önce Van Gölü güneyinde bulunan kısmı 12 Temmuz’da geri atıldı. Van Gölü ile Murat arasında Ruslar Halil Bey ve Bekir Sami Bey yönetimindeki kuvvetler tarafından bir daha geriye atıldılar. Bu sırada Muş’ta da bir Ermeni isyanı ortaya çıktı ise de 11 ve 12 Temmuz’da çabucak bastırıldı.




Ruslar 16 Temmuz’da 36. Tümen birliklerinin işgal ettikleri mevzilerden bir kısmını işgal etmeyi başardılar. Kesin sonuçlu muharebe için Abdülkerim Paşa’nın gelmesini bekleyen Halil Bey bu durum üzerine bütün mevziiyi tahliye ederek Bilcandağ - Muş arasında bulunan dağ yamaçlarına çekildi.


Abdülkerim Paşa birlikleri 20 Temmuz’da Malazgirt’in kuzeybatısındaki bölgede toplanmalarını bitirdikten sonra Halil Bey kuvvetleriyle 22 Temmuz’da Malazgirt ve 10 kilometre kuzey hattına doğru aynı zamanda ilerlemeye başladılar.


İlerleyen Türk birlikleri çoğu süvari olmak üzere birçok Rus müfrezelerine rastladı. Kuzeyden ilerleme görünüşe göre, Ruslar üzerinde baskın etkisi yaptı. Ruslar kısmen geri atıldı kısmen de isteğe bağlı olarak geri çekilmeye başladılar ve artçı kuvvetleri muharebeler vererek Karakilise üzerinden Kağızman istikametinde Ağrı Dağı tepelerine kadar çekilmeye devam ettiler. Ruslar bu geri çekilme esnasında yaklaşık 1000 kişi kadar esir ve birkaç top bıraktı. Türk birlikleri büyük bir yürüyüş yeteneği gösteremediklerinden Rus kuvvetlerinin büyük kısmının geri çekilme hattını kesmek mümkün olmamıştı. Türk birlikleri Ağustos başlarında tekrar Karaköse güneyindeki dağlarda bulunuyordu. Ruslar 2 Ağustos’ta Van’ı tahliye ederek buradan Diyadin ve Bayezit üzerine çekildiler. 3. Ordu Komutanlığı ile Abdülkerim Paşa’nın en uzakta bulunan birlikleri arasında muhabere irtibatı çok kötüydü. Ordu Komutanlığı bu kanattaki kuvvete ancak direktif verebiliyordu. Verilen kesin emirler mahalline gelinceye kadar durum değişiyordu. Yine de taarruza devam edilmesi gerekliydi. Fakat Abdülkerim Paşa kuvvetlerinden ancak o mıntıkada iaşe edilebilen miktar kadar bir kuvvet ilerleyebiliyordu. Rusların tekrar karşı koyma kapasitelerinin olmadığı ortaya çıktığından Türkler için Ağrı Dağı üzerinden bir taarruz yapılması mümkün ve daha başarılı görünüyordu. 3. Ordu Komutanlığı Rusların genel kuvveti hakkında tam bir bilinmezlik içinde bulunuyordu. İlkbahardan beri bu bölgede yapılan istihbarat faaliyeti iyi bir sonuç vermemişti. Alınan istihbaratlardan 21. Rus Piyade Tümeni’nin Avrupa’ya gönderildiği biliniyordu. Ancak Bu Tümen’in yerine yeni birliklerin gelip gelmediği anlaşılamamıştı. Kağızman üzerine çekilen kuvvet genel surette 1 veya 1,5 kolordu olarak tahmin edilmişti. Tortum cephesindeki Rus kuvvetleri de hemen hemen bu miktara yakındı. Sahildeki Rus kuvvetleri Stange Bey Müfrezesinden üstündü. Aras Vadisi’nde ve ordu gerisindeki bölgede bulunan kuvvetler tam anlamıyla keşfedilememişti. Velibaba Boğazı istikametinde sol yana doğru bir Rus taarruzundan korkulduğu sürece Abdülkerim Paşa grubu için Kağızman istikametinde ilerlemeye devam etmek çok tehlikeli olurdu. Bu nedenle Abdülkerim Paşa önceki emirde 29. Piyade Tümeni’nin gelmesini beklemek istiyordu. Bu Tümen bu sırada henüz Köprüköy bölgesine varmıştı. 29. Tümen geldiği zaman Abdülkerim Paşa grubunun sol kanadına katılacaktı. Bu kanatta Albay Hacı Hamdi Bey komutasında 3. İhtiyat Süvari Tümeniyle 11. Kolordu’nun birlikleri bulunuyordu. Bundan sonra sol kanattaki kuvvetlerle Velibaba Boğazı’na doğru taarruz edilecekti. Bu harekat sırasında Velibaba bölgesindeki durum görülecek, Kağızman istikametinde taarruz gerekli mi değil mi anlaşılacaktı. Bu harekat yapılıncaya kadar 9. Kolordu ve Halil Bey yönetimindeki Kolordu Karaköse güneyindeki dağlarda kalacaktı. 9. Kolordu Kılıçgediği ve batısında, Halil Bey yönetimindeki Kolordu ise daha doğuda bulunuyordu. 36. Piyade Tümeni Van Gölü’nün tahminen Kuzeyinde bulunuyordu.


Abdülkerim Paşa grubunun sol kanadı, 29. Tümenin gelmesini beklemeden Velibaba Boğazı’na doğru ilerlemek suretiyle asıl taarruz planından ayrılmış oldu. Bu kanat 4 Ağustos’ta Remikan (Süzgeçli) ve Sedikan civarlarında başarılı muharebe verdi. Fakat daha sonra Rusların üstün taarruzuna maruz kaldı. Gerçekte ise Rus tarafı Türklere göre kuvvet bakımından daha üstündü. Ruslar sayıca zayıflamak şöyle dursun aksine takviye edilmişlerdi. Danilof’un genel kuvveti o zaman 107 Tabur, 55 Redif Taburu ve Gönüllü Tugayları, 217 Süvari Bölüğü, 350 top ve 188.000 Muharibe ulaşmıştı. Bu durumda daha gerideki bölgelerde de kuvvetli Rus birlikleri vardı. Mevcut kuvvetten yaklaşık 30 Taburluk bir kuvvet bu sırada Velibaba mıntıkasında toplanmıştı. Bu kuvvet ise 5 Ağustos’ta taarruza geçti ve Hacı Hamdi Bey yönetimindeki Tümeni mevziilerinden söküp geriye attı. Ruslar çeşitli istikametlerde taarruzlarına devam ettiler. Önce Velibaba bölgesindeki dağlık bölgeden batı istikametinde ilerlediler. Birkaç tepeyi zapt ettikten sonra 6 Ağustos’ta Mirkemir Dağı’nda 29. Tümen birlikleriyle muharebeye tutuştular. 29. Tümen Rusların taarruzunu durdurdu. Fakat bu Tümen, Abdülkerim Paşa grubuna yardım edilemedi. Bu sırada ikinci bir Rus kolu doğuya doğru taarruz etti. Bu kol tepelerden ilerleyerek 9. Kolordu’nun Mızrakgediği’nin kuzeyinde mevzilenmiş birliklerine daha sonra da Kılıçgediği’ne taarruz etti. Bu sırada Kağızman yoluyla çekilmekte olan Rus birlikleri de geri dönerek Kılıçgediği’ndeki birliklerimize kuzeyden taarruz ettiler. Bu taarruzlar neticesinde Halil Bey yönetimindeki Kolordu, 9. Kolordunun yardımına gidemedi.


Bu durum karşısında 9. Kolordu geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada üçüncü bir Rus kolu, Türk sol kanadının bozulması üzerine açılan boşluktan güneye ilerleyerek Elmalı Vadisi’ne indi ve 9. Kolordu’nun geri çekilme hattını önlemek için Tutak istikametinde doğuya döndü. Ruslar tarafından güneye doğru başlangıçta takip edilmeyen 9. Kolorduya Abdülkerim Paşa, geri hatlarını kesen düşmanın cephesini yararak geri çekilmesini emretti. Abdülkerim Paşa Tutak civarındaki durumu daha uygun görüyordu. Orada Rus kuvvetlerinin doğusunda Türklerin 2. Süvari Tümeninden birkaç Alay bulunuyordu ve Rus birliğinin daha güneyinde de bir kısım Türk kuvvetleri vardı. 9. Kolordu Komutanı emrindeki birliklerin yarma hareketi yapacaklarına güvenmiyordu. Bununla birlikte Rus birliğinin etrafından dolaşarak doğuya doğru saptı. Ruslar bu harekete karşı bir teşebbüste bulunmadı. 9. Kolordu Malazgirt civarında tekrar Murat Nehri sağ sahiline geçti. Hiç muharebeye girmeyen Halil Bey yönetimindeki kolordu da Malazgirt üzerinden 9. Kolorduya katıldı. Ruslar ise geri çekilen Türk birliklerini yavaş yavaş takip ediyorlardı, ancak taarruz etmiyorlardı. Bu bölgedeki harekât bu şekilde 11 Ağustos’ta durdu. Van Gölü güneyindeki Ruslar Van’ı tekrar işgal ettiler.


Gelişen olaylar neticesinde; Van Gölü’nün kuzeyindeki Türk cephesi yaklaşık şöyleydi:

Ahlat - Kop - Güzelyayladağ [Abdülkerim Paşa grubu], daha kuzeyde Aras cephesinde de birliklerimiz Çakmakdağ - Karataşdağ - Alagöz – Azap hattındaydı.


Rusların ilerlemesi gerçekte durdurulmuştu. Fakat bunları sınırdan dışarı atmak girişimi başarıyla sonuçlanmamıştı. Rusların genel itibarıyla sayıca bizden çok üstün oldukları anlaşılmıştı. Fakat Rusların bu üstünlüğü gerçekte olduğu gibi çok büyük sayılmıyordu. Türklerin bu son muharebelerdeki zayiatları çok azdı. Birkaç gün sonra komutanlar birliklerinin tekrar taarruz edebilir durumda olduklarını bildirdiler. Çok sayıda esir alındığı hakkında Ruslar tarafından yayılan haberler yanlıştı. Yeni bir taarruz için genel karargâhtan istenilen talep sıkı bir şekilde incelendi ve görüşüldü. Topçu cephanesinin çok azalmış olması yeni bir taarruzdan vazgeçilmesine sebep oldu. Bundan sonra kesin sonuçlu cephede bol cephane bulundurmak, diğer cephelerde cephane miktarını çok az tutmak konusunda çalışıldı. Çünkü cephane sevkiyatında da nakliyatın artması için hiçbir ümit yoktu. Ordu artık mutlak savunmayı seçmek istediğinden Başkomutanlık bu cephe için gerekli kuvvetle yetinerek Halil Bey ve Bekir Sami Bey yönetimindeki tümenleri Bağdat cephesine sevk etti. Bu Tümenler Selman-ı Pak civarındaki muharebede kesin sonucu sağlamak için tam vaktinde Bağdat cephesine ulaştılar.




Kafkas Cephesi’nde şimdi tam bir sessizlik hüküm sürmeye başladı. Ruslar Murat Vadisi’nde ilerlemek için bir teşebbüste bulunmadıklarından, 3. Ordu Komutanlığı bu bölgede 36. Piyade Tümeniyle iki Süvari Tümenini bıraktı ve Abdülkerim Paşa grubunu lağvederek 11. Kolordu ve 9. Kolordu birliklerini Aras cephesine aldırdı. Aras cephesinde ise 11. Kolordu Aras Nehri’nin kuzeyinde, 9. Kolordu nehrin güneyinde kaldı. Her 3 Kolordu’nun (9., 10. ve 11. Kolordular) ikişer tümeni birinci hatta, diğer birer Tümenleri de ihtiyat olarak ikinci hatta bulunduruldu. Ordu devamlı tahkimata ve iskân işlerinin düzeltilmesine çalıştı ve memnuniyet verici şartlar altında kışa girdi. Ordunun bu sırada muharip kuvveti takriben 60.000 kişiydi. Depo talimgâhlarında da 20.000 kişi vardı. Sahilde ve Halit Bey’in müfrezesinde Nisan’dan beri sessizlik devam ediyordu. Yarbay Stange Bey ağır hasta olduğu için Ekim’de ordudan ayrıldı. Stange Bey birlikleri üzerinde büyük bir nüfuz sağlamıştı. Ordudan ayrılması Türkler tarafından üzüntüyle karşılandı. Ordunun büyük kısmını şimdiye kadar Erzurum vilayeti beslemişti. Sarıkamış felaketinden sonra ordunun mevcudu azaldığı için Erzurum vilayetindeki iaşe kaynakları orduyu beslemeye yeterli gelmişti. Van ve Trabzon vilayetleri de kendi sınırları içinde hareket eden birlikleri iaşe etmişlerdi. Şimdi bütün vilayetlerden hatta Harput vilayetinden de Ordunun asıl kuvveti için erzak alımına başlandı. Eylül ayı başlarında Grandük Nikolay Nikolayeviç Romanov Rus - Kafkas Ordusunun başına geçti. Şimdiye kadar orduya komuta etmiş olan General Yudenich Ordu Kurmay Başkanlığı görevini üzerine aldı. Bu değişiklik Rusların bu cephede eskiye göre şimdi daha kuvvetli araçlarla muharebeye girişmek niyetinde olduklarının bir işaretiydi. Mevcut durumda ise tarafımızdan bir taarruz yapılacağından Rusların endişe etmekte oldukları esirlerin ifadelerinden anlaşılmıştı. Bütün muharebelerde ve özellikle Tortum cephesindeki muharebelerde Türk topçuları Ruslara büyük zayiat verdirmişti.


Bu değişikliği yaşandığı dönemde Almanlar tarafından Gürcü Lejyonları’nın oluşturulmasına karar verilmişti. Bu lejyonlar daha sonra Rusya içerisinde ayaklanma için meydana getirilecek teşkilatın çekirdeği olacaktı. Bu konudaki teşkilat hazırlıklarını bir Alman subay idare ediyordu. Bu Alman Subay gerçekleştireceği faaliyetler için Ağustos ayında Erzurum’a gelmişti. Bu hususta icraata girişmeden önce siyasi ve idari birçok meselelerin daha önce Türklerle birlikte düzenlenmesi gerekiyordu. Ancak Kasım ayında tifüs hastalığına yakalanmamdan ötürü bu faaliyetlerde bulunamadım.


1915 YILI SONUNDA VAN GÖLÜ - ARAS ARASINDA YAPILAN MUHAREBELER HAKKINDA DEĞERLENDİRME


Sarıkamış felaketinden sonra Ruslar hareket serbestisini kazanmışlardı. Bu serbestlik sayesinde önce İd ve Kaleboğazı bölgesinde faaliyete geçtiler ve birliklerimizi Tortum Deresi doğusundaki Devredağı - Ziyarettepe - Sivrigediği (Kızıldağ) hattına kadar geri attılar. Sonra tarafımızdan yapılan karşı taarruz üzerine Ruslar tekrar İd - Ardos - Akdağ hattına kadar geri çekildiler. Ruslar bu bölgede başarılı olamayacaklarını anlayınca dikkatlerini Aras grubunun güneyindeki bölgeye yani Van Gölü - Mirkemir Dağı arasındaki bölgeye çevirdiler. Eleşkirt havalisinde önemli kuvvetler toplayarak Tutak - Malazgirt - Muş genel istikametinde ilerlemeyi denediler.






İran’daki kuvvetler de Van Gölü’nün güneyinden batıya doğru ilerlediler. Bu sırada Tutak havalisinde 3. İhtiyat Tümeni vardı. Bekir Sami Bey yönetimindeki tümen (5. Seferî Kuvvetler) Aras bölgesinden güneye Hınıs – Kop genel istikametinde yürütüldü. 3. Ordu emrine verilen Halil Bey yönetimindeki tümen (1. Seferî Kuvvetler) Bitlis’e çekildi.


Suriye’den gelen 36. Tümen ve Van Jandarma Tümeni de bu havalideydi. Muş talimgâhından da bir müfreze bu bölgeye sürülmüştü. Bu kuvvetler Rusları Van Gölü Kuzey ve Güneyinde güçlükle durdurabiliyorlardı. Tasarruf edilebilen kuvvetlerle bu düşmana taarruza karar verildi. Yukarıda isimleri geçen kuvvetlerden başka 9. Kolordu’nun 17., 28., 29. Tümenleri, 11. Kolordudan 1 Tümen kadar bir kuvvet ve Nizamiye Süvari Tümeni güneye hareket ettirildi. 1. ve 5. Seferî Kuvvetlerin birleştirilmesiyle bir Kolordu oluşturuldu. 2 Kolordu’dan fazla olan bu grubun başına 11. Kolordu Komutanı Abdülkerim Paşa getirildi. Grubun adına da Sağ Kanat Grubu denildi. Tortum’da bulunan Ordu Karargâhı da Erzurum’a geldi. Yeni duruma göre ordunun sıklet merkezini Sağ Cenah Grubu oluşturuyordu. Ordu Komutanlığının bu grupta bulunması lazımdı. Ordu Tortum bölgesindeyken bir hat ile Erzurum’a bağlıydı. Diğer gruplar ve vilayetlerle muhabere Erzurum üzerinden yapılıyordu. Sağ Kanat Grubuna gidildiği takdirde başlangıçta Hınıs, sonra da Karaçoban’a gidilecekti. Hınıs’tan Erzurum’a telgraf hattı vardı. Yine her tarafta muhabere Erzurum üzerinden olacaktı. Bununla birlikte muhabere durumunda bir fark yoktu. Yalnız Hınıs - Erzurum mesafesi Tortum - Erzurum mesafesinden biraz fazlaydı. Harekâtın cereyan tarzı hakkında grup komutanına bir direktif vermek için ordu komutanı ve kurmay başkanı Hasankale’ye gittiler. Grup Komutanı Abdülkerim Paşa da buraya gelmişti. Verilen direktifte hâkim görüş şuydu:

1. ve 5. Seferî Kuvvetlerin birleştirilmesiyle oluşturulan Kolordu ile cepheden taarruz, 9. Kolordu’nun 2 Tümeni (29. Tümen henüz yoldaydı) ve 11 Kolordu’dan alınan kuvvet ile düşmanın sağ kanadı ve gerisine kuşatıcı taarruz yapmak. Taarruz başladıktan sonra grubun sıklet merkezini Murat Nehri’nin doğusuna almak. Murat’ın batısında yalnız süvari kuvveti bırakmak. Harekât arzu edildiği şekilde başlarsa grup sol kanadına alınmış olan sıklet merkeziyle Karakurt - Velibaba genel istikametlerinde taarruza devam ederek Aras grubunun sol kanadını kuşatmak.

Grup komutanı bu direktif dâhilinde hareket edecekti. Grup karargâhı subay konusunda çok zayıftı. Abdülkerim Paşa refakatinde bir kurmay subay, bir de yaver ve emir subayı vardı. Bir kurmay subayı ile gruba ait işlerin çekip çevrilmesi mümkün olamazdı. Bu karargâhı kurmay subayı ile takviye etmek lazımdı. Aras bölgesinde kalan 11. Kolordu karargâhından Kurmay Subay alınamazdı. Fakat Ordu karargâhından iki - üç Kurmay Subay vermek mümkündü; ancak verilmedi. Yalnız Kurmay Başkanı Guze Bey’in grup karargâhına katılması büyük bir fayda sağlayamazdı. Ordu karargâhı sağ kanat grubuna komuta etmeliydi.


Almanya’da büyük komutanların cepheye çok yakın olmasında büyük bir fayda vardır. Ast rütbeli komutanların harekâtı üzerinde tam zamanında etkili olmak ve bunları doğru yola sevk etmek ancak bu sayede mümkün oluyordu. Bunun Türk birliklerindeki karşılığını Tortum bölgesinde gerçekleştirilen harekâtta görebiliriz. Mayıs ayında ordu karargâhı Hasankale’den Tortum’a gitmemiş olsaydı, daha o zaman Ruslar Gürcü Boğazı’na dayanmış ve Karagöbek Tabyasını tehdit etmeye başlamış olacaklardı. Ordu karargâhı Karagöbek tabyasına geldiği zaman Erzurum’a doğru çekilen ağırlık erleri, cephedeki tümenlerin bozulduğunu ve Rusların Tortum’a girdikleri haberini yayıyorlardı. Konakçı olarak ileriden giden bir kurmay subayımız durumu bir raporla Ordu Komutanına bildirmiş ve hareket hattını sormuştu. Önceden aldığı talimat gereğince Tortum’a gitmesi kendisine tebliğ edilmişti.




17. Tümen Komutanı da aynı gün moral gücünün sarsıldığını, sinirlerinin bozulduğunu ileri sürerek Tümen’den affını talep etmiş ve Tümenine de geri çekilme emrini vermişti. Akşama doğru Ordu Karargâhı Tortum’a geldi. Karargâhın Tortum’a gidişi halk üzerinde iyi bir etki yaptı. Bunun üzerine köylerini terk ederek savaştan kaçan halk tekrar köylerine döndü. Ordu komutanı ertesi gün Liskav köyünde bulunan 10. Kolordu Karargâhına gitti. Kolordu karargâhında bu sırada büyük sıkıntılar çekiliyordu. Çünkü cephedeki son durum hakkında bilgi alınamıyordu. Bunun üzerine Kolordu karargahı ile birlikte birlikte Sivrigediğine gidildi. Orada birliklere çeki düzen verildi. Böylelikle Ordu Karargâhının Tortum’a gitmesi ile durum düzeltilmiş oldu ve Ruslar 2 ay içinde tekrar hudut üzerindeki eski mevzilerine atıldılar. Eğer Sağ kanat harekâtında ordu karargâhı Hınıs’a gitmiş olsaydı, harekâta daha yakından etki edebilecekti.



Grup karargâhı çok zayıf olduğu için kolorduların harekâtı üzerinde etkili olamıyordu. Kolordular âdeta kendi başlarına hareket ediyorlardı. Grup emri gelinceye kadar durum tamamen değişmiş bulunuyordu. Ayrıca kuşatmayı yapan 9. Kolordu’nun Murat Nehri’ni geçişi sırasında çok zayiat vermişti. Aslında bu Kolordu Malazgirt bölgesinden değil, daha kuzeyden Murat Nehri’ni geçecekti. Sonra güneye cephe alarak düşman iki kuvvet arasında sıkıştırılacaktı.


Bu harekat sırasında Kolordular Murat ve Şiryan’ın kuzeyine kadar ilerlediler. Sıklet merkezi solda bulunacak yerde, sağda bulunuyordu. Nizamiye Süvari Tümeni ve yeni kurulan Kolordu Murat Nehri’nin doğusunda, diğer kuvvet Murat Nehri’nin batısındaydı. Sol kanat Mızrakgediği’ndeydi. Sağ kanat grubu ile Aras grubu arasında büyük bir boşluk oluşmuştu. Geriden gelmekte olan 29. Tümen henüz Mirkemir Dağı’na gelmemişti. Grup komutanı sıklet merkezini sol kanada almayı başaramadı. Kolordular da Tümenlere hâkim olamıyorlardı. 9. Kolordu Tümenleri kendiliklerinden ileri birlikleriyle Eleşkirt genel istikametinde ilerlemeye başladılar ve Remikan ile Zedekan civarlarında başarılı muharebeler verdiler. Ancak Sol kanatlarını korumayı hiç düşünmediler.




Ruslara gelince: Ruslar artçı muharebesi yaparak asıl kuvvetleriyle Tutak, Eleşkirt ve kuzey istikametinde bir kısım kuvvet de Erciş üzerinden Diyadin ve Bayezit’e çekildiler. Bu çekilme devam ederken General Nikolai Baratof komutasında bir Rus kuvveti iki grup arasındaki boşluk gerisinde karşı taarruz için hazırlanıyordu. Bu kuvvetin bir kısmı 29. Tümenimize karşı Mirkemir Dağı’na sürüldü. Diğer kısmı güneye ilerleyerek sağ kanat grubumuzun sol kanadını yandan ve arkadan baskıya başladı. Kuzeye çekilen kuvvet de geriye dönerek cepheden taarruza geçti. 9. Kolordu kuzey, batı ve güneyden düşman taarruzuna uğramıştı. Sağ kanat karşısında ise düşman kuvveti yoktu. 9. Kolordu açık olan bu sağ kanattan bulduğu bir yoldan birliklerini geri çekmeyi başardı. Ancak Şiryan suyu kuzeyine geçmiş olan ileri birlikler çekilemediler. Tümen komutanlarının azim ve iradesi sayesinde 9. Kolordu ikinci bir felaketten kurtuldu. Böylelikle Mürettep Kolordu Batnus bölgesine, 9. Kolordu Karaçoban’ın doğusuna çekildi. Böylelikle sağ kanat grubu tekrar toplandı. Toparlanan birliklerin komutanları yine düşmana taarruz etmek istiyordu. Ancak bu taarruz isteğine Ordu izin vermedi ve; “mevcut durumun korunması yeterlidir” cevabı verildi. Ordu bu konuda haklıydı. Grup komutanının bu işi başaracağına inanılmıyordu. İkinci bir taarruz, mevcut durumun korunmasını bile şüpheye düşürürdü.




ERZURUM VE TRABZON’UN DÜŞÜŞÜ


Yukarıda anlattığımız olaylar cereyan ettiği sırada (24 Şubat 1916’ya kadar) 3. Orduda hiç Alman subayı kalmamıştı. Ruslar ise gerek kuvvet ve gerekse malzeme bakımından önemli derecede takviye edilmişlerdi. Türk ordusu ise takviye konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktaydı. Grandük Nikolai, Rus Kafkas Ordusu için devamlı yardımcı malzeme alıyordu. Müttefikleri Çanakkale seferinden vazgeçtikleri için Ruslar Türklerin ilkbahara kadar takviye edileceklerinden korkuyorlardı. Bu nedenle Ruslar Türkler takviye birlikleri almadan, kışın taarruz etmeye karar verdiler. Bu amaçla 4. Avcı Tümenini ve Sibirya Kazak Tugayını cepheye sürerek 1. Kafkas Kolordusu’nun sağında Aras’ın kuzeyindeki dağlarda mevziiye sokuldular. 14 Ocak 1916’da Ruslar çok üstün kuvvetlerle Aras’ın iki yanından 9. ve 11. Kolordulara taarruza geçtiler. Ancak Tortum bölgesindeki 10. Kolorduya taarruz etmediler. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa durum hakkında bizzat açıklama yapmak üzere İstanbul’a gitmişti. Abdülkerim Paşa kendisine vekâlet ediyordu. 9. Kolordu’ya Mustafa Nimet Bey komuta ediyordu. Mustafa Nimet Bey’i çok kabiliyetli bir şahsiyet olarak tanımıştım. Türk sevk ve idare makamında muhtemelen iki hatanın yapılmış olduğunu zannediyorum. Türkler aynı hataları önceden de yapmışlardı. Bu hataların birisi, 10. Kolorduya özel kuvvetlerin 11. Kolordu emrine gönderilmesi için açık emir verilmemiş, sadece artırılabilen kuvvetlerin gönderilmesi emredilmiş. Bunun üzerine Kolordu Komutanı sorumluluğu üzerine alarak doğal olarak kendisine lazım olan kuvveti alıkoydu. Bu kuvveti hesap ederken Rusların taarruza geçmesi ihtimalini ve bunun ne kadar kuvvetle uzaklaştırılabileceğini düşündü. Bu durumda diğer Kolorduyu yardıma göndermek için doğal olarak az kuvvet ayırabildi. Diğer hataya gelince Türkler karşı taarruz için çok acele ederler ve bunun için de zayıf kuvvetler tahsis ederlerdi. Bu yüzden 11. Kolordu’nun mevzii düşman eline geçmişti. Ruslar önce Aras’ın kuzeyindeki dağ silsilelerinde en hâkim tepe olan Kuzuçan Tepesi’ni ele geçirmişlerdi. Bu tepelerden alçak yerlerde bulunan mevziler yan ateşi altına alınabiliyordu. 11. Kolordu kendi mevziinde tutunduğu hâlde Abdülkerim Paşa orduyu Erzurum müstahkem mevkiine çekti. 9. ve 11. Kolordu Erzurum doğu cephesinde, 10. Kolordu ise kuzeydoğu cephesinde ve Karagöbek’te kaldılar. Bu sırada İstanbul’dan dönen Mahmut Kamil Paşa tekrar ordunun başına geçti. 10. Kolordu’nun yeni tuttuğu mevzi iyi değildi. Bir ihtimal bu Kolorduyu eski mevkiinde terk etmek ve sağ kanadını geriye kırarak Tortum ve Fırat’ın doğusundaki dağlarda 11. Kolordu’nun yeni mevzii ile irtibat kurmak mümkün olacaktı. Bu tarz harekât çok cüretkâr görünüyordu. Fakat Karaköbek’e kadar Fırat Vadisi’ne inmektense Fırat ve Tortum nehirlerinin ayrıldığı sırtlarda kalmak daha iyi olacaktı. Bu tepeler yakın dağlar tarafından sınırlandırılmış ve etrafa hâkim durumdaydı. Ruslar Erzurum’a taarruz için Kars’tan ağır toplar getirdiler. Bu topların cepheye gelmesi hayli uzun sürdü. Sonra ikinci bir Türkistan Kolordusu Tortum bölgesinden 1. Kafkas Kolordusu da [4. Avcı Tümeni sağ kanatta olmak üzere] Aras Vadisi’nden taarruza geçtiler. Erzurum’un tahkimatı bir sahra tahkimatı kuvvetindeydi. Doğu Cephesi arazi itibarıyla daha kuvvetliydi ve topçuların da çoğu bu cephede bulunuyordu. Fakat topların hemen hemen tamamı 9 cm çapında Krupp toplarıydı. Bu toplar sayesinde 9. ve 11. Kolordular bu cephede tutunabildiler. Ruslar 12 Şubat 1916’da taarruza geçtikleri zaman Türklerin üstün topçularıyla bu Rus taarruzu derhâl durduruldu. Fakat kuzeyden gelen Rus taarruzu başarıya ulaştı. Rus 4. Avcı Tümeni 13 Şubat’ta Kargapazarı Dağına taarruz gerçekleştirerek işgal etti.


Türkler 13 - 14 Şubat’ta Karagöbek, 14 Şubat ise Tafta Tabyalarını tahliye ettiler. Geri çekilme hatlarının kesilmesine engel olmak için Türkler 15 Şubat’ta Erzurum’u ve doğu cephesini boşalttılar. Türklerin lehine olarak Rusların 4. Avcı Tümeni Tafta tabyasının işgalinden sonra güneye Erzurum’a yöneldi ve 16 Şubat’ta Erzurum’u işgal etti. Dolayısıyla, geri çekilen Türkleri önlemeyemediler. 34. Türk Tümeni 17 Şubat’ta Erzurum’un batısında bir gece baskına uğradı ve bütün topçularını kaybetti. Birliklerin iç düzenleri bozulmuştu. Dolayısıyla bu durum Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa’yı daha batıya doğru çekilmeye mecbur bıraktı.




Rusların o zaman çok abartarak söyledikleri gibi çok ganimet terk edilmediyse de bu yenilgi Türkler için çok ağır olmuştu. 1915 ilkbaharında İstanbul’a verilen bilgiye göre Erzurum’da yaklaşık 200 adet eski sistem top vardı. Bunların bir kısmı da kurtarılmıştı. Ruslar sahra topları da dâhil olduğu hâlde 200’den fazla top ele geçirememişlerdir. Fakat Erzurum bir müstahkem mevkii olmamakla beraber şehrin kaybedilmesi Türkler üzerinde çok büyük etki bırakmıştı. Erzurum, bu bölgedeki şehirlerin en büyüğü ve aynı zamanda önemli bir ticaret merkeziydi. Şehrin kaybedilmesiyle beraber verimli, geniş Erzurum ovası da kaybedilmiş oldu. Ordu insan ve malzeme bakımından çok zayiat vermiş, kış için özenle hazırlamış olduğu mevziisinden dışarı atılmıştı. Ve en önemlisi Ordu mevcudu tekrar 30.000 kişiye inmişti. Sarıkamış felaketinden sonra olduğu gibi bu defa da ordu içten çok sarsılmıştı. Bununla beraber yine Türklerin şansı varmış. Bu felaket 1915 senesi Temmuzunda İngilizler Gelibolu yarımadasında bulundukları ve Ermeni isyanı başladığı zaman olsaydı bütün savaşın sonucunu çok etkilerdi. Hâlbuki İngilizler Çanakkale’yi tahliye etmişlerdi. Başkomutanlık emrinde birçok kuvvetler serbest kalmıştı. Başkomutanlık önce 5. Kolordu ile 5. Tümeni, Kafkas Tümeni emrine gönderdi. 5. Kolordu Ulukışla üzerinden 5. Tümen ise Siirt - Bitlis üzerinden gönderildi. Bu sayede Rusların bekledikleri büyük paniğin önüne geçildi. Yalnız sınırlı yerlerde geçici bir zaman için moral ve motivasyon bozulmuştu. Enver Paşa, Mahmut Kamil Paşa’nın durumu çok karanlık gördüğüne inanarak Paşayı Şubat sonunda ordunun başından aldı ve yerine Vehip Paşa’yı tayin etti.




Ordunun asıl kuvveti Mamahatun - Erzincan yolu boyunca geri çekiliyordu. Yalnız 30. Piyade Tümeni Bayburt istikametinde çekilmekteydi. Ordunun kolbaşı Fırat üzerindeki Kötür Köprüsü’nü geçerken derhâl orduya katıldım. (Tifüs hastalığı dolayısıyla sıhhiye heyetinden hava değişimi almıştım. En az 8 hafta istirahate muhtaçtım. İstirahat için Almanya’ya gitmiştim. Fakat istirahatimin 13. Günü yani 3 Şubat’ta sağlık durumum uygun ise çabuk memuriyetime geri dönmem gerektiği tebliğ edildi. 4 Şubat sabahı hareket ettim. 7 Şubat akşamı İstanbul’daydım. Orduya katılmam için Türkler tarafından seyahat hazırlığı tamamlanmamıştı. Bana tahsis edilen otomobilin birkaç günlük tamire ihtiyacı vardı. Bu otomobil ile 19 Şubat’ta Karabayır dağında kara gömüldüm ve yolun bir kısmını yaya yürümeye mecbur kaldım. 20 Şubat’ta otomobil tekrar yetişti. 21 Şubat’ta Erzincan’ın batısındaki boğazda otomobil arızalandı. Bu defada hayvanla Erzincan’a geldim. Erzincan’ın doğusundaki vadiyi takip eden yol çok çamurluydu. 65 kilometre uzunluğunda olan bu kısmı geçmek için bir buçuk gün harcadım). Yerli Türk halkı düşman gelmeden önce Ordu ile beraber geri çekiliyordu. Kötür Köprüsü’nden sonra Fırat Vadisi’ni takip ederek Erzincan’a giden yol fazla gidiş - geliş sebebiyle bataklık hâlini almıştı. Kar yağarken bir taraftan da donlar çözülüyordu. Yol ve civarının aldığı manzara tarif edilmez bir durumdaydı. Her şeyden önce bu yolu açık bulundurmak gerekiyordu. Birkaç gün içinde bu başarı sağlandı. Ordunun büyük kısmının takip ettiği geri çekilme istikameti de çok sakıncalıydı. Geri çekilmede daha çok duygusal davranılmıştı. Asıl menzil hattı Mamahatun - Erzincan üzerinden geçiyordu. Fırat gerisinde ve çok yüksek sarp dağlarda yani Cibice Dağlarında ve Erzincan civarında ordunun mevzilenebileceği ümit ediliyordu. Bu bir safsataydı. Ya Ruslar Bayburt üzerinden batıya Şebinkarahisar’a doğru ilerlerlerse...


Erzincan menzil yolu ve önceden nakliyat için tercih edilmiş olan Karahisar’dan batıya giden yol Suşehri’nde birleşiyor. Erzincan’dan batıya ve güneye giden diğer yollar çok kötüdür. Bayburt üzerinden Şebinkarahisar’a doğru Rusların ileri hareketi Erzincan üzerinden ileri hareketlerine göre arazi itibarıyla daha az zorluğa rastlar. Bayburt üzerinden Trabzon’a doğru giden yol Avrupa’daki yollar gibidir ve bu havalideki yol, rahat ilerlemeye uygun tek yoldur. Erzurum - Bayburt üzerinden Trabzon’a giden bu yol Rusların eline geçtiği takdirde önemli bir liman olan Trabzon’la da irtibat sağlanmış olur.


Bununla birlikte Rusların bu istikamette ilerlemesi çok muhtemeldi. Böyle bir hareket Suşehri üzerinden irtibat yolunun kesilmesi için Erzincan’ın tahliyesiyle de sonuçlanırdı. Bu durumda alınan tertibat bunun tersiydi. Ordunun büyük kısmı Bayburt yolunun iki tarafında, zayıf kısmı da Erzincan yolunun iki tarafında kalmalıydı. Bu mütalaaya karşı şu hususlar söylenebilir:


Ordu enkazı Ruslara karşı hâlâ karşı koyabilecek durumda değildir, bununla birlikte şimdilik ordunun geri çekilme istikameti neresi olursa olsun birbirine denktir. Bununla beraber tartışılan düşünceler göz önüne alındı ve durumun düzeltilmesine karar verildi. Islah durumu İstanbul’dan gelmekte olan takviye birliklerine Bayburt istikametinin verilmesi suretiyle sağlandı. Takviye birliklerinin kolbaşı 17 Şubat’ta Kayseri civarındaydı. Görünüşe göre Rusların kuvvetleri de hayli azalmıştı. Rus kuvveti 170.000 kişiydi. Bunun 5000’i ya donmuş yada kaybolmuştu. Bu durumdan ötürü Rus ordusu kolbaşı ile Aşkale civarında durdu. Bu sayede Türk ordusu asıl istirahat edeceği bölgelere geçmeyi başardı. 11. Kolordu Mamahatun etrafında, 9. Kolordu daha güneyde Höbekdağı civarlarında, 10. Kolordu Fırat’ın batısında nehrin kuzeyinden güneye büküldüğü yerde, 30. Piyade Tümeni Kop Boğazı’nın batısındaydı. Rus ordusu asıl kuvvetle Erzurum’a taarruz ederken 4. Kafkas Kolordusu da daha güneyden ilerlemişti. Türk asıl kuvveti geri çekilirken bu Kolordu’nun karşısındaki zayıf Türk kuvvetleri de geri çekiliyordu. İlk takviye birliği olarak Güneyden 5. Tümen Bitlis’e yaklaşıyordu. Fakat Ruslar 2 Mart’ta bu kuvvetin ulaşmasından bir gece önce bir baskın ile Bitlis’i ele geçirdiler.


5. Piyade Tümeni Ruslara taarruz için kendisini yeteri derecede kuvvetli saymıyordu.
Bu Tümen Siirt - Bitlis yolu üzerinde durdu. Diğer taraftan Ruslar da Bitlis’i aldıktan sonra daha ileri gitmediler. 5. Piyade Tümeni’nin bir Alayı Diyarbakır’dan kuzeye doğru yürüyüşteydi. Bu havalide iki müfreze oluşturuldu. Biri Çapakçur bölgesinde Murat Vadisi’nde kalarak Rusların ikinci harekâtını erteliyordu. Diğeri de Kiğı kasabası civarındaki Kiğı Deresi’nde kalarak 36. Tümen ile irtibat kuruyordu. 36. Tümen batıya doğru çekilmiş ve Kiğı’nın Kuzeyinde duruyordu. Böylelikle 36. Tümen kuzey istikametinde bulunan ordunun asıl grubuyla irtibat sağlayabiliyordu. 2. Süvari Tümeni ve 3. İhtiyat Süvari Tümeni’nin enkazı, 36. Tümen gibi batı istikametinde çekiliyordu. Bu Tümenler Ordunun asıl kuvveti ile Kopdağı’nda bulunan 30. Piyade Tümeni arasındaki irtibatın sağlanmasına memur edildi.


Asıl grubun daha kuzeyinde Halit Bey müfrezesi vardı. Bu müfreze daha önce Çoruh Vadisi’nde Milo civarındaydı ve Çoruh Vadisi’ni takiben, Ordunun asıl kuvveti ile aynı hizada olmak üzere yavaş yavaş geri çekilmişti. Sahil müfrezesi de Ruslar tarafından geri çekilmeye mecbur bırakıldı. Güneyden bir çevirme [buradaki karlı yüksek dağlar geçilmez bir durumda olduğu için] muhtemel değildi. En tehlikeli bölge deniz tarafıydı. Savaşın başlangıcında Sivastopol’da inşa edilmekte olan iki dreadnought’un (İmperatritsa Mariya ve İmperatritsa Ekaterina) yapımı şimdi sona ermişti. (bkz.Yavuz Zırhlısı) Ruslar bundan sonra Karadeniz’de tam bir deniz üstünlüğünü sağlamışlardı. Ancak küçük yelkenli gemiler sahil boyunca ve kaçakçı gibi gidip gelebiliyordu. Bu denizde Türk bayrağı artık görünmüyordu. Son zamanlarda Alman denizaltıları Karadeniz’de başarılı işler yaptılar. Fakat bunlar da faaliyetlerine son verdiler. Birlik ve cephane taşıyan bir Rus gemisi düşmanını aldatmak için sıhhiye bayrağı çekmişti. Ancak bu gemi batırıldı. İtilaf devletleri aleyhimizde propaganda yapmak için bunu vesile olarak kullandılar.


Savaşın başlangıcında Goeben ve Breslau gemilerinin yaptığı gibi Avusturya filosu da İstanbul’a gelmiş olsaydı Türklerin durumu daha iyi olacaktı. Bu takdirde Türkler bütün savaş boyunca Karadeniz’de deniz hâkimiyetini koruyabileceklerdi. Ruslar sahil müfrezemizin gerisine kuvvet çıkararak bu müfrezeyi 4 Mart’ta dağıttılar. Ruslar dağılan müfrezeyi takip etmediklerinden sahil müfrezesinin komutanı Avni Paşa bu müfrezeyi çok çabuk toplamayı başardı. Gerçekte ise Türkler bu bölgede bir kere daha geri atılmıştı. Fakat İstanbul’dan gelmekte olan takviye birliklerinin öncü kuvveti olan Alay, sahil bölgesine sürüldü ve bu Alay’ın müdahalesi ile Rusları Mart ortasında Sürmene civarında durdurmak mümkün oldu. Mart’ın ortalarında yeni Ordu Komutanı Vehip Paşa orduya katıldı. Vehip Paşa iki eski selefinden daha yaşlı, çok güçlü ve azimli bir kişiydi. Sevk ve idaredeki ortak mesaimiz çok iyi geçmişti. Bana karşı biraz güvensizlik gösterdi. Lakin Almanlara düşman değildi. Fakat genel itibarıyla yabancılara düşmandı. Türkçe lisanıyla haberleşilmediği için İstanbul’dan Sivas ve Sivas ordu karargâhı arasında tesis edilmiş olan hızlı telgraf makinesinin işlemesine engel olmuştu. Kısacası bu kişinin tabiatında biraz despotluk vardı. Bununla birlikte iyi muamele doğuda daima iyi kabul görür.


Vehip Paşa ordunun durumundan çok korkmuştu. Bu durum çalışmaya da sevk etmişti. İngilizler Çanakkale’den çekildikten sonra bu ordunun cephane ve teknik malzeme ihtiyacı daha iyi düşünülecekti. Bununla birlikte ordunun telefon ve telgraf şebekesi kademe kademe düzeltildi. 24 saatlik cebri bir yürüyüşle bir telgraf hattına varmak mümkündü. Bu sayede Ordu Komutanlığı daha hareketli bir duruma gelebildi. Ordu karargâhı Erzincan civarında bir köye nakledildi. Ordu komutanı ve ben, birkaç subayla şimdi çoğunlukla seyahat hâlinde bulunuyor ve kural olarak en önemli yerlere gidiyorduk. Herhâlde bedenen çok faaliyet göstermek gerekiyordu. Hareketliliğimize örnek olan ve nadir görülmeyen bir durumu açıklayayım:


1 Nisan 1916 günü saat 05.00’te Erzincan’dan otomobil ile hareket. Sipikör Dağı’ndaki kar hududundan itibaren araba ile seyahate devam. Araba kara gömüldükten sonra Sipikör Boğazı’nı geçmek için iki saat karda yaya yürüyüş. Arabacı gece yola devam edemeyeceğini bildirdiğinden akşam saat 21.00’de atlarla yürüyüşe devam. Bütün gece atla gidildi. Sabah saat 04.30’da Bayburt’a ulaşma. Toplam 23 saat 30 dakika yolda. Kat edilen mesafe yaklaşık 60 kilometre. Aşılan en yüksek boyun noktası 2400 metre.



Yukarıda bahsedildiği gibi 5. Kolordu İstanbul’dan hareket etmişti. Bu Kolordu 9, 10 ve 13. Piyade Tümenlerinden oluşmuştu. Anadolu demiryolunun kapasitesi az olduğu için Tümenler kademe kademe naklediliyordu. 10. Piyade Tümeni’nin en önünde bulunan Alayı sahil bölgesine sürülmüştü. Tümen diğer alaylarıyla
Bayburt’a giderek 5. Kolordu Komutanı Fevzi Paşa’nın (Mareşal Fevzi Çakmak) emrine girdi. Fevzi Paşa çok yetenekli bir komutan, aynı zamanda yalnızca asker olarak yaratılmış bir kişilikti. Mart ve Nisan aylarında Ruslar cephenin muhtelif kısımlarına yeniden ve şiddetli taarruza geçtiler. Bu taarruzlar sırasında geri çekilen 9. Kolordu Höbek Dağı’nda tutunabildi. Rus 1. Kafkas Kolordusu Fırat’ın batısında mevzilenmiş 10. Kolordu üzerine taarruza geçti. Bu taarruz 10. Kolordu tarafından püskürtüldü. Ruslar bu kolorduya karşı taarruzlarını tekrar etmediler. Abdülkerim Paşa attan düşerek kolunu kırdığı için ordudan ayrılmıştı. Tekrar zayıf bir müfreze hâline dönüşmüş olan 9., 10. ve 11. Kolordular Abdülkerim Paşa’nın ayrılmasıyla Yusuf İzzet Paşa’nın emrine girdiler. Erzurum - Bayburt yolu üzerinde ve Çoruh Vadisi’nde bulunan Fevzi Paşa emrindeki kuvvetler 2. Türkistan Kolordusunun taarruzlarına karşı çok zayiat vermelerine rağmen mevzilerini koruyabilmişti.




Bu dönemde, sahilde de Ruslar yeniden taarruza geçtiler ve Türk birliklerinin gerilerine deniz yolu ile kuvvet çıkardılar. Bu taarruzlar neticesinde Trabzon’un 18 Nisan’da tahliye edilmesine karar verildi ve Sahil Müfrezesi Trabzon’un güneyindeki dağlara doğru çekildi. Karların erimesi üzerine sahildeki dağlarda hareket imkânı doğmuştu. Buraların da gözetlenmesi gerekiyordu. Bu yüzden 11. Kolordu kuvvetlerinin bir kısmı bu cepheye sürüldü. Bu kuvvet Fevzi Paşa Grubu ve Trabzon’un güneyindeki müfreze ile irtibat sağladı. Fırat üzerindeki Kötür Köprüsü’nü gerektiği zaman tahrip etmek için hazırlanmış olan tahrip malzemesi nakil araçlarına 30 Nisan gecesi yıldırım çarptı ve nakil araçlarıyla tahrip kalıplarının tutuşup yanmasıyla köprü yerle bir oldu.


Enver Paşa cepheyi denetlemek için 1 Mayıs’ta bu bölgeye geldiği zaman Trabzon’un kaybedilmesine rağmen genel itibarıyla mevcut durumdan memnuniyetini bildirmişti. Konuşlanma harekâtı yönünden cephenin geçtiği hat, aslında uygun değildi. Fakat Rusların ileri harekâtı her tarafta durdurulmuş, birliklerin moral gücü yükselmişti.


1916 YILI RUS VE TÜRK TAARRUZLARI


Başkomutanlık Mart’ta Kafkas Cephesi’ni tam bir ordu ile,
İzzet Paşa [Enver Paşa’nın selefi olan İzzet Paşa] komutasındaki 2. Ordu ile takviyeye karar vermişti. Bu takviyeden sonra bu cephede taarruzi harekâta geçilecekti. Kafkas Cephesi’ndeki orduların muharip kuvveti iaşe edilecek azami miktara ulaşmıştı. Geri irtibatlarının daha iyi olması nedeniyle Ruslar Türklere göre daha uygun durumda bulunuyorlardı. Bu itibarla; Ruslar geniş insan kaynaklarından daha fazla yararlanabiliyorlardı. Trabzon’un işgalinde Türk Ordu Komutanlığı Rus kuvvetini 150.000 kişi tahmin ediyordu. Gerçekte ise Rus kuvveti daha fazlaydı. Rusların hududa kadar kendi bölgelerinde çeşitli yollar ve bir demiryolu vardı. Huduttan sonra Türk arazisinde mevcut olan bir tek Erzurum yolundan yararlanılıyordu. Deniz hâkimiyetini sağladığından ve Trabzon’u işgal ettiğinden beri Ruslar kendi sağ kanatlarında eskiye oranla şimdi daha fazla kuvvet bulundurabiliyorlardı.




Trabzon’a tam bir Kolordu, yani 5. Kolordu çıkarılmıştı. Özellikle içeride güneyde tahsis edilmiş yolsuz bölgede ileriye doğru her adımda ikmal işleri güçleşiyor ve bu hareket, arazi ve Türklerin göç nedeniyle terk ettikleri araziye rastlayınca ikmal işlerindeki zorluk daha fazla artıyordu. Bu durumda Rusların zayıf yeri güney kanatlarındaydı. Türk Başkomutanlığı 2. Orduyu tahminen
Siirt - Çapakçur - Kiğı Vadisi hattında toplatmak, bu ordu ile güneyden Rusların sol kanadına doğru taarruz ettirmek istiyordu. Planın tatbik ve icrasında karşılaşılacak zorlukları bile bile göze almak gerekti. Ne kadar kuvvetin bahsi geçen bölgeye yerleştirilmesinin mümkün olabileceği şimdiden kestirilemiyordu. Türkler memleketlerini iyi tanımıyorlardı. Güvenilir bir istatistik elde edilmesi mümkün değildi. Tedariki mümkün olan erzak hakkındaki netlik ancak erzak tedarikine teşebbüs edildiği zaman belli olacaktı. Bu işlerde zaman kaybedilmek istenilmediğinden bölgedeki kaynaklar hakkında bilgi ancak toplanma sırasında elde edilecekti. Bu hareket tarzı tehlikeliydi. Türkiye’de savaşın idaresindeki asıl zorluk mesafelerin çok uzun olmasından ve irtibat yollarının kötülüğünden ileri geliyordu. 2. Ordu’nun büyük kısmı İstanbul’dan itibaren Anadolu demiryolu ile naklediliyordu. Bu hattın kapasitesi çok azdı. Nakliyat Toros ve Amanos Dağları üzerinden çok ağır yapılıyordu. Bu bölgedeki büyük Toros tüneli henüz inşa ediliyordu. Bu yüzden birçok yerlerde aktarma yapmak gerekiyordu. Bu yüzden 2. Ordu’nun toplanması aylarca duracaktı. Bu süre içerisinde 3. Ordu tek başına, üstün düşman taarruzuna maruz bırakılmıştı. Erzurum’un düşmesinden sonra Erzincan - Harput arasındaki yüksek dağlık bölgedeki Dersim (Tunceli) bölgesinde bir kısım halkın çevre köylere karşı sarkıntılıkları ve menzil yollarındaki eşkıyalıkları hissedilir derecede artmaya başladı. Durumun bu şekilde bırakılması uygun görülmediğinden 10. Piyade Tümeni’ni takiben gelmekte olan 13. Piyade Tümeni’nin yaklaşık yarısı Sivas’tan Harput’a gönderildi. Bu kuvvete Murat ve Fırat Vadilerinde geniş bir cephe aldırıldı ve Mayıs ayında büyük bir harekât icra etmek için Tunceli içinden yürütüldü. Bu sırada diğer bir müfreze de Erzincan’da Kop’un doğusunda Fırat’ın yüksek dirsek oluşturduğu yerden Tunceli’ye sevk edildi. Bu harekât sayesinde eşkıyalık yapanlar temizlendi. Bu harekat sırasındaki asıl başarıyı sağlayan etken çok miktarda davar ve mal ele geçirilmesiydi. Bu durum isyancıların üzerinde korku uyandırdı. Mayıs sonlarında 13. Piyade Tümeni’nin bu bölgedeki takip kuvveti Kiğı’nın kuzeyine, bu Tümen’in diğer yarısı Bayburt civarına varmıştı. 5. Kolordunun son Tümeni olan 9. Tümen Haziran’da gelecekti. Bu Tümen’in de katılmasıyla 3 Ordu’nun kuvveti 50.000 kişiye ulaşacaktı. 150.000 kişi olarak tahmin edilen Rus kuvveti o zaman gerçekte 266.000 piyade, 22.000 süvari, 473 top kuvvetindeydi. İran’da bulunan 17.000 piyade, 7000 süvari, 36 top bu sayıya dâhildir.


3. Ordu kendisinden birkaç kat üstün bir düşman karşısında bulunuyordu. Ordunun cephesi, konuşlanma açısından uygun durumda değildi. Buna rağmen birlikler birçok yerlerde başarıyla muharebe ediyorlardı. Moralleri yerindeydi. 2. Ordu’nun toplanmasının ne zaman son bulacağı tahmin edilemiyordu. Bu ordu teşkilatlanmasını tamamlayıncaya kadar, düşman cephesinin muhtelif yerlerine taarruz ederek zaafımızla ilgili düşmanı aldatmak, hazırlıklarını ihlal etmek, yakında başlayacak taarruzlarını ertelemek amacıyla; ordunun önemli olduğu kadar cüretkâr hareket etmesi amaca uygun görüldü. İlk taarruz hedefi olarak Mamahatun bölgesi seçildi. Ruslar burada çok kuvvetli değillerdi ve bizden bir taarruz beklemiyorlardı. Bu taarruz Yusuf İzzet Paşa Grubu tarafından 30 - 31 Mayıs gecesi başladı. 9 ve 10. Kolordular cepheden, Kiğı bölgesinden gelmiş olan 13. Piyade Tümeni’nin yarısı ise güneyden kuşatıcı taarruz yaptılar. Ruslar bu taarruz karşısında baskına uğrayarak geri atıldılar ve Türkler birkaç gün devam eden baskıdan sonra Tuzla Deresi’nin yukarı kısmı ile Miryam Dağı hattına vardılar. Fırat’ın kuzeyinde de 30. Piyade Tümeni Kop Dağı boynunu işgal etti.


13. Piyade Tümeni bu dönemde Bayburt bölgesine getirilerek bağlı olduğu 5. Kolordu emrine girdi. Bundan sonraki darbe 9. Piyade Tümeni’nin ulaşmasından sonra Sürmene istikametinde yapılacaktı. Yerel doğa şartları başarı vadettiği için bu istikamet tercih edildi. Bu hareketlerin gayesi ‘’zaman kazanmak’’ olduğundan konuşlanma açısından cephenin hangi kısmına taarruz edilmesinin daha uygun olacağı ile ilgili durum düşünülmemişti. Taarruzun ordu cephesinin çıkıntı oluşturan kısmında yapılması sakıncalı değildi. Zira seyrek işgal edilmiş cephelerde köşe teşkil eden yerlerden geri çekilmeyecek derecede fazla kuvvet yerleştirmekten korkulamazdı. Taarruz iki zirveye, Madur ve Polut Dağlarına yöneltildi. Bunların kuzeyinde yaklaşık aynı rakımda olan sahil dağları ve tepeleri, güney ve batısında da Araklı’ya kadar uzanan dağ boğazlar vardır. Bu boğazların tabanıyla tepeler arasındaki yükseklik farkı 1400 metreye ulaşmaktadır.






Bu taarruzu Fevzi Paşa idare ediyordu. 9. Piyade Tümeni, 10. Piyade Tümeni’nin bazı kısımlarıyla takviye edilmiş olduğu hâlde, Araklı’nın kaynağının doğusundan ilerlemek için asıl tepe güneyinde hazır tutuldu. 11. Kolordu’nun kısımları da batıdan Ziyaret Tepesi’nden Araklı Boğazı’ndan geçecek ve Polut Dağı’na taarruz edecekti. İleri harekât 21 - 22 Haziran gecesi başladı, 22 Haziran günü öğleden önce Madur Dağı’nın hemen hemen güneyinde bulunan konik şeklindeki kayalık tepeye kadar işgal gerçekleştirildi. 22 - 23 Haziran gecesi Madur Dağı’na taarruza geçildi ve ele geçirildi. Madur Dağı’nın düşmesi üzerine Ruslar muharebesiz Polut Dağı’nı da terk ettiler. Türkler devam eden günlerde Sürmene yolunun yarısına kadar ilerlediler. Birçok esir ve birkaç top aldılar. Esirlerin ifadelerine göre, bu sahada bir Rus taarruzunun düşünülmüş olduğu ve Türklerin gerçekleştirdiği bu harekatla bunun sonuçsuz bırakıldığı anlaşılmıştı. Bu harekat sırasında bir Rus Alayı’nın da hemen hemen imha edildiğini esirler söylemişlerdi. Türk birliklerinin büyük kısmı bu mevzide tekrar geri alındı ve yeni bir taarruz için hazırlandı. Bu taarruz yaklaşık 30 kilometre batıda yapılacaktı. Fakat Ruslar daha önce Temmuz ayı başlarında taarruza geçtiklerinden bizim düşünülmüş taarruzumuz yapılamadı. Çok üstün bir Rus taarruzunun Türk taarruzlarını derhâl durduracağı hakkında ordu karargâhında daima bir kanaat mevcuttu. Konuşlanma açısından çok uygun olmaması ve Trabzon istikametinden daima tehdide açık bir cephede şimdiye kadar daha az kuvvetle tutunmaya cesaret edilmesi, Rusların bilinen çok ağır hareketleri nedeniyle izin verilmeye değerdi. Rusların bu üstün bir taarruzuna karşı seyrek Türk hatları tutunamadı.


Ruslar 1 Temmuz’dan itibaren önce Bayburt bölgesinden taarruza geçtiler. 9 Temmuz’da Kop Boğazı’nı işgal ederek 5. Kolorduyu biraz geri attılar. 8 Temmuz’dan itibaren Mamahatun bölgesinde daha üstün bir taarruza geçtiler. Bu bölgedeki Yusuf İzzet Paşa Grubu 10 Temmuz’a kadar Mayıs’taki mevzilerine geri atıldı. Yeni bir taarruz 5. Kolorduyu 16 Temmuz’da Bayburt’tan çıkardı. Bundan sonra 5. Kolordu’nun kuvveti inatçı bir taarruz için yeterli gelmemeye başladı. Bu Kolordu, Rusların ileri harekâtını mümkün olduğu kadar ertelemekle yetinmeye mecburdu. Mamahatun bölgesinde Ruslar taarruza devam ettiler ve Yusuf İzzet Paşa Grubunu Höbek Dağı’ndan attılar. Fakat Fırat’ı geçmek için Ruslar bir girişimde bulunmadılar.





Ruslar, 2. Türkistan Kolordusunu Bayburt üzerinden batıya doğru ilerletmek suretiyle Fırat bölgesindeki Türk mevziisini düşürmeye çalıştılar. Eskiden Trabzon’da bulunan 5. Türk Kolordusu, dikkate değer şekilde ancak Bayburt’un düşmesinden sonra kuzeyden güneye doğru taarruza geçti. Trabzon istikameti Ruslar için en tehlikeli istikametti. Bu istikametten yapılacak taarruz ordunun büyük kısımlarının geri çekilme hattını kesebilirdi. Fakat Ruslar bu taarruzu şiddet ve süratle yapamamışlardı. Bununla birlikte bu taarruz Türklerde gerçek bir endişe uyandırmıştı. Ruslar dağ silsilelerini ele geçirdiler ve Türkleri 20 Temmuz’da Harşit Deresi üzerinden geriye attılar ve bu derenin güneyindeki hâkim tepelerin çoğunu işgal ettiler. Ruslar tarafından Bayburt - Trabzon yolunun ele geçirilmesinin gerekli olduğu zannediliyor. Türk ordusunun imhası için güçlerine ve kapasitelerine güvenemedikleri anlaşılıyordu. Ruslar her tarafta ihtiyatlı ve dikkatli hareket ediyor ve Türkleri büyük bir üstünlükle geri çekilmeye zorlamakla yetiniyorlardı. Seyrek Türk cephesini iki yerden yaran süvariler bile bu başarıdan yararlanmayı göze almadılar. Türkler açılan gedikleri tekrar kapatıncaya kadar atıl beklediler ve sonra Türkler tarafından geri atıldılar. Aksine Rusların kuzeyden ilerlemeye devam etmeleri hoş olmayan bir sonuç doğurdu. Türkler için asıl zorluk mühimmat depolarının geriye nakliydi. Avrupa savaş yerlerindeki nakliyatın çok büyük nakliyat şebekesine oranla Türkiye’de durum daha önemliydi. Geri nakliyat ücretle tutulan halk kollarının önemli kısmıyla yapılıyordu. Rus süvarilerinin cepheyi yardıkları hakkında duyulan haberler üzerine bu kuvvetler de paniğe kapıldılar. Panik üzerine kollar yüklerini bırakarak dağıldılar ve bu yüzden önemli miktarda cephane kaybedildi.


Rusların Bayburt - Kelkit üzerinden batıya doğru ilerlemeleri üzerine, Türkler geri çekilme hatlarının kesilmemesi için Erzincan Ovası’nı tahliye etmeye mecbur kaldılar. Ruslar 29 Temmuz’da Erzincan şehrini işgal etmişlerdi. Ruslar, Erzincan’ın batısında da bir taarruz yaptılar ve Çardaklıdağ Boğazı hizasındaki dağları da ele geçirdiler. 2. Türk Ordusu ise Ağustos ayı başlarında, taarruzi harekete geçti. Bu hareket Rusları 3. Türk Kolordusu karşısında beklemeye mecbur bıraktı. Türkler, Rus taarruzu karşısında 8 Ağustos’ta Kemah’ın doğusu - Melikşerif’in doğusu - Şiran’ın doğusu - Harşitderesi’nin ağzı hattında tutunabildiler. 2. Ordu yaklaşık olarak Siirt - Kop Boğazı - Çapakçur hattında ve Harput’un yaklaşık 20 kilometre kuzeyindeki bölgede toplanmıştı. Büyük kısmıyla Mardin üzerinden ve Sol Kanat Kolordusu ile Toros Dağlarından Maraş - Malatya - Harput üzerinden toplanma bölgesine gelmişti. Bu ordu 2, 3, 4 ve 16. Kolordularla 3. Süvari Tümeninden oluşmuştu. Bu Kolorduların Tümenleri 1, 5, 7, 8, 11, 12, 14, 47, 48 ve 53 numaralarını taşıyorlardı. [Tümen numaralarının tamamının doğru olması konusunda şüphe vardır.]





İzzet Paşa aslında Erzurum genel istikametinde Hınıs - Kiğı hattına karşı taarruz etmek istiyordu. 3. Ordu’nun geri çekilmesi İzzet Paşa’yı genel istikametini daha batıda seçmeye ve yaklaşık Hınıs - Erzincan hattına doğru ilerlemeye sevk etti. Fakat bu sırada birlikler daha muharebeye girmeden hastalık ve firar dolayısıyla çok zayıf düşmüşlerdi. Bu yüzden Ordunun toplam kuvveti 50.000 kişiyi geçemedi. Ruslara karşı Türk Orduları grubunun kuvvetçe üstünlüğü artık söz konusu olamazdı. Ruslar şimdi 2. Ordu karşısında da kuvvetlenmişlerdi. 2. Ordu’nun batı kanadı karşısında Ruslar kuvvetçe üstün durumdaydılar. [4., 5. Avcı Tümenleri, 1. ve 2. Plaston Tugayları, 2. Türkistan Avcı Alayı, Sibirya Kazak Tugayı, 1. Kafkas Kolordusu ile 4. Kafkas Kolordusu. Tahminen 90 tabur kuvvetinde.] 2. Türk Ordusu taarruz ile Bitlis ve Muş’u aldı. Fakat batı kanadında Palu - Kiğı yolu ortasında savunmaya geçmeye mecbur bırakıldı. Şimdi kendi yükünü azaltmak için yeniden 3. Ordu’nun ilerlemesi isteniyordu. 3. Ordu gerçekte çok zayiata uğramıştı. Rus taarruzu durduktan sonra 3. Ordu birliklerini çok hızlı bir şekilde muharebeye hazır bir hâle getirmeyi başarmıştı ve hiç olmazsa cephenin bir yerinde taarruza geçme gücündeydi. Taarruz bölgesi olarak 5. Kolordunun sağ kanadında Çimen Dağı sırtları seçildi. Taarruz 31 Ağustos’ta 5. Kolordu’nun takviyeli bir tümeniyle yapıldı ve Rus mevziisi gün ağarırken ele geçirildi. Rusların karşı taarruzları üzerine ele geçirilen mevzi tekrar kaybedildi. Dolayısıyla Türk taarruzu başarılı olmak üzereyken sonuçsuz kaldı. Bununla birlikte bu taarruzla asıl maksada ulaşılmıştı. 2. Türk Ordusu cephesindeki Rus birlikleri tekrar 3. Ordu cephesine getirilmiş ve 2. Orduya karşı devam eden Rus taarruzları da kesilmişti. Şimdi her iki ordu cephesinde sessizlik başlamıştı. Bu sessizlik döneminde 3. Orduyu takviye için yeni bir Tümen olan 49. Piyade Tümeni geldi. Bu Tümen başlangıçta ordu ihtiyatı olarak ordu karargâhının bulunduğu Suşehri civarında tutuldu. 2. Ordu ise mevcudunu tamamlamak için çeşitli birliklerin gelmesini bekliyordu. Bunların gelmesinden sonra İzzet Paşa her iki ordu ile yeniden taarruza geçmek istiyordu.





Bu sırada Romanya’nın savaşa katılması dikkatleri tamamıyla başka bir yöne çevirdi. Romanya’nın savaşa katılmasından ötürü Türkler Avrupa’ya birlikler gönderiyordu. Eylül sonlarında Kafkas Cephesi’nde yapılması planlanan taarruzdan bu yüzden vazgeçtiler ve bu cephede fazla birlik ne varsa tamamen çektiler. Bu dönemde 3. Ordu’nun tek başına kaldığı zamanı kısaltmak suretiyle, bu ordunun yenilgisine engel olmak imkânı olup olmadığı meselesi araştırmaya değerdir. Bu mesele için iki yol vardır. Birincisi 2. Orduya ayrılan bir kısım birlikleri Toros Dağlarının kuzeyindeki Ulukışla’da indirmek ve buradan 3. Ordu emrine hareket ettirmek. Bu birlikler için Toros demiryolunda iki defa aktarmadan kurtulmuş ve cepheye kadar gitmek için daha az zaman harcanmış olacaktır. Bu mesele 3. Ordu tarafından birçok defa canlandırılmak istenilmiştir. Bu hususun yerine getirilmesi mümkün mü değil mi araştıramadım. Toplanmayı bu şekilde değiştirmek herhâlde kuşatmayı zayıflatmak demektir. İhtimal ki bu şekilde hareket edilmemesinde Türk komutanlarındaki şahsi ilişkiler de etkili olmuştur. Bütün Kafkas Ordular Grubu’nun ve aynı zamanda 2. Ordunun komutanı olan
İzzet Paşa, Türk ordusunda kayıt ve itirazdan uzak önemli bir generaldi. Vehip Paşa, İzzet Paşa’ya karşı kin besliyordu. Kendisi İzzet Paşa’nın emrine verildiği zaman memuriyetten çekilmek istemişti. Enver Paşa kendisinin hareket serbestiliğine dokunulmayacağını açık olarak temin ettikten sonra rahatladı. Çok asil ve kibar olan İzzet Paşa ihtilaflara meydan vermemek için Vehip Paşa’nın emir ve komuta yetkisine şahsen olsun asla müdahale etmedi. Bu nedenle Vehip Paşa Ordular Grubu emrine girmekten doğan tehlikeden hiç üzülmedi ve 2. Ordu cephesine mürettep kuvvetlerin kendi cephesine tahsis edilmesi hakkında 3. Ordu tarafından yapılan her teklifi Başkomutanlıkça iyi karşılandı. Vehip Paşa’nın kuvveti ve nüfuzu İzzet Paşa hesabına takviye edilmek isteniliyordu.


Rus taarruzları başladığı zaman 3. Orduya yardım amacıyla 2. Ordu’nun o sırada toplanmış olan birlikleriyle taarruza geçilebilirdi. 2. Ordu Kurmay Başkanı Albay İsmet Bey’le [İsmet İnönü] Mayıs ayında bizzat fikirlerimizi tartışırken böyle bir taarruza lüzum olduğunu kesinlikle açıklamış ve daha sonra 3. Ordu Komutanlığı tarafından aynı şekilde defalarca yazılmıştı. 2. Ordu ise birliklerinin büyük kısmının gelmesini beklediğini ve bir kısım kuvvetle yapılacak bir taarruzun hiçbir başarı vadetmediğini ileri sürüyordu. Bu fikir kendi görüşüme göre Rusları yanlış değerlendirmekten kaynaklanıyordu. Rusları geri çekilmeye mecbur etmek için toplanmanın tamamlanmasının ardından ordunun bütün kuvvetini kullanmak lazımdı. Fakat 3. Orduya karşı yapılan Rus taarruzunu durdurmak için pek hassas saydığı Rus kanatlarına karşı hafif bir baskı yeterli gelirdi. Bu konuşlanma meseleleri üzerinde tartışılabilir. 2. ve 3. Türk Ordularının 1916 yılındaki taarruzlarının sonuçsuz kalması sevk ve idaredeki tedbirlerin eksikliğinden değildir. Bu başarısızlığın sebebi Türkiye’nin içerideki zaafında aranmalıdır. Bu zaaf bu cephede cereyan eden harekâtta tamamıyla görülmüştür. Geniş bir ülkeye sahip olan Türkiye Hükûmeti yetersiz nakliye araçlarıyla sayıca Ruslardan üstün bir orduyu yarım sene içinde Boğaziçi’nden Kafkas Cephesi’ne sevk etmede başarılı olamamıştır. Bundan sonra sessizlik devam ettiği sürece ilk olarak gelen birlikleri son kademe gelinceye kadar sancak altında tutabilmeye, ne iaşe durumu ve ne de inzibat durumu yeterli gelmiştir.





1916 YILI RUS VE TÜRK TAARRUZLARI HAKKINDA DEĞERLENDİRME



1915’te sağ kanat harekâtı yapıldıktan sonra bütün cephede sessizlik sağlanmıştı. Bağdat cephesinde İngilizlere karşı durum ise uygun değildi. Burayı takviye etmek gerekiyordu. Başkomutanlık Vekâleti kışın Kafkas Cephesi’nde yeni bir harekât olmayacağına ihtimal vererek, 3. Ordu’dan 1 kolorduyu (Mürettep Kolorduyu) Bağdat cephesine sevk etti. Böylece 3. Ordu dörtte bir oranında zayıflamış oldu.


Şimdi 3. Ordu emrinde 9, 10, 11. Kolordular, 36. Tümen, 2. Nizamiye Süvari Tümeni, 3. İhtiyat Tümeni, Milo Müfrezesi ve Sahil Müfrezesi vardı. Bunlardan 36. Tümen, Nizamiye Süvari Tümeni, İhtiyat Süvari Tümeni Van Gölü - Aras arasındaki bölgede; 9. Kolordu Aras’ın güneyinde, 11. Kolordu Aras’ın kuzeyinde, 10. Kolordu Tortum bölgesinde, Milo Müfrezesi Milo civarında, Sahil Müfrezesi Rize’nin doğusunda idi. Rus Kafkas Ordusu başkomutanlığına Grandük Nikolai’nin tayin edilmesinden dolayı Rusların sonbahar veya kışın ciddi bir teşebbüste bulunacaklarına ihtimal veriliyordu. Ordunun istihbaratı da bu merkezdeydi. Buna rağmen Başkomutanlık kararından vazgeçmedi. Ordu komutanının durumu bizzat izah etmek üzere İstanbul’da bulunduğu sırada Rus taarruzu da başladı.


Rus taarruzu esas itibarıyla 11. Kolordu sol kanadına yönelmişti ve cephe buradan yarıldı. Bu Kolordu’nun daha gerisinde, Köprüköy’ün kuzeyine kadar savunmaya elverişli uygun mevziler vardı. Kolordu buralara çekilerek yeniden karşı koyabilirdi. Ancak Kolordu bu şekilde hareket etmedi. Düşman eline geçen tepelerin tekrar geri alınması için taarruzlar gerçekleştirildi. Bu yüzden aynı tepenin aynı gün birkaç defa iki taraf eline geçtiği olmuştur. İhtiyatlar iyi kullanılmadı. Şiddetli taarruzla karşılaşmayan kolorduların ihtiyat kuvvetlerinden yararlanılması fikri iyi düşünülmedi. Kararsızlık dolayısıyla ihtiyat kuvvetleri bir gün içinde çeşitli istikametlere yürütülmüştü. Bu kuvvetler doğal olarak hiçbir yere tam zamanında yetişemediler. Sonuç olarak 9. ve 10. Kolordular da 11. Kolorduya tâbi olarak Erzurum üzerine çekildiler. Bu geri çekilmede çok zayiat verilmişti. Erzurum’un düşmesinden sonra ordu asıl kuvvetle Bayburt üzerine çekilmemişti. Düşmanın baskısı buna engel olmuştu. O zaman asıl menzil yolu Mamahatun - Erzincan üzerinden geçiyordu.


Ordu büyük kısmıyla doğal olarak bu istikameti takip etmişti. Erzurum’un düşmesinden sonra ordu ikinci bir muharebeyi Cebce Dağı – Kop Dağı - İspir’in batısı hattında kabul etmek istiyordu. Tertibatını buna göre aldı. Mamahatun’un doğusunda bir artçı bıraktıktan sonra Fırat’ın gerisine çekildi. Burada mevzi hazırlıklarına başladı. Fırat’ın ilerisindeki Höbek Dağı elimizdeydi. Kop Dağı 10. Kolordudan bir Tümen ile işgal edilmişti. Çoruh Müfrezesi adını alan Milo Müfrezesi de İspir’in batısında Çoruh Vadisi’ni kapatıyordu.


Ruslar en çok Çoruh Vadisi’nden, bir de sahilden şiddetli baskıya devam ediyorlardı. Ordu emrine yeni giren 10. Tümen’in bir Alayı derhâl sahile sürüldü. Bu sayede diğer Alaylarıyla düşmanın Çoruh Vadisi’ne ilerlemesi geçici bir süre için durduruldu. 3. Ordu’nun sağında diğer bir ordu [2. Ordu] toplanıyordu. Bu ordu toplandıktan sonra her iki ordu ile müşterek, düşman aleyhine kesin sonuçlu bir taarruz yapılacaktı. 2. Ordu toplanıncaya kadar 3. Ordu’nun savunma yapması uygun değildi.


Arazi Rus kuvvetlerini ayrı ayrı üç gruba ayırıyordu: Erzurum Grubu, İspir Grubu, Sahil Grubu. Bu grupların kuvvet kaptırmak suretiyle birbirlerine tam vaktinde yardım etmelerine arazi uygun değildi. Gruplar arasındaki arazi dağlık ve sarptı. Enine olan yollar da yoktu. Düşman dış hat üzerinden hareket edecekti. Türkler de aslında üç grup hâlindeydiler: Mamahatun Grubu, Bayburt Grubu ve Sahil Grubu. Ordu dâhilî hat üzerindeydi. Grupların birbirlerine mesafeleri daha yakın olduğu için yardım durumu düşmana göre daha kolay olacaktı.


2. Ordu toplanıncaya kadar 3. Orduya önemli bir görev düşüyordu. Bu görev; karşısındaki düşmanı tespit etmek, diğer ordu cephesine kuvvet kaydırmasına engel olmak, zaafımız hakkında düşmanı aldatmak, bunun için de faal davranmak, sınırlı hedefli taarruzlar yapmaktı. 2. Ordu’nun toplanmasından haberdar olan Rusların daha bu ordu toplanmadan 3. Orduya karşı kesin sonuçlu taarruzlar yapacaklarına çok ihtimal veriliyordu. Bununla birlikte 3. Ordu mevziisi taarruzlar yaparken kuvvetini de israf etmemeyi göz önüne alması lazımdı. Oysaki buna hiç uyulmadı. Cepheyi düzeltmek için Mamahatun taarruzu yapıldı. Bu taarruza 13. Tümen’in yarısı, birtakım halktan oluşan gönüllüler, 9, 10 ve 11. Kolordular katıldılar. Topçu cephanesi çok harcandı. Karşımızda Rusların zayıf birliklerinin [ileri karakol birlikleri] bulunduğu biliniyordu. Taarruzumuz üzerine bu zayıf kuvvetler Yeniköy istikametinde çekildiler. Hiç de zayiat vermediler. Kolordular Mamahatun’un doğusunda 2350 rakımlı Miryam Dağı hattına kadar ilerlediler.


Bu kadar kuvvetle taarruza gerek yoktu. Tunceli’nin içinden dolaşarak gelen 13. Tümen’in bir kısmıyla ve bu bölgedeki Kolorduların bir kısım kuvveti ile aynı hareketi yapmak mümkündü. Ordu yine asıl kuvvetiyle Fırat’ın gerisinde kalırdı ve ileriye zayıf müfrezeler sürerdi. Ordu Çibiçe mevziisinde kalmış olsaydı Bayburt’un düşmesi hâlinde buradan Polur Ovası’na kuvvet kaydırmak ve Rusların batıya doğru ilerlemelerine engel olmak mümkün olabilirdi.


İkinci bir taarruz Sürmene istikametinde yapıldı. Düşmanın sol kanadımızdan biraz fazla ileri çıkması Bayburt Grubunun gerilerini tehdit ediyordu. Düşmanın kuzeyden güneye doğru bir taarruzu Bayburt grubunu çok tehlikeye düşürebilirdi. Bu taarruzda hedeflenen amaç Sürmene’ye inmek, Trabzon’daki Rusların sahil yolu ile irtibatlarını kesmek ve sonuç olarak Trabzon’u tahliye etmeye mecbur bırakmaktı. Bu başarıldığı takdirde sol kanattaki tehlike sona erecekti. Bu taarruza, 9. ve 13. Tümenler ile önceden Doğu Karadeniz cephesine sürülmüş olan 11. Kolordu’nun bir kısım kuvvetleri katıldı. Fakat bu taarruzdan istenilen sonuç alınamadı. Bu taarruz sonucu yalnız Bulut ve Madur Dağları işgal edilmişti. Sürmene’ye inmek ve sahil yolunu kesmek mümkün olmamıştı.



Maksat düşmanı oyalamak, 2. Ordu cephesine kuvvet kaydırmasına engel olmak ve zayıf bulunduğumuzu hissettirmemek olduğuna göre aynı bölgenin biraz batısında ikinci bir taarruza hazırlanmak uygun değildi. Çünkü isteneni elde etmek için yaptığımız taarruz yeterliydi. Devamlı taarruz kuvvetlerimizi yıpratacaktı. Harekâta biraz ara vermek, Bayburt Grubu bölgesinde de bir ihtiyat bulundurmak lazımdı. Mamahatun ve Bayburt gruplarında bir ihtiyat kuvveti yoktu. Bütün birlikler cepheye bağlanmışlardı. Rusların er yada geç karşı taarruzlara geçecekleri muhakkaktı.
Doğu Karadeniz cephesindeki taarruzumuz üzerine burada kuvvetli olduğumuz Ruslar tarafından anlaşılmıştı. Zayıf yerimiz diğer iki gruptu. Bu iki grupta da arazi itibarıyla taarruza en uygun olan Bayburt grubuydu. Bayburt bölgesinin ele geçirilmesi diğer iki grubun çekilmesiyle sonuçlanırdı. Ordu Komutanlığı Bayburt’u ikinci bir Plevne yapmak istiyordu. Bu konuyu Başkomutanlığa da ayrıntılı bir raporla arz etmişti. Fakat burasını ikinci bir Plevne yapmak için hazırlanmak lazımdı. Hâlbuki hiçbir hazırlık yapılmadı. Bu yüzden Bayburt, Plevne gibi müdafaa edilemedi. Sürmene taarruzundan sonra 13. ve 9. Tümenlerin büyük kısmı Bayburt bölgesine alınmalıydı. Bu tümenler ordu ihtiyatı olarak Bayburt bölgesinde tutulacaklardı. İhtiyaca göre sağ veya sol kanata yardıma gidebilirlerdi. Biz Doğu Karadeniz Bölgesi’nde üçüncü bir taarruza hazırlanırken Ruslar erken davrandılar. Temmuz ayında önce Bayburt bölgesinden, bir hafta sonra da Mamahatun bölgesinden taarruza geçtiler. Bu taarruz sonucu 2 hafta içinde Bayburt düştü. 9. ve 13. Tümenler ise Bayburt’u kurtarmayı ve Rus taarruzunu durdurmayı başaramadılar.


Türk Ordusu, Rus taarruzunun etkisiyle
150 kilometre batıya atıldı ve ancak Kemah Boğazı - Çardaklı - Harşit Deresi batısında tutunabildi. Ordu bu yeni mevziiye bitkin bir hâlde gelmişti ve çoğu asker firar etmişti. Bu sırada 2. Ordu’nun toplanmış olan birlikleriyle Ruslara taarruz edildi. Bu taarruz istenildiği şekilde yapılamadı. Ordu sol kanadı düşmanın karşı taarruzuna uğradı ve müdafaaya geçmeye mecbur oldu. Bunun üzerine 2. Ordu baskıyı üzerinden atmak için 3. Ordudan yardım istedi. Ancak 3. Ordu yardım edebilecek durumda değildi. Yine de kendisini zorlayarak bir Tümen’den fazla kuvvetle bir taarruz grubu oluşturuldu. Bu grupla Çimendağı istikametinde [Çardaklı Boğazı’nın kuzeyinde] taarruz edildi. Bu taarruz Ruslar tarafından püskürtüldü. Sonradan öğrendiğimize göre bu taarruz Rusları çok telaşa düşürmüş ve 2. Ordu cephesinden 3. Ordu cephesine kuvvet çekmeye mecbur olmuşlar. Bu karşılıklı taarruzlardan sonra ise Ruslarla anlaşma yapılana kadar bu cephede önemli başka bir olay olmadı.


Alman subaylar 2. Ordu’nun toplanmış olan kuvvetleriyle taarruza geçilmesinin uygun olacağı fikrinde ısrar ediyordu.
Onlara göre böyle bir taarruz küçük kuvvetleri büyük kuvvetler karşısında parça parça imha ettirmekten başka bir sonuç vermez. Aslında gelecekteki harekât hakkında iki ordu önceden anlaşmışlardı. Bu amaçla 2. Ordu Kurmay Başkanı 3. Ordu karargâhına gelmişti. Durum hakkında günlerce görüşüldü. Sonuçta 2. Ordu toplanıncaya kadar 3. Ordu’nun kendisini yıpratmaması, aktif davranarak düşman kuvvetlerini oyalaması, kesin sonuçlu muharebelere girişmemesi mevcut durumun korunmasının bizim için yeterli olduğu kabul edilmişti. Ancak 3. Ordu bu kararın aksi yönünde hareket etti ve elindeki kuvvetleri israf etti. Ordu komutanı ve kurmayları Erzurum ve Trabzon fatihi olacağım sevdasına düştü. Mamahatun ve Sürmene istikametlerindeki taarruzların hedefleri Erzurum ve Trabzon’u geri almaktı. Sonunda Erzurum ve Trabzon’u kurtarmak şöyle dursun, memleketin önemli bir kısmını düşman işgaline terk etmiş oldu.


1916 - 1918 SESSİZLİK DEVRESİ: ORDU İÇİNDEKİ DURUM, İAŞE VE MENZİL


Türk taarruzlarından vazgeçildikten sonra Kafkas Cephesi’nde de harekât 15 ay için sessizliğe dönüşmüştü. 2. Ordu’nun kuvveti, azami olarak 60.000 ere indikten sonra Türkler çok üstün kuvvetleri tespit etmekten ve bunlara karşı mevzilerini korumaktan memnun olmalıydılar. Her iki tarafta bulundukları mevzileri tahkim ediyorlardı. Bazı yerlerde birbiri gerisinde altı hat kadar mevzii hazırlamışlardı. Fakat Türk tarafında aletler ve taş dışındaki inşaat malzemesi eksik olduğundan tahkimat çok basit bir şekilde yapılıyordu. Bazı yerlerde siperler taştan yapılmıştı.


3. Türk Ordusu tarafından elde edilen bilgilere göre Rusların kuvveti o zaman 250.000 kişi olarak tahmin edilmişti. Kuvvetin tahmininde aşırıya kaçıldığını zannediyorum. Bununla birlikte Temmuz ve Ağustos muharebelerinde Ruslar 3. Türk Ordusu karşısında 18000, 2. Ordu karşısında 20.000 kişi zayiat vermişlerdi. Fakat ellerindeki imkan dahiline bu zayiatı çabuk ikmal edebildiler.


1916 - 1917 kışında 100.000 kişilik bir zayiattan sonra Ruslar kuvvetlerini 1917 ilkbaharında 190.000 insan, 470 topa ve 1917 sonunda ise 250.000 kişiye yükseltmişlerdi. Ruslar bu önemli üstünlüklerine rağmen yeniden bir taarruza cesaret edemediler. İçlere doğru takiplerine devam ettikleri takdirde geri ile irtibatları daha çok uzamış olacak ve bu muazzam kuvveti geçindirme, besleme ve iaşe mümkün olamayacaktı. Daha az kuvvetle ileri harekâta devam bir başarı sağlayamazdı. Çarın düşmesinden ve Rus ordusunun dağılmasından sonra büyük çapta Rus taarruzu ihtimali artık kalmamıştı. Türkler 2 senelik muharebede yaptıklarından dolayı Ruslar ve bizim takdirimizi fazlasıyla kazanmıştı. Türklerin hem Çanakkale’de hem de bu cephede ne kadar savaşçı bir millet olduğunu görmüştük. Ruslar, 1916 Ekiminde karşılarında bulunan Türk kuvvetlerini 344.000 insan, 346 toptan fazla tahmin etmişlerdi. Bu kuvvetin 110.000’i en ileri hatta, çatışmaların olmadığı zamanda bile birkaç misli üstün kuvvetleri tespit etmek Türkler lehine kaydedilecek bir zaferdir. 1916 - 1917 kışı çok şiddetliydi. Âdeta soğuk ve açlıkla mücadele ediliyordu. Kışın etkisiyle Ruslar 1917 Şubatında Fırat’ın sağ sahilinde 3. Türk Ordusu’nun Güney kanadı karşısındaki 2700 metre yüksekliğinde olan bir tepeyi tahliye etmişlerdi. Tahliye edilmiş olan bu yeri derhâl işgal etmiş olan bir Türk birliği ertesi sabah donmuştu. Bu tepe gözetleme için de çok önemli olduğundan kışın şiddetine rağmen Türkler burada tutunabildiler.


En ileri hattaki birlikleri sık sık değiştirmek, gizli yerler inşa etmek ve bol odun vermek suretiyle kayıpların önüne geçilebildi. Her parça odun, her parça ekmek 1800 metre yokuşa güçlükle çıkartılıyordu. Bu sırada Ruslar Türk ordusunun gerisinden sahile çeteler çıkardılar. Şimdi bu sahil kısmında ikamet eden Rumların bir kısmı da düzeni bozmaya başladılar. Bir Tugaya dönüştürülmüş olan 2. Süvari Tugayı sahili gözetlemek için bu bölgeye gönderildi. Tugay Samsun’daki depo talimgâhının da yardımıyla çetelere ve duruma hakim oldu. Bölge halkının bir kısmı, 1916 yazında kısmen Ruslara katılmışlardı. Fakat İzzet Paşa arabuluculuk ile bunları kazanmayı başardı. Bunlar 1916 sonbaharından beri yalnız Türkler tarafında muharebe ediyorlardı. Menzil bölgesinde eşkıyalığın önüne tamamen geçilememişti. 1916 sonbaharında 3. Ordu’nun muharip kuvveti 40.000’den fazla değildi. Ordu ikmal erlerini yalnız 10. Kolordu’nun barış zamanındaki bölgesinden alıyordu. Günlük verilen zayiatı ikmal etmek için bu bölgenin kaynakları yeterli geliyordu. Çok zayıf düşmüş olan birlikleri yeniden kuvvetlendirmek için bu kaynak yeterli değildi. Bu nedenle 1916 Eylülünde Erzurum’un düşmesinden beri ordunun yapmak istediği “Zayıf birlikleri birleştirerek kuvvetli birlik yapmak” fikrine Enver Paşa onay verdi. Bu teşkilâta göre taburlar bölük, alaylar tabur, tümenler alay, kolordular tümene dönüştürüldü. Bu cephede bulunan 5, 9, 10 ve 11. Kolordular Tümen oldu. 36. Piyade Tümeni hâliyle yerinde bırakıldı. Sahil Müfrezesi 37. Tümen ismini aldı. Bu altı tümenden iki Kafkas Kolordusu oluşturuldu.


49 ncu Tümen ordu ihtiyatı olarak bu teşkilâtın dışında bırakıldı. Süvari Tümeni ise Tugay oldu. Bu Tümenin Tugayları Alay, Alayları da Bölüğe indirildi. Diğer sınıflar ise aynı esasa göre yeniden teşkil edildi. Topçu malzemesinin bir kısmı İstanbul’a iade edildi.



2. Ordu’nun kuvveti 20.000 kişiye indirilmişti. İzzet Paşa Kafkas Orduları Grubu unvanıyla bu cephedeki iki orduya komuta ettiği için 1917’de 2. Orduya ayrıca başka bir komutan tayin edildi. Bu orduya önce Mustafa Kemal Paşa, sonra Fevzi Paşa sıra ile komuta ettiler.


Vehip Paşa, Kafkas Ordular Grubu komutanlığını üstlendi. Ordunun sıhhi durumu şimdi genel itibarıyla memnuniyet vericiydi. Asya’daki durum ve vaziyete oranla yapılan işler çok fazlaydı. Her tarafta düzen ve temizlik çok ileri götürülmüştü. Askerî hastanelerin sayısı şimdi ihtiyaca yetecek kadardı. Yatakları toprak üzerine sermek gibi Türk adedi dahi kaldırılmıştı. Bazı hastaneler için ticarethanelerden demir karyolalar sağlandı. Diğer hastanelerde de ağaç ranzalar yapıldı. Türkler uzun yatmaktan ziyade çömelme vaziyetinde yatmaya eğilimli olduğundan başlangıçta ranzalar kısa imal edildi. Daha sonra bunları da uzatmak için çok zorluk çekildi. İç çamaşırı çok bol değildi. Herkes iç çamaşırının önemini takdir etmişti. Hastanelerin temizliği günden güne düzeliyordu. Bulaşıcı hastalıklara karşı aşı uygulaması muntazam yapılıyordu. Hastaların geri naklindeki zorluklara çare bulunamamıştı. Sıhhiye otomobilleri kullanılması için teşebbüs edildi, fakat yolların durumu uygun olmadığından bu otomobiller uzun süre kullanılamadı. Bununla birlikte geri hasta nakliyatını sınırlamak ve günlük seyahati kısaltmak için istasyonları artırmaktan başka çare kalmadı. Hayvanların bakım durumu da ordu için önemliydi. Türk’ün hayvanlarına ne kadar haşin davrandığını bir Avrupalı görse tüyleri ürperir. Her haksız muamele için sebep bulunurdu. Hayvanların altına saman serilmezdi. Bunun faydası olmadığı iddia edilirdi.



Yük hayvanlarının soğuk alır endişesiyle üzerlerinden semer alınmazdı. Bu yüzden hayvanların sırtlarındaki semer yaraları görülemezdi. Ölüm hâlinde bulunan bir hayvanı öldürüp ıstıraptan kurtarmak lazımken olduğu gibi bırakılır ve ölünceye kadar ıstırap çektirilirdi. Hayvan leşleri yere gömülmezdi. Bunları yırtıcı kuşlar yer bitirirlerdi. Bu işler de yavaş yavaş ıslah edilerek düzene girdi. Kışın yeterli derecede yem temini çok zordu. Hayvanların sayısı genel itibarıyla yüz bini bulmuştu. Hayvanlar için iş bölümünün iyi yapılmaması nedeniyle, nakliye kollarına yeterli derecede istirahat verilemiyordu. Bu yüzden hayvan hastaneleri genellikle kuvvetten düşmüş hayvanlarla dolmuştu ve at zayiatı çok büyüktü. Hayvanlar arasında uyuz hastalığı çoktu.


Sessizlik devam ettiği sürece firar olayları tahammül edilebilir bir düzeye indirilebilirdi. Türk ordusunda firar durumu eskiden kalma bir adettir. Moltke bile zamanında bundan şikâyet ederdi. Barış zamanında da her birlikte her gün birkaç firar olayı olurdu. İçte sürekli isyanlar nedeniyle Türkiye asırlardan beri devamlı savaş hâlinde bulunuyordu. Önceden askere gelmiş olanlar kötü bakım nedeniyle ölüme mahkûm sayılırlardı. Bununla birlikte yerli halk firarileri saklayarak himaye ederdi. İaşe durumu kötüleştikçe pek tabii firari adedi de artardı. İaşe düzeldikçe firari de azalırdı. Fakat firar için tek neden yalnız kötü bakım değildi. Türklerin kamuoyu ve hissiyatları firarın asıl nedenlerindendi. Çoğunlukla memleketlerine yakın olanlar firar ederdi. Bunlar köylerine dağılırlar ve aileleriyle birlikte gerilere göç etmek için giderlerdi. Sebep olarak şunu söylerlerdi: “Ailemi geri götürmeye mecburum.” Bundan başka savaş durumu dikkate alınmaksızın her asker izin alırdı. Galiçya’da ise aksine olarak firar çok azdı. Çünkü oradaki askerler nereye kaçacaklarını bilmiyorlardı [19. Piyade Tümeni Galiçya’dan dönüşte Halep’e gelinceye kadar 490 firar vakası olmuştur.] Firariler halkın gözünde şerefsiz ve haysiyetsiz değildi. En çok firar vakası cebri yürüyüşlerde ve geri çekilmelerde oluyordu. Firarileri yakalamak için memleket içinde daimî olarak müfrezeler gezdirilirdi. Firariler fırsat buldukça eşkıyalık da yapıyorlardı.


Bu durum karşısında memleketteki jandarmaların zayıf bırakılması çok zararımıza idi. 1916 yazındaki yenilgiden sonra ağustos ayında 13.000 firari yakalandı. Sivas valisi 30.000 firari yakalayabileceğini iddia ediyordu. Hükûmet tarafından uygulanması emredilen şiddetli ve tehditkâr cezaların etkisi olmuyordu. Çünkü bu şiddetli cezaları çoğunlukla genel af takip ederdi.


Eğitim merkezlerinde iskân, iaşe ve sıhhiye hizmeti de bir dereceye kadar düzene girmişti. Erzincan’ın kaybından sonra depo talimgâhının büyük kısmı Sivas’ta toplandı. Küçük bir eğitim merkezi de Samsun’da açılmıştı. Çünkü eğitim ve öğretime çalışılıyordu. En güç şeyler üretiliyordu. Silah ve teçhizat eksikliğine çare bulunamıyordu. Yaralandıklarından dolayı cephede hizmete elverişli olmayan birtakım Alman subayları da geçici olarak bu eğitim merkezlerinde hizmet ettiler.



Bizzat memleketin içinden ordunun ihtiyaç duyduğu elbise ve teçhizatın elde edilmesi ve sağlanması durumu kademe kademe çok ileri götürüldü. Silah, cephane, istihkâm aletleri, teknik malzeme ve benzin gibi buna benzer maddeleri daima İstanbul’dan getirmek mecburiyeti vardı. Fakat elbise, örtü, deri ve eyer takımı ihtiyacı şimdi zayıflamış olan ordu için kendine ayrılmış olan ikmal bölgesinde imal edilebiliyordu. Erzincan’da makine ile işler bir şayak fabrikası vardı. Erzincan’ı tahliye ederken bu makineleri geriye naklettirmeden, fabrika çevresinde uygun yerlere gömdük. Ordu bölgesinde imal edilmekte olan diğer malzeme el ile ve evlerdeki atölyelerde imal ediliyordu. Çeşitli yerlerde yapılan bu malzemeyi toplamak ve belirli bir yere getirmek lazımdı. Bunda da zorluklar devam ediyordu.


İnsan bakımından fakir olan bu memlekette çalışanların miktarı çok değildi. Ermenilerin tehcir edilmesi büyük bir boşluk meydana getirmişti. İnsanlar kendi rızalarıyla çalışıyorlar fakat kendilerini çok yormak istemiyorlardı. İmal edilen kumaşlar ihtiyaca oranla çok azdı. İmalathanelerdeki ihtiyaç hakkında bir fikir edinmek zordu. İhtiyacın tam zamanında elde edilmesi ve sağlanması için çoğunlukla nakil araçları bulunmazdı. El ile yapılan malzeme çok dayanıklı değildi. Hayvanı bol bu bölgede çok iyi deri ve yün bulunuyordu. Savaştan önce iyi imal edilmiş olanlar çok zarifti. Mesela el ile dokunmuş yünlüler ve diğerleri gibi. Bunlardan fazla miktarda imal etmek mümkün değildi. Memlekette yapılan elbise kumaşları çok dayanmıyordu. İplikleri sağlam değildi. Teknik olmayan bir şekilde tabak edilen deriler de az dayanıyordu. Uzun kış ve nemli ilkbaharın elbiseleri eskittiğini de eklemek gerekir. Bundan başka eşyaların korunması ve tamirleri gibi kavramlar Almanların müdahalesinden önce genellikle bilinmediğinden, eşyaların çabuk eskimesi doğaldı ve bunlardan yeteri miktarda sağlanması zordu. Her tarafta olduğu gibi bu alanda da yapılmış olan teşkilat çok ağır ilerliyordu. El ile dokuma usulleri tabiki çabuk değiştirilemezdi. Memlekette elbise imal durumu, önceden basit olarak kullanılmakta olan elbiselerden vazgeçmeyi ve daha çok halkın alışmış olduğu formaya yaklaşmakla sonuçlandı.


Harput vilayeti 1916 yılında iaşe bakımından 2. Ordu emrine verildi. 3. Ordu Erzurum’un düşmesinden sonra çok verimli bölge sayılan Bayburt ve Suşehri bölgelerinden iaşe ediliyordu. Bu iki bölgenin kaynaklarını kış için saklamak amacıyla hasat zamanından itibaren gerilerden erzak getirilmesi lazımdı. Bayburt’un kaybedilmesi ve halkın Suşehri bölgesinden daha gerilere göç etmesi iaşe durumunu alt üst etti. Bu hususta uğranılan zarar çok büyüktü. Sivas vilayetinde şimdi bol miktarda iaşe maddeleri varsa da bunların ileriye götürülmesi çok zordu.


Ordu bölgesinde iaşe maddeleri şu şekilde tedarik ve sevk ediliyordu: Önce vergiler (bir malın 5’te1’i) alınıyordu. Vergilerden fazlası ise satın alınıyordu. Gerek vergiler ve gerek satın alınan iaşe maddeleri menzil yollarındaki dağıtım merkezlerine halk tarafından ve hatta kadınlar tarafından uzun mesafeleri yaya kat etmek suretiyle götürülüyordu. Buralardan da ücretli araba ve yük hayvanları ile daha ileriye naklediliyordu. Fakat hayvan sahipleri kendi köylerinden çok uzağa gitmek istemediklerinden ücretli nakliye araçlarının ayısı her bölgede farklı farklıydı. Ücretli nakliye araçlarındaki dengesizliğin, menzil kollarındaki devlete ait ve demirbaş nakliye aracı ile telafi ediliyordu. Birliklere yakacak odun sevk etmek de gerekiyordu. Çünkü odun konusunda fakir olan memlekette birliklerin ancak az bir kısmı konma bölgelerinde odun bulabiliyordu.


Harekât bölgesi dışındaki sahada erzak ve nakliye araçları sağlanması durumu başlangıçta valilere bırakılmıştı. Buralarda da yavaş yavaş askerî teşkilat kuruldu. 1917’de 3. Ordu bölgesi batıda Sivas vilayetini aşmıştı. Fırat Vadisi ve sahildeki birlikler doğrudan doğruya gerilerindeki bölgelerden besleniyorlardı. Diğer birliklerin ihtiyaçları ordunun daha gerilerindeki bölgelerden toplanıyor, Sivas, Suşehri ve ayrıca Amasya üzerinden Yeşilırmak ve Kelkit Vadileriyle ileriye naklediliyordu. Kışın yollara çok kar yağdığı zaman yük hayvanları daima gidiş geliş ile buralarda birer iz oluşturuyorlardı. Kollar birbirlerine rastladıklarında bu dar yollarda çoğunlukla saatlerce beklemeye mecbur kalıyordu. Bu yüzden yük hayvanlarının günlük nakliye kapasiteleri azalıyordu. Bu durumda ihtiyacı tamamen nakledebilmek için çok miktarda yük hayvanına gerek vardı. Gerçekte ise hayvanların sayısı azalıyordu. Çünkü bu sırada ücretli nakliye aracı sahiplerinden az miktarda nakliyata talep geliyordu. Bundan başka bazı geçitler çok kar yağdığı için tamamıyla kapanmıştı. Örneğin karın çok yağdığı dönemlerde Zara - Suşehri arasındaki Karabayır Geçidi de kapanmıştı. Bununla birlikte daha kış başlamadan Karabayır’ın doğusunda yeteri kadar erzak hazırlama ve biriktirme çok önemliydi. Bu ihtiyat erzakı gerilerden getirilecekti. Çünkü harekât bölgesindeki halk gerilere göç ettikleri için buradan çok miktarda erzak tedarikine imkân kalmamıştı. 1916 kışında elde mevcut nakliye araçları ile ordu için gerekli ihtiyat erzakından yeteri kadar nakledilmemişti. Ulukışla - Suşehri asıl menzil yolunun iyi kısmında kamyonlar çalıştırmak ve yük hayvanı kollarını engebeli kısımlara ayırmak suretiyle nakliyatı artırmak mümkündü.


1916 yazından beri
Kayseri bölgesinde çalışmakta olan Türk otomobil kollarındaki kamyonlar kötü bakım yüzünden çok bozulmuştu ve az miktarda kamyon faal durumda idi. Bunlardan da arzu edilen şekilde yararlanılamıyordu. 1916 - 1917 kışında çok kar yağmış ve geçitleri çok fazla kapatmıştı. Bunun üzerine Zara ile Refahiye arasında ikinci dereceden belirli bir yolda el kızaklarıyla nakliyat yapıldı. Bu yolda o kadar çok kar vardı ki yolun kenarında oluşan kar duvarları bir süvarinin başını aşıyordu. Karabayır’da bir gece iki yük hayvanı kolu heyetiyle donmuştu. Bazen de devamlı yağan kardan sonra ulaşım birkaç gün dururdu. İlk büyük kar yağdıktan sonra bütün telgraf telleri bozulmuş, ordu karargâhının muhabere irtibatı geçici bir süre için kesilmişti. Geçitlerin doğusundaki bölgede biriktirilen erzakın yetersizliği şimdi anlaşılmıştı. Bu sırada tayın istihkakını azaltmak mecburiyeti doğmuştu. Bu suretle açlık tehlikesinin önüne geçildi. Ancak tayının azalması sıhhi durum üzerinde esaslı bir etki yapmadı.


2. Orduda durum kötüydü. Bu orduya tahsis edilen iaşe bölgesinde iaşe maddeleri çok azdı. Bu ordunun gerisindeki demiryolu Resulayn’a kadar işliyordu. Mardin civarında da bir miktar dar hat inşa edilmişti.


İnşa edilen hatlar dışındaki tüm iaşe hatları yüksek dağ silsilelerinden ve çok kötü yollardan geçiyordu. Nakliye araçları az miktardaydı. 1916 ekim’inde 2. Ordu Lojistik İkmal Komutanı olan Alman Subay Ordu komutanlığına Ordunun büyük kısmının bu dağ silsilelerinin güneyine alınmasını teklif etmişti. Fakat Ordu Komutanlığı buna karar verememişti. Bu yüzden kışın ikmal nakliyatı yapılamadı ve birlikler aç kalmaya mahkûm oldular. Bununla birlikte bir kısım birlikler geri alındı. Fakat bu tedbirin alınmasında da çok geç kalınmıştı. Bu tedbir daha önce alınsaydı bu zamana kadar orduyu maruz kaldığı zayiattan kurtarmak mümkün olacaktı.


Ruslarda da iaşe güçlükleri vardı. Rusların Türk arazisinden içerilere doğru ilerledikleri oranda zorluklar da o derece artıyordu. Türkler tarafında olduğu gibi, bu zorluklarla mücadele etmek gereği çoğalıyordu. Grandük Nikolai’nın kişiliği Kafkas Cephesi’ndeki Rus ordusu için çok miktarda malzeme teminini mümkün kılıyordu. Bu sayede Erivan’dan Iğdır’a ve Iğdır - Bayezit - Karaköse’den güneye doğru dar bir hat inşa ettiler. Ayrıca Sarıkamış’tan Erzurum istikametinde lokomotifle hareketli bir sahra hattı yaptılar. Buna rağmen Rusların kara menzil yolu yine çok uzundu. Rusların teknik yardımcı araçları bulunduğu hâlde 1916 - 1917 kışında kendi ifadelerine göre 100.000 adam kaybetmeleri dikkate değerdir. Türkler ikmal işlerinde ortaya çıkan zorluklara karşı durmada Ruslardan daha fazla bir kuvvet göstermişlerdir.

Türk ordusunda ikmal işleri 1917’de daha iyi yapılmıştı. 1917 – 1918 kışı diğer kışlara oranla daha hafif geçmişti. Bu kış ordular grubunda hiçbir eksiklik görülmedi. 600 kiolometre uzunluğundaki
Ulukışla - Suşehri asıl menzil yolunun düzeltilmesi için birkaç amele taburu devamlı çalıştırılıyordu. Fakat bunların çalışmaları çok fazla bir fayda sağlamıyordu. Taburlarda alet ve edevat az, iş iyi paylaştırılmamış, çalışanların başında işten anlayan personel eksikti. Ermenilerin tehcirinden sonra bu taburların sayısı da azalmıştı. Bu durumda yol inşasında Avrupa’da uygulanan aynı ölçüyü burada kullanmak mümkün olamazdı. Birkaç köprü ve kayalık dağlarda açılan yol kısımları hakikaten çok iyi yapılmıştı. Türkler zahmetli olan yolun alt kısımlarını ihmal ediyorlardı. İki hendek açıyorlar ve bu hendeklerin arasına 20 cm derinliğinde taş koyduktan sonra üzerinden silindir geçiriyorlar, kendi görüşlerine göre şose oldu diyorlardı. Bu bölgede her türlü yol tamir ve düzeltme işlerinde rastlanılan zorlukları açıklamak çok güçtür. Bu işler için İstanbul’dan yazılan emir ve talimatlar bile çok yavaş etkisini gösteriyordu ve semeresi çok geç görülüyordu. Bununla beraber yolları düzeltme ve tamir emri üzerine Türklerin gösterdikleri emek, gayret ve yetenek bahse değerdir. 1917’de uygun mevsimde kamyonlarla Şarkışla’ya kadar gelmek ve Sivas’ın doğusunda da yolun bazı kısımlarını kamyonların hareketine uygun bir hale getirmek mümkün olmuştur.


1916’da Gürcü Lejyon taburu teşkil edildi. Türkler bu girişimi memnuniyetsizlikle karşıladılar. Gerçekten Rusların boyunduruğundan kurtulan Gürcüler Türklerin hâkimiyetleri altına girmek istemiyorlar ve Türklere karşı zorluk çıkarıyorlardı. Gürcüler oldukça dikbaşlı adamlardı. Alman subaylarının Üsteğmen Graf von Solenborg ve Üsteğmen Sede’nin gösterdikleri sabır ve tahammül, dirayet ve anlayış sayesinde ufak tefek olaylardan dolayı çıkan anlaşmazlıkların önüne geçilebilmiştir. Lejyonun mevcudu zayıf bir tabur kadardı. Bu taburun Türk arazisinin savunulmasında kullanılmasından büyük bir fayda beklenmediğinden, 1917’de erlere geçici izin verildi. Taarruzun başlangıcında bu tabur tekrar silahaltına çağrılacaktı.


1916’da 3. Orduda uçakçı, otomobilci, telgrafçı gibi birkaç Alman uzman vardı. 1917 ilkbaharına kadar bu cephedeki bütün Almanlar geri çağrılmıştı. 3. Orduda ben ve bir de emir subayım kalmıştı. 2. Orduda birkaç Alman subayı vardı. Çar’ın düşmesinden hemen sonra Kafkas Cephesi’nde görüşmeler başladı. Bu görüşmelerin sonucu olarak 7 Aralık 1917’de bir anlaşma yapıldı. Anlaşmadan kısa bir süre sonra ordular grubu ve karargâhı lağvedildi. Ordular grubunun lağvıyla benimde bu cephedeki görevime son verildi.


KAYNAKLAR :



BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ’NDEKİ MUHAREBELER - Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları (ATASE)

www.mgmstrateji.com (1. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi)

1. DÜNYA SAVAŞINDA ERZURUM'UN RUS İŞGALİNE DÜŞÜŞÜ - Mevlüt Yüksel

Kafkas Cephesi Anıları - Vasfi Şensözen

Kafkas Cephesi'nin 1. Dünya Savaşındaki Lojistik Desteği


BU YAZI SONRASI KONUYLA İLGİLİ OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN DİĞER YAYINLAR :

(Yavuz Zırhlısı)

(Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşına Girişi)

(1. Dünya Savaşında Türk-Alman Çatışması)

(1. Dünya Savaşında Doğu Cephesinde Osmanlı Devleti'nin İran Seferi)

(Sina ve Filistin Cephesi)


 
Son düzenleme:
@Zero-X Dostum yazılarını okumak zevkli ama şunları parça parça spoiler içine koyarak yapsan, hem okuması kolay olur hemde sayfa yüklenmesi rahat olur :). Yazı hakkında çooook yorum yapılırda ben iki cümlene atıf yapıp kaçıyorum :). Rusya için sınırsız insan kaynağı, Türkiye için kendi memleketini tanımama... Anlayana çok şey anlatıyor bu ikisi!!!
 
@Zero-X Dostum yazılarını okumak zevkli ama şunları parça parça spoiler içine koyarak yapsan, hem okuması kolay olur hemde sayfa yüklenmesi rahat olur :). Yazı hakkında çooook yorum yapılırda ben iki cümlene atıf yapıp kaçıyorum :). Rusya için sınırsız insan kaynağı, Türkiye için kendi memleketini tanımama... Anlayana çok şey anlatıyor bu ikisi!!!
siteyi biraz zorladım zannedersem. :) bu seferlik affınıza sığınarak bunu böyle bırakmayı düşünüyorum. :)

bu yazının farklı şekilde başlangıcı olan başka bir versiyonu da var. orada sizin yorum yapmak isteyip yorum yapmadığınız kısıma biraz değiniliyor. bu alternatif versiyonu buraya sizin için birebir aktarıyorum.

yazının asıl konusuna girmeden önce geçen haftalarda denk geldiğim ve suriye ile ilgili olan bir yazıda söz etmeye çalıştığı; ''bir kurmay subay'ın kafayı arada stratejik/taktik haritadan/karardan kaldırıp etrafındaki trajediyi de görmesi gerekliliği'' konusunun 1. dünya savaşında kafkas cephesinde karşımıza fazlasıyla çıktığı görülmektedir. ancak yine yukarıda zikredilen yazı içerisinde ''vatan savunması milletimiz için o derece önemlidir ki o trajedinin katlanmış boyutlarına rağmen o kararı bir kurmay subay almak zorundadır.'' sonucu da çıkartılması gereken en önemli derslerden birisidir.

bir başka yazıda ise ''kötü koşullar altında 1870'lerden beri pek çok batılı gözlemcinin de raporladığı üzere hesapta olmayan zorluklara beklenenin ve batılı akranlarının çok üstünde bir bir katlanma gücü vardır.'' bölüm yine kafkas cephesinde fazlasıyla görülmüştür.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık