Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

Balkan Savaşında Osmanlı Donanması'nın Adalar Harekatı

Ön Edit: Orjinalinde daha uzun olan bu yazıyı daha rahat okuyabilmeniz için bazı kısımlarını çıkartarak yazıyı kısaltma yoluna gittim. Yine yazının uzamaması için normalde yazı içerisinde bulunan videoların tamamını ve bazı resimleri de çıkarttım. Yazının tamamını okumak isteyenler blog sayfamı ziyaret ederek okuyabilirler. (https://stealthistorian.blogspot.com/) Doğrudan yazıya ulaşmak isteyenler için (LİNK)

Türk tarihinin en acılı dönemlerinden biri olan Balkan Savaşlarında yaşanan olaylardan gerek askeri ve gerekse siyasi olarak dersler çıkarılması ve bu sürecin sebep sonuç ilişkisi içerisinde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Balkan Savaşlarında Osmanlı Ordusunun hem kara hem de deniz unsurlarının savaş öncesi ve savaş sırasında yaşadığı yetersizlikler, yönetim zafiyetleri, yönetim zafiyetlerine bağlı olarak yanlış stratejiler izlemesi ve bunun sonucu olarak neredeyse İstanbul önlerine kadar gelmiş düşman ordularının durumu tek tek ele alınması gereken konulardır. İrdelenmesi gereken bu konular hakkında birden fazla tarafın bulunması ve kapsam olarak çok geniş bir analiz gerektirmesinden dolayı, ben Balkan Savaşları sırasında üzerinde fazla durulmamış ve bilginin kara ordularına göre kısıtlı olduğu deniz ayağını ele almayı seçtim. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin karada yaşadığı bu bozgun ile tüm Balkanlardaki mevcudiyetini kaybettiği bilinse de aynı durum denizler içinde geçerlidir. Bahse konu denizlerde ki hakimiyetin yitirilmesi ile ilgili temel olarak iki ama toplamda üç yazı ile bu konuları derinlemesine anlatmayı ve irdelemeyi planladığımı daha önce belirtmiştim. Bu yazı serisinin ilki olan bir önceki yazımda Osmanlı Donanması ile Bulgar Donanması arasında Balkan Savaşları esnasında yaşanan olaylara değinmiştik. (bkz. Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-1: Karadeniz ve Marmara Harekatları) Bu yazımızda ise Balkan Savaşlarında yaşanan, sonuçları günümüze kadar uzanan ve halen siyasi sorunlara sebebiyet veren Ege Adalarının elden çıkışına ait gelişmeleri siz saygıdeğer okuyuculara aktarmaya çalışacağım.


Osmanlı devleti her ne kadar kara ordusunu temel alan bir yapıya sahip olsa da aslında bir deniz devletiydi. Osmanlıların denize açılan kapısı ise Ege Denizi üzerinden Akdeniz idi. Ayrıca Ege Denizi, Anadolu toprakları ile Balkanların stratejik olarak kesiştiği ana nokta olarak da görülebilir. Balkan Savaşlarının arifesinde Ege Denizi’nin Kuzey ve Doğusunda Osmanlı hakimiyeti güçlü iken, Batı ve Güney’in de Yunan hakimiyetinin gücü daha fazlaydı. Burada asıl önemli unsur Ege Denizinde bulunan adalardı. Çünkü Ege Denizinde bulunan adalara hâkim olan taraf doğrudan stratejik olarak avantajlı duruma geçebilecekti. Özellikle Çanakkale Boğazı’nın etrafındaki adalardan Bozcaada, İmroz, Semadirek ve Limni adaları stratejik olarak en önemli konumda bulunan adalardı. Boğazlar sisteminin bir parçası olan bu adalar ilerleyen zamanda vuku bulacak 1. Dünya Savaşında Çanakkale Cephesine karşı yapılan taarruzlarda da üs olarak kullanılmış ve bu üsler potansiyel tehdit olduğunu kanıtlamıştır.

Balkan savaşında Yunanistan’ın denizlerdeki temel politikası, Ege Denizini hakimiyeti altına almak, Osmanlı Devleti’nin ikmal yollarını kapatmak ve dolayısı ile Ege Adalarını işgal etmekti. Yunan donanmasının Boğaz üzerinde egemenlik kurma çabası özellikle adalarda üstünlük kurma ve adaları ele geçirme stratejisine dayanmaktaydı. Bu kapsamda, Balkan Savaşında Yunanistan öncelikle Boğaza yakın adalardan başlamak üzere Ege Denizindeki Adaları işgal etmiştir. Bu dönemde Osmanlı donanması Ege Denizinde kesin sonuçlu bir muharebe yapma gücünden yoksundu. Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey eldeki mevcut imkanlar ölçüsünde bölgeyi kontrol altına almak ve Yunan Donanmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak maksadıyla donanmanın toplu olarak denize çıkmasını ve taarruz harekâtını planlamış; ancak yapılan muharebelerde başarı sağlanamamıştır. Balkan Savaşları neticesinde; Osmanlı Devleti tarihinin en ağır yenilgisine uğramış ve Balkanlarda bulunan topraklarını terk etmek durumunda kalmış; aynı zamanda Ege Denizindeki üstünlüğünü de kaybederek Ege Adaları üzerindeki tasarrufunu da kaybetmiştir.

Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın başında gerek askeri ve gerekse ekonomik olarak eski gücünü kaybetmiş, topraklarını dahi korumakta zorlanan bir duruma gelmişti. Bu süreçte Sultan Abdülaziz döneminde denizlerdeki üstünlüğü yeniden ele geçirmek adına, 130 parçalık bir donanma teşkil edilmiştir. Ancak bu donanma plansız, programsız ve amaçsız kurulmuş, gerekli teknik kadrolar oluşturulmadan ve ön hazırlık yapılmadan bol miktarda gemi satın alınarak etkinlikten uzak bir yapı oluşturulmuştur. Bunun yanında donanmanın uzun süre (2. Abdülhamid dönemi) haliçte âtıl bekletilmesi ve muharebe gücünden uzak tutulması yaşanan bir başka olumsuzluktur. Bu süreçte özellikle İngiltere’den birçok gemi satın alınmış, fakat İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’de üstünlük sağlayacak bir donanmaya sahip olmasını engelleyecek politikalarla Osmanlı Bahriye Nezaretini yanlış yönlendirmiştir. 1910 yılında İngiltere’ye staj için gönderilen Osmanlı Subayları, Trablusgarp Savaşı başlayınca geri dönmüş ancak İngiltere tarafsızlığını bahane ederek bu subayların savaşa katılmasını engellemiştir. Bu arada Yunanistan, donanma konusunda sürekli olarak İngiltere ile işbirliğine gitmiş ve Balkan Savaşı öncesi Yunan Donanması İngilizlerin desteği ile gücüne güç katmıştır. Savaşın hemen öncesinde Yunanistan, İngiltere’den 4 muhrip, Almanya’dan da 2 muhrip satın alarak muhrip sayısını 14’e çıkarmış ve Osmanlı Donanmasının 8 muhribine karşı üstün duruma gelmiştir. Bu konudaki bir diğer sıkıntı ise Osmanlı gemilerinin bakımsız ve onarıma ihtiyaç duyar nitelikte olmasıdır.

Balkan savaşı kapıya dayandığında Bahriye Nezareti’nin savaş için hazırladığı strateji planı olmamakla beraber Harbiye Nezareti de yaptığı planlara 1897 Osmanlı-Yunan Savaşında olduğu gibi kara ordusuyla savaşı kazanabileceğine olan inancından dolayı donanmayı dâhil etmemişti. Hatta Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa 5 numaralı harekât planının altına kendi el yazısı ile Ege Denizi’nin kontrolünün Yunanlılarda olacağını kabul ettiğini yazarak donanmayı savaşta kullanmayı düşünmediğini belli etmişti. Bu kapsamda, donanma savunma amaçlı harekatlarda, Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı’nın emrine verilmiş, taarruz harekâtında ise donanma serbest bırakılmıştı. Özellikle Bahriye Nezareti, dönemin zor mali şartları altında gerekli yatırımları yapamamış, donanma geniş bir deniz harekâtından ziyade savunma tedbirlerine yönelmiştir. 7 Ekim 1912 tarihinde donanma padişah kanunnamesi ile Başkomutanlık Vekaletine bağlanmış ve bu durum genel olarak emir komuta işleyişinde de zafiyet ortaya çıkmıştı. Padişah kanunnamesi ile teşkil edilen “Şuray-ı Bahriye”, daire başkanlığının altında kurulmuş olan “Deniz Encümeni”, bu dönemde yeni oluşturulan kurullardan birisidir. Savaşın genel gidişatıyla ilgili olarak encümen tarafından yapılan incelemeler Şuray-ı Bahriye’ye arz edildikten sonra sırasıyla Bahriye Nezareti ve oradan da Başkomutanlığa iletilmekteydi. Bu işleyiş donanmada sevk ve idarede büyük sorunlara sebebiyet vermiş ve hızlı karar almayı engellemiştir. Dolayısıyla Balkan Savaşlarında denizlerde sevk ve idarede büyük sıkıntılar yaşanmış, verilen günlük emirlerle mücadeleye devam edilmeye çalışılmıştır. Başkomutanlık, harbin kısa süreceğini düşündüğünden, hatalı bir kararla Adalar Denizi’nde hâkimiyetin Yunanlılarda olacağını hesap ederek bütün dikkatini kara savaşlarına çevirmişti. Bu bağlamda, Balkan Savaşlarında Bahriye Nezareti’nin genel harp planı; Ege Denizi ve Çanakkale Boğazında olası bir Yunan taarruzuna karşı donanmayı hazır bekletmek, oluşturulacak bir filo ile de Bulgarlara karşı taarruz harekâtına girişmekti. Ayrıca Karadeniz üzerinden yapılan deniz nakliyatını koruma ve kıyı gözetleme görevleri de donanmanın bir başka göreviydi.

Osmanlı donanmasının bünyesinde bulunan gemiler görece olarak fazla olmasına rağmen teknolojik olarak dönemin şartlarına göre eskiydi. Bununla birlikte Yunan donanması, Osmanlı donanmasına göre hem daha modern gemilerden oluşmakta hem de eğitim bakımından daha üst seviyede bulunmaktaydı. Yazının başında ve önceki yazıda belirttiğimiz üzere Osmanlı donanmasının ıslahatı için İngiltere’den getirilen donanma uzmanları hem yanlış yönlendirmeler hem de eksik eğitimlerle donanmanın gelişimine büyük darbe vurmuşlardı. Yunan donanması ise aynı dönemde yaptığı ıslahat programı ve doğru yapılanma ile Balkan Savaşları sırasında fazlasıyla mükafatını alacaktı. Bu bağlamda; yüzeysel olsa dahi Balkan Savaşları öncesinde Yunan donanmasını incelemekte fayda vardır.


YUNANİSTAN DONANMASI


Denizcilik kültürü Osmanlılara nazaran daha köklü olan Yunanistan, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda karada yaşadıkları bozgunu hafifleten denizdeki başarıları sayesinde kamuoyunu donanmaya yatırım yapmaya ikna etmekte zorluk çekmeyerek ve Osmanlı İmparatorluğu ile kıyasıya bir silahlanma yarışına girecekti. Yunan donanmasının, Osmanlı donanmasından en belirgin farkı personel yetiştirme konusunda hassas davranmaları oldu. Yunanistan, 20. Yüzyılın başlarında Fransız, savaşın hemen öncesinde de İngiliz uzmanların öncülüğünde donanmayı taarruzi anlayışla yetiştirerek en önemli farkı yarattıkları söylenebilir.



Georgios Averof

Yunan donanması yukarıda bahsettiğimiz donanma personelinin eğitimi dışında yapısal olarak da önemli adımlar atmaktaydı. Bu adımlardan en önemlisi ise Balkan Savaşları sırasında belirleyici rol üstlenecek olan Averof zırhlısının Yunan donanmasına katılmasıydı. İtalya’nın Ansaldo Tersanesi’nde inşa edilen zırhlı kruvazör, Georgios Averof isimli Yunan vatandaşının 280,000 sterlin bağışının üstüne 680,000 sterlin Yunan Hükümeti tarafından eklenerek satın alındı ve adı bağışçısına atfen Averof olarak belirlendi. Averof, Osmanlı donanmasındaki vurucu unsurlar olan Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ile kıyaslandığında daha yeni teknolojinin ürünü olması nedeniyle sürat ve ateş gücü üstünlüğüne sahipti. Burada bir parantez açarak Yunan donanmasının elinde bulunan Averof zırhlısı ile Osmanlı donanmasının elinde bulunan Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlılarının karşılaştırılması konusuna kısaca değinmek istiyorum. Öncelikle Osmanlı donanmasının elinde bulunan Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ile ilgili daha önce hazırladığım iki yazıyı incelemenizi istiyorum. Bahse konu bu iki gemi 1894 senesinde denize indirilerek Alman Kraliyet Donanması (Kaiserliche Marine) bünyesinde göreve başlamış ve Trablusgarp Savaşı ile Balkan Savaşı’nın arifesinde, yani 1910 senesinde Donanma-yı Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin gayretleri ile Osmanlı donanmasına kazandırılmıştır. Bu iki gemi 1906 senesinde İngilizlerin devrim niteliğinde bir tasarıma sahip HMS Dreadnought zırhlısını denize indirmelerini müteakip teknolojik olarak eski kabul edilmeye başlanmıştı. Bu yüzden HMS Dreadnought ile 1906 yılında başlayan ve 1. Dünya Savaşı’nın bitişi olan 1918 yılına kadar inşa edilen tüm gemiler bu konsept üzerinden tasarlanıp inşa edildikleri için dreadnought (dretnot) dönemi gemiler olarak adlandırılmıştır. Bu tanımlama kapsamında Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ise predreadnought (öndretnot) gemi sınıfında sayılmaktaydı. Averof zırhlısı hem teknolojisi hem de yapım tekniği itibarı ile dreadnought (dretnot) sınıfı bir gemi olup; Osmanlı Devleti’nin elindeki iki kardeş gemiden kat kat üstün teknolojiye sahipti. Bu üstünlük sadece hız ve top kalibresi noktasında değil, zırh yapısı, dayanım ve personel eğitimini de kapsamaktaydı. Bu bağlamda; Yunan donanmasının elinde bulunan bu zırhlı ile Osmanlı donanmasının elinde bulunan gemiler tamamen iki farklı dönem ve birbirinden bağımsız konseptleri karşılaştırılmış olmaktadır. Kısaca bu karşılaştırma elma ile armutu karşılaştırmak gibi bir durum doğurmaktadır.




Averof Zırhlısı

Konumuza dönecek olursak;

Donanmayı güçlendirmek maksadıyla Yunanlılar 1912 yılında Avrupa’ya dört komisyon gönderdi. Bunlardan birisi inşa halinde bulunan dretnot ve altı muhribi kontrol etmek üzere Almanya’da, ikincisi aynı gemilerin cephane tedarik işlemlerini kontrol etmek üzere Amerika’da, üçüncüsü Averof zırhlısının cephanesini satın almak üzere İngiltere’de ve dördüncüsü de Xiphias denizaltısı’nın inşasını kontrol etmek üzere Fransa’da bulunuyordu. Almanya’da bulunan heyet savaşın başlamasına 3 hafta kala Yunanistan için inşası devam eden muhripler yerine Almanya için yeni tamamlanmış iki muhribi satın almayı başardı. İngiltere’de bulunan heyetin de Arjantin adına inşa edilmiş olan dört muhribi satın almasıyla Yunan donanması altı yeni muhribe kavuşmuş ve böylece zırhlılardan sonra muhriplerde de Osmanlı donanmasına karşı üstünlüğü ele geçirmiş oldu.

Yunan donanması 407 subay, 91 yedek subay, 1175 astsubay, 700 yedek astsubay ve 9.200 erat olmak üzere toplam 11.573 kişiden oluşan insan kaynağı ile Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısındaki asıl deniz gücü durumundaydı. Yunanistan Başbakanı Panas, donanmasına olan güvenini ‘‘Donanmamız, Türklerin Güney Trakya ve Makedonya’daki 400.000 kişilik ordusunu durduracaktır.’’ diyerek belirtecekti. Yunanlı donanma yetkilileri gurur duydukları bu kuvvetin personelini de taarruzi şekilde teşkilatlandırmışlar ve aldıkları yeni gemileri de doğru seçmişlerdi.


Balkan savaşı öncesinde Navstathmos’ta toplanan Yunan Donanması yukarıda bahsettiğimiz planlama neticesinde, iki ana kuvvete ayrıldı. 1. Filo (Ege Denizi Donanması) Tuğamiral Pavlos Kunduriotis komutasında amiral gemisi Averof zırhlısı dahil, Leon sınıfı 4 muhrip, Keravnos sınıfı 2 muhrip ve 1 denizaltıdan oluşurken, 2. Filo (İonya Denizi Donanması) Albay Cineres komutasında amiral gemisi Spezya zırhlısı dahil, Spezya sınıfı 3 zırhlı, Tyella sınıfı 2 muhrip, Slendon sınıfı 2 muhrip, Niki sınıfı 4 muhripten oluşmaktaydı. Yunan donanması Arnavutluk kıyılarının ablukasını sağlamak için küçük bir kuvveti de Yunan Denizi’nde görevlendirmişti. Görüldüğü üzere Bu filolar içerisinde Ege Donanması en güçlüsü olup; 5 Ekim 1912 muharebesi öncesinde Faliron’da toplanmıştı.



Tuğamiral Pavlos Kunduriotis

Yunan donanması savaşta taarruzi bir plana sahip olduğunu yukarıda daha önce bahsetmiştim. Bu oluşturulan kuvvetin (Ege Denizi Donanması) ana hedefi asıl kuvvetleriyle Ege Denizi hâkimiyetini ele geçirip Çanakkale Boğazı ile Anadolu kıyılarını ablukaya alarak Osmanlı İmparatorluğu’nun deniz yollarını kesmekti. Böylece Osmanlı Batı ordusunun denizden destek almasının önüne geçmek donanmanın ana amaçları içerisinde en büyük yeri tutuyordu. Bu amaç için, Çanakkale Boğazı’nın güneyinde bir deniz üssü kurarak Osmanlı donanmasının Boğazdan çıkışını engellemek, takip etmek veya yok etmek, ayrıca Anadolu sahillerinden Trakya ve Makedonya’ya giden ticaret gemilerinin önünü kesmek amacıyla bölgeye yığınak yapmak, diğer taraftan Osmanlı kıyılarını vurarak panik yaratmak, Epir ve Makedonya’daki birliklerinin ikmallerini yapmak ve böylece sürekli Türk tarafına zararlar verdirmek Yunan donanmasının başlangıçtaki temel stratejisiydi. Bu kuvvetin tali planı ise Yunan Denizi’ni kontrol altına almaktı. Çünkü bu deniz, daha çok Yunan nakliyatı için önemli idi. Preveze Limanı’nın işgali de Yunan donanmasının önemli hedeflerinden biri idi. Bu durumda Yunan donanmasının da Ege ve Yunan Denizi’nde iki cephede görevlendirilmesi söz konusu olmuş, ayrıca Osmanlıların Arnavutluk İsyanını bastırmak üzere denizden de asker göndermesi üzerine bu sularda gemi bulundurmak zorunda kalmıştı.

Yunan donanması ana hedefine ulaşabilmek için ilk olarak Çanakkale Boğazı’nı kontrol edebilecekleri mesafede bir üsse ihtiyaçları olduğunun bilincindeydi. Bu kapsamda, öncelikle boğaza yakın adalardan Bozcaada’yı bir muhrip üssü haline getirerek buradan ikmal yapma yoluna gitmiş, boğazı gözetleme ve takip görevi alan Yunan Filosu 4 muhrip, 2 torpidobot ve 1 denizaltı ile Bozcaada önlerine gelmiştir. Ancak bölgenin kontrolünü tam olarak ele geçirme hedefinde olan Yunan donanması sırası ile Limni, İmroz, Semadirek, Midilli, Sakız Adalarının işgali için kara ordusu ile işbirliğine başlanmıştır. Bu işgaller sırasında Yunan donanması Midilli ve Sakız Adaları hariç ciddi bir mukavemetle karşılaşmamıştır.

LİMNİ ADASININ İŞGALİ

Osmanlı İmparatorluğu Ege Denizi’ndeki adalarda ilk kayıplarını 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını tanıdığında yaşamış ve Eğriboz (Khalkis), İskiri (Skiros), Şeytan Adalarını, Yamurgi (Amorgos) Adası da dâhil Kiklad Adaları’nı Yunanistan’a bırakmıştı. Bu alanlar dışında kalan adalarda ise Osmanlı hâkimiyeti sürmüştü. Mevcut sınırları ile ‘’deniz imparatorluğu’’ olması gereken ancak deniz hak ve menfaatleri üzerine stratejisi olmayan Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp Savaşı sırasında 28 Nisan 1912 ile 20 Mayıs 1912 tarihleri arasında, yani bir aydan kısa sürede İtalya tarafından işgal edilen Menteşe Adaları (Batnoz/Patmos), Lipso (Lipsi), İleryoz (Leros), Kelemez (Kalimnos), İstanköy (Kos), İncirli (Nisiros), Sömbeki (Syme), İlyaki (Telos), Herke (Chalki), Rodos (Rhodes), Kaşot (Kasos), Kerpe (Karpathos), İstanbulya (Astipalaia) ve Meis (Megisti) ile bu denizdeki ilk büyük kaybını yaşamıştır. Osmanlı hükümeti ise bu kayıp üzerine, silahla koruyamadığı adalara karşılık ülkede bulunan İtalyan vatandaşlarını sınır dışı etmekle yetinmiştir.

Balkan Savaşı’nın başlamasıyla birlikte İtalya ile barış yapmak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp ve Bingazi’deki birliklerini geri çektiği takdirde İtalya’nın da adalardan çekilmesi konusunda anlaşmaya vardı. Ancak İtalya, adaları boşaltması durumunda Yunanistan tarafından işgale edileceği mazeretiyle adaları boşaltmamış ve Osmanlı Devleti’nin elinden çıkan bu adalar ne Lozan Konferansı sırasında nede 2. Dünya Savaşı sonrasında bir daha geri alınamamıştır.


Yunan donanmasının daha önce bahsettiğimiz stratejisi doğrultusunda İlk hedefi Limni Adası olmuştur. Bu hedef doğrultusunda, Limni Adası’nın işgali için 500 kişilik bir çıkarma birliği hazırlanarak nakliye gemisine bindirilmiş halde Skiathos Adası önlerinde bekletilmekteydi. 9 Ekim 1912 günü Yunan Donanma Komutanı 4 muhripten oluşan bir filotillayı Çanakkale Boğazı önlerinde karakol görevine gönderdi. Kendisi de Averof zırhlısının içinde bulunduğu kuvvetle Limni Adası’nın merkezi olan Kastro (Mirina) Şehri’nin önüne geldi ve öncelikle adanın teslim olması için ada mutasarrıfı ile müzakerelere başladı.

Cezayir Bahr-i Sefid vilayetinin 16 Ekim 1912 tarihli telgrafında 7 adet büyük harp gemisinin Karaburun taraflarından yaklaştıkları ve gemilerin hangi donanmaya ait olduğunun Midilli Liman Reisi tarafından incelendiği bildirilmişti.


Cezayir Bahr-i Sefid vilayetinin 19 Ekim 1912 tarihli telgrafında ise; 6 parçadan oluşan Yunan düşman filosunun Limni Limanına gelerek ablukayı genişlettiği, Averof zırhlısından sahile çıkarılan subay ile ada mutasarrıfının görüştüğü ve bu görüşmede mutasarrıfın, padişahın iradesine bağlı olduğunu ve adayı teslim etmeyeceğini ve zorla işgal edilirse bunu protesto edeceği bildirmiştir. Ancak Yunanlı komutanlar tarafından Averof zırhlısına davet edilen ada yetkilileri ile yapılan görüşmede adanın bir kez daha teslimi istenmiş ve daha önce tanınan 24 saatlik süre 1 saate indirilmiştir. Bunun üzerine adanın merkezinde bulunan jandarma ve bir miktar redif askeri adanın iç kısımlarına çekilerek savunma tertibatı almıştır. Ada mutasarrıfına verilen talimatta memleketin selameti ve vatan için gösterilen fedakârlık, neyi icap ediyorsa ona göre hareket etmeleri yönündeydi. Bu arada Bozcaada kaymakamlığından alınan habere göre bölgede 8 parçadan oluşan Yunan donanmasının hareket halinde olduğu ve Boğaz girişinde dolaştıkları öğrenilmişti. Cezayir Bahr-i Sefid Valisi Ekrem Bey (Ali Ekrem Bolayır), 19 Ekim 1912 tarihinde harbiye nezaretine gönderdiği telgrafta;


Yunan donanması Limni Adası’nın etrafına geldi ve Ada’nın teslimini mutasarrıflığa teklif etti. Yunan donanmasının bu cüreti Limni'nin askersiz bulunmasından ileri geliyor. Midilli’de ve Sakız’da bulunan nizamiye efradının İzmir Fırkasınca celbine teşebbüs olunması üzerine adı geçen çok sayıda askerin mutlaka burada bırakılması önceki gün Dahiliye Nezaretine yazılmış idi. Bu askerlerin öldürülmemesi ve kumandanlarının dahi yanlarında bırakılması için hemen emir verilmesi gerekmektedir. Midilli’deki kumandan Erkân-ı Harp Binbaşısı Vasıf Bey bir iki saat sonra gelecek olan vapurla hareket ediyor.” Mesajı ile Ada’nın işgalinin her an başlayacağını ifade etmekteydi.


Yukarıda bahse konu telgraftan kısa bir süre sonra görüşmelerin çıkmaza girmesinden dolayı Yunan donanmasına bağlı 20. Piyade Alayı’nın 2 Taburu Ada’ya çıkartılmaya başlanmıştı. Keşif çıkarması niteliğinde olan bu ilk çıkarmayı Çimandra Köyüne yapan Yunan donanması buradan Nera Köyüne ilerleyerek burada Türk askerlerinden 4 jandarma subayı ve 41 jandarma erini ve bazı köylüleri esir almıştır. Yunan donanmasının adaya girişinden sonra, Yunan askerleri Kastro Kasabasına girerek buradaki Türk Mahallesini kuşatmış ve halkı esir almıştır.




Cezayir Bahr-i Sefid Valisi Ekrem Bey (Ali Ekrem Bolayır)

Limni mutasarrıflığından Ordu-yu Hümayun başkumandanlığı vekaletine yollanan bir başka telgrafta adanın işgalinin başladığı şu şekilde anlatılmaktadır;


Yunanlı kumandanlar karaya asker çıkartmaya başladı. Kasabadan iki saat mesafede ve askerimizin karargâh olarak kullandığı bölgeyi istila ederek merkeze doğru ilerlemekte olduğu şu dakikada tahakkuk etti. Dolayısıyla bu kuvvetlerle irtibatımız kesildi. Yunan kuvvetleri ise Kasaba üzerine ilerlemektedir. Askerimizin kurtuluşu ve selameti ile hayatımız donanmamıza bağlı. Son sözümüz ise ''imdat, imdat, imdat''. Ne olursa olsun Osmanlı Devleti’nin haysiyeti için kendimizi kurban eder ve vatanımın bir parçası dahi bu kadar adi bir düşmanın elinden hemen alınmalı.’’

Rodos Valisi Ekrem Bey’in, harbiye nezaretine 21 Ekim 1912 tarihinde çektiği telgraf ile Adaların korunması için mutlaka takviye güçlerin gönderilmesi gerektiği, eldeki mevcut güçlerle adaların savunmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir:

Düşmanın Mondros Körfezi civarında bulunan Çimandra Köyüne 500 kadar asker çıkardığı ve kasabadan iki saat mesafede askerin karargâh kurduğu, mevkiyi istila ederek merkeze doğru ilerlemekte olduğu ve bu askerlerin merkezle irtibatları kesildiği ve yegâne çarenin Osmanlı Donanması’nın desteğine kaldığı Limni mutasarrıflığından şimdi alınan telgraf ile anlaşılmıştır. Adada bulunan kuvvetlerin hiçbir düşmana karşı mukavemette bulunamaz. İmroz Kaymakamlığından alınan telgrafta dahi Ada’nın bugün yarın Yunan filosu tarafından işgali muhakkak olarak ön görülmüştür ve Ada’da bulunan mahalli kuvvetin 13 jandarmadan ibaret olduğu bildirilmiştir.


Ayrıca Rodos Valisi Ekrem Bey’in çektiği bir başka telgrafta Limni dışında Midilli ve Sakız’a Yunan askerinin çıkma ihtimaline karşı Osmanlı Donanması’nın acil olarak Cezayir Bahr-i Sefid Vilayeti’ne gönderilmesini istemektedir.


İmroz Kaymakamı Lütfü Bey’in 21 Ekim 1912 tarihinde Dahiliye Nezaretine acilen yazdığı telgrafta; Yunan donanmasının Mondros limanına asker çıkardığı, 40 kadar askerle savunma yapıldığını, Pire Kariyesini ele geçirdiklerini, 4 Jandarma askerini esir aldıklarını, şehri de ortadan çevirmeye başlayarak işgal ettiklerini belirtmektedir. Ayrıca İmroz’un da işgalinin pek yakında gerçekleşeceğini, bunun için Osmanlı Donanması’nın hızla yardıma gelmesini istemektedir. Mondros Kaymakamı’nın Dahiliye Nezareti’ne gönderdiği 21 Ekim 1912 tarihli şu telgraf yaşananları açıkça ortaya koymaktadır.


Üç saattir Limni’den cevap yok. Askerlerimiz düşman askerleri ile çarpışıyorlar. Şimdi düşman kumandanlığından bir kâğıt aldım. Yunanlılar teslim teklif ediyor. Telgraf memuru ile yalnızım. Ülkemizin şanını ayaklar altına almamak için kaçmıyoruz. Bundan dolayı Allah’ın himmetine iltica ettik. Düşman adaya 2000 asker çıkardı. Yunanlılar 8 ile 10 parçadan oluşan filo ile adayı ablukaya aldılar. Bundan dolayı Osmanlı'nın şanı ve şerefi için ölüme intizar ettik.”


İşgalin sırasında, çok az bir kuvvetle adayı savunmaya çalışan jandarma kuvvetleri bunda başarılı olamayacaklarını bilerek ve ölümü göze alarak adanın iç kesimlerine doğru çekilmişler ve yukarıda belirttiğimiz üzere Osmanlı Harbiye Nezaretine yazdıkları telgrafla acil yardım talep etmişlerdir. Ancak bu taleplerine karşılık bulamamışlar ve adanın işgaline engel olamamışlardır. Sonuç olarak, ada 22 Ekim tarihinde tamamen Yunanlıların eline geçmiş ve 23 Ekim 1912 tarihinde Yunan donanması Mondros limanını bir üs haline getirmiştir. Yunan Ordusu’nun Ada’yı işgali ile Cezayir Bahr-i Sefid Valisi Ekrem Bey’in Dahiliye Nezaretine 3 Kasım 1912 tarihinde çektiği telgrafta, Limni Adası’nın Yunanlılar tarafından işgal olunmasının ardından Adadaki memur ve polislerin gözaltına alınarak nakliye gemileri ile Pire’ye götürüldükleri bilgisi verilmiştir.


SAKIZ ADASININ İŞGALİ


Yunan ordusu kumandanı Selanik’teki 2. Tümen emrinde bulunan birliklerini hazırlayarak, 21 Kasım 1912 tarihinde Selanik limanında toplamış ve 23 Kasım günü Sakız Adası önüne gelerek Kondari Mevkiinde çıkarma harekâtına başlamıştı. Bu arada Yunan ordusunun işgal ettiği adalardan Kolimnoz’da kiliselerde Yunan Kralı adına dini ayinler yapıldığı ada halkının bir kısmının sadık davranmadığı bilgisi Sakız Mutasarrıfı Fevzi Bey tarafından Dahiliye Nezaretine bildirilmişti. İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanı Miralay Mahmut Bey, 24 Kasım 1912 tarihinde çektiği telgrafta; sakız adasının teslimini isteyen Yunan donanmasının, bir Bahriye Yüzbaşısını adaya çıkararak Yunan donanma kumandanından talimat almak üzere bir heyetinin gemiye gelmesini bildirdiği, bunun üzerine tahrirat müdürü, müftü ve metropolit ve bir tercümandan oluşan heyetin gemiye gönderildiği fakat bir sonuç alınamadığı bildirilmişti.


Yunan donanmasının bu ilk çıkarmasının ardından Yunan birlikleri Sakız Adası’nın içlerine doğru ilerlemeye başlamış ve ilk çatışmalarda 6 askerimiz şehit olmuş ve 16 yaralı verilmişti. Ayrıca bu çatışma sırasında 22 askerimizde esir düşmüştü. Adayı savunan askerlerin dağlık bölgelere çekilerek mücadele etmesi Yunan askerlerinin işini zorlaştırmış ve işgali geciktirmiştir. Sakız mutasarrıfı Nazım Bey, 26 Kasım 1912 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne çektiği telgraf ile Sakız Adası’nın durumunu şu şekilde açıklamaktadır.:


Bir gün muharebeden sonra Kasaba’nın tahliyesi savunmamız için askeri olarak daha münasip görülmesi üzerine tüm kuvvetlerimiz ile bendeniz ada içerisine çekildik. Bilumum jandarma zabit ve efradı ile polis komiseri benimle beraberdir. Düşman kuvvetinin bir kısmı Karies Kariyesi’ni işgal etmiş ise de hâkim bölgeleri tutmuş olan askerlerimiz düşmanın ilerleyişini durdurmuştur. Düşman kuvvetleri hali hazırda iki torpidobotun himayesinde ilerlemesini sağlamış bulunmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı donanmasının gerçekleştireceği bir harekât düşmanın perişan olmasına neden olacaktır.

Çeşme Liman Reisi Osman Bey, 25 Kasım 1912 tarihinde Başkumandanlık Vekaleti’ne çektiği telgrafta Sakız Adası’nın bombalanmaya başlandığını şu şekilde bildirmektedir;


Yunanlıların iki gemisinden beşer kez ateşlenen topların sesinden anlaşıldığı kadarıyla Yunan gemilerinde bulunan topların 12 santimetre çapından fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Bu gemiler sabahleyin Sakız’ı bombardımana tuttuğu ve ahalinin ayaklar altında bulunduğu maruzdur.


Bu telgrafın hemen ardından aynı gün çekilen bir başka telgrafta Sakız Adası’nın işgal edildiği ilan edilmiştir.


Sakız Adası’nın işgali ile birlikte bölgede başlayan mücadele sırasında İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığına yollanan bir emirle, Yunanlıların Sakız’dan sonra Çeşme, Urla ve Sığacık’a asker çıkarabilecekleri, bu bölgenin süratle takviye edilmesi ve korunması yönünde tedbir alınması bildirilmiştir. Bu emrin hemen sonrasında gerekli önlemler alınmış ve bölgeye takviye birlikler yollanmıştır. Bu birliklerden; Ödemiş Taburu sahilin muhafazası için görevlendirilmiş, Nazilli, Denizli, Çivril Tabur’larına sahilin güvenliği için Soma Alay’ından 600, İzmir Alay’ından 800, Muğla Alay’ından 1000 mevcutlu 3 Muvazzaf Taburu ve Mekkari Tabur’undan 250 mevcutlu bir Muvazzaf Bölüğü ile takviye edilmiştir. Ancak bu taburların silah ve malzemelerinin bir kısmı yeni kurulan Taburlara gönderildiği için, elbise ve silah ihtiyacı olduğu karargâha bildirilmiştir.


Çeşme Liman Reisi Osman Bey, harbiye nezaretine 29 Kasım 1912 tarihli telgrafında Sakız Adası’nın 6 gündür kuşatma altında olduğunu ve muharebenin bütün şiddeti ile devam ettiğini bildirmektedir. Yine aynı makamdan 3 gün sonra çekilen bir başka telgrafta ise Alay bandırası ile donanmış ve içerisi asker yüklü bir nakliye gemisinin Sakız önlerine geldiği ve muharebenin devam ettiği bildirilmektedir. Ertesi gün güneşin doğması ile birlikte Sakız’da şiddetli bir muharebenin başladığı rapor edilmiş ve top atışlarının adayı zor durumda bıraktığı bilgisi iletilmiştir. Donanma Kumandan Vekaletine yollanan 3 Aralık 1912 tarihli telgrafta; Sakız Adası’nın üstünde top dumanlarını görüldüğü Ilıca Körfezi, Karaburun ve Çeşme istikametinde dolaşan bir Yunan nakliye vapurunun Sakız bölgesine doğru ilerlemekte olduğu ve Yunan torpidobotlarının bölgede gözetleme faaliyetleri yaptığı, sık sık Çeşme ve civarını projektörlerle inceledikleri bildirilmiştir. 13 Aralık 1912 tarihinde Sakız limanına iki Yunan nakliye gemisi daha geldiğinden, Ada’nın Batısı ve Limni Körfezi istikametinden iki torpidobot ve kruvazörle çift yönden taarruz hareketine geçecekleri anlaşılmış ve bu yönde tedbir alınmaya çalışılmıştır. Burada yapılan muharebede az miktarda şehit ve yaralı verilmiş, topçularımız tarafından yapılan taarruz atışlarında düşmana zayiat verdirilmiştir. Limni istikametinde ise düşmanın zayiatı çok daha fazla olmuştur.


20 Aralık 1912 tarihinde Yunan Ordusu adada ilerlemiş ve Türk kuvvetlerinin bir kısmını esir almıştı. Esir alınan 1800 er ve 37 subaydan oluşan birliklerimiz derhal gemilere bindirilerek önce Epir’e, oradan da Selanik’e nakledilmişlerdi. Bu işgal sırasında Yunan ordusunda 2 subay ölü, 6 subay yaralı, 37 er ölü, 160 er yaralı zayiatı tespit edilmiştir. İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanının, Başkumandanlık Vekaletine çektiği 22 Aralık 1912 tarihli telgrafta; düşman gemilerinin çocuk ve kadınların yoğun olarak bulunduğu Profitis Kariyesini bombardıman ettiği ve birçok kişinin öldüğü bilgisi verilmiş, ayrıca Yunanlıların bölgede yaşayan halkı toplayarak Makedonya Vapuruna doldurduğu bilgisi verilmiştir.


İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığına çekilen 1 Ocak 1913 tarihli telgrafta ise Sakız’ın teslim olmaması şu şekilde emredilmiştir.


1 Ocak 1913 Sakız Kumandanlığına iletilen emir ve talimat münasiptir. Donanma-yı Hümayun Adalar denizine çıkmak üzere bulunduğundan Sakız’daki müfrezenin bir müddet daha sabrederek vakit kazanması önemlidir. Teslim katiyen caiz değildir. Kumandanlığa tebliği tavsiye olunur.


Ancak bu emre rağmen Sakız Adası savunulamamış ve 3 Ocak 1913 tarihinde ada tamamen teslim olmuştur.


MİDİLLİ ADASININ İŞGALİ


İzmir Vilayet’i Kuvve-i Mürettebe Kumandanı 22 Kasım 1912 tarihli çektiği telgrafta, 21 Kasım 1912 günü Yunan Donanması, Midilli’ye asker çıkararak adayı işgale başlamış ve adadaki mevcut askerlerin dağlara çekildiği bilgisi verilmiştir. Çıkarma yapan 1600 kişilik Yunan birliği Midilli şehrinin içinde bulunan belirli noktaları ele geçirmiş ve ileri karakollar oluşturarak gözetleme faaliyetine başlamıştı. Bu ilk çıkarmanın ardından adaya, 210 kişilik Midilli Bölüğü, 165 kişilik Piyade Bölüğü, altı adet dağ topu bulunan batarya gönderilmiş ve ilk etapta Yunan birliklerinin toplam sayısı 3175’e çıkmıştı. Bahr-i Sefid Boğazı Kuvve-i Mürettebe Kumandanından alınan 25 Kasım 1912 tarihli şifreli telgrafta ise; Midilli Adası’nın işgalinin başladığı şu şekilde bildirilmektedir:


24 Kasım 1912 günü güneş batmadan bir saat evvel Ayvalık Limanına gelen İngiliz bandıralı bir motordan alınan malumatta Yunan donanmasının Midilli Adası’na 3400 tam donanımlı asker çıkardıktan sonra sağ salim ayrıldığının anlaşılmış olduğunu Ayvalık Liman Reisi bildirmektedir.


Karasi Mutasarrıfının, 1 Aralık 1912 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne yolladığı telgrafta Midilli civarında Yunan donanmasının faaliyetleri hakkında şu bilgileri vermektedir.


30 Kasım 1912 akşamı saat 15:00’da Midilli’de bulunan Yunan donanmasından küçük büyük 5 geminin arkalarına bağladıkları mavnalarla birlikte Bababurun istikametine gittikleri, mavnaların Midilli’deki tüccar mavnaları olup onlardan iskele yapmak maksadıyla yüzen bir köprü oluşturdukları bilgisi verilmiştir. 8 Aralık günü Türk Birlikleri teslim kararı almış ve 10 Aralık günü de merkezde toplanan esirler Molivan’a nakledilmiştir.''


Yapılan muharebelerde Yunanlılara az da olsa kayıp verdirilmiş, 1 subay ile 8 er ölü, 1 subay ile 80 er ise yaralı olarak muharebe sona ermiştir. Midilli Mevki Kumandanı tarafından, Harbiye Nezaretine çekilen 16 Aralık 1912 tarihli telgraftan anlaşıldığı üzere, Osmanlı donanması bu bölgeye henüz ulaşmamış ve muharebeye başlamamıştır. Ayrıca Ayvacık bölgesinde bulunan top, cephane ve mühimmatın güvenli vasıtalarla Midilli’deki Müfrezeye nakli istenmiş, düşmanın müfrezeyi sardığı ve Ada’nın işgalinin başladığı, donanmamızın acil olarak yardıma gelmesi gerektiği bildirilmiştir.


Midilli’de bulunan Osmanlı askerleri ile Yunan askerleri arasında 19 Aralık 1912 tarihinde yaşanan şiddetli çarpışmalar neticesinde, Osmanlı askerleri teslim olmak zorunda kalmış ve Ada’nın işgali hızla devam etmiştir. Bu arada Osmanlı donanması tüm yardım çağrılarına rağmen bölgeye ulaşmamıştır.


Sonuçta, Midilli Adasındaki Osmanlı kuvvetleri 20 Aralık 1912 tarihinde teslim olmuş ve ada tamamen işgal edilmiştir. 21 Aralık 1912 tarihinde Midilli Adası’nın Yunan askeri birliğinin kumandanı ile Türk komutanlar arasında bir protokol imzalanmış ve bu protokole göre, Osmanlı subaylarının barış sağlanıncaya kadar adada kalmalarına ve kılıç taşımalarına müsaade edilmiş, Osmanlı esirlerinin silahları ile birlikte teslim olmaları ve iaşelerinin Yunan hükümetince karşılanmasına karar verilmiştir.


24 Aralık 1912 tarihinde Donanma-yı Hümayun Kumandanlığına çekilen telgrafta; Midilli’ye çıkan 800 Yunan askerinin köylerde bulunan Müslüman halkın can, mal ve ırzına geçtikleri, eşyalarını yağmaladıkları bilgisi verilmiş ve bu tehlikenin başka bölgelere de yayılabileceği ve acilen yardıma gelinmesi talep edilmektedir. 26 Aralık 1912 tarihinde Çeşme’den çekilen telgrafta işgal karşısında Osmanlı donanmasının gelmeyişi şu şekilde anlatılmaktadır;


Rumeli’nin muazzez toprakları İslam kardeşlerimizin çoluk çocukları zalim düşmanların ayakları altında çiğnendi. Birçok vatan evladı ve masum halk şehit oldu. Yunan gibi bir devlet posta vapurlarını kruvazör, istimbotlarını torpidobot yaparak adalarımızı işgal ederek, askerlerimizi dağların tepesinde avlıyor. Buna da kani olmayarak Anadolu’da bulunan limanlarda filikalara varıncaya kadar deniz vasıtalarımızı topluyor. Boğazda Yunan donanmasını perişan eden donanmamız aradan günler geçti gözlerimiz gece gündüz Yunan gemilerinden başka bir şey görmüyor. Millet donanmayı bugün için beslemiyor mu? Yoksa bunları Bizans surları önünde geçit merasimi için mi saklayacağız. İşte biz Çeşmeliler eğer donanmamız gelmezse düşmanın ayakları altında çiğnenmeden hicrete mecbur olacağımızı arz ediyoruz.


DİĞER ADALARIN İŞGALİ


Aydın vilayetinden Harbiye Nazırı namına Müsteşar Selahaddin Bey’e gönderilen 17 Mart 1913 tarihli telgrafa göre; 15 Mart 1913 tarihinde Yunan donanmasının Sisam adasına 400 asker çıkardığı ve adayı işgal ettiği bilgisi verilmiştir.


İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığından çekilen 18 Mart 1913 tarihli telgrafta ise; 4 Mart akşamı itibarı ile iki Yunan torpidobotunun Meis Adasına gelerek adayı işgal ettiği, adada sadece bir bölük muhafızın olduğu, bu askerlerinde adanın işgalini engelleyemeyeceği ve yardım edilmesi gerektiği bildirilmiştir. 31 Ekim 1912 tarihinde Yunan donanması İmroz, Taşoz, Bozbaba (Strati) adasını işgal etmiştir. 1 Kasım 1912 tarihinde Semadirek adasını işgal etmiştir. Yunan donanması daha sonraki günlerde, 6 Kasım 1912 tarihinde Averof zırhlısı ile Karaburunu bombalamış, 7 Kasım 1912 tarihinde Bozcaada’yı, 17 Kasım 1912 tarihinde Nikarya adasını, son olarak, 15 Mart 1913 tarihinde Sisam Adasına giren Yunan güçleri, ada halkının coşkun tezahüratları eşliğinde karaya çıkarak herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan adayı zapt etmiş, böylece Ege Denizinin bütün adaları Yunanistan tarafından işgal edilmişti. İşgal edilen adaların bazılarında haberleşme ağı olmadığı için işgalden geç haber alınmış ve bu adalar kaderlerine terk edilmiştir.


1 Kasım 1912 tarihinde Semadirek Adasının işgalinden hemen önce Selanik Limanı önündeki engelleri aşan bir Yunan torbidobotu gizlice limana girerek Feth-i Bülent Korvetini batırmıştır. Feth-i Bülent korvetinin nasıl batırıldığı ile ilgili detaylara girerek Osmanlı ordusunun acziyetini birde bu olay üzerinden değerlendirmekte fayda var.


FETH-İ BÜLENT KORVETİNİN BATIRILMASI


Selanik Limanı, 4 adet 210 mm’lik, 6 adet 87 mm’lik top ile Feth-i Bülent korvetinden sökülen 4 adet 150 mm’lik, 4 adet 75 mm’lik ve 4 adet 57 mm’lik olmak üzere toplam 22 parça top ile savunulan müstahkem bir limandı. Ayrıca büyük tonajlı gemilerin limana girmesine mâni olmak için iki de mayın hattı mevcuttu. Yeterli topa sahip olmasına rağmen bunların limanı koruyacak şekilde konuşlandırılmamış olmaları, gece ihtiyaç duyulan ışıldak sisteminin yetersizliği ve gözetleme ekipmanlarının olmaması liman savunmasının zaafları arasındaydı. 31 Ekim 1912 sabahı Feth-i Bülent, Beşçınar mevkii karşısında bulunan mendireğin yaklaşık 200 metre dışında demirli bulunuyordu. Trablusgarp savaşı esnasında limanda bulunan gemilere İtalyan donanmasına ait gemilerin limana girmesi durumunda kendilerini batırmaları emredilmişti. Balkan Savaşı ile birlikte ilave bir emir verilmemişti.


Donanma ana kuvvetini Ege Denizi’ne sevk eden Yunanlılar, Adriyatik’te kalan unsurları ile de harekât icra ediyordu. Bu harekatlar kapsamında bir Yunan torpidobotu gece yapacağı operasyon için 31 Ekim 1912 günü Selanik Körfezi’nde bulunan Katerin Kasabasına geldi ve Aynı gün akşamı saat 21:00’da Selanik Limanı’na doğru harekete geçti. Topları sökülen Feth-i Bülent korvetinde mürettebat olarak 13 subay ve 9 er bulunmaktaydı. Mürettebatın elinde gemisini savunacak sadece 9 mavzer tipi tüfek vardı.


Emniyet tedbiri olarak liman ağzında filikalarla Müstahkem Mevki Komutanlığı tarafından devriye yapılarak Feth-i Bülent korveti korunuyordu. Ancak Feth-i Bülent herhangi bir karakol vasıtası çıkarmadığı gibi ışıldak ile gemi etrafında olası tehditlere karşı bir tarama da yapmıyordu. Saat 22:30 civarında Yunan torpidobotu liman ağzına geldi. Liman giriş şamandırasının yerinde bırakılması Yunan torpidobotunun girişini kolaylaştırdı. Yunan torpidobotu şamandıranın batısından geçerek yaklaşık bir saat sonra Feth-i Bülent’in sancak tarafında belirdi. Yunan torpidobotu saat 23:35’te sancak kovanından ve 150 metre mesafeden ilk torpidosunu ateşledi. Torpido Feth-i Bülent’in kazan dairesine isabet etti. Yunan torpidobotu Feth-i Bülent’e attığı ikinci torpido ve limanda demirli olan silahlı yatı hedef aldığı üçüncü torpidolarda ise isabet sağlayamadı. Bulunduğu yerde karaya oturan Feth-i Bülent’te bu saldırı neticesinde, gemi imamı ve 6 er şehit oldu. Bu operasyondan sonra Yunan Torpidobotu limana girdiği yerden çıkarak karanlıkta gözlerden kayboldu. Oldukça eski ve makinesi arızalı olan, topları sökülmüş ve neredeyse eğitim atışı için hedef haline getirilmiş olan Feth-i Bülent’in batırılması deniz gücü açısından önemsiz olsa da korunaklı bir limanda böyle bir harekât Yunanlılar için cesaret, Osmanlılar için ise ihmalkârlık göstergesi olarak değerlendirilebilir.




Feth-i Bülent Korvetini Batırılmasını Gösteren Bir Tablo



Feth-i Bülent Korvetini Batırılmasını Gösteren Bir Propaganda Broşürü

Limanda bulunan silahlı yat daha sonra Yunanlıların Selanik’e girmelerinden evvel Kızılay hastane gemisine çevrildi. Ancak Selanik’i teslim alan Yunan Prensi, hastaneye çevrilen yatın hastane gemisi olduğunu kabul etmeyerek 17 Kasım’da gemiye Yunan bayrağı çektirdi. Sürat, Selanik ve Teslihat römorkörleri 27 Kasım 1912 tarihine kadar limana giren tarafsız gemilere kılavuzluk ettiler. Bu tarihte Fransız kruvazörü Sürat römorkörünü, Selanik römorkörü de Teslihat römorkörünü yedeğine alarak limandan ayrıldı. Fransız kruvazörü römorkörlerimizi Çanakkale Boğazı girişine kadar getirerek burada serbest bıraktı. Seddülbahir önlerine geldiğinde römorkörler Fransız bayrağını indirerek ederek Osmanlı bayrağını çekti ve boğazdan içeri girdi.


DENİZ MUHAREBELERİ ÖNCESİ GELİŞMELER


Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey 25 Kasım 1912 tarihinde Başkomutan Vekiline 3 rapor göndermişti. Bu raporlarda özetle görev verilen gemilerin durumları hakkında bilgiler verirken görevlerini yapamayacaklarını belirtiyordu. Başkomutan Vekili Nazım Paşa ise raporlarda belirtilen hususlarda öne sürülen nedenlerin gemilerin durumundan değil Albay Tahir Bey’in savaşmak istememesinden kaynaklandığını düşünüyordu. Bu nedenle 27 Kasım ve 29 Kasım günlerinde iki defa Donanma Komutan Vekilinin değiştirilmesini Bahriye Nezaretine teklif etti. 7 Aralık’ta donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey görevinden alınarak yerine yardımcısı Albay Ramiz Bey atandı.

Donanma üzerinde Ege Denizi’ne çıkması için baskıların arttığı günlerde komuta kademesinde yapılan bu değişikliğe ilaveten teşkilat yapısına da Başkomutanlık Vekâleti tarafından müdahalede bulunuldu. Osmanlı İmparatorluğu Berlin Elçisi Ali Nizami Paşa denizcilik alanındaki gelişmelere karşı ilgisiyle tanınıyordu ve bu sayede Alman Büyük Amiral Von Tirpitz ile arkadaşlık kurmuştu. İkili arasındaki bir görüşmede Amiral, Ali Nizami Paşa’ya Osmanlı donanması Averof zırhlısından çekindiği için Ege Denizi’ne çıkamıyorsa görevlendireceği bir Alman deniz subayının emrine 4 muhrip verilmesi halinde bir gece harekâtı ile Averof’u batırabileceğini söylemişti.


Elçi durumu İstanbul’a aktardığında teklif Başkomutan Vekili tarafından hemen kabul edildi ve donanmadan 4 muhrip ayrılarak Müstakil Fırka adıyla bir görev kuvveti oluşturuldu. Ancak Almanya’dan gelen subay emrine verilen muhripleri inceledi ve ‘‘Bunlarla ile hiçbir harekât yapılamaz!’’ diyerek görevi kabul etmedi. Durum karşısında geri adım atmayan Başkomutanlık Vekâleti 11 Aralık 1912 tarihinde gemisi onarımda bulunan Yüzbaşı Rauf Bey’i (Rauf Orbay) Müstakil Filotilla komutanlığına atadı. Müstakil Filotilla; Yadigâr-ı Millet, Muavenet-i Milliye, Basra ve Taşoz muhriplerinden kurulmuştu. Yüzbaşı Rauf Bey emrine verilen filotillaya 12 Aralık 1912 günü Marmara Denizi’nde torpido atışları yaptırdı. Talimler sonrası Başkomutanlık Vekâletine gönderdiği raporda atışların başarılı olduğu ve personelin maneviyatının yüksek olduğunu bildirdi.




Basra Torpidobotu



Yadigâr-ı Millet Muhribi

Müstakil bir oluşum olması itibariyle Yüzbaşı Rauf Bey, Başkomutanlık Vekâleti ile doğrudan yazışıyordu. Ancak Donanma Komutan Vekili bu durumdan rahatsızdı. Bu durumun yaklaşan muharebede sorun teşkil etmemesi için Bahriye Nezareti 15 Aralık 1912 günü Müstakil Filotilla Komutanı ve Donanma Komutan Vekiline çektiği iki ayrı telgrafta Ege Denizi’nde icra edilecek harekâtlarda Müstakil Filotilla’nın Donanma Komutan Vekili emrinde bulunacağını bildirdi. Müstakil Filotilla 14 Aralık günü gece saat 03:15’de ilk kez boğazdan dışarı çıktı. Yadigâr-ı Millet, Muavenet-i Milliye, Basra ve Taşoz sıralaması olacak şekilde ve 6 mil sürat ile gemiler limandan ayrıldı. Limandan ayrılan müstakil filotilla Muarız Körfezi-İmroz Adası-Beşige hattında ilerleyerek gözlem görevini icra etti ve düşman ile herhangi bir temas sağlanamayınca sabah saat 08:00’da Nara Limanına döndü.


Aynı gün saat 08:30’da Seddülbahir önlerinde devriye görevi yürüten Sultanhisar torpidobotuna boğaz girişinde gözetleme görevinde bulunan 3 Yunan muhribi tarafından 7000 metre mesafeden beş mermi atıldı. Donanma Komutan Vekili’nin bu olaydan ancak Sultanhisar limana döndükten sonra saat 09:40’da haberi oldu. Haber alınır alınmaz derhal Mecidiye’ye hareket emri verildi. Saat 10:20’de hareket eden gemi saat 11:30’da boğazdan çıktı. Boğazdan çıkan Mecidiye kruvazörü önce Muarız Körfezi ile İmroz Adası istikametinde düşmanı aradı. Bu bölgede düşmana rastlamayınca Beşige önlerine yöneldi ve saat 13:30’da 4 Yunan muhribi ile temas sağladı. Yaklaşık bir saat uzak mesafeden topçu düellosu sonucu muhripler ateş keserek uzaklaşınca Mecidiye de saat 16:45’de Nara Limanı’na döndü. Başkomutan Vekili Nazım Paşa 15 Aralık 1912 tarihinde Mecidiye’nin düşman üzerine tek başına sevk edilmesini eleştiren bir telgraf ile Donanma Komutan Vekilini ikaz etti.


Savaşın başlamasının üzerinden iki ay geçmesine rağmen Osmanlı donanması henüz Ege Denizi’ne çıkamamış aksine Yunan donanması bu denizde sürekli hareket halinde bulunmuştu. Kara savaşlarındaki bozguna bir de Ege Adaları’nın kaybedilmesi eklenince İstanbul’da siyaset ortamı gerilmiş ve hükümet tarafından kamuoyunu yatıştırmak maksadıyla donanmanın Ege Denizi’ne çıkarak Yunan donanmasını arayıp bulması ve imha etmesi çare olarak düşünülmüştü. Bu düşünce Bahriye Nazırı tarafından donanmaya gönderilen mesajdaki ‘‘İstanbul’da kamuoyu hükümetin geleceğini mutlaka donanmanın Ege’ye çıkmasına bağlı olduğunu söylüyor’’ cümlesiyle açıkça ifade edilmişti.


Yeni göreve atanan Albay Ramiz Bey, 14 Aralık 1912 tarihinde toplanan harp meclisi, Ege Denizinde yapılacak olan muharebe ile ilgili durumu gözden geçirerek muharebenin esaslarını tespit etmişti. Yapılan görüşmede Osmanlı ve Yunan donanmalarının kuvvet mukayeseleri ele alınmış ve Yunan donanmasının sürat ve teçhizat açısından üstünlüğü ortaya çıkmıştı. Bu üstünlüğü ortaya koyan belirleyici faktör ise Averof Zırhlısının hız ve atış kabiliyeti bakımından Barbaros Hayreddin zırhlısından daha kapasiteli olması olarak değerlendirilmişti. Ancak Osmanlı donanması da bölge olarak kendi müstahkem mevkiinde bulunması açısından durum üstünlüğüne sahipti. Neticede harp meclisi her türlü sıkıntıya rağmen muharebe yapma kararı almış, bu kararı almalarında Bahriye Nazırının emir ve telkinleri etkili olmuştu. Osmanlı harp meclisi, Ege Denizinde muharebeye karar verdikten sonra elindeki gemilerin durumunu tekrar incelemiş ve Mesudiye ile Asar-ı Tevfik gemilerinin bakımsız ve az sürat yapmalarından dolayı savaş dışı bırakılmalarına, bunun yanında Karadeniz filosunda bulunan Berk-i Satvet Torpido Kruvazörü’nün muharebeye dahil edilmesine karar vermişti. Ancak savaşın ilerleyen safhalarında zor durumda olan Osmanlı donanmasının takviyesi için Mesudiye ve Asar-ı Tevfik gemileri de bu Adalar bölgesindeki harekatlara iştirak etmek üzere bu bölgeye çekilecekti.


İMROZ DENİZ MUHAREBESİ


Osmanlı donanması, yukarıda zikrettiğimiz karar çerçevesinde oluşturulan filo ile Çanakkale Boğazı'na intikal etmiş, boğaz dışına yapılan çıkışlarda sık sık Yunan gemileri ile karşılaşılması sonucu Osmanlı donanmasının, Yunan donanmasına karşı dezavantajı bir kez daha görülmüştü. Bu dezavantajda en büyük pay sahibi ise Yunanların Averof zırhlısı idi. Önceki yıllarda Yunanlıların Averof atağına karşı Osmanlılar zırhlı Alman Kruvazörü SMS Blücher veya Ağır Kruvazör SMS Moltke tipinde bir gemi almaya çalıştılarsa da fahiş fiyatlar ve bu gemilerin maliyetinin karşılanamayacak olmasından dolayı bu planı rafa kaldırılmış, onun yerine 2.el ve 1890'lardan kalma Alman donanmasından emekli edilmiş olan SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm (Barbaros Hayreddin) ve SMS Weissenburg (Turgut Reis) gemileri alınmıştı. (bkz: Barbaros Hayreddin Zırhlısı) / (bkz: Turgut Reis Zırhlısı) Osmanlı İmparatorluğu, hem finansal sıkıntılar hem de diğer nedenlerden dolayı teknolojiyi takip edememiş ve bu durumun acısını Balkan Savaşında çok kötü ödeyecekti. Dahası 1912 yazına gelindiğinde, donanmada bulunan bu gemiler ile birlikte diğer gemilerinde çoğu finansal sıkıntılarından dolayı ihmal edilmişti. Gemilerin çoğunda telefonlar çalışmıyor, mühimmat asansörleri ve mesafe ölçerler yerinden sökülmüş, pompalar korozyona uğramış, su geçirmez kapılarının çoğu artık kapanmaz durumdaydı. Balkan savaşı sırasında ise bu eksiklikler tam olarak kapatılamadığı gibi personelin eğitimi ve taktik bilgisi de son derece yetersizdi. Zira Osmanlı Devletindeki siyasal karışıklıklar, bozuk ekonomik durum ve mektepli (asker kökenli ve askeri okullardan mezun reform isteyen genç ama tecrübesiz subaylar) ile alaylı (asker kökenli olmayıp erlikten başarıları nedeniyle yükseltilen veya padişah tarafından atanan reformlara karşı kimseler) çekişmesinden doğan etkenler donanmadaki reformları da ciddi manada etkilemişti. Ayrıca Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı donanmasında görevli İngiliz ıslah heyetinden Arthur Limpus’un sadarete samimiyetiyle verdiği; savaş öncesinde Osmanlı donanması ile Yunan donanmasının kapasitelerinin karşılaştırılması ve harbin sonunda elde edilecek avantaj ve dezavantajlarına dair raporu önemli idi. Bu rapor Limpus’un kendi hükümeti tarafından da baskı altında tutulduğunu göstermektedir.


Yukarıda bahsettiğimiz Osmanlı donanmasının içinde bulunduğu tüm olumsuzluklara karşı Ege Denizine çıkma kararı alması bir bakıma hem zorunluluk hem de karşısında bulunan Yunan donanmasının gücünden dolayı bir intihar göreviydi. Ayrıca tüm harekât planlarının detaylı şekilde önceden yapılmamış olması bir başka dezavantajı beraberinde getiriyordu. Bu dezavantaj ise kaşı tarafın harekât planlarını iyi değerlendirilmeden yapılmış olmasıydı. Bununla birlikte yazının başında belirttiğimiz üzere Yunanlılar derslerine iyi çalışmış ve Osmanlı donanmasının yapabileceği her hareketi en ince ayrıntısına kadar değerlendirmişti. Dolayısıyla Yunan donanmasının bu savaş sırasında çok iyi teşkilatlandığı ve her duruma hazırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Haliyle Yunanlılar, Osmanlı donanmasının savaş sırasında boğazlardan çıkarak bir harekât düzenlemesini bekliyorlardı. Bu bağlamda; Yunan Donanması 16 Aralık 1912 sabahı saat 06:00’da ana kuvvet; 4 Zırhlı (Averof, Spezya, Hydra, Psara) ve 4 Muhrip (Leon, Panter, Yeraks, Aetos), Karakol Grubu; 3 muhrip (Velos, Doksa, Aspis) ve Bozcaada’da ikmal yapan 6 Muhripten oluşan Muhrip Filotillası olarak teşkilatlanmıştı. Bu kuvvetin başında ise Tuğamiral Pavlos Kunduriotis bulunmaktaydı.



Hydra Öndretnotu



Psara Öndretnotu



Spezya Öndretnotu

Osmanlı donanması yapılan muharebe planına uygun olarak 16 Aralık 1912 sabah saat 07:00’dan itibaren Nara Limanı’ndan hareket etti. Makine arızası nedeniyle Basra muhribi 1. Muhrip Filotillası emrinden alınarak 3. Muhrip Filotillası’na dâhil edildi. Aynı saatlerde Yunan ana kuvveti İmroz Adası ile Gelibolu Yarımadası arasına ulaşmıştı. Saat 07:07’de Barbaros Hayreddin zırhlısı ve ana kuvvet demir alarak 07:37’de 8 mil sürat ile boğaz ağzına ilerlemeye başladı. Yadigâr-ı Millet boğaz önüne geldiğinde gördüğü Yunan ana kuvvetini geri dönerek 08:37’de Donanma Komutan Vekiline rapor etti. Donanma Komutan Vekili de Müstahkem Mevki Komutanlığından düşmanın 4 zırhlı ve 5 muhribi ile Zığındere, 5 muhrip ve 1 denizaltı ile de Bozcaada önlerinde olduğuna dair istihbarat raporu almıştı. Donanma Komutan Vekili aldığı bu raporlar ışığında saat 08:45’de gemilere muharebeye hazırlanmaları emrini verdi.




Osmanlı Donanması Hellas Burnu Önlerinde

Yunan donanmasına ilk haber boğaz önünde gözetleme yapan Velos muhribinden geldi. Osmanlı donanması Hellas Burnu önlerinde saat 09:15’te boğazdan çıkmak üzereyken her iki donanma birbirini 6 mil mesafeden tespit etti. Osmanlı donanması rüzgârı ve güneşi arkasına almıştı. Rüzgârın arkadan esmesi sayesinde yapılacak atışlarda namludan çıkan duman hemen dağılacak, güneşin arkasında olması da Yunan gemilerindeki nişancıların sağlıklı nişan almalarına mâni olacaktı. Kısacası Osmanlı donanması önemli bir avantaja sahipti. Osmanlı Donanma Komutan Vekili kendisini görmesine rağmen Yunan donanmasının güneye seyrediyor olmasını düşmanın kendisini denizaltı sahasına çekmeye çalıştığı şeklinde değerlendirdi. Osmanlı donanması saat 09:15’de 9 mil süratle boğazdan 3-4 mil kadar açıldı. Osmanlı donanması pozisyon avantajını koruyarak sancak tarafına dönmeye başladı. Kesin muharebeye kararlı olan Yunan donanması da saat 09:39’da kuzeye döndü. Dönüşten sonra Osmanlı donanmasındaki gemi sıralaması; en önde Barbaros Hayreddin olmak üzere sırasıyla Turgut Reis, Mesudiye ve Asar-ı Tevfik şeklindeydi. 1. Muhrip Filotillası ana kuvvetin sancak tarafında, 2. Muhrip Filotillası ise iskele tarafında ateş hattında bulunmayacak şekilde seyrediyordu.


Her iki donanma kuzeye seyrederken daha elverişli durumda olan Osmanlı donanması bayrak gemisinden verilen işaret ile Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, Averof’u hedef alan atışlarıyla saat 09:40’da muharebeyi 11.000 metre mesafeden başlattı. İmroz Deniz Muharebesi’nin resmî raporunda bu durum şöyle belirtilmektedir:


İlk ateş filomuz tarafından açıldı. Atılan ilk mermiler, düşmana pek yakın düşüyor ve tezyidi sürat edinceye kadar, sükûtlar muntazam vaki oluyordu. Başla ateş emrinden sonra plan mucibince donanmamız Averof üzerine konsantre etti. Bu esnada Averof’un baş tareti civarında siyah bir dumanın suudu, atılan mermilerden isabet vaki olduğunu gösterdi. İsabeti müteakip Averof’un baş tareti ile sancak omuzluğundaki tareti sukut ettiği ve bilahare ateşe iştirak etmedikleri görüldü. Averof’un endahtı me’mûl edildiği kadar seri olmadı. Attıkları mermilerin kffesi âli feveranlı idi. Ekserisi toptan çıkar çıkmaz iştial ederek Averoff’un tûlünce ve pek yakınında köpüklü su kütlesi kaldırıyor ve intişar eden humbara dumanı ile beraber Averof’u nazarımızdan tamamen setrediyordu.”


Kısa bir süre sonra Yunan zırhlıları da Barbaros’u hedef seçerek karşılık vermeye başladı. Averof’a ilk isabeti 234 mm’lik mermisiyle Mesudiye sağladı, onu bir 280 mm’lik mermi isabeti izledi. Her iki donanmada atışlarını düşman amiral gemisi üzerinde birleştirdiği için sağlıklı gözlem bilgisi elde edememiş ve bu yüzden doğru düzeltme uygulayamadıkları toplarından elde ettikleri isabet oranının oldukça düşük kaldığı değerlendirilmişti.






Bu sırada Hydra, Spetsai ve Psara gibi gemilerin hızını tatmin edici bulmayan Kountouriotis ''Z'' harfiyle simgelenen flamasını çekmiş ve Averof zırhlısı ile Osmanlı filosuna karşı 20 millik bir hızla ilerlemeye başlamıştı. Hızının yanı sıra askeri donanım ve cephane bakımından da avantajlı konumda olan Averof, Osmanlı donanmasını yararak, Osmanlı donanmasının sancak gemisi olan Barbaros Hayreddin zırhlısını hedef almaya başladı. Bu arada Osmanlı donanması düz dikey bir çizgi halindeydi ve en başta da bayrak gemisi Barbaros Hayreddin ilerlemekteydi. ''T'' geçiş pozisyonu olarak bilinen ve 19. Yüzyıl başları ile 20.yüzyılın ilk yarısında ve bu muharebe öncesi 1905'de Japonya ile Rusya arasında ‘’Tsushima Deniz Muharebesi’’ sırasında uygulanan bu taktik ile Barbaros Hayreddin aynı anda diğer Yunan gemilerince de çapraz ateş altına alındı. İşte bu manevra esnasında Barbaros zırhlısı, Averof’tan atılan 190 mm’lik bir mermi ile vuruldu. Bir erin şehit olduğu bir diğerinin yaralandığı isabet sonucu çıkan yangın kısa sürede söndürüldü. Saat 10:15 olduğunda Averof, Barbaros’un iskele tarafından 3000 metre mesafesinde bulunuyor, diğer üç Yunan zırhlısı da Barbaros’un iskele tarafında 7000 metre mesafesinde bulunuyordu. Osmanlı 1. Muhrip Filotillası da bu sırada Averof zırhlısına 4000 metre mesafeye kadar yaklaşmıştı. Donanma Komutan Vekili, Yunan donanmasının, hem ‘’T’’ manevrasından kurtulabilmek hem de o sırada Averof’tan atıldığı rapor edilen torpidodan sakınmak için 180 derece dönüş emri vererek güneye döndü. Bu durumu Donanma Komutan Vekili Ramiz Bey savaş raporunda şöyle kaydetmiştir:


Mesafe 3000’e pek terekküz edince Averof’un torpido endaht ettiğini ve pruvamızdan geçtiğini ifade ediyorlar. Barbaros’un düşman gemisine olan mesafesi 3200 iken sefain yekdiğerinin ateşine maske etmemek, menzili artırarak torpido mesafe-i müessiresinden çıkmak üzere 10.17’de bir anda 16 kerte sancağa tebdili rota edildi. 10.20’de Mesudiye rehber olmuştu...





İki Donanmanın ''T'' Geçiş Pozisyonundaki Konumu (Kırmızı renkteki Gemiler Osmanlı Donanması - Mavi Renkteki Gemiler Yunan Donanmasını Temsil Etmektedir)

Averof manevra yapan Osmanlı donanması ardından dönüş yaptı ve iskele topları ile bir müddet ateş etti. Ancak Osmanlı donanmasının Boğaz ağzına seyretmesi nedeniyle takibe devam etmedi ve rotasını Mondros Limanı’na doğru çeviren Averof diğer zırhlılar ile birleşerek uzaklaştı. Böylece iki donanma birbirinden ayrılmış oldu. Bu saldırı neticesinde; Barbaros Hayreddin 7 ölü ve 14 yaralı vermiş, Barbaros Hayreddin'in kardeş gemisi olan Turgut Reis ise 8 ölü ve 20 yaralı vermiş, Mesudiye Kruvazörü ise 3 ölü ve 7 yaralı verilmişti. Bu çatışma sırasında Yunan donanmasının kaybı ise sadece 2 ölü olup, hiçbir gemi ciddi hasar almamıştı.


Osmanlı donanması saat 10:45’de ateş keserek bir kez daha düşmanı aramak için muharebe alanına seyre geçmeyi denedi. Ancak filo halinde 8 mil sürat yapabilmelerinden dolayı Yunan donanması ile mesafeyi kapatmak mümkün gözükmüyordu. Israrlı takiplerine rağmen Yunan donanmasının tüm unsurlarıyla birlikte batıya uzaklaştığının tespit edilmesi nedeniyle saat 13:00’da Çanakkale Boğazı yaklaşma rotasına dönüldü. Sonuçta zaten Yunanlılardan teknolojik olarak daha geri gemilere sahip iken bir de taktiksel hataya düşme neticesi, bu saldırıya karşı koyamayan Osmanlı donanması geri çekilmek zorunda kalırken Aetos, Ierax ve Panthir adlı yunan muhripleri 13 Aralık 1912 ile 26 Aralık 1912 tarihleri arasında Osmanlı filosunu yakından izlemeyi sürdürmüşlerdir.





KEŞİF HAREKÂTLARI

Keşif harekâtı kapsamında Müstakil Filotilla Muavenet-i Milliye muhribi önde, diğer muhripler, Mecidiye ve Berk-i Satvet arkalarında olmak üzere 22 Aralık 1912 saat 07:00’da hareket etti. Saatler 08:08’i gösterdiğinde Filotilla Hellas Burnu önünde süratini 12 mile çıkarılarak batıya doğru ilerlemeye başladı. Saatler 08:25’i gösterdiğinde Tavşan Adası civarında iki Yunan muhribi görülünce Müstakil Filotilla Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey, Mecidiye ve Berk-i Satvet’i üzerlerine gönderdi. Ancak temas sağlanamadan Yunan muhripleri bölgeden uzaklaştı. Bu İki muhribin gece verdikleri rapor üzerine 8 muhripten oluşan bir Yunan görev gücü Mondros Limanı’ndan çıkmıştı. Yunan Donanma Komutanı ise emrindeki 4 zırhlı ve 2 muhrip ile harekâta hazır durumda bekliyordu.


Müstakil Filotilla saat 08:40 ve 09:50’de Romanya bandıralı iki ticaret gemisini durdurarak gemi kaptanlarını sorguladı. Gemi kaptanlarından düşmanın Bozcaada civarında bulunduğu yönünde bilgiler alması üzerine Filotilla Bozcaada istikametine döndü. Müstakil Filotilla Komutanı saat 09:55’te güney istikametinde Yunan muhriplerini görünce Mecidiye ve Berk-i Satvet’i bu gemilerin üzerlerine gönderdi. Mecidiye kruvazörü ilk ateşi 8.000 metreden açtı. 15 dakika kadar çatışma devam ettikten sonra Yunan muhripleri hızla geri çekildi. Bu esnada muhriplerin Yunan komutanı bir muhribi telsizi olmayan Delphin denizaltısını bilgilendirmek üzere göndermişti. Mecidiye ve Berk-i Satvet bir kol, muhripler diğer kol olmak üzere iki hat halinde güneye intikal ederken saat 10:40’da Aetos muhribini ile temas kuruldu. Üstün Osmanlı Filotillası karşısında tek başına yakalanan Aspis risk alarak sığ suları kullandı ve kuşatılmaktan kurtularak uzaklaştı. Denizaltı da süratle daldığından filotilla tarafından görülemedi. Müstakil Filotilla Bozcaada’yı bombardımana başladığı anda Delphin denizaltısı 500 metre mesafeden Mecidiye’ye torpido hücumu gerçekleştirmesine rağmen başarılı olamadı. Bir saat kadar aranan denizaltıyı bulmak mümkün olmadı. Filotilla saat 11:45’ten itibaren Yunan donanmasının Bozcaada’ya girişini kolaylaştıran Gadaro Adası’ndaki fener kulesini 10 dakika süreyle bombaladı. Gece aldıkları rapor üzerine denize açılan Yunan muhriplerinin bölgeye ulaşması ile birlikte Müstakil Filotilla ile bu gemiler arasında kısa süreli bir çatışma yaşandı. Mecidiye ve Berk-i Satvet’in de katıldığı çatışmada Mecidiye 105 mm’lik bir mermi isabeti aldı, fakat onun attığı mermilerden birinin Panter muhribinde oluşturduğu hasar sonucu Yunan gemileri muharebe alanını terk etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Müstakil Filotilla da geri dönerek saat 14:20’de Nara Limanı’na demirledi. 22 Aralık 1912 günü keşif harekâtında görev kuvveti çeşitli çapta 140 mermi sarf etti. Ertesi gün müstahkem mevki gözcülerinin denizaltının son görüldüğü yerde Yunan muhriplerinin dolaştığını rapor etmesi üzerine denizaltının batmış olabileceği değerlendirildi.




Delphin Denizaltısı



Aetos Muribi

İmroz Deniz Muharebesinden sonra denizciler için manevi önemi olan Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağı 24 Aralık 1912 günü İstanbul’dan getirtilerek Barbaros zırhlısının direğine çekildi. Bir müddet direkte dalgalanarak donanmaya moral aşılayan sancak, yeni bir deniz muharebesinde direğe çekilmek üzere yeniden direkten indirildi.


Başkomutanlık Vekâleti donanmanın Ege Denizi’ne yeniden çıkması için baskı yapıyordu. Donanma Komutan Vekili ise gemilerin mevcut onarım ihtiyaçlarının üzerine bir de İmroz Deniz Savaşı’nda aldıkları hasarların onarılmasının öncelik arz ettiğini öne sürüyordu. 25 Aralık 1912 günü Donanma Komutan Vekili yaşanan bu anlaşmazlığı Başkomutan Vekili ile bizzat görüşmek üzere İstanbul’a gitti. İki gün süren görüşmeler sonunda adaları kurtarmak için asker sevk edilmesi gerektiği, bunun da ancak deniz hâkimiyeti sağlandıktan sonra yapılabileceği konusunda hem fikir oldular. Bu maksatla 13 Ocak 1913 tarihine kadar gemilerin onarımlarının tamamlanması, ardından sırasıyla Bozcaada ve Mondros Limanı’na taarruz edilerek buralardaki Yunan donanma ve tesisleri imha edilerek ya da ablukaya alınarak harekât sahasının Midilli ve Sakız adaları sularına kadar genişletilmesine karar verdiler.


1913 yılı Ocak ayı başında Hamidiye kruvazörü ve Numune-i Hamiyet muhribinin tersaneden çıkması sonucunda donanma bir kez daha teşkilat değişikliğine gitti. Bu yeni teşkilatlanmaya göre; Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey komutasında 4 zırhlı (Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Mesudiye, Asar-ı Tevfik), 2 kruvazör (Hamidiye, Mecidiye) ve 1 torpido kruvazörü (Berk-i Satvet) olacaktı. Yarbay Rıfat komutası altında 1. Muhrip Filotillası; 3 muhrip (Muavenet-i Milliye, Gayret-i Vataniye, Numune-i Hamiyet), 2. Muhrip Filotillası; 3 muhrip (Taşoz, Basra, Yarhisar), 3. Muhrip Filotillası; 1 muhrip (Samsun), 5 torpidobot (Akhisar, Demirhisar, Sivrihisar, Sultanhisar, Hamidabat) bulunacaktı.


DONANMANIN 10-11-12 OCAK 1913 TARİHLİ KEŞİF HAREKÂTLARI


Başkomutanlık Vekâleti 5 Ocak 1913 tarihinde Donanma Vekâletine düşman nakliye gemilerinin Midilli ve Sakız adaları arasında serbestçe dolaşmasından duyduğu rahatsızlığı belirterek Sakız Adası’na yardım gönderilerek kurtarılmasını istedi. Donanma Komutan Vekili bu talebe karşı ısrarla adaların kurtarılması için öncelikle deniz hâkimiyetinin ele geçirilmesi gerekliliğini vurguladı. Donanmanın bu haliyle bir harekâtı kaldıramayacağından bahisle sorumluluk alamayacağını belirterek durumun Bahriye Nezareti Daire Başkanları tarafınca tetkik edilmesini talep etti. Donanma Komutan Vekili’nin bu talebi üzerine 9 Ocak 1913 günü Bahriye Nezareti’nde nazırın başkanlığında yapılan toplantıda 18 yüksek rütbeli subay hazır bulundu. Yapılan toplantının ardından yalnız gündüz saatlerinde boğazdan çıkılması, rastlanılırsa Yunan donanması ile muharebe yapılmasına karar verildi.


Yunan donanması 4 Ocak tarihindeki Bozcaada bombardımanının intikamını almak için 10 Ocak 1913 günü Beşige’de bulunan gözetleme istasyonunu tahrip etmek bahanesiyle sivil alanlara 46 mermi attı. Bu olayı Çimenlik Kalesi gözetleme istasyonunun verdiği haberden öğrenen Donanma Komutan Vekili saat 13:45’te Hamidiye Kruvazörünün Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey’e emrine diğer kruvazörleri de alarak Bozcaada istikametinde keşif yapmasını, rast gelinirse düşman muhriplerine birkaç mermi atarak Nara Limanı’na geri dönmesini emretti. Saat 14:00’de kruvazörler Hamidiye Komutanı emrinde hareket etti. Bu kuvveti takiben 15 dakika sonra 1. ve 2. Muhrip Filotillaları da hareket etti. Bozcaada istikametinde çok uzaklarda bir muhrip görülmesine rağmen etki alanında olmadığı için Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri İmroz Adası istikametini kontrol için kuzeye yöneldi. Bu sahada karakol görevi yapan iki Yunan muhribi gördüler ve Donanma Komutan Vekili’nin emri gereği tek bir mermi attılar. Bu atışlar üzerine Yunan muhripleri Limni Adası istikametinde uzaklaştı. Osmanlı donanması filotillaları da Beşige istikametine giderek Yunan muhripleriyle temas aradı. Ancak temas sağlanamayınca Nara Limanı’na geri döndüler. Böylece bir muhribin Beşige’yi bombardıman etmesine cevap olarak 2 kruvazör, 1 torpido kruvazörü ve 6 muhrip denizde bir netice elde edemeden boş yere dolaştırılmış oldu.


11 Ocak 1913 günü 3 zırhlı, 2 Kruvazör, 1 torpido kruvazörü ve 6 muhripten oluşan kuvvet saat 07:00’da hareket etti. Saatler 08:20’yi gösterdiğinde Hellas Burnu geçilerek boğazdan çıkıldı. Boğazdan çıkan filonun öncüleri olan Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri, İmroz Adası’nın güneyinde iki Yunan muhribini görerek derhal üzerlerine yol almaya başladılar. Donanma geri kalan unsurları ise çıkış rotasında seyre devam ediyordu. Bu esnada Yunan donanmasının İmroz Adası güneyinde olduğuna dair rapor alındı. Bu raporlama üzerine Donanma Komutan Vekili gemileri dört hat halinde teşkilatlandırdı. Bu teşkilatlanmaya göre, Batıdan doğuya doğru kruvazörlerin oluşturduğu hat, 3 zırhlıdan oluşan hat, 1. ve 2. Muhrip Filotillalarının oluşturduğu hat ve 3. Muhrip Filotillasının oluşturduğu hat olarak tertiplenildi. Saat 11:30’da donanma kuzeye seyrederken gözetleme mevkiinde bırakılan Asar-ı Tevfik 3 Yunan muhribi ile kısa bir muharebeye tutuştu. Donanma Komutan Vekili top seslerinden Asar-ı Tevfik’in bir düşmanla karşılaştığını anlamış fakat düşman ana kuvvetinin kuzeyde olduğu inancıyla zayıf bir düşmanla muharebe edildiğine kanaat getirmişti. Donanma Komutan Vekili bu düşünceden ötürü sadece 3. Muhrip Filotillasını yardıma göndermekle yetindi.



Asar-ı Tevfik

Bir müddet sonra kruvazörler de bölgeye sevk edildi. İki kol halinde ilerleyen kruvazörlerden sadece Hamidiye iki Yunan muhribi ile karşılaşarak kısa bir muharebeye tutuştu. Hamidiye komutanının verdiği rapor ile donanma saat 12:50’de rotasını güneye doğru döndürdü. Donanma, Saat 14:05’e kadar bu yönde seyrettikten sonra geri dönme emri verildi ve tüm gemiler 16:23’de Nara Limanı önlerine demirledi.


12 Ocak 1913 günü Mecidiye kruvazörü boğaz dışında keşif için görevlendirildi. Saat 06:43’de demir alarak hareket eden Mecidiye bir müddet Hellas Burnu feneri önünde bekledikten sonra saat 08:20’de boğazdan çıktı. Mecidiye kruvazörü Saat 08:45 civarında İmroz Adası güneyinde Yunan gemilerini tespit etti ve rotasını üzerlerine çevirdi. Mesafeyi kapatamaması nedeniyle 09:45’de rotasını güneydoğu istikametine çevirdi. Mecidiye kruvazörü saat 13:35’e kadar farklı rotalarda seyrettikten sonra batı istikametinde yeniden düşmanı tespit etti. Bunun üzerine yönünü yeniden batıya çevirerek düşmanı takibe başladı. Bu takip sırasında mecidiye uzak mesafeden birkaç atış yaptı. Ancak düşman sürekli atış mesafesinin dışında kalmaya devam ettiğinden saat 13:42’de rotasını bğaza doğru döndürerek saat 14:30’da Hellas Burnu üzerinden boğaza girdi ve Saat 16:15’de Nara Limanı önlerine demir attı.




Mecidiye Kruvazörü

Başkomutanlık Vekâleti, Donanma Vekâletinin gönderdiği harekât sonuç raporundan ikna olmadığı için raporu Bahriye Nezareti Askeri Meclisi’ne sevk etti. Aldığı cevapta Mondros’a gitmek için emir alan donanmanın kuzeye gitmek yerine güneye inerek düşmanı araması gerektiği belirtiliyordu. Başkomutan Vekili aldığı cevabı Donanma Komutan Vekiline aktardı. Albay Ramiz Bey bu yorumu yapan heyeti durumu bir de yerinde incelemek üzere Çanakkale’ye davet etti. Aralarında geçen bu mesajlaşma Başkomutan Vekili’nde Donanma Komutan Vekili’nin savaşma arzusunun olmadığı fikrini uyandırdı ve 15 Ocak 1913 tarihinde Sadarete gönderdiği yazıda Donanma Komutan Vekili’nin değiştirilmesini talep etti. Ancak bu talep Sadrazam Kamil Paşa tarafından reddedildi ve Donanmanın başında Albay Ramiz Bey’in kalmasında karar kılındı.


MONDROS DENİZ MUHAREBESİ


Osmanlı Donanma Komutan Vekili’nin gemilerin yetersizliğinden şikâyet etmesine ve bu taleplerinden dolayı sadarete sevk edilmesiyle birlikte, İstanbul’da Bahriye ıslahatıyla görevli İngiliz Amiral Limpus, 15 Ocak 1913 tarihinde Sadrazam Kâmil Paşa’ya donanmanın Ege Denizi’ne açılarak Yunan donanması ile harp etmesi tavsiyesinde bulunmuştu. Bu tavsiye ile Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey’in görevden alınması ileri bir tarihe ertelenerek harekât planları üzerine çalışılmaya başlanmıştı.


Bu gelişmeler ışığında Başkomutanlık vekaleti, Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey’e çektiği mesajla Yunan Donanması ile muharebeye girilmesi ve adaların geri alınmasını emredilmiştir. Hazırlanan plana göre Hamidiye kruvazörü Yunan donanmasını kendi bölgesine çekerek Adalar önünü boşaltacak, Osmanlı donanması bu boşluktan yararlanarak Mondros Limanını ve daha sonra diğer adaları geri alacaktı. Daha önce yapılan keşif harekâtlarında verilen raporlar doğrultusunda Osmanlı donanması Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Mesudiye, Mecidiye ve Berk-i Satvet gemilerinden oluşan filo ile Mondros Limanı’na baskın şeklinde bir harekâtı yapılması planlanmıştı. Bu plan kapsamında 18 Ocak 1913 tarihinde donanma Çanakkale Boğazından çıkarak muharebe düzeni almaya başlayacaktı. Bu arada Hamidiye Kruvazörü’nün Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey, Bahriye Nezaretinden Yunanistan üs ve denizyolları üzerinde harekât yaparak Yunan donanmasının en güçlü gemisi olan Averof zırhlısını engelleme ve durdurma görevini almış, bu görev çerçevesinde Ege Denizini Güneyden Akdeniz’e kapayan Şira Adasını bombalama ve adadaki askeri tesisleri ortadan kaldırma görevini üstlenmişti. Ayrıca Kızıldeniz ve Arnavutluk kıyılarında da görev yapan Hamidiye kruvazörü Balkan Savaşında Osmanlı Donanmasının yüz akı olmuştur. Hamidiye Kruvazörü’nün bu görev kapsamında yaptığı ‘’Akıncı Harekâtı’’ ile ilgili teferruatlı bir yazı ve değerlendirme bundan sonraki yazımızın konusu olacak olup; bu yazı içerisinde Hamidiye’nin harekâtına çok kısa değinilmiştir.


Hazırlanan harekât planına göre; muharebenin ana kuvveti Barbaros Hayreddin, Turgut Reis ve Mesudiye zırhlılarından oluşacak, Mecidiye Kruvazörü muharebe hattında topçu atışları ile destek verecek, Berk-i Satvet torpido kruvazörü ve muhripler muharebe hattının ateş altı mevkiinde konuşlanacaklardı. Muharebe hattında bulunan gemiler Averof zırhlısını hedef alarak toplu taarruz hareketinde bulunacak ve muharebe toplu ve ortak seyir hareketi ile gerçekleşecekti.


Bu harekât planı çerçevesinde, 18 Ocak 1913 tarihinde Osmanlı donanması bir kez daha Yunan donanması ile çarpışmak maksadıyla Nara Limanı’ndan saat 07:00’da demir alarak harekete geçti. Bu kuvvet Saat 08:20’de boğazı geçerek Ege Denizi’ne açıldı. Saatler 08:50’yi gösterdiğinde donanmanın rehber gemisi olan Mecidiye kruvazörü donanmanın 5 mil önünde seyrettiği esnada boğaz önünde devriye görevi yapan Leon ve Aspis muhriplerini tespit etti. Bahse konu muhripler de Osmanlı donanmasını görmüş ve temas raporunu 09:10’da Mondros Limanı’nda bulunan donanma komutanına göndermişti. Tuğamiral Tuğamiral Pavlos Kunduriotis, Osmanlı donanmasına limanda yakalanmamak için derhal üç hat halinde limandan çıkış emri verdi. En doğudaki hat Averof zırhlısı, Aetos ve Yeraks muhriplerinden, orta hat Psara, Hydra ve Spezya zırhlılarından, en batıdaki hat ise Velos, Dokas ve Niki muhriplerinden oluşuyordu.


Saat 09:45'te Mondros Koyundan yukarıda belirtilen nizamda ayrılan Yunan Filosu Limni'nin yaklaşık 12 mil güneydoğusunda Osmanlı güçleriyle karşılaştı. Donanmalar saat 10:42’de birbirlerine 15.000 metre kadar yaklaşmıştı. Yunan donanması, sürat avantajı ile Osmanlı donanmasını yine ‘’T’’ durumuna almak istedi. Osmanlı donanması buna engel olabilmek için 10:54’te rotasını çevirmeye başladı. Yunan donanması da Osmanlı donanması ile aynı rotaya dönünce, donanmalar birbirlerine paralel duruma geldi. Ancak eski zırhlılar Averof’a ayak uyduramadığından Averof, Osmanlı donanmasının sancak gemisi olan ve en önde ilerleyen Barbaros zırhlısı ile yan yana gelmişken, Spezya, Osmanlı savaş hattının üçüncü gemisi ile yan yana idi ve Psara bu hattan bir miktar geride kalmıştı. Osmanlı donanması, kısa zaman önce gerçekleşen İmroz Muharebesinden ders çıkarmayarak yine tüm toplarını Averof üzerine çevirirken, Yunan donanmasında ise Averof ve Spezya Barbaros Hayreddin’e, Hydra ve Psara ise Turgut Reis’e ateş edecek şekilde konumlanmıştı. Ancak Psara bir müddet sonra atışlarını kendisini hedef alan Mecidiye üzerine yoğunlaştıracaktı.


İki donanma arasında ilk atışları saat 11:35’de ‘’Ateşe başla!’’ komutu ile osmanlı donanması gerçekleştirdi. Bundan iki dakika sonra da Yunanlılar ateş açmaya başladı. Bu sırada topçuların başlangıç atış mesafesi 8.800 metre idi. Osmanlı tarafındaki dört geminin aynı hedef üzerinde ateş birleştirmeleri, İmroz Muharebesinde olduğu gibi, Mondros Muharebesinde de mermilerin düşüş noktalarını gözetleme güçlükleri meydana getirdi.






Muharebe 12:10’a kadar bu şekilde devam etti. Saatler 12:45'i gösterdiğinde Barbaros Hayreddin beş önemli isabetle birlikte, bacalara ve direğe vuku bulan önemsiz isabetler alırken, aynı zamanda gemide yangın çıkmıştı. Bilhassa güvertede çıkan yangınlar, geminin yangın donanımının bozukluğundan dolayı güçlükle söndürülmüştü. Bu sırada Yunan donanmasının en tehlikeli gemisi olan Averof’a o kadar atışa rağmen bir isabet dahi kaydedilememesi dikkat çekicidir. Bununla beraber, isabet eden Yunan mermileri de Osmanlı gemilerinin harp yeterliliğine tesir edecek bir durum yaratmamıştı. Filonun başarısız atışları üzerine Osmanlı Donanma Komutan Vekili, zırhlılarına iskeleden 180 derece dönüş işaretini verdi. Dönüş esnasında iki donanma arasında mesafe açılmış ve 11.000 metreye çıkmıştı. Averof, mesafenin artmasına rağmen 20 mil sürat ile Osmanlı donanmasını takip etmeye devam ediyordu. Averof dışındaki Yunan zırhlıları ise 12.000 metre mesafede kalmışlardı. Diğer Yunan gemileri 12 mil sürat ile takibe katılmalarına rağmen mesafe giderek açılıyordu. Bu sırada Averof geride kalmaya başlamış olan Barbaros Hayreddin zırhlısına dört isabet daha sağladı. Bunun üzerine Donanma Komutan Vekili çok hırpalanan Barbaros ile Turgut Reis’in yer değiştirmesini saat 12:50’de emretse de verdiği emir yerine getirilmedi. Aldığı son isabetler Barbaros’un süratini 12 mile kadar düşmesine neden oldu. Turgut Reis durumu fark ederek sürat düşürse de Mecidiye ve Mesudiye 14 mil süratle yoluna devam etti. Sonunda Barbaros ve Turgut Reis saat 12:53’de yer değiştirme manevrasına başladı. Averof bu sefer de atışını Turgut Reis üzerinde yoğunlaştırdı ve iki isabet sağladı. Saat 13:12’de bu ana kadar hep iskele toplarını kullanan Averof sancak toplarını kullanmak için manevraya başladı. Saat 13:33’de Albay Ramiz Bey, Mesudiye ve Mecidiye’ye Barbaros Hayreddin’in iskele tarafından mevki almalarını emretti. Yapılan bu değişiklikle Averof iki ateş arasında kalınca Osmanlı nizamının tekrar sancak tarafına geçerek iskele toplarıyla Turgut Reis’i ateş altında tutmaya devam etti ve isabet de sağladı. Turgut Reis’in aldığı isabetler sonucu ön taretinde bulunan iki adet 105 mm’lik topu kullanılamaz duruma gelmiş olsa da harekâta devam edebiliyordu.





Saat 14:07’de Turgut Reis’ten atılan bir adet 280 mm’lik mermi Averof’un baş tarafına isabet etti. Geminin hastane ve subay kamaralarının bulunduğu bölmeleri harap ederek yangın çıkardı. Yangınla mücadelenin zorluğuna bir de Bozcaada’ya yaklaşmak eklenince Averof tekrar Osmanlı nizamının iskele tarafına geçti. Osmanlı donanması saat 14:30’da tamamen boğaz yaklaşma rotasına dönünce müstahkem mevki toplarının menziline girmek istemeyen Averof takibi keserek rotasını Mondros Limanı’na çevirdi. Osmanlı donanması da 14:50’de ateşi tamamen kesti. Saat 14:55’de Barbaros filonun yeniden önüne geçti. Saatler 15:51’i gösterdiğinde filo süratini 8 mile indirildi ve Nara Limanı’na dönüş emri verildi. Yunan donanma komutanı ise, Osmanlı donanmasını takip etmeye karar verdi ve Yunan savaş gemileri Osmanlı filosunu Çanakkale boğazına kadar takibini sürdürdü.




Donanma Komutan Vekili muharebe sonrası Başkomutanlık Vekâletine gönderdiği raporda donanmanın halini ve ihtiyaçlarını sık sık bildirdiğini, buna rağmen harekât için verilen emre bir asker olarak itaat ettiğini, icra edilen harekât sonucunda önemli sayıda şehit verildiği ve başta Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları olmak üzere gemilerimizde büyük hasarlar olduğunu belirtti. Bunlara sebep olanların hesap vermesinin gerektiğini de raporunun sonuna ekledi.

Başkomutan bu rapora verdiği 19 Ocak 1913 tarihli cevabında göstermiş olduğu cesaret ve fedakârlıktan dolayı donanma personelini tebrik ettikten sonra şikâyet edilen şehit sayısının kara muharebelerinde düşmanla yaşanan en basit temaslarda ortaya çıkan sayıdan bile az olması itibariyle askerliğin doğasından sayılması gerektiğini belirtti. Devamında donanmadaki hasarın da normal karşılanması gerektiği, vatan suları düşman gemileri tarafından kirletilirken onurlu her denizcinin düşman donanmasını batırmak ya da sonuna kadar savaşarak sancağının şerefini korumakla görevli olduğunun altını çizdiği metni aşağıdadır:

’Mondros muharebesinde Donanma zabitan ve efradının milli namusu cesaretleriyle düşmana göstermiş olmalarından dolayı onlara candan memnuniyetimi beyan ederim. Ancak uğranılan zayiat ve haşarat üzerine gösterdiğiniz telaşa ve öteye beriye mesuliyet atfetmenize teessürlerimi bildiririm. Verilen zayiat bir piyade bölüğünün adi bir muharebede devamlı verdiği zayiat derecesinden hafiftir. Gemilerdeki hasara gelince, bu da bir emri tabidir. Milletler donanmalarını havuzlarda saklamak için vücuda getirmezler. Her hamiyetli donanmaya düşen yüksek bir vazife vardır ki o da düşman donanmasını batırmak yahut kendi batarak bayrağının şan ve şerefini kurtarmak ve millete karşı borcunu ödemektir. Binaenaleyh, size emrediyorum. Donanmayı hazırlayınız ve düşman donanmasını arayıp batırınız. Eğer bunu yapamazsanız namuskarane kendiniz batınız.’’


Muharebe raporundan sonra Başkomutan Vekili, Albay Ramiz Bey’in Donanma Komutan Vekilliğini yürütemeyeceğine karar verdi ve 23 Ocak 1913 tarihinde Sadarete yeniden yazdığı yazı ile görevden alınmasını ve yerine Albay Sermet Bey’in atanmasını istedi. Ancak o gün yapılan hükümet darbesi kararın ertelenmesine neden oldu. Donanma Komutan Vekili 24 Ocak 1913 günü Başkomutanlığa gönderdiği yeni raporunda İstanbul’da yapılan değerlendirmelerde bile Yunan donanmasının üstünlüğü kabul edilmekle birlikte yine de kendisinin donanma ile birkaç defa boğazdan çıkarak muharebe ettiğini, gelinen noktada gemilerin durumları hakkında detaylı bilgi vererek bundan sonra ancak kara tahkimatlarına destek görevi yapılabileceğini bildirdi. Rapor İstanbul’a ulaştığında dönemin Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa, Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey için şu yorumda bulunacaktı:


’Donanma korkaklık ve kötü idaresi yüzünden çap ve sayıca toplarımızın hayli altında olan düşman topçusu önünde kaçmaktan ve yenilmekten mahcup ve müteessir olacağına, verdiği raporun sonunda şehitlerin kanından kimin sorumlu olacağını ima ile soruyordu. Anlaşılan bu zatlar askerliği tehlike ve zahmetlerini hiç düşünmeden yalnız nimetleri için mesleğe girmişler.’’


Başkomutanlık Vekâleti, Donanma Komutan Vekilini 27 Ocak 1913 günü İstanbul’a çağırdı ve görevi Turgut Reis Komutanı Yarbay Kasımpaşalı İsmail Ahmet Bey’e devretmesini istedi. Turgut Reis Komutanı gemilerin onarımlarının baştan savma yapıldığını belirterek görevi kabul etmeyince Albay Ramiz Bey, Albay Tahir Bey’in ikinci defa Donanma Komutan Vekili olarak atanarak Çanakkale’ye geldiği 4 Şubat 1913 gününe kadar görevinin başında kaldı. Albay Tahir Bey 4 Şubat saat 07:30’da Kütahya torpidobotu ile geldi ve üç saat gibi kısa bir sürede görevi teslim aldı. Albay Ramiz Bey aynı torpidobot ile saat 10:30’da İstanbul’a hareket etti.


ŞUBAT-NİSAN 1913 AYLARINDAKİ HAREKÂTLAR

Yeni Donanma Komutan Vekili 6 Şubat’ta Başkomutanlık Vekâletine donanma hakkında detaylı rapor gönderdi. Raporunda Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis’te birer büyük topun çalışabilir durumda olduğunu, onların da namlularındaki aşınma nedeniyle atışlarında istikrar vaat etmediklerini, Mesudiye’nin toplarından tamamen ümit kesildiğini, Hamidiye’nin hatalı bir fikirle Akdeniz’e gönderildiğini bildiriyordu. Raporuna donanmanın bu haliyle boğazdan çıkış için değil ancak Marmara Denizi’nde ordu yanlarına kısmi destek sağlamak maksadıyla kullanılabileceğini de ekledi.


İstanbul’da Bulgarların Dedeağaç üzerinden ikmal aldıkları istihbaratının alınması üzerine Başkomutanlık Vekâleti, Donanma Komutan Vekiline Ege Denizi’ne çıkarak faaliyete engel olmasını emretti. Bu faaliyet aynı zamanda Yunanlıların dikkatini bölgeye çekerek Hamidiye üzerindeki baskıyı hafifletmeyi de amaçlıyordu. Donanma Komutan Vekili 20 Şubat 1913 tarihinde Mecidiye, Berk-i Satvet, Gayret-i Vataniye, Muavenet-i Milliye, Yarhisar, Demirhisar ve Hamidabat oluşan bir görev gücü oluşturulması emrini verdi. Bu görev gücü 22 Şubat 1913 sabahı saat 06:45’te Nara Limanı’ndan hareket etti ve saat 08:00’da Hellas Burnu önlerine gelerek durdu. Görev gücü Hellas Burnu önlerinde beklerken görev gücünde bulunan gemilerden Muavenet-i Milliye muhribi Saroz-İmroz arasını gözetleme yapmak üzere bu bölgeye gönderildi. Saat 09:00’da Donanma Komutan Vekilinden verilen emir ile görev gücünün geri kalan gemileri Karanlık Liman’a geçti ve saat 12:00’a kadar burada bekledikten sonra Nara Limanı’na döndü.




Berk-i Satvet



Muavenet-i Milliye

2 Mart 1913 tarihinde Yunan, Elli muhribi Bozcaada’nın güney kıyılarında karaya oturdu. Hava şartlarının kötülüğünden dolayı kurtarma işlemi muhripler tarafından yapılamayınca 8 Mart 1913 günü Averof zırhlısı ve Esparia vapuru bölgeye gelerek Yeraks’ı kaza yerinden kurtardı. Bu işlem devam ederken yakınlardan geçen ticaret gemileri Averof’u görmüş ancak hareketsiz durmasına anlam verememişti. Başkomutanlık Vekâleti bu haberleri Averof’un karaya oturduğu şeklinde yorumlayınca donanmaya yeni bir harekât emri verildi. Oluşturulan görev gücü Mecidiye, Berk-i Satvet, Gayret-i Vataniye, Muavenet-i Milliye, Yarhisar, Demirhisar gemilerinden oluşuyordu ve 8 Mart 1913 sabahı saat 06:30’da Nara Limanı’ndan hareket etti. Gemiler saat 07:55’te Hellas Burnu’na ulaştılar. Plan gereği Mecidiye destek için boğaz ağzında beklerken Muavenet-i Milliye Saroz körfezini, Gayret-i Vataniye ve Yarhisar Bozcaada civarını, Berk-i Satvet ise İmroz Adası civarını keşfe çıkacaktı. Keşif seyirlerinde sadece Berk-i Satvet bölgesinde düşman ile temas sağladı. Berk-i Satvet, önce saat 09:35’te iki muhrip ile sonra 09:45’de Yunan ana kuvveti ile karşılaştı. Üstün düşman kuvveti karşısında boğazın 15 mil açığında tek başına yakalanan Berk-i Satvet süratle geri çekilerek Mecidiye’nin yanına dönmek zorunda kaldı. Yunan ana kuvveti de Bozcaada istikametine ilerleyince iki taraf arasında bir çatışma yaşanmadı.




Elli muhribi



Gayret-i Vataniye

9 Mart 1913 günü keşif harekâtına kömür ikmaline giden Muavenet-i Milliye ve Gayret-i Vataniye muhripleri olmadan devam edildi. Yarhisar saat 10:45’de İmroz Adası güneyinde bir düşman muhribi rapor etti. Tam bu rotaya dönecekken Berk-i Satvet, Mondros Limanı’ndan hareket eden iki muhrip eşliğinde iki ticaret gemisinin geldiği haberini getirince bu gemileri arama seyrine başlandı. Gemilerle ilk teması Berk-i Satvet sağladı, açtığı ateşe Yunan muhripleri tarafından karşılık verildi. Mecidiye bölgeye ulaştığında attığı tek bir 150 mm’lik mermi ile iki Yunan muhribi ve ticaret gemilerinden birini kaçırdı. Diğer ticaret gemisi hareketsiz kalınca Berk-i Satvet gemiye bir heyet göndererek kontrol etti. Bulgar ordusuna erzak taşıdığına kanaat getirdiği Fransız bayraklı Henry isimli bu gemiye el koyarak Yarhisar muhribinin refakatinde Çanakkale’ye gönderdi. Daha sonra görev gücü akşamüzeri saat 16:00’da Nara Limanı’na döndü. 1913 yılı Şubat ve Mart aylarındaki harekâtlarda görüldü ki Osmanlı donanmasının artık Ege Denizi’ne tüm gücüyle çıkarak Yunan donanmasını aramaya niyeti olmadığı gibi gücü de yoktu. Osmanlı donanması bahse konu denizde savaşın sonuna kadar kısa süreli ve özellikle gündüzleri icra edilen keşif harekâtları ile yetindi. Bununla beraber savaş başındaki hedeflerine ulaşan ve iki defa karşılaştığı Osmanlı donanmasına karşı üstünlük sağlamış olan Yunan donanması da yeni arayışlar içine girmekten kaçındı. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin Ege Denizi ve Adalarında ki hakimiyeti de son bulmuş oldu.


SONUÇ


Yukarıda değindiğimiz olayları analiz ettiğimizde, Osmanlı donanması Balkan Savaşına hazırlıksız yakalanmış ve büyük eksiklikler ile savaşa girmiştir. Bu dönemde kara cephelerinde yaşanan olumsuzluk ve aksaklıklar denizde de yaşanmış ve Ege Denizindeki üstünlük tamamen elimizden çıkmıştır. Oysa Balkan Savaşında, Balkanlarda ve özellikle Makedonya bölgesine yapılacak en önemli lojistik destek deniz yolu ile gerçekleşecekti. Ancak Osmanlı donanmasının Çanakkale Boğazı dışına etkili bir şekilde çıkamaması ve Yunan donanmasına üstünlük sağlayamaması bu desteği engellemiştir. Ayrıca Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanlığı, Donanma Kumandanlığı ve Bahriye Nezareti arasında yaşanan çekişme ve kopukluk, emir komuta bağlantısını da bozmuş ve bu durum donanmamız açısından olumsuz gelişmelere neden olmuştur. Osmanlı donanmasının uzun yıllar bakıma alınmaması, lojistik imkân ve kabiliyetlerinin yükseltilmemesi Balkan Savaşı öncesinde büyük sıkıntılara neden olmuştur. Oysa Yunan donanması bu süreçte özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya'dan aldığı destekle yenilenmiş ve Osmanlı donanmasının gücüne ulaşmış; hatta Osmanlı donanmasından daha güçlü bir konuma ulaşmıştır. Ayrıca Yunan gemilerinin hız ve kapasiteleri artırılmış manevra kabiliyetleri yükseltilmiştir. İşte tüm bu gelişmeler üzerine Balkan Savaşında, Ege Denizinde yapılan muharebeler kaybedilmiş ve adalar birer birer elden çıkmıştır. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşlarında Ege Denizi ve Ege Adalarında ciddi bir direnişle karşılaşmayan İtalyan ve Yunan donanması, Ege Denizini kendi iç denizi gibi kullanmaya başlamıştır.


Osmanlı donanması Ege Denizinde yer alan adalara gerekli askeri müdahaleyi ve takviyeyi yapmış olsaydı Yunan donanmasının bu denizdeki üstünlüğünün önüne geçilme ihtimalinin olacağı halen tartışılan konulardan birisidir. Ancak Bahriye Nezareti bu stratejik planlamayı gerçekleştirememiş ve adalarda üstünlük Yunan deniz gücüne geçmiştir. 18 Aralık 1912 tarihinde toplanan Büyükelçiler Konferansı’nın ikinci toplantısında Ruslar, Limni, İmroz ve Semadirek adalarının Osmanlı devletine bırakılmasını, İngilizler ise Yunanistan’a verilmesi tezini savunmuşlardır. Tartışmalar neticesinde bu adaların ileride alacakları durum ne olursa olsun büyük devletlerin nezaret ve kontrolleri altında tarafsızlaştırılmaları kararı kabul edilmiştir. Bu arada Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın adaları işgalini hiçbir zaman kabul etmemiş ve tanımamış, adalar üzerindeki egemenlik haklarının devam ettiğini uluslararası alanda beyan etmiştir. 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalanan Londra Anlaşması ile Girit dışındaki adaların geleceği konusunda karar verme yetkisi, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerine verilmiştir. Bu çerçevede altı devletin aldığı karar gereği Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan Adası dışında kalan adaların silahsızlandırma şartı ile Yunanistan’a bırakılması 14 Şubat 1914 tarihinde karara bağlanmış, ancak Osmanlı Devleti bu kararı tanımamıştır. Bu konu Lozan Barış Antlaşmasına kadar açıkta kalmış, Lozan’ın 15’inci maddesi gereği 12 ada İtalya’ya devredilmiş, ancak daha sonra 1947 yılında Paris Barış Konferansında adalar silahsızlandırma şartı ile tekrar Yunanistan’a devredilmiştir. Sonuç olarak, Ege Denizin'de bulunan adalar ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki sorunlar günümüze kadar devam etmiş ve etmektedir. Bahse konu sorunların temeli ise bu yazımızda anlatılan gelişmeler sonucunda ortaya çıkmıştır.


Son olarak birçok yazılı ve görsel mecrada, dile getirilen bazı yanlışlara bu yazı vasıtası ile değinmek istiyorum.


Öncelikle biraz araştırma ile dijital veya yazılı olarak belgelerine ulaşılabilecek olan tarihi bilgiler çeşitli mecralar tarafından tahrif edilerek insanlara sunulmaktadır. Dolayısıyla tarih bilgimiz bu tahrif edilmiş bilgilerden yola çıkarak oluşmaktadır. Tarih, geçmişi ele alan bir bilim dalı olduğunu unutmamız gereken bir mevhumdur. Bu geçmiş ise bugün için bilgi sahibi olacaklara bazı saç ayakları verebilir ve bu ayakların doğru şekilde yorumlanarak bir obje haline getirilmesi gerekmektedir. Bu araştırma nihayetinde oluşan ve elimizdeki objeyi bir insanın geçmişi gibi değerlendirilebiliriz. Nasıl ailemizin fertleri olan atalarımızın, dedemizin ve babalarımızın yaşamlarını irdeleyerek ve dikkatli şekilde ele alıyorsak, bahsi geçen konuları da sanki şeceremizi araştırıyormuş gibi irdeleyerek ahkam kesmeliyiz. Ancak bilgi sahibi olmayan veya araştırma zahmetine girmeyen kişiler bu tarihi olayları ''bu olay öyle değil, buradan şu şekilde yapıldı.'' veya ''bu şekilde yapılmayıp, şu şekilde yapılsaydı daha iyi olurdu.'' şeklinde yorumlamaktan çekinmemektedir.


Bu bağlamda; çeşitli mecralarda karşılaştığımız yukarıda bahsi geçen olaylar neticesinde 12 Adalar ile Ege Adaları’nın İsmet İnönü tarafından terk edildiği tezi tamamen yanlıştır. Çünkü bu adalar kaybedildiğinde İsmet İnönü'nün rütbesi Yarbaydı. Bu yüzden bir Yarbaya kimse bu konuyu soracak değildir. Ayrıca İsmet İnönü bu olayların yaşandığı dönemde o bölgede dahi değildi. Maalesef sınırın ötesinde kalan ve resmen burnumuzun dibinde olan adalar günümüzde de Yunanistan'ın kontrolü altındadır. Sınırın ötesinden kalandan kastımız da hazin bir manzara olarak karşımıza çıkmaktadır. Kısaca Bodrum veya Çeşme'nin tam karşısında tüfek atımı mesafede başka bir devlete ait bir ada bulunmaktadır. Ege denizinde bulunan bu topraklar kaybedilirken adalarda yoğun bir Türk nüfusu da bulunmaktaydı. Bu nüfusun çoğu, Kurtuluş Savaşı sonrası doğup, büyüdükleri toprakları mübadeleler neticesinde terk etmek durumunda kalmıştır.


Diğer yanlış bilinen konu ise 2. Dünya Savaşı sırasında yukarıda bahsi geçen adaların Almanlar veya İtalyanlar tarafından Türkiye'ye terk edilmek istendiğidir. Almanların adaları Türklere vermek istediği her kesim tarafından bilinmektedir. Fakat Almanların adaları bırakmasının arkasında tamamen bir hinlik olduğu bilinmelidir. Bu konuda Almanların yapmak istediği Türkiye'nin müttefiklerin tarafına geçerek kendilerine savaş açmasını engellemekti. Aslında o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin, Almanlara savaş açmak veya Almanlara katılmak gibi bir planı da yoktu. Çünkü İsmet İnönü gibi savaş görmüş ve savaşın nelere yol açtığını iyi bilen bir lider olarak tarafsız kalmanın ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Ayrıca bu dönemde Almanlar, Türkiye'nin başına ne geleceğini hesaplamak gibi bir durumda da değildi. Çünkü Almanlar savaştığı cephelerde artık gerilemeye başlamıştı. Almanya ile Türkiye müttefik olsaydı ve bu adaları Türkiye işgal etmiş olsaydı; bu toprakları Türk Ordusu ve Hükümeti kontrol altına alarak idare edebilecek durumda değildi. Çünkü Türk donanması o dönemde bu toprakları yönetecek ve koruyacak düzeyde değildi. Dolayısıyla Türk donanmasını güçlendirmek için müttefiki olan Almanya'dan gemi almak durumunda kalacaktı. Böyle bir durumda ise Türkiye ister istemez İngiltere ve müttefiklerle bir çatışma içerisine girmek durumunda kalacaktı. İlerleyen dönemde Türkleri, Alman belasından kurtaracak yine çatıştığı müttefiklerden başkası da değildi. Ancak bu kurtarıcılar Churchill yönetimindeki İngilizler değil Stalin'in yönetimindeki Kızıl Ordu olacaktı. Bu durumda ise bazı kesimlerin umduğu gibi Türkiye'ye ne Sosyalizm gelir nede ülke Komünizm ile yönetilirdi. Çünkü böyle bir durum olduğu takdirde Türkiye, sosyalist bir iktidara en hazırlıksız olan ülkelerden birisiydi. Örneğin Türkiye'nin yanı başında bulunan Yunanistan'ın iyi veya kötü bir Komünist Partisi vardı veya Bulgarlar'ın Sosyalist Parti geçmişi vardı. Türkiye, Kızıl Ordu tarafından işgal edildiği takdirde başına gelecek felaketin en iyi örneği ise Türkiye ile aynı durumda olan Romanya’dır. Romanya, Kızıl Ordu tarafından işgal edildikten sonra sözde demokratik seçim gerçekleştirmiş ve seçim sonucu Komünist Parti yine de iktidara gelememiştir. Bu seçimlerin akabinde Stalin'in emri ile Kızıl Ordu harekete geçerek Komünistleri el altından teşkilatlandırmış ve Komünistler bir darbe ile iktidarı ele geçirmiş, ilerleyen dönemde bu darbenin sonucu olarak Romanya resmen perişan olmuş ve uzun sürede kendisini toparlayamamıştır.


Bu cihetle; böyle bir durum hasıl olduğu takdirde biz 12 adalarla birlikte Ege Adalarını o dönemde öyle kolay kolay elde tutamazdık. Aslında adalarda Türklerin işgali için gerekli ortamda mevcuttu. Yani adalarda yaşayan sadece Türkler değil Rumlar bile savaş döneminde istihbarat konusunda hizmette bulunmuşlardır. Bu görüşün ve bilginin doğruluğu çeşitli tarihçilerin arşivlerde yaptığı çalışmalardan anlaşılmıştır. Ayrıca bu çalışmaları adalarda bulunan halk herhangi bir maddi yardım talep etmeksizin gönüllü olarak gerçekleştirmiştir. Örneğin adalarda bulunan İtalyanların levazım birliklerinin kaç tane ekmek aldığı veya aldığı şilte adedinden bölgede kaç tane askerin bulunduğu birçok kez istihbarat görevlilerine bildirilmiştir. Ancak bu gelişmelere rağmen Türkiye yine de 2. Dünya savaşında nötr kalmayı seçmiştir. Birçok defa karşılaştığımız adaların 2. Dünya Savaşı sonrasında İsmet İnönü başkanlığındaki hükümet tarafından neden işgal edilmediği konusu yukarıda ki nedenlerden dolayı açıklığa kavuşmuş olduğuna inanıyorum.
 
Eline sağlık. Ben denge politikasının bile işe yaramadığı o dönemlerde hem askeri hem de beşeri faktörleri öğrendikçe tarihin bu kısımlarına bakmaktan sıkılıyorum , üzülüyorum. Ancak sonuç olarak belirttiğin 12 adalar la birlikte Ege Adalarını öyle kolay kolay elimizde tutamazdık fikrine katılmıyorum. Aynı asker aynı imkanlar ile Çanakkale'de savaştı ve kazandı. Ayrıca rakipleri dünyanın en güçlü ülkeleri iken bunu başardı. Almanya'nın varlığını dahil etmeme gerek yok çünkü Balkan savaşında savaştığımız ülkeler daha bebek ülkelerdi . Koskoca Osmanlı Devleti'nin böyle bir duruma düşeceği ise akla hayale gelmezdi. Ancak ne yazık ki işlerin böyle derin tarihi bilgilerine bakıp sonuçlar çıkarmaya şahsen karşıyım. Senin de belirttiğin gibi öyle olsaydı böyle olsaydı gibi şeyleri ben de sevmiyorum ama göz göre göre yaşanan bu olaylar ki sonrasında yaşanan darbeden tutun hepsi rezalet. Atamızın söylediği o meşhur söz aklımda yankılanıyor. Tam olarak durumun özeti de o söz bence.
 
Eline sağlık. Ben denge politikasının bile işe yaramadığı o dönemlerde hem askeri hem de beşeri faktörleri öğrendikçe tarihin bu kısımlarına bakmaktan sıkılıyorum , üzülüyorum. Ancak sonuç olarak belirttiğin 12 adalar la birlikte Ege Adalarını öyle kolay kolay elimizde tutamazdık fikrine katılmıyorum. Aynı asker aynı imkanlar ile Çanakkale'de savaştı ve kazandı. Ayrıca rakipleri dünyanın en güçlü ülkeleri iken bunu başardı. Almanya'nın varlığını dahil etmeme gerek yok çünkü Balkan savaşında savaştığımız ülkeler daha bebek ülkelerdi . Koskoca Osmanlı Devleti'nin böyle bir duruma düşeceği ise akla hayale gelmezdi. Ancak ne yazık ki işlerin böyle derin tarihi bilgilerine bakıp sonuçlar çıkarmaya şahsen karşıyım. Senin de belirttiğin gibi öyle olsaydı böyle olsaydı gibi şeyleri ben de sevmiyorum ama göz göre göre yaşanan bu olaylar ki sonrasında yaşanan darbeden tutun hepsi rezalet. Atamızın söylediği o meşhur söz aklımda yankılanıyor. Tam olarak durumun özeti de o söz bence.
teşekkür ederim. 12 adaları el geçirsek elimizde tutamamızın en büyük sebebi tüm herşeyin denizde bitmesi meselesidir. sizin belirttiğiniz 1. dünya savaşı veya kurtuluş savaşında tüm ordunun lojistik desteği karadan hallediliyordu ki türk ordusu bu yazıda da belirtildiği üzere ''kara'' esaslı bir kuruluma sahipti. adaların elde tutulması için asker gerekli, bu askerin adaya çıkartılıp hem lojistik hem de iaşesini düzgün şekilde ulaştırmak ve korumak ise iyi bir deniz gücünü gerektirir. hem 1. dünya savaşı hem de cumhuriyetin ilk yıllarında maalesef deniz gücümüz bunları yerine getirebilecek kapasitede değildi. keza 2. dünya savaşının arifesinde donanma modernizasyonu için gerekli adımlar atılmaya başlanmış olsa da savaşın araya girmesinden ötürü modernizasyon askıda kalmıştır.

osmanlı devleti'nin balkan savaşları öncesinde yaşadığı Trablusgarb savaşı aslında olacakların habercisiydi. o yüzden karşımızda yeni kurulmuş devletler olsa dahi ithhatçılar, humbaracılar ve jön türk akımlarının ordu içinde ki ayrışması bu sonucu doğuracağı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. bahsettiğim bu ordu içi ayrışım ise karşımıza balkan savaşlarının neticesini çıkartmıştır. kısaca bu sonuca çok şaşırmamak lazım...
 
teşekkür ederim. 12 adaları el geçirsek elimizde tutamamızın en büyük sebebi tüm herşeyin denizde bitmesi meselesidir. sizin belirttiğiniz 1. dünya savaşı veya kurtuluş savaşında tüm ordunun lojistik desteği karadan hallediliyordu ki türk ordusu bu yazıda da belirtildiği üzere ''kara'' esaslı bir kuruluma sahipti. adaların elde tutulması için asker gerekli, bu askerin adaya çıkartılıp hem lojistik hem de iaşesini düzgün şekilde ulaştırmak ve korumak ise iyi bir deniz gücünü gerektirir. hem 1. dünya savaşı hem de cumhuriyetin ilk yıllarında maalesef deniz gücümüz bunları yerine getirebilecek kapasitede değildi. keza 2. dünya savaşının arifesinde donanma modernizasyonu için gerekli adımlar atılmaya başlanmış olsa da savaşın araya girmesinden ötürü modernizasyon askıda kalmıştır.

osmanlı devleti'nin balkan savaşları öncesinde yaşadığı Trablusgarb savaşı aslında olacakların habercisiydi. o yüzden karşımızda yeni kurulmuş devletler olsa dahi ithhatçılar, humbaracılar ve jön türk akımlarının ordu içinde ki ayrışması bu sonucu doğuracağı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. bahsettiğim bu ordu içi ayrışım ise karşımıza balkan savaşlarının neticesini çıkartmıştır. kısaca bu sonuca çok şaşırmamak lazım...
Değerli yorumun için ben de teşekkür ediyorum. Her şey denizde bitiyordu adalar konusunda aynı fikirdeyiz ama koskoca Osm Devleti'nin yeni yetme yunanla baş edememesini haklı gösterecek hiç bir açıklamayı kabul etmiyorum. O konularda dönen entrikalar da ortada. Trablusgarp konusundan önce 93 harbinde zaten belli olmuştu son durumu.Trablusgarp'tan sonraki gelişmeleri zaten Osm Devleti açısından düşünmeye gerek bile yok. Tamamen teslimiyet ve çırpınıştan ibaret. Olan biten her şey Osm dan bağımsız gelişti. Donanma modernizasyonu konusu ise Atatürk'ün özel çabalarıyla Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bir ödev olarak başlamıştı. Ayrıca adalar konusunda özellkile Kıbrıs'ın İngilizden ayrıca İtalya'dan yunana geçen adalar konusunda ise Tr'nin çabaları oldukça yetersizdi. Balkan savaşlarının kaybedilme sebepleri gerçekten de üzücü.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık