Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

İnziva (Hikâye)

Epeydir yazmıyordum zira içimden gelmiyordu. Kısa bir süre önceyse Sherlock'un ilk iki kitabını okudum, Hercules Poirot'un maceralarından üçünü izledim ve Detective Conan serisinin de 181 bölümünü okudum. (Hikâyeyi yazmaya başladığım sıralarda henüz 110. bölümde falandım.) Bu süreçte @Wbrggrdrlfy @Notanymore @Eric Cartman @Koca Ana ve @seyyah ile de Sherlock ve Agathe üzerine biraz konuştuk şu konuda: http://www.korsanfan.com/konu/kitap-tavsiye.4562/page-25#post-1161088

Daha sonra bir başka konuda da @Gümüş ile aramda şöyle bir konuşma geçti:

Polisiye'de Sherlock'u aşabilen çıktı mı?
İstiyorsan patlatayım bir tane kitap? Deadline ver.
Patlat gelsin. Deadline’ı anlamadım.
Son teslim tarihi söyle de ona göre yazalım diyorum. :oleyo:
Yaz sonuna kadar.
Ben de bunun üzerine yeniden şevklendim ve kolları sıvamadan önce bir düşünce sürecine girdim ve nihayetinde şöyle bir hikâye ortaya koyabildim. Daha önce bu türde hiçbir şey yazmadığım için ilginç bir deneyim oldu ama bana kalırsa fena da bir başlangıç olmadı.

Okuyanlar yorum yaparsa müteşekkir olurum. İyi okumalar.

I


Hikâyeler, her yerdeler. İşte, yanımdan geçip gidiyor bir tanesi. Kim bilir nereden geldi, kim bilir nereye gidiyor? Ben bilmem ama tahmin etmeye çalışabilirim. Son zamanlarda denediğim şeylerden biri de bu. Nedense bir türlü başarılı olamıyorum. Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde, hepinizin adını duyduğunuz o ünlü dedektiflerin yaptığı çıkarımları bir türlü yapamıyorum. Aslında detaylara yalnızca önem vermekle kalmayıp aynı zamanda onları fark edebilen biri olarak bu iş için biçilmiş kaftan olduğumu düşünüyorum ama ne yazık ki gerçekler ve fikirlerim uyuşmuyor. Ya sandığım kadar zeki biri değilim ya henüz bu yöntemin püf noktalarını öğrenebilmiş değilim ya yeteri kadar bilgi sahibi değilim ya da hayali kahramanlar da gerçek hayatta bu kadar başarılı olamazlar. Eh, biraz ondan biraz bundan olsa gerek.

İşte bir başkası daha. Nereye gidiyorsun özgür ruh? Ayakkabılarında ıslak çamur izleri var, temizlemeye ne dersin? İlginç, bu ana dek peşimden gelenlerin böyle izleri yoktu. İzleri takip etmem mümkün müdür acaba? Henüz kurumadığına göre yakın bir yerde basmış olmalı, değil mi? Öyleyse okulun ormanına girmiş olmalı. Hatırladığım kadarıyla yakın zamanda yağmur yağmadı. Öyleyse ormanın içinden akan küçük ırmaktan da geçmiş olsa gerek. Ey özgür ruh? Doğayla mı konuşuyordun? Ne işin vardı ormanda? Belki de herkesten gizlenmiş düşüncelere dalıyordun, kim bilir. Belki de o kadar özgür değildin, kim bilir. Tırnaklarının arasındaki toprağı gözden kaçırdım sanma sözde özgür ruh. Ama dizlerinde toprak izi göremedim, kendi iradenle eğilmişsin pek de özgür olmayan özgür ruh. Şınav mı çekiyordun yoksa? Gerçi yaşını düşünecek olursak… İşte bir başka özgür ruh daha. Bir erkek, bir kadın. Amanın. Nereden geldikleri şimdi belli oldu. Nereye gittikleriyse onlara kalmış. Ben buradan sapıyorum.

Yurtta kalıyor olmanın en güzel tarafı derse beş dakika kala evden çıkabilmek ve ders bittikten beş dakika sonra eve varabilmek sanırım. Zaten yüzlerce öğrenciye sorsanız da başka olumlu bir yan bulamazsınız gibi geliyor bana. Oh, mis gibi genelleme. Gören de elimde istatistiksel bilgi var zanneder. Alakası yok! O değil de nerede kaldı bu kargo?

Aha! İyi kargo lafın üstüne gelirmiş. Evet, evet, işte kimlik numaram, işte imzam. Teşekkürler, teşekkürler. İyi günler ve kolay gelsin.

Nihayet VR gözlüğüme ulaştım. Gözlük kullanıyor olsaydım ne güzel sızlanabilirdim, değil mi? Tüh. Ya da Hüt. Tüh’ün tersi neyse işte o. Bir de gözlükle uğraşmayacağım. Gerçi uğraşmam gerekiyor muydu ki? Ah, her neyse. Formaliteler, yüklemeler, bir şeyler derken ve işte!

“Detective Simulator 2019”

Kabul etmek lazım ki bu pek de ilgi çekici bir oyun ismi değil. Yine de yapılan incelemelere göre pek çok şey vadettiği kesin. Öyleyse, böyledir ve böyleyse de şöyledir, şöyleyse de başlayalım.


II


Menüyü görebilmem için basit bir bulmaca çözmem gerekiyor. Ne güzel, ne harika. Tak, tak, tak. İşte tamam. Sırada ne var? Kullanıcı adı ve şifre. Adım ne olsun? Dedüktif Sherlock’un tırnağı olamayacağıma göre tam tersi olayım. Sherlock, Şerlok. Şer, zıttı Hayır. Lock. Clock. Cloak? Hmm. Dedektif Hayır Pelerini. DHP. Çok saçma. En iyisi Dedektif Adsız Doküman olmak. Şifrem de zihnimde gizli kalsın canım.

Oyun ilk olarak iki seçenek sunuyor demek, güzel. Çözülmüş ve Çözülmemiş Vakalar. Huyumdur, zoru seçerim. Çözülmemiş Vakalar açılıyor. İlk bölümün adı İnziva. Aa ben. Öyleyse, böyleyse, şöyleyse. Başlayalım.

Bu da nesi? Bir küçük oyun daha. Orta kısımlar ne güzelmiş. Sıfırların arasında kalan 1 numara da ben miyim yoksa? Cansız bedenlerin arasında oyun oynayan bir adsız... Fazla romantik. Olmaz öyle.


Bakalım buraya da sayı mı yazacağız? Sayı kabul etmiyor. Harf öyleyse? Evet. Adsız Doküman iş başında. Bir bakalım. Harfe dönüşeceğine göre sayıların toplamı alfabe temsili olsa gerek. Basit. 19, 20, 1, 18, 20. Oyun dili İngilizce olduğuna göre… S, T, A, R, T. Evet, mantıklı. Allons-y!

III


Bu noktadan itibaren her türlü detaya dikkat etsem iyi olacak. Sinematikle başlıyor. Güzel. Hoş. Görüntüler hiç de fena değil. Bakalım. Sıcak hava. Terli bir genç, biraz göbekli. Aksesuar yok, sade bir yaşam. Sakin ama kararlı adımlar. Ne yapacağını bilen biri gibi. Evet, çok iyi biliyor olsa gerek zira yatağa geçiyor. Bu da nesi? Rengarenk bir oda. İlginç. Odanın içine nükleer bomba koysalarmış bu kadar eğreti durmazmış. Birinci bakışa geçtik. Yüzüstü yatıyor. Soluna bakıyor, bir sehpa. Bir bardak altlığı, bir de bardak. Su mu o? Ben almayayım. Gerilim müziği artış gösteriyor. Uykuya dalmak için gözler yumuluyor. Refleksif bir tepkiyle aniden açılan gözler, gözlerindeki ferle beraber solup gidiyor. Buna karşın maktulün dudaklarında oluşan ifade Mona Lisa’yı hatırlatıyor. Ölüm, aniden geliyor.


IV


Vakanın hangi noktasından başlayacağım acaba? Yüklenme ekranı… 1, 2, 6, 24, 120, 720, 5040, 40320, 362880? Sanırım. İşte yüklendi. Aman 3628800’i unutmayalım ha!

Çözülememiş bir vaka olduğuna göre dosyanın kapandığını, rafa kaldırıldığını, pabucunun dama atıldığını, bu durumda da yalnız başıma olacağımı varsayıyorum ama hiç de öyle olmuyor. Oyun, aniden geliyor.


V


“Maktul, ikinci sınıf Bilgisayar Mühendisi öğrencisi. Muhtemel ölüm sebebi sırta saplanmış bıçak. Bıçağın saplanma şekline bakılırsa intihar olma olasılığı yok. Olası şüphelilerden ilki maktulün kayıplara karışmış olan ev arkadaşı. Diğeriyse düşük ihtimalle de olsa cesedi bulup ihbarı yapan ev sahibi.”

Durup dururken bana bilgilendirme yapan bir astımla birlikte eve dalıyoruz. İlk bakışta göze çarpan kayda değer herhangi bir şey yok. Doğruca olay yerine gidiyor ve incelemeye başlıyoruz. Astımın bana verdiği bilgi son derece yerinde duruyor, intihar olasılık dışı gibi gözüküyor. Yine de emin olmamakta fayda var. Gözüm sehpanın üzerinde duran bardağa ilişiyor. “Bardak incelendi mi?” diye soruyorum. “Evet. Negatif. Ayrıca parmak izi maktule ait. Aslına bakılırsa evde maktulden bir başkasının parmak izine rastlamadık. Ki bu oldukça tuhaf. Lakin bu tuhaflık bizlere okların iyiden iyiye ev arkadaşına döndüğünü gösteriyor.”

Katilin ev arkadaşı olmaması gerek. Öyle olsa bu vaka neden çözülememiş olsun? Gerçekten de durum oldukça şüpheli. Yatakta ipucu değeri taşıyabilecek hiçbir şey görmüyorum. Odanın içinde birer adet yatak, dolap, bilgisayar ve sehpa var. Evin gördüğüm kadarının aksine duvarlar baştan aşağıya rengarenk çizimlerle dolu. Eldivenlerimi takıp dolaba baktığımda da aynı tonlarda kıyafetler görüyorum. Ölen kişinin üzerindeyse siyah renkte tişört ve eşofman var. Öyleyse burası baş şüphelimizin odası olmalı. Odaya dair ilgi çekici noktalardan bir diğeri de her şeyin muntazam bir nizam içinde olması. Muntazam bir nizam ne demek? Boş laf. Bir yandan odada kalan kişinin ruh hâlini yansıtırken diğer yandan da kendi içinde oturaklı bir düzene sahip gibi gözüküyor. Bilgisayar dahi daha önce görmediğim detaylarla süslenmiş: Neon ışıklar, boyalı kasa ve monitör, motifli fare ve klavye. Fare, fare altlığının tam ortasında duruyor. Sandalyeyi çekip inceliyor olsam da kayda değer bir şey göremiyorum. Sandalyeye oturmadan aynı hizada çömeliyorum. Benden birkaç santim kısa boylu birine göre oldukça ideal bir koltuk. Öyleyse yaklaşık 1.75 boylarında birini arıyor olmalıyız.

Ne tuhaf. Kendimi iyice kaptırdım. Neredeyse oyun oynadığımı unutacağım. Mükemmel bir his gerçekten. Damarlarımdan akıp giden kanın akışını dahi hissedebiliyorum sanki. Kalbim, öğretmenin sorduğu sorunun cevabını bilen bir öğrencinin her seferinde giderek artan bir hiddetle kalkan parmağı gibi kendini ispat etme amacıyla yanıp tutuşuyor. Ah!

Heyecanımı dizginlemek için biraz durduktan sonra incelemeye devam ediyorum. Saçmasapan duruşum sayesinde ağrıyan ayağım bana kendime gelmemi söylüyor. Tekrardan vakaya odaklanmaya çalışıyorum. Söylemek için erken olsa da detaylara önem veren biriyle karşı karşıyaymışız gibi duruyor. Parmak izlerini ardından bırakmadan işini görüp kayıplara karışacak birine benziyor bu kişi. Yatağın altına dahi bakıyorum bir ipucu bulabilmek için ama nafile. Hışımla astıma dönüyorum. “Ev arkadaşına dair ne biliyoruz?”

Bir süreliğine kâğıtlarının arasında mekik dokuyor. “Maktulün nadiren de olsa eve getirdiği bir arkadaşı olduğu zaman odasından çıkmayan biriymiş. Ayrıca maktulle de ilginç bir anlaşmaları varmış. İkisi de aynı okulun aynı bölümüne gittikleri için evden sırayla çıkıyorlarmış. Ev sahibinin dahi ikisini aynı anda bir arada gördüğü bir gün bile olmamış. İkisi de içine kapanık tipler. Maktulün arkadaşının söylediğine göre oldukça iyi bir aşçıymış ve bıçak kullanmasını da çok iyi biliyormuş. Ona aşçılığını nereden bildiğini sorduğumda onun yaptığı bir yemeği yediğini söyledi. Eline sağlık dediğinde dahi bir cevap alamamış. Yine de bu durumu bizim bulduğumuz kadar tuhaf buluyor gibi gözükmüyordu zira maktulün de baş şüphelinden pek bir farkı olduğu söylenemezmiş. Bakalım, bundan başka aralarındaki tek ortak noktaysa birlikte yazdıkları hikâye.”

“Hikâye mi? Ne konuda?”

“Bilmiyoruz. Henüz bilgisayarların şifresini çözemedik.”

“Bunun için çalışan adamlarımız yok mu?”

“Burada ikimizden başkasını görüyor musun?”

Kendimi iyice kaptırıyorum: “Çene çalma ast kafalı. Maktulün arkadaşından bahset.”

“Liseden arkadaşı. Onu yakından tanıyan yegâne kişi olduğunu söylüyor."

“Hikâyeden bahseden o mu?”

“Evet ama ne hikâyenin konusunu ne de bilgisayarların şifresini biliyor.”

“Bilgisayarların mı?”

“Evet, diğer odada bir tane daha bilgisayar var.”

Kaşlarımı çatıyor ve diğer odaya geçmeden önce bu odayla işimin tamamen bittiğinden emin olmak istiyorum. Bir yandan odayı tekrar incelemeye diğer yandan da incelediklerim üzerine düşünmeye başlıyorum. Odada perde bile göremiyorum. Camların dahi birer tabloya dönüştürüldüğünü fark ediyorum. Her şeyin ne kadar da alışılmışın dışında olduğunu düşünürken birden kafama dank ediyor. “İkisi de içine kapanıksa kıymetli şüphelimiz bu kıyafetlerle ne yapıyor?”

Dolapta adeta “Ben buradayım!” diye bağıran giysilere şöyle bir baktıktan sonra omzunu silkiyor ve “Bu, güzel bir soru.” diyor. Ondan pek fazla yardım alamayacağımı anlıyorum zira yalnızca işini yapmaya çalışan, fazlasında gözü olmayan biri gibi gözüküyor. “İçine kapanık olduğunu kim söyledi?” diye soruyorum. “İnsan eve gelen birine selam vermez mi?” diye yanıt veriyor. “Sana odasından çıkmaması için yüzlerce sebep sayabilirim ama şimdi bununla vakit kaybetmeyeceğim.” diye çıkışıp düşünmeye geri dönüyorum.

Bir hayli ilginç bir durum gerçekten. Odada ben ve astımdan başka eğreti duran yegâne şeyler de maktul ve cinayet aleti. Tuhaf, ilginç, esrarengiz, ilgi çekici, garip, cazip, Abdülmuttalib.




VI


Evin içinde ve dışında kamera olmadığı için olaya dair net bir bilgiye ulaşmamız mümkün gözükmüyor. Anlaşılan, iki öğrenci başını sokacakları bir yeri zar zor bulmuşlar. İki oda, bir salon, mutfak da salonla birleşik. Amerikan Tipi miydi neydi? Diğer odaya geçmeden evin kalanıyla ilgilensem iyi olacak. Hiçbir detayı kaçırmamak adına pür dikkat kesilmeliyim.

Kapıdan giriyorum. Karşımda bir ayakkabılık var. Sağa dönüyorum. İçerisi oldukça ferah ve geniş. Aslında pek de büyük olmayan bir salonu olmasına karşın eşyaların olmayışı sebebiyle geniş gözüküyor. Mutfakla salonu ayıran tek şeyin adını da bilmiyorum. Her şeyin bir adının olması güzel lakin her alana özel terimleri bilmek de büyük meziyet. Nedense öykülerdeki dedektifler her şeyi biliyorlar. Her neyse. Salonda yalnızca armut koltuklar, üçlü koltuk, televizyon ve kitaplık var. Kalınası bir ev gibi gözüktü bana şimdilik. Salonda göze çarpacak pek bir şey yok. Yalnızca üç adet armut koltuk olması da geçmişte aldığım bilgileri düşünecek olursak oldukça mantıklı zira pek fazla kişinin gelmediği ve birinin gelmesi hâlinde de evde kalanlardan birinin saklandığı düşünülecek olursa üç armut yeter de artar bile. Hatta belki de şu koltuk bile fazlalık olabilir. Keh keh. Salonun sağ tarafında kalan mutfak bir hayli geniş. Bunun sebebi baş şüphelinin yemek yapmayı seviyor olması gerek. Bu durumda maktul de kitap okumayı seviyor diyebilir miyiz? Baş şüpheli, aslında bakılırsa tek şüpheli demek daha doğru olacak, tek şüpheli de dışarıya çıktığı zaman âlemlere akıyormuş ne de olsa. Okumaya pek fırsatı kalmıyordur belki. Tabii doğrudan bir sonuca varmak bir amatör hatası olur. Ayrıca maktul de pekâlâ iyi bir aşçı olabilir. Üstünkörü bir şekilde gezinmeye devam edelim bakalım. Tuvalet ve banyonun olduğu bölümde dikkate değer bir şey yok. Sırada diğer oda var.

Her iki oda da dış yapısı bakımından tıpatıp aynı gözükmesine karşın maktulün odası, titiz şüphelimiz olan sürrealist ressamın fırçasından çıkmış odasının aksine Azrail'in zaman öldürdüğü bir yere benziyor. Siyah bir perdeyi ilk defa görüyorum doğrusu. Odanın duvarları beyazken bilgisayar, yatak, sehpa, dolap ve hatta halı dahi siyah. Işığı yaksam siyah yanacak diye korkmuyor değilim. Biraz evvel saydığım nesneler de her iki odada ortak bulunan şeyler aslında. Yani özetleyecek olursak ev şöyle diyebiliriz:





VII


Astımı bıraktığım yerde buluyorum. Ölene dek odadan çıkma gibi bir niyeti yok sanki. “Maktulü kim buldu?”

"Ev sahibi."

"Bunu şimdi niye söylüyorsun?"

"Ne önemi var ki? Ayrıca eve girerken söyledim ya."

"Ne demek ne önemi var? Katil pekâlâ ev sahibi de olabilir." diye çıkışıyor ve haksızlığımı kabul etmiyorum. Aniden gelen bilgi yüklemeleri beni yıpratmış olmalı zira eve girerken söylediğini hatırlıyorum. Haydi Adsız Doküman. Kendine gel, toparlan.

"Pek olası gözükmüyor zira olayın gerçekleştiği saatlerde başka bir yerde olduğuna dair kanıtı var. Sen evi incelerken verdiği bilgileri doğruladım. Katil olması olası değil.”

“Olayın gerçekleştiği saatler?”

“Maktul tahmini olarak 23:30 ile 00:00 saatleri arasında ölmüş.”

“Olay yerini hangi ara incelediler?” diye soruyorum ve sorar sormaz saatime bakıyorum. Saat gecenin 2’si. Aklıma aynı anda iki şey geliyor. Astım saatime baktığımı gördükten sonra sorumu yanıtlamaya ihtiyaç duymuyor. Bu huyunu beğeniyorum.

Ev sahibinin gece yarısında burada ne işi var? Evde neden saat yok? İkincisi oldukça manasız bir soruydu aslında. Her evde saat olması gerekmiyordu. Düşününce benim odamda da saat yok ama aynı dedektifte olduğu gibi kolumda var. Ah, acaba dedektifin kolunda saat olmasaydı astım ne gibi bir tepki verirdi? Yapay zekâyla uğraşmak ne eğlenceli olurdu ama! Her neyse. Nerede kalmıştık? Saatin yoksunluğu. Vakayla bir alakası olabilir mi? Olsaydı dahi benim aklıma gelen bir bağlantı yok, diye düşünürken kitaplığın yan tarafında, üzerinde hiçbir şey asılı olmayan bir vida gördüğümü anımsıyor ve gidip kontrol etme ihtiyacı duyuyorum. Doğru hatırlamışım. Bununla daha sonra ilgilenmeye karar veriyor ve “Ev sahibinin bu saatte burada işi neymiş?” diye soruyorum. “Binadan ses geldiğini duyunca kapı deliğinden bakmış ve Darnell’in geldiğini görmüş.”

“Darnell kim?”

“Ev arkadaşı.”

“Tamam, devam et.”

“Daha önce de söylemiş olduğum gibi kontrol ettiğim bilgilere göre ev sahibi cinayetin gerçekleştiği sırada bir komşusundaymış. Normal şartlarda gecenin bir saatinde insanları para sebebiyle sıkıştırmazmış lakin hâlihazırda paraya sıkışık olduğu için hem kapıdan baktığı belli olmasın hem de misafire ayıp olmasın diye bir süre daha bekledikten sonra fırsatı değerlendirip birkaç gün gecikmiş olan kirayı tekrar hatırlatmak, mümkünse de alabilmek için müsaade istemiş. Misafirliğe gittiği ev sakinleriyse ev sahibinin ne zaman kalktığını tam olarak biliyorlar zira tam kalkacağı sırada cep telefonları çalmış. Söylediklerine göre 00:16’da evden ayrılmış. Her iki arkadaşın da geç saatlere kadar uyumadığını bildiği için içi de rahat bir şekilde kapıyı çalmış fakat bir yanıt gelmemiş. Birkaç dakika daha kapıyı çaldıktan sonra endişelenmiş ve kendisindeki anahtarla birlikte eve girmiş, sonra da direkt polisi aramış. Söylediğine göre evde maktulden başka hiç kimse yokmuş. Maktulü görür görmez korkudan kaçarken merdivenlerden birinin indiğini görmüş ama o kim olduğunu görememiş. Anlattıklarına bakılırsa o kişinin Darnell olması kuvvetle muhtemel.”

“Ev sahibi oldukça şüpheli durmuyor mu sence de?”

“Orta yaşlı bir kadından beklenilmeyecek türden davranışlar değil bana soracak olursan.”

“Anahtarı sayesinde maktulü uyuşturmuş olması da pekâlâ olası. Belirli bir düzenek aracılığıyla da mazeretini yaşarken işi bitirmiş olabilir. Çok zor bir şey olmasa gerek.”

“Peki ya öldürmek için sebebi ne?”

“İşte buna verecek hiçbir cevabım yok. Soygun ihtimali oldukça düşük. Başka ne olabilir, aşk mı? Tamamıyla olasılıksız değil fakat neredeyse öyle. Aklımı kurcalayan iki şey var. Bunlardan ilki kitaplığın yanında olması gereken şey. Tablo ya da saat, bilemiyorum. Pekâlâ. İnsanların ağzında bakla ıslanmaz. Bir yerde insan varsa dedikodu da vardır. Kulağa ne kadar absürt gelse de ortada bir ilişki olup olmadığını öğrenmeye çalış. Aynı zamanda olması gereken yerde olmayan şu şeyi de bir soruştur.”

“İkincisi ne?”

“Ha, evet. Ev sahibinin parmak izini bulamamış olmanız. Tanıdığı birinin cesediyle karşılaşan biri psikolojik olarak destek almak ister lakin bu kadın hiçbir yere dokunmamış mı yani? Detaylı otopsiye ihtiyacımız var bana kalırsa. Bu kadından pis kokular alıyorum. Ayrıca Darnell midir nedir neden hâlâ bulamadık?”

“Ben ne bileyim. Arama emrini çıkartalı çok oluyor ama geri dönüş alamadık. Bu kadar çabuk kim, nerede görsün? Yarınki haberlerde görmeden adamı bulma ihtimalimiz yok denecek kadar az. Başka bir şey yoksa verdiğin ıvır zıvır görevlerle ilgileneceğim.”

Ters ters bakmam bir cevap olarak oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Astımın çıkışıyla birlikte kendime düşen şeyi yapıyor ve evi ince eleyip sık dokuyorum.


VIII


Evi baştan aşağıya incelememin en doğrusu olacağını düşünüyorum. Bu oyunun hemen hemen her şeye izin veriyor olması gerçekten de harika. Her detay o kadar gerçekçi ki sanki gerçekten de olay mahallindeyim. Oyuna dair görebildiğim tek sıkıntı maktulün yakınları ya da olası şüphelilerle bizzat konuşmuyor oluşum ama bunun sebebi muhtemelen ilk bölümde olmam. Bu tip ufak olumsuzluklara takılmaktansa oyunun tadını çıkarmalıyım bana kalırsa. İşte giriş.

Ayakkabılıkta ayırt edici hiçbir özelliği bulunmayan siyah bir spor ayakkabı ve her biri birbirinden farklı, bazılarının adını dahi bilmediğim envaiçeşit ayakkabı var. Ancak ipucu namına gözüme ilişen hiçbir şey yok. Salondan da pek bir fayda alamadıktan sonra kitaplığı incelemeye koyuluyorum. Çeşitli programlama dillerine ait kitaplar, dergilerin bedavaya verdiği küçük kitaplar, birkaç yemek tarifi kitabı, çok sayıda klasik ve çağdaş roman. Kitaplığın alt rafında ise adını ilk defa duyduğum çizgi romanlarla birlikte pek çok sayıda film bulunuyor. Filmler çoğunlukla DVD’ye kaydedilmiş, korsan olmaları pek de şaşırtıcı sayılmaz. Bu çocuğun parasal sebeplerle öldürülmüş olmasına imkân yok.

Elle tutulur herhangi bir ipucuna ulaşamıyor oluşum beni o kadar rahatsız ediyor ki sıcaktan terleyen karakterimle birlikte ben de gerçek hayatta ter döküyorum.

Susadığımı hissediyorum lakin oyunun içinde su içmemin herhangi bir faydası olacağını düşünmediğim için böyle bir eyleme yeltenmiyorum. Ayrıca gizemi bir an evvel çözmek istiyorum. Fizyolojik ihtiyaçlarımın beni yönlendirdiği yere, mutfağa yol alıyorum. İçeri girer girmez gözüme bıçaklık ve bıçaklıktaki eksiklik çarpıyor. En büyük bıçak eksik, ben de bir küçüğünü elime alıyorum. Ne kadar keskin olduğunu merak ediyorum fakat neyin üzerinde deneyeceğimi bilemiyorum. Düşünürken sıklıkla yaptığım hareketlerden biri olarak elimdeki nesneyi çevirmeye başlıyorum. Beni çözüme götürecek bir yol düşünmek için o kadar odaklanıyorum ki adeta dünyayla olan irtibatımı kesiyorum. Tak sesi, Houston’a bir problem olduğunu iletmeye çalışan astronotların aldıkları cevap gibi imdadıma yetişiyor. Bıçağı elimden düşürdüğümü fark ediyor ve bu sayede de tamamıyla tesadüfi bir şekilde bıçağın ne kadar keskin olduğunu öğreniyorum zira bıçak yere saplanmış bir şekilde dik duruyor. Vay canına, diyorum kendi kendime ve bıçağı saplandığı yerden çıkardıktan sonra halıyı da bir kenara çekiyorum. Neyi bulmayı ümit ettiğimi bilmiyor, yalnızca içgüdülerime göre hareket ediyorum. Parkede birkaç tane daha bıçak izi bulunuyor. Şöyle bir düşünüyor ve içimden, yetenekli bir aşçının bu yola giderken ardında bıraktığı küçük adımlar olmalı, diye geçiriyorum.

Bir dedektiflik öyküsü okumak ya da polisiye bir film izlemek elbette benzersiz deneyimler lakin bunlardan bir tanesinin doğrudan içinde bulunmak ve gizemi bir başkasına bel bağlamadan çözmeye çalışmak tahminlerimin de ötesinde bir heyecan ve korku silsilesi. Neyin ipucu neyin alelade bir şey olduğuna karar vermek neredeyse imkânsız. Giderek umudumu yitiriyor gibiyim, öyle ki sebepsizce bardakları, tabakları, kaseleri, çatalları ve aklıma gelebilecek her şeyi sayıyorum. Oysa ulaştığım sayılar ne anlama gelebilirler ki?

Geriye bakmadığım bir tek buzdolabı kaldığı için açıyor ve her öğrenci evinin vazgeçilmezi olarak görülen makarnayı göremeyince hem kandırılmış hem de rahatlamış hissediyorum. Gerçi rahatlayacak hiçbir şey yok ama birilerinin karnını sağlıklı bir şekilde doyurabildiğini görmek bir anlığına olaydan soyutlanmamı sağlıyor. Ne de olsa günleri makarnayla geçirmeye çalışmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum, bu sebeple de empati kurması hiç zor olmuyor. Ancak kendimi hızla toparlıyorum. Olaylar ve kendi yaşam tecrübem arasında işe yaramaz bağlantılar kurup duygusallaşmak beni gerçeklerin tersine, dahası gerçeklere hiçbir alakası olmayan bir yere götürür, biliyorum. Bunu istemem.

Buzdolabında da önemli bir şey bulamadıktan sonra bu kez buzluğa bakıyorum. Buzlukta ne olabilirdi ki sanki? Ne olabilirdi bilmiyorum ama donmamış su olmasını beklemiyordum. Yaklaşık 200 cm³ hacme sahip bir kabın-bu kadar geometri bilgisine sahiptim en azından- içindeki suyun kaç dakika ya da saat içinde buz olması gerektiğini bilmiyorum. Birini öldürecek olan bir kişinin buzluğa bir kap su koyması için de aklıma gelen herhangi bir sebep yok. Öyleyse ölümün kapıda olduğunu fark etmeyen maktul koymuş olmalı, diye düşünüyorum. Havanın da sıcak olduğu göz önünde bulundurulacak olursa gayet makul geliyor. Bunun haricinde birkaç dondurma, dondurulmuş sebze ve fast food bulunuyor. Neye yarar?

Ardından maktulün odasına gidiyor, dolabına bakıyorum. Siyah ve beyazın türevi tişörtlerle birlikte, yalnızca siyah renkte olan pantolon ve eşofmanlarla karşılaşıyorum. Dolabı ardımda bırakıp yatağın altına baksam da tek bulabildiğim şey gri bir çorap teki oluyor.

Tamamıyla çaresizim. Geriye yapabileceğim tek bir şey var, o da bilgisayarları kurcalayıp bir sonuç almayı ummak.


IX


İlk olarak maktulün bilgisayarına göz atmayı uygun görüyorum. Belki de gözümden kaçan fakat burada bulabileceğim türden bir şeyler vardır, diye düşünüyorum. İçine kapanık kişilerin iç dökmek için günlük tuttuğu sık görülen bir şey ne de olsa. Tabii öncelikle astımın söylediği şifre sorununu aşmam gerekiyor. Şifre herhangi bir şey olabilir ve ortada tek bir ipucu dahi yok. Bildiğim birkaç yöntemi deneyerek şifreyi kaldırmaya çalışıyor ve beklemediğim bir kolaylıkla işlemi hallediyorum. Bir iki şey biliyor ve bunları kullanabiliyor olmak güzel bir his doğrusu.

Ancak beni çok daha meşakkatli şeylerin beklediğinin farkına varmam uzun sürmüyor. Görünüşe göre her şey tek bir klasörün içindey ve o klasörün de bir şifresi var. Üniversite 2. Sınıf öğrencisinin bu kadar saklayacak neyi olabilir ki diye düşünmeden edemiyorum. Aslına bakılırsa her şey olabilir. Bu kadar yargılayıcı olmamın lüzumu yok. Fazlasıyla gergin olmalıyım. Ölü birinin ardından öfkelenmemi açıklayacak tek bir sebebim dahi yok zira. Kafamı kendi kişisel problemlerinden uzaklaştırmak adına silkiniyor ve şifreyi kırmanın bir yolunu düşünmeye başlıyorum. Bu kadar geniş bir bilgisayar bilgi birikimine sahip olmadığım için internete başvuruyor ve bir şifre kırma programı indiriyorum. Program işini görmeye çalışırken ben de düşünmeye devam ediyorum. İşlemin ne kadar süreceği hakkında hiçbir fikrim olmasa da çaresizim ve elimden yalnızca bu geliyor. Beceriksiz bir dedektifim doğrusu. İlk vakadan tökezliyorum işte. Bu kadarım. Bundan ibaretim. İpucu namına hiçbir şey göremiyorum. Bana ışık tutma olasılığı olan tek şey bilgisayarın duvar kâğıdı ve o da ağaçların içinde külüstürü çıkmış yeşil bir otobüs fotoğraf, neye yarar? Belki de inzivaya çekilmesi gereken kişi benim. Böylelikle ya ölüp gider ya da bir şekilde işin içinden çıkmayı başarır-

Birdenbire aklıma bir şey geliyor. “Olabilir mi?” diye soruyorum kendime. “Evet, kayda değer tek ipucu bu.” diye yanıtlıyorum ardından. “Aslına bakılırsa elimde olan tek şey bu.” diye devam ediyor, dosyayı açıp şifreyi giriyorum: “İnziva.”

Ne bekliyordum ki? İngilizce denemekten de zarar gelmez gerçi, değil mi?

Gelmezmiş gerçekten. Çok tuhaf bir ipucuydu doğrusu. İpucu dahi denemez, tamamıyla şans eseri buldu-

Birdenbire aklıma dank ediyor. Bu alelade bir duvar kâğıdı değildi. Bu, Into the Wild filminden bir kareydi. İnziva kelimesi şimdi mantıklı gelmişti işte. İçine kapanık birine de oldukça uyuyor.

Programı kapattıktan sonra klasörlerin içinde dolaşmaya başlıyorum. Gerçekten de içine kapanık birinin dünyasında olduğum belli oluyor. Bir anda akla gelip hışımla yazılan ya da biten cümlelerle dolu pek çok dosya var. Tüm bunları okumaya kalkmam günler sürer. Tarayıcılardan birini açıyor ve e-posta adresine giriş yapmaya çalışıyorum. Bir kez daha duvarla karşılaşıyorum, çıkmaz sokak. Neden bu iş için adamlarımız yok ki? Oyun zor olmak için can atıyor gibi gözüküyor. Oysa gerçek hayatta gerçekten de çözülemeyen, daha doğrusu çözülmek için çaba harcanmayan pek çok olay olduğunu da tahmin edebiliyorum. Belki de bu da onlardan biri. Belki de olayın çözülmesi birilerinin hayatında bir önem arz eder, bir işe yarardı. Fena bir motivasyon kaynağı değildi insanların hayatına tesir edebilmek, hiç fena değildi.

Kalkıp diğer odaya geçtim. Ceset yoktu. Otopsi için götürülmüş olmalı diye düşünüp üzerinde durmadım. Aynı işlemleri tekrarlamayı planlıyordum lakin tek bir şifreyle dahi karşılaşmadım. Aptal kafam. Keşke ilk bu bilgisayardan başlasaydım. Bu bilgisayarda gizli hiçbir şey yoktu. Bilhassa sosyal medya sayesinde ne tür bir kişilikle karşı karşıya olduğumu anladım. Gerek özel mesajlar gerekse yapılan paylaşımlar kendinden memnun, ve hatta kendini beğenmiş birini işaret ediyordu. Öz güveni yüksek biri olup, ilgi odağı olmaktan hoşlanıyordu. Böyle biriyle öyle birinin bir arada yaşıyor olması ne kadar da imkânsız gözüküyordu? Oluyordu ama işte. Hayat bir yolunu buluyordu. Yoksa bulmuyor muydu? Neticede ortada bir ceset ve kayıp bir kişi vardı. Hayatın bulduğu çözüm buysa fazla sorun çıkarmamak en iyisi olacağa benziyordu.

Birlikte yazdıkları bir hikâye varsa her ikisinin de erişiminin olduğu bir dosya ve bunu mümkün kılan bir bulut hesabı olması gerektiğini düşünüyor ve birkaç tıkın ardından haklı olduğumu anlıyorum. İşte aynı kelime bir kez daha karşımda.

İnziva.

Dosyayı açıyor ve okumaya koyuluyorum. Aynı yetimhaneden çıkan iki farklı kişinin birbirinden taban tabana zıt hayatını anlatan bir öykü. Toplamda 42 bölümden oluşan bir taslak hazırlanmış lakin yalnızca 13 bölüm doldurulmuş. Yapılan değişikliklere bakılırsa her gün bir bölüm yazılıyor ve sıra hiçbir şekilde bozulmuyor. Şu ana dek tanıdığım kadarıyla ikisi de kendilerini anlatıyorlar. İlk olarak maktul, ardından da Darnell anlatıyor ve sıra bu şekilde gidiyor. Sahi, maktul maktul dediğimiz bu adamın adı neydi yahu? Astım gelince sorarım artık.

İlgi çekici bir unsursa her bölümün sonunda yer alan iki kare. Tek sayılı bölümlerde 7x7, çift sayılı bölümlerde ise 6x6 boyutlarında olan bu iki karenin ilkinde harfler, ikincisinde sayılar bulunuyor. Her bölümün sonunda olmalarına karşın kendini tekrar ediyorlar.

42 sayısı oldukça ilgi çekici bir sayıydı. Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabına göre hayat, evren ve her şeye dair nihai sorunun cevabı 42’ydi. Daha da ilginci bu sayının birbirine asal olan çarpanları 6 ve 7’ydi. İki sayının toplamı 13 olmakla birlikte aynı zamanda bahsi geçen kareleri de aynı sayılardan oluşuyordu.

Elbette insan bakmak ve görmek istedikten sonra her şeyi birbirine benzetebilir. Bu yüzden fazla heyecanlanmamam, kendimi kaptırmamam gerekiyor. Ama elden ne gelir ki? Ben de sayıların müptelası, kelimelerin sevdalısı biriyim. Ne işe yarayacağını bilmesem de görünürdeki son iki bulmacayı da çözmeye karar veriyorum, en azından deneyeceğim.




İşte uğraşmam gereken sorunlar bunlar. Sayılarla aram çok daha iyi olduğu için ilk olarak onlardan başlıyorum. Her bir karenin içinde bulunan her bir sayı, bir başka sayının üslü hâli. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 sayılarının katlarına rastlamak mümkün lakin 0 yok. Bu durumda rakamlardan bir o eksik. Bir önemi var mıydı bilmiyorum. 4, 16 ve 64 sayıları oldukça uğraştırıcı zira hem 2’nin hem de 4’ün katı olabilirler. Sayıların çeşitli derecelerden köklerini bulup toplama, çıkarma ve hatta çarpma ve bölme dahi yapmış olmama karşın herhangi bir sonuç alamıyorum. Ardından aklıma bir fikir geliyor ve hemen denemeye koyuluyorum. İlk olarak yukarıdan aşağıya yaptığım denemede herhangi bir sonuca ulaşamıyor olsam da soldan sağa doğru denediğimde bir şeylerin bana el salladığını görüyorum. Aslında bu bulmacanın bazı basit yanları var. 4. ve 5. Satır bir sebepten dolayı sınırlanmış. Sayılar kendi hâllerinde bir şey ifade edemezler. Aslında edebilirler lakin mühim olan hangi bağlamda olduklarıdır ve şu an içinde bulundukları konuma bakılırsa onları tercüme edecek bir şey gerekiyor ve sayıların harflere, harflerin de sayılara döndürme fikri aklıma geliyor. Bu karman çorman işin içinden çıkabilmek için aklıma başka bir yöntem gelmediği için yumuluyorum. Ayrıca, saf sayısal bir sonuca ulaşmamın herhangi bir şeye hizmet edebileceğini de düşünmediğim için kendi yolumdan devam ediyorum. Kolaylık olsun diye 4. ve 5. satırdaki toplama işlemlerini yapıyor ve 12 ile 20 sayılarına ulaşıyorum. İlginç bir şekilde 12 sayısının 4 fazlası, 4’ün karesine, 20 sayısının 5 fazlası da 5’in karesine denk düşüyor. Ancak aynı benzerlik diğer satırlarda yok. Yine de toplama işlemlerini yapıyorum. 156, 420, 306, 12, 20 ve 306 sayılarına ulaşıyorum. Sahi, 3. ve 6. birbirinin tersi olarak yazılmış hâliymiş. Aptal kafam. Ne işe yarayacağını bilmesem de ipin ucunu bırakma gibi bir niyetim yok zira her şeyin bir anlamı olmalı, en azından bu oyunun kuralları dahilinde.

Her bir işlemi her bir satıra uyguladıktan sonra şu sayılara ulaşıyorum: 13, 21, 18, 4, 5, 18.

Geriye tek bir iş kalıyordu: Alfabe. Sonuç şok edici. Belki de değil.

M, U, R, D, E, R.

Evet, şifre beni cinayete yöneltiyor. Öyleyse hikâyenin vakayla bir ilgisi olabilir mi? Bunu anlamanın tek bir yolu var. Diğer şifreyi de çözmeliyim.

Lakin harfleri sayıya döndürme işlemi bu kez pek de akıl kârı gibi durmuyor. Yine de deniyorum. Harflerin alfabedeki sıralarını toplayıp ortalamasını alıyorum, beyhude. Anlamlı olan kelimelerin anlamlarını düşünsem de aralarında bir bağ kuramıyorum. Çapraz olarak bakıldığında da herhangi bir manaya gelmiyor, geliyorsa da ben göremiyorum. Ne öyleyse? Ne yapmam gerekiyor?

Matematik dünyasının içinden üssü sayılarla çıktım. 6x6 boyutlarındaki bir kare ve bu karelerin içindeki sayılar epey bir ipucu içeriyor doğrusu. Peki ya bu 49 karenin benimle derdi ne? Benden ne yapmamı istiyor bunca kare? Anlamıyor, anlayamıyorum. Aklıma çeşitli şifreleme yöntemlerinde kullanılan harf ilerletme metodu geliyor ve denemekten bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorum. Bir ve iki adet harfi ilerlettikten sonra manalı bir kelimeye ulaşamıyorum. Belki de sihirli sayı 7'dir diye düşünüyorum zira bir önceki şifreyi 6'nın rehberliğiyle çözmüş olmam gibi 7'nin bilginliğine başvurmamak aptalca geliyor. Aman ne romantiklik! Fakat şöyle bir sorun var. B harfinden 7 adet geriye gitmek ya da V, W ve X harflerinden ileriye 7 adım atmak bir döngüye girmeme neden oluyor. Yine de bunu bir sorun olarak görmek yerine çözüm için atılacak bir tecrübe adımı görüyor ve iki şekilde de deneme yapıyorum. İyi ki de denemişim doğrusu. Doğru cevap 7 adım ileriye doğru gitmekmiş ve kelime çapraz bir şekilde karşımda yatıyormuş. Başlangıçtaki yalnızca soldan sağa bir anlam ifade etmesi de bundan kaynaklanıyormuş demek ki. Fakat ulaştığım sonuca ne demeli? Ben bu iki bilgiyle ne yapacağım Allah aşkına? Murder ve Suicide kelimeleri bana neyi anlatıyor? 6 ve 7 harfli bu kelimeler neyi anlatıyor? 6 ve 7 sayıları neyi anlatıyor?


X


Yumruklarımı masaya vurmamla birlikte içeri giren astımın ürkmesi bir oluyor. “Ne yapıyorsun yahu? Kendine gel.” diyor. Ona bakmıyorum bile. “Ne istiyorsun?” diyorum, sesim bir fısıltı gibi çıkıyor. Gerçekten de kendime gelmem gerekiyor fakat bu yoğun düşünme sürecinin beni bitirdiğini fark ediyorum. Astımsa bunu hiç umursamıyor ve konuşmaya başlıyor. “Aramalardan henüz bir sonuç alamadık. Bahsettiğin tabloysa hiçbir zaman olmamış. Yani orada duran çivi ve olması gereken tablo bir önceki kiracıya aitmiş. Otopsi sonuçlarına göre ölüm sebebi kesinlikle bıçak darbesi. Ayrıca vücudunda yabancı bir maddeye rastlanmamış. Bu durumda her şey apaçık ortada. Katil belli. Geriye bulması kalıyor ve bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.”

Sesler boğuk boğuk geliyor olsa da bana söylenenleri üç aşağı beş yukarı anlamayı başarıyorum lakin dudaklarımdan yalnızca “Ne?” sözcüğü dökülebiliyor. Gücümü toplamak için biraz daha bekledikten sonra soruyorum. “Otopsi hangi ara yapıldı?”

Astım her zamanki bıçkın tavırlarını sürdürmeye devam ediyor. “Saatten haberin var mı senin?”

Başımı çevirip saatime bakıyorum. Saatin 6 ila 7 arasında bir yerlerde olduğunu görüyor ve çılgın bir bilim insanı gibi sırıtıyorum. Ayağa kalkmaya çalışsam da başarılı olamıyorum. Bacaklarım uyuşmuş olmalı. Artık yapabileceğim hiçbir şey kalmadı. Pes etmekten başka hiçbir şey. Elimi sanal gözlüğüme götürüyorum, tam çıkarmak üzereyken aklıma bir şey geliyor. “Maktulün adı ne yahu?”

Astım notlarını karıştırdıktan sonra “Randel” cevabını veriyor. Randel, Darnell. 6 ve 7. Ayrıca fazladan l harfinin atılmasıyla birlikte bir anagram.

İçimi birdenbire bir huzur kaplıyor. Zihnimde fink atan tüm tilkiler bir ıslıkla bir araya geliyor. Saatlerdir yaptığım araştırmanın meyveleri sanki bu anı bekliyormuş gibi toplanıyorlar bir araya.

Hikâye bana ne anlatıyor? Hikâye gerçeklerle nasıl uyuşuyor? Kendi içine gömülmüş, inzivaya çekilmiş bir genç ve gününü gün eden bir diğer genç. Biri 6, diğeri 7. Olmak istenen, ideal benlik. İntihar, cinayet. İnziva, ekstrem sosyallik.

Başka? Başka? Bir şeyler olmalı. Bir şeyler!

Odaya tekrar bakıyorum. Her bir köşesine bakıyorum hem de. Bakmadığım tek bir yer kaldığını fark ediyorum. Orayı neden ıskalamıştım ki? Kafamı tavana çeviriyorum. Yatağa bakıyorum. Tavana, yatağa. Tavana, yatağa. Git, gel. Randel’in, Darnell’in yatağında işi ne?

Kendimi tokatlıyorum. Bir kez daha. Bir daha.

Dışarıya sırayla çıkmak.

Sıcak hava.

Bıçak.

Aynı anda görülmemek.

Hikâye.

Yarım kalmış bir hikâye.

Yarıda kesilmiş bir hikâye.

Bir fazlalık tarafından.

6 ve 7.

Olan

Olmak istenen.

Kendine duyulan nefret.

Bir başkası olmaya duyulan hasret.

Ve buzluk.

Nihayet!

“Bu bir intihar.

Bu bir cinayet.”


XI


“O ne demek?”

“Duydun işte.”

“İyi de bu nasıl mümkün oluyor?”

Rahatlıyorum. Saatlerdir kasılan her bir organım kendine geliyor. Derin bir nefes alıyor ve konuşmaya başlıyorum.

“Çok basit. Randel inzivaya çekildiği dünyasında kendine bir arkadaş yaratıyor. Aslında bu arkadaş olmak istediği her şeyi barındırıyor. O kadar ileri gidiyor ki bu arkadaşıyla birlikte eve çıkıyor. Kendi yarattığı gerçekliğe ilk başta kendi inanıyor fakat kendi yarattığı ideal benlik, ona inanmıyor. Her ikisinin de kanıksadığı üzere Darnell, Randel’den çok daha üstün, yaratılmasıın sebebi de bu. Buradaki üstünlük yalnızca ikisinin, daha doğrusu Randel’in zihninde var olan bir gerçeklik. Lakin böyle. Birlikte çıktıkları bu yolda sonlarının ne olacağını ikisi de biliyor. Öyle ki hikâyelerinin güzergahı dahi belirli. Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. Hem Darnell’in Randel’e hem de Randel’in kendisine olan nefreti her geçen gün artıyor. Randel kendi yazdığı bölümde intiharı, Darnell ise kendi dünyasında cinayeti düşlüyor. Ve en nihayetinde ikisinin de istediği oluyor.”

“İyi de nasıl?”

“Basit. Çok basit. Buzlukta henüz buz olmamış bir su kabı bulmuştum. Aşağı yukarı bir tuğla büyüklüğünde bir şeydi. Darnell bıçağı aldı ve suyun içine yerleştirdi. Aradan belirli bir müddet geçtikten sonra su, buza dönüştü. Ardından tek yapması gereken şey buzu kısa bir süreliğine tavana yapıştırmak oldu. Mutfaktaki bıçak darbelerine bakılacak olursa bu işlemi defalarca kez denemiş olmalı. Bu durumda hem bıçağı hem de buzdolabına koyduğu kabı pek çok defa kullanmış. Gerek hikâyelerden gerekse topladığım ipuçlarından vardığım sonuca göre Darnell takıntı seviyesinde düzenli biri. Tam da bu yüzden sayısız defa kullandığı kabı tekrar suyla doldurup buzluğa attı zira onun için kabın yeri orasıydı. Buzluğu açtığımda su görme sebebimse henüz bu işlemin ardından suyun donmasını sağlayacak kadar süre geçmemiş olmasıydı. Tavandaki buz havanın da sıcak olması nedeniyle bir süre sonra eridi ve yatağa düştü. Darnell’in yaptığı hesaplama tam olarak doğruydu zira nereye yatacağını da çok iyi belirlemişti. Hatta biraz önce de söylediğim gibi bunun için çalışmıştı bile. Ancak cinayet işlemini gerçekleştirmeden önce Randel gibi giyinmesi gerektiğinin de farkındaydı zira öldürmesi gereken kişi o, yani kendisiydi. Randel de bundan memnun olmalıydı. Öldüren ve ölen olmak, yüzündeki Mona Lisa ifadesini tam anlamıyla açıklıyor doğrusu.”

Sözlerim biter bitmez buzdolabına gidiyor, buzluğu açıyor ve buzu çıkartıyorum. Tavanda bir süre beklettikten sonra elimi çekiyorum. Buz kütlesi bir süre orada kalsa da bedenimi sırılsıklam eden sıcağa boyun eğiyor ve pat diye düşüyor.

“Şahane!” diyor. “Peki ya ev sahibi?”

“Ne olmuş ona? Senin de söylediğin gibi yalnızca fazla meraklı bir teyze, o kadar.”

“Peki ya gördüğünü söylediği kişi?”

“Burası bir bina, değil mi? Herhangi biri olabilir.”

“İyi, güzel, hoş ama bu dediklerine ispat olarak gösterebileceğin ne var?”

“Çocuğun geçmişini araştırmanız yeterli olacaktır.” diyorum kendimden emin bir şekilde. “Evet, işte böyle.”

Astımın sesi birdenbire değişiyor. “Tebrik ederim. İlk bölümü başarıyla tamamladın. Bu bölümü geçmeyi başaran ilk kişi olduğun için yakında bir mesaj alacaksın. Bildirimlerini açık tutmayı unutma!”

Konuşan astım değil, arayüz. Sevincim kursağımda kalırken gözlüğümü çıkartıyorum. Aklımda dönüp duran tek bir cümle, tek bir gerçeklik.

Yalnız yaşayıp yalnız ölen bir adam.

Bölümlere ayrılmış hâli


Hikâyeler, her yerdeler. İşte, yanımdan geçip gidiyor bir tanesi. Kim bilir nereden geldi, kim bilir nereye gidiyor? Ben bilmem ama tahmin etmeye çalışabilirim. Son zamanlarda denediğim şeylerden biri de bu. Nedense bir türlü başarılı olamıyorum. Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde, hepinizin adını duyduğunuz o ünlü dedektiflerin yaptığı çıkarımları bir türlü yapamıyorum. Aslında detaylara yalnızca önem vermekle kalmayıp aynı zamanda onları fark edebilen biri olarak bu iş için biçilmiş kaftan olduğumu düşünüyorum ama ne yazık ki gerçekler ve fikirlerim uyuşmuyor. Ya sandığım kadar zeki biri değilim ya henüz bu yöntemin püf noktalarını öğrenebilmiş değilim ya yeteri kadar bilgi sahibi değilim ya da hayali kahramanlar da gerçek hayatta bu kadar başarılı olamazlar. Eh, biraz ondan biraz bundan olsa gerek.

İşte bir başkası daha. Nereye gidiyorsun özgür ruh? Ayakkabılarında ıslak çamur izleri var, temizlemeye ne dersin? İlginç, bu ana dek peşimden gelenlerin böyle izleri yoktu. İzleri takip etmem mümkün müdür acaba? Henüz kurumadığına göre yakın bir yerde basmış olmalı, değil mi? Öyleyse okulun ormanına girmiş olmalı. Hatırladığım kadarıyla yakın zamanda yağmur yağmadı. Öyleyse ormanın içinden akan küçük ırmaktan da geçmiş olsa gerek. Ey özgür ruh? Doğayla mı konuşuyordun? Ne işin vardı ormanda? Belki de herkesten gizlenmiş düşüncelere dalıyordun, kim bilir. Belki de o kadar özgür değildin, kim bilir. Tırnaklarının arasındaki toprağı gözden kaçırdım sanma sözde özgür ruh. Ama dizlerinde toprak izi göremedim, kendi iradenle eğilmişsin pek de özgür olmayan özgür ruh. Şınav mı çekiyordun yoksa? Gerçi yaşını düşünecek olursak… İşte bir başka özgür ruh daha. Bir erkek, bir kadın. Amanın. Nereden geldikleri şimdi belli oldu. Nereye gittikleriyse onlara kalmış. Ben buradan sapıyorum.

Yurtta kalıyor olmanın en güzel tarafı derse beş dakika kala evden çıkabilmek ve ders bittikten beş dakika sonra eve varabilmek sanırım. Zaten yüzlerce öğrenciye sorsanız da başka olumlu bir yan bulamazsınız gibi geliyor bana. Oh, mis gibi genelleme. Gören de elimde istatistiksel bilgi var zanneder. Alakası yok! O değil de nerede kaldı bu kargo?

Aha! İyi kargo lafın üstüne gelirmiş. Evet, evet, işte kimlik numaram, işte imzam. Teşekkürler, teşekkürler. İyi günler ve kolay gelsin.

Nihayet VR gözlüğüme ulaştım. Gözlük kullanıyor olsaydım ne güzel sızlanabilirdim, değil mi? Tüh. Ya da Hüt. Tüh’ün tersi neyse işte o. Bir de gözlükle uğraşmayacağım. Gerçi uğraşmam gerekiyor muydu ki? Ah, her neyse. Formaliteler, yüklemeler, bir şeyler derken ve işte!

“Detective Simulator 2019”

Kabul etmek lazım ki bu pek de ilgi çekici bir oyun ismi değil. Yine de yapılan incelemelere göre pek çok şey vadettiği kesin. Öyleyse, böyledir ve böyleyse de şöyledir, şöyleyse de başlayalım.

Menüyü görebilmem için basit bir bulmaca çözmem gerekiyor. Ne güzel, ne harika. Tak, tak, tak. İşte tamam. Sırada ne var? Kullanıcı adı ve şifre. Adım ne olsun? Dedüktif Sherlock’un tırnağı olamayacağıma göre tam tersi olayım. Sherlock, Şerlok. Şer, zıttı Hayır. Lock. Clock. Cloak? Hmm. Dedektif Hayır Pelerini. DHP. Çok saçma. En iyisi Dedektif Adsız Doküman olmak. Şifrem de zihnimde gizli kalsın canım.

Oyun ilk olarak iki seçenek sunuyor demek, güzel. Çözülmüş ve Çözülmemiş Vakalar. Huyumdur, zoru seçerim. Çözülmemiş Vakalar açılıyor. İlk bölümün adı İnziva. Aa ben. Öyleyse, böyleyse, şöyleyse. Başlayalım.

Bu da nesi? Bir küçük oyun daha. Orta kısımlar ne güzelmiş. Sıfırların arasında kalan 1 numara da ben miyim yoksa? Cansız bedenlerin arasında oyun oynayan bir adsız... Fazla romantik. Olmaz öyle.



Bakalım buraya da sayı mı yazacağız? Sayı kabul etmiyor. Harf öyleyse? Evet. Adsız Doküman iş başında. Bir bakalım. Harfe dönüşeceğine göre sayıların toplamı alfabe temsili olsa gerek. Basit. 19, 20, 1, 18, 20. Oyun dili İngilizce olduğuna göre… S, T, A, R, T. Evet, mantıklı. Allons-y!

Bu noktadan itibaren her türlü detaya dikkat etsem iyi olacak. Sinematikle başlıyor. Güzel. Hoş. Görüntüler hiç de fena değil. Bakalım. Sıcak hava. Terli bir genç, biraz göbekli. Aksesuar yok, sade bir yaşam. Sakin ama kararlı adımlar. Ne yapacağını bilen biri gibi. Evet, çok iyi biliyor olsa gerek zira yatağa geçiyor. Bu da nesi? Rengarenk bir oda. İlginç. Odanın içine nükleer bomba koysalarmış bu kadar eğreti durmazmış. Birinci bakışa geçtik. Yüzüstü yatıyor. Soluna bakıyor, bir sehpa. Bir bardak altlığı, bir de bardak. Su mu o? Ben almayayım. Gerilim müziği artış gösteriyor. Uykuya dalmak için gözler yumuluyor. Refleksif bir tepkiyle aniden açılan gözler, gözlerindeki ferle beraber solup gidiyor. Buna karşın maktulün dudaklarında oluşan ifade Mona Lisa’yı hatırlatıyor. Ölüm, aniden geliyor.

Vakanın hangi noktasından başlayacağım acaba? Yüklenme ekranı… 1, 2, 6, 24, 120, 720, 5040, 40320, 362880? Sanırım. İşte yüklendi. Aman 3628800’i unutmayalım ha!

Çözülememiş bir vaka olduğuna göre dosyanın kapandığını, rafa kaldırıldığını, pabucunun dama atıldığını, bu durumda da yalnız başıma olacağımı varsayıyorum ama hiç de öyle olmuyor. Oyun, aniden geliyor.

“Maktul, ikinci sınıf Bilgisayar Mühendisi öğrencisi. Muhtemel ölüm sebebi sırta saplanmış bıçak. Bıçağın saplanma şekline bakılırsa intihar olma olasılığı yok. Olası şüphelilerden ilki maktulün kayıplara karışmış olan ev arkadaşı. Diğeriyse düşük ihtimalle de olsa cesedi bulup ihbarı yapan ev sahibi.”

Durup dururken bana bilgilendirme yapan bir astımla birlikte eve dalıyoruz. İlk bakışta göze çarpan kayda değer herhangi bir şey yok. Doğruca olay yerine gidiyor ve incelemeye başlıyoruz. Astımın bana verdiği bilgi son derece yerinde duruyor, intihar olasılık dışı gibi gözüküyor. Yine de emin olmamakta fayda var. Gözüm sehpanın üzerinde duran bardağa ilişiyor. “Bardak incelendi mi?” diye soruyorum. “Evet. Negatif. Ayrıca parmak izi maktule ait. Aslına bakılırsa evde maktulden bir başkasının parmak izine rastlamadık. Ki bu oldukça tuhaf. Lakin bu tuhaflık bizlere okların iyiden iyiye ev arkadaşına döndüğünü gösteriyor.”

Katilin ev arkadaşı olmaması gerek. Öyle olsa bu vaka neden çözülememiş olsun? Gerçekten de durum oldukça şüpheli. Yatakta ipucu değeri taşıyabilecek hiçbir şey görmüyorum. Odanın içinde birer adet yatak, dolap, bilgisayar ve sehpa var. Evin gördüğüm kadarının aksine duvarlar baştan aşağıya rengarenk çizimlerle dolu. Eldivenlerimi takıp dolaba baktığımda da aynı tonlarda kıyafetler görüyorum. Ölen kişinin üzerindeyse siyah renkte tişört ve eşofman var. Öyleyse burası baş şüphelimizin odası olmalı. Odaya dair ilgi çekici noktalardan bir diğeri de her şeyin muntazam bir nizam içinde olması. Muntazam bir nizam ne demek? Boş laf. Bir yandan odada kalan kişinin ruh hâlini yansıtırken diğer yandan da kendi içinde oturaklı bir düzene sahip gibi gözüküyor. Bilgisayar dahi daha önce görmediğim detaylarla süslenmiş: Neon ışıklar, boyalı kasa ve monitör, motifli fare ve klavye. Fare, fare altlığının tam ortasında duruyor. Sandalyeyi çekip inceliyor olsam da kayda değer bir şey göremiyorum. Sandalyeye oturmadan aynı hizada çömeliyorum. Benden birkaç santim kısa boylu birine göre oldukça ideal bir koltuk. Öyleyse yaklaşık 1.75 boylarında birini arıyor olmalıyız.

Ne tuhaf. Kendimi iyice kaptırdım. Neredeyse oyun oynadığımı unutacağım. Mükemmel bir his gerçekten. Damarlarımdan akıp giden kanın akışını dahi hissedebiliyorum sanki. Kalbim, öğretmenin sorduğu sorunun cevabını bilen bir öğrencinin her seferinde giderek artan bir hiddetle kalkan parmağı gibi kendini ispat etme amacıyla yanıp tutuşuyor. Ah!

Heyecanımı dizginlemek için biraz durduktan sonra incelemeye devam ediyorum. Saçmasapan duruşum sayesinde ağrıyan ayağım bana kendime gelmemi söylüyor. Tekrardan vakaya odaklanmaya çalışıyorum. Söylemek için erken olsa da detaylara önem veren biriyle karşı karşıyaymışız gibi duruyor. Parmak izlerini ardından bırakmadan işini görüp kayıplara karışacak birine benziyor bu kişi. Yatağın altına dahi bakıyorum bir ipucu bulabilmek için ama nafile. Hışımla astıma dönüyorum. “Ev arkadaşına dair ne biliyoruz?”

Bir süreliğine kâğıtlarının arasında mekik dokuyor. “Maktulün nadiren de olsa eve getirdiği bir arkadaşı olduğu zaman odasından çıkmayan biriymiş. Ayrıca maktulle de ilginç bir anlaşmaları varmış. İkisi de aynı okulun aynı bölümüne gittikleri için evden sırayla çıkıyorlarmış. Ev sahibinin dahi ikisini aynı anda bir arada gördüğü bir gün bile olmamış. İkisi de içine kapanık tipler. Maktulün arkadaşının söylediğine göre oldukça iyi bir aşçıymış ve bıçak kullanmasını da çok iyi biliyormuş. Ona aşçılığını nereden bildiğini sorduğumda onun yaptığı bir yemeği yediğini söyledi. Eline sağlık dediğinde dahi bir cevap alamamış. Yine de bu durumu bizim bulduğumuz kadar tuhaf buluyor gibi gözükmüyordu zira maktulün de baş şüphelinden pek bir farkı olduğu söylenemezmiş. Bakalım, bundan başka aralarındaki tek ortak noktaysa birlikte yazdıkları hikâye.”

“Hikâye mi? Ne konuda?”

“Bilmiyoruz. Henüz bilgisayarların şifresini çözemedik.”

“Bunun için çalışan adamlarımız yok mu?”

“Burada ikimizden başkasını görüyor musun?”

Kendimi iyice kaptırıyorum: “Çene çalma ast kafalı. Maktulün arkadaşından bahset.”

“Liseden arkadaşı. Onu yakından tanıyan yegâne kişi olduğunu söylüyor."

“Hikâyeden bahseden o mu?”

“Evet ama ne hikâyenin konusunu ne de bilgisayarların şifresini biliyor.”

“Bilgisayarların mı?”

“Evet, diğer odada bir tane daha bilgisayar var.”

Kaşlarımı çatıyor ve diğer odaya geçmeden önce bu odayla işimin tamamen bittiğinden emin olmak istiyorum. Bir yandan odayı tekrar incelemeye diğer yandan da incelediklerim üzerine düşünmeye başlıyorum. Odada perde bile göremiyorum. Camların dahi birer tabloya dönüştürüldüğünü fark ediyorum. Her şeyin ne kadar da alışılmışın dışında olduğunu düşünürken birden kafama dank ediyor. “İkisi de içine kapanıksa kıymetli şüphelimiz bu kıyafetlerle ne yapıyor?”

Dolapta adeta “Ben buradayım!” diye bağıran giysilere şöyle bir baktıktan sonra omzunu silkiyor ve “Bu, güzel bir soru.” diyor. Ondan pek fazla yardım alamayacağımı anlıyorum zira yalnızca işini yapmaya çalışan, fazlasında gözü olmayan biri gibi gözüküyor. “İçine kapanık olduğunu kim söyledi?” diye soruyorum. “İnsan eve gelen birine selam vermez mi?” diye yanıt veriyor. “Sana odasından çıkmaması için yüzlerce sebep sayabilirim ama şimdi bununla vakit kaybetmeyeceğim.” diye çıkışıp düşünmeye geri dönüyorum.

Bir hayli ilginç bir durum gerçekten. Odada ben ve astımdan başka eğreti duran yegâne şeyler de maktul ve cinayet aleti. Tuhaf, ilginç, esrarengiz, ilgi çekici, garip, cazip, Abdülmuttalib.

Evin içinde ve dışında kamera olmadığı için olaya dair net bir bilgiye ulaşmamız mümkün gözükmüyor. Anlaşılan, iki öğrenci başını sokacakları bir yeri zar zor bulmuşlar. İki oda, bir salon, mutfak da salonla birleşik. Amerikan Tipi miydi neydi? Diğer odaya geçmeden evin kalanıyla ilgilensem iyi olacak. Hiçbir detayı kaçırmamak adına pür dikkat kesilmeliyim.

Kapıdan giriyorum. Karşımda bir ayakkabılık var. Sağa dönüyorum. İçerisi oldukça ferah ve geniş. Aslında pek de büyük olmayan bir salonu olmasına karşın eşyaların olmayışı sebebiyle geniş gözüküyor. Mutfakla salonu ayıran tek şeyin adını da bilmiyorum. Her şeyin bir adının olması güzel lakin her alana özel terimleri bilmek de büyük meziyet. Nedense öykülerdeki dedektifler her şeyi biliyorlar. Her neyse. Salonda yalnızca armut koltuklar, üçlü koltuk, televizyon ve kitaplık var. Kalınası bir ev gibi gözüktü bana şimdilik. Salonda göze çarpacak pek bir şey yok. Yalnızca üç adet armut koltuk olması da geçmişte aldığım bilgileri düşünecek olursak oldukça mantıklı zira pek fazla kişinin gelmediği ve birinin gelmesi hâlinde de evde kalanlardan birinin saklandığı düşünülecek olursa üç armut yeter de artar bile. Hatta belki de şu koltuk bile fazlalık olabilir. Keh keh. Salonun sağ tarafında kalan mutfak bir hayli geniş. Bunun sebebi baş şüphelinin yemek yapmayı seviyor olması gerek. Bu durumda maktul de kitap okumayı seviyor diyebilir miyiz? Baş şüpheli, aslında bakılırsa tek şüpheli demek daha doğru olacak, tek şüpheli de dışarıya çıktığı zaman âlemlere akıyormuş ne de olsa. Okumaya pek fırsatı kalmıyordur belki. Tabii doğrudan bir sonuca varmak bir amatör hatası olur. Ayrıca maktul de pekâlâ iyi bir aşçı olabilir. Üstünkörü bir şekilde gezinmeye devam edelim bakalım. Tuvalet ve banyonun olduğu bölümde dikkate değer bir şey yok. Sırada diğer oda var.

Her iki oda da dış yapısı bakımından tıpatıp aynı gözükmesine karşın maktulün odası, titiz şüphelimiz olan sürrealist ressamın fırçasından çıkmış odasının aksine Azrail'in zaman öldürdüğü bir yere benziyor. Siyah bir perdeyi ilk defa görüyorum doğrusu. Odanın duvarları beyazken bilgisayar, yatak, sehpa, dolap ve hatta halı dahi siyah. Işığı yaksam siyah yanacak diye korkmuyor değilim. Biraz evvel saydığım nesneler de her iki odada ortak bulunan şeyler aslında. Yani özetleyecek olursak ev şöyle diyebiliriz:





Astımı bıraktığım yerde buluyorum. Ölene dek odadan çıkma gibi bir niyeti yok sanki. “Maktulü kim buldu?”

"Ev sahibi."

"Bunu şimdi niye söylüyorsun?"

"Ne önemi var ki? Ayrıca eve girerken söyledim ya."

"Ne demek ne önemi var? Katil pekâlâ ev sahibi de olabilir." diye çıkışıyor ve haksızlığımı kabul etmiyorum. Aniden gelen bilgi yüklemeleri beni yıpratmış olmalı zira eve girerken söylediğini hatırlıyorum. Haydi Adsız Doküman. Kendine gel, toparlan.

"Pek olası gözükmüyor zira olayın gerçekleştiği saatlerde başka bir yerde olduğuna dair kanıtı var. Sen evi incelerken verdiği bilgileri doğruladım. Katil olması olası değil.”

“Olayın gerçekleştiği saatler?”

“Maktul tahmini olarak 23:30 ile 00:00 saatleri arasında ölmüş.”

“Olay yerini hangi ara incelediler?” diye soruyorum ve sorar sormaz saatime bakıyorum. Saat gecenin 2’si. Aklıma aynı anda iki şey geliyor. Astım saatime baktığımı gördükten sonra sorumu yanıtlamaya ihtiyaç duymuyor. Bu huyunu beğeniyorum.

Ev sahibinin gece yarısında burada ne işi var? Evde neden saat yok? İkincisi oldukça manasız bir soruydu aslında. Her evde saat olması gerekmiyordu. Düşününce benim odamda da saat yok ama aynı dedektifte olduğu gibi kolumda var. Ah, acaba dedektifin kolunda saat olmasaydı astım ne gibi bir tepki verirdi? Yapay zekâyla uğraşmak ne eğlenceli olurdu ama! Her neyse. Nerede kalmıştık? Saatin yoksunluğu. Vakayla bir alakası olabilir mi? Olsaydı dahi benim aklıma gelen bir bağlantı yok, diye düşünürken kitaplığın yan tarafında, üzerinde hiçbir şey asılı olmayan bir vida gördüğümü anımsıyor ve gidip kontrol etme ihtiyacı duyuyorum. Doğru hatırlamışım. Bununla daha sonra ilgilenmeye karar veriyor ve “Ev sahibinin bu saatte burada işi neymiş?” diye soruyorum. “Binadan ses geldiğini duyunca kapı deliğinden bakmış ve Darnell’in geldiğini görmüş.”

“Darnell kim?”

“Ev arkadaşı.”

“Tamam, devam et.”

“Daha önce de söylemiş olduğum gibi kontrol ettiğim bilgilere göre ev sahibi cinayetin gerçekleştiği sırada bir komşusundaymış. Normal şartlarda gecenin bir saatinde insanları para sebebiyle sıkıştırmazmış lakin hâlihazırda paraya sıkışık olduğu için hem kapıdan baktığı belli olmasın hem de misafire ayıp olmasın diye bir süre daha bekledikten sonra fırsatı değerlendirip birkaç gün gecikmiş olan kirayı tekrar hatırlatmak, mümkünse de alabilmek için müsaade istemiş. Misafirliğe gittiği ev sakinleriyse ev sahibinin ne zaman kalktığını tam olarak biliyorlar zira tam kalkacağı sırada cep telefonları çalmış. Söylediklerine göre 00:16’da evden ayrılmış. Her iki arkadaşın da geç saatlere kadar uyumadığını bildiği için içi de rahat bir şekilde kapıyı çalmış fakat bir yanıt gelmemiş. Birkaç dakika daha kapıyı çaldıktan sonra endişelenmiş ve kendisindeki anahtarla birlikte eve girmiş, sonra da direkt polisi aramış. Söylediğine göre evde maktulden başka hiç kimse yokmuş. Maktulü görür görmez korkudan kaçarken merdivenlerden birinin indiğini görmüş ama o kim olduğunu görememiş. Anlattıklarına bakılırsa o kişinin Darnell olması kuvvetle muhtemel.”

“Ev sahibi oldukça şüpheli durmuyor mu sence de?”

“Orta yaşlı bir kadından beklenilmeyecek türden davranışlar değil bana soracak olursan.”

“Anahtarı sayesinde maktulü uyuşturmuş olması da pekâlâ olası. Belirli bir düzenek aracılığıyla da mazeretini yaşarken işi bitirmiş olabilir. Çok zor bir şey olmasa gerek.”

“Peki ya öldürmek için sebebi ne?”

“İşte buna verecek hiçbir cevabım yok. Soygun ihtimali oldukça düşük. Başka ne olabilir, aşk mı? Tamamıyla olasılıksız değil fakat neredeyse öyle. Aklımı kurcalayan iki şey var. Bunlardan ilki kitaplığın yanında olması gereken şey. Tablo ya da saat, bilemiyorum. Pekâlâ. İnsanların ağzında bakla ıslanmaz. Bir yerde insan varsa dedikodu da vardır. Kulağa ne kadar absürt gelse de ortada bir ilişki olup olmadığını öğrenmeye çalış. Aynı zamanda olması gereken yerde olmayan şu şeyi de bir soruştur.”

“İkincisi ne?”

“Ha, evet. Ev sahibinin parmak izini bulamamış olmanız. Tanıdığı birinin cesediyle karşılaşan biri psikolojik olarak destek almak ister lakin bu kadın hiçbir yere dokunmamış mı yani? Detaylı otopsiye ihtiyacımız var bana kalırsa. Bu kadından pis kokular alıyorum. Ayrıca Darnell midir nedir neden hâlâ bulamadık?”

“Ben ne bileyim. Arama emrini çıkartalı çok oluyor ama geri dönüş alamadık. Bu kadar çabuk kim, nerede görsün? Yarınki haberlerde görmeden adamı bulma ihtimalimiz yok denecek kadar az. Başka bir şey yoksa verdiğin ıvır zıvır görevlerle ilgileneceğim.”

Ters ters bakmam bir cevap olarak oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Astımın çıkışıyla birlikte kendime düşen şeyi yapıyor ve evi ince eleyip sık dokuyorum.

Evi baştan aşağıya incelememin en doğrusu olacağını düşünüyorum. Bu oyunun hemen hemen her şeye izin veriyor olması gerçekten de harika. Her detay o kadar gerçekçi ki sanki gerçekten de olay mahallindeyim. Oyuna dair görebildiğim tek sıkıntı maktulün yakınları ya da olası şüphelilerle bizzat konuşmuyor oluşum ama bunun sebebi muhtemelen ilk bölümde olmam. Bu tip ufak olumsuzluklara takılmaktansa oyunun tadını çıkarmalıyım bana kalırsa. İşte giriş.

Ayakkabılıkta ayırt edici hiçbir özelliği bulunmayan siyah bir spor ayakkabı ve her biri birbirinden farklı, bazılarının adını dahi bilmediğim envaiçeşit ayakkabı var. Ancak ipucu namına gözüme ilişen hiçbir şey yok. Salondan da pek bir fayda alamadıktan sonra kitaplığı incelemeye koyuluyorum. Çeşitli programlama dillerine ait kitaplar, dergilerin bedavaya verdiği küçük kitaplar, birkaç yemek tarifi kitabı, çok sayıda klasik ve çağdaş roman. Kitaplığın alt rafında ise adını ilk defa duyduğum çizgi romanlarla birlikte pek çok sayıda film bulunuyor. Filmler çoğunlukla DVD’ye kaydedilmiş, korsan olmaları pek de şaşırtıcı sayılmaz. Bu çocuğun parasal sebeplerle öldürülmüş olmasına imkân yok.

Elle tutulur herhangi bir ipucuna ulaşamıyor oluşum beni o kadar rahatsız ediyor ki sıcaktan terleyen karakterimle birlikte ben de gerçek hayatta ter döküyorum.

Susadığımı hissediyorum lakin oyunun içinde su içmemin herhangi bir faydası olacağını düşünmediğim için böyle bir eyleme yeltenmiyorum. Ayrıca gizemi bir an evvel çözmek istiyorum. Fizyolojik ihtiyaçlarımın beni yönlendirdiği yere, mutfağa yol alıyorum. İçeri girer girmez gözüme bıçaklık ve bıçaklıktaki eksiklik çarpıyor. En büyük bıçak eksik, ben de bir küçüğünü elime alıyorum. Ne kadar keskin olduğunu merak ediyorum fakat neyin üzerinde deneyeceğimi bilemiyorum. Düşünürken sıklıkla yaptığım hareketlerden biri olarak elimdeki nesneyi çevirmeye başlıyorum. Beni çözüme götürecek bir yol düşünmek için o kadar odaklanıyorum ki adeta dünyayla olan irtibatımı kesiyorum. Tak sesi, Houston’a bir problem olduğunu iletmeye çalışan astronotların aldıkları cevap gibi imdadıma yetişiyor. Bıçağı elimden düşürdüğümü fark ediyor ve bu sayede de tamamıyla tesadüfi bir şekilde bıçağın ne kadar keskin olduğunu öğreniyorum zira bıçak yere saplanmış bir şekilde dik duruyor. Vay canına, diyorum kendi kendime ve bıçağı saplandığı yerden çıkardıktan sonra halıyı da bir kenara çekiyorum. Neyi bulmayı ümit ettiğimi bilmiyor, yalnızca içgüdülerime göre hareket ediyorum. Parkede birkaç tane daha bıçak izi bulunuyor. Şöyle bir düşünüyor ve içimden, yetenekli bir aşçının bu yola giderken ardında bıraktığı küçük adımlar olmalı, diye geçiriyorum.

Bir dedektiflik öyküsü okumak ya da polisiye bir film izlemek elbette benzersiz deneyimler lakin bunlardan bir tanesinin doğrudan içinde bulunmak ve gizemi bir başkasına bel bağlamadan çözmeye çalışmak tahminlerimin de ötesinde bir heyecan ve korku silsilesi. Neyin ipucu neyin alelade bir şey olduğuna karar vermek neredeyse imkânsız. Giderek umudumu yitiriyor gibiyim, öyle ki sebepsizce bardakları, tabakları, kaseleri, çatalları ve aklıma gelebilecek her şeyi sayıyorum. Oysa ulaştığım sayılar ne anlama gelebilirler ki?

Geriye bakmadığım bir tek buzdolabı kaldığı için açıyor ve her öğrenci evinin vazgeçilmezi olarak görülen makarnayı göremeyince hem kandırılmış hem de rahatlamış hissediyorum. Gerçi rahatlayacak hiçbir şey yok ama birilerinin karnını sağlıklı bir şekilde doyurabildiğini görmek bir anlığına olaydan soyutlanmamı sağlıyor. Ne de olsa günleri makarnayla geçirmeye çalışmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum, bu sebeple de empati kurması hiç zor olmuyor. Ancak kendimi hızla toparlıyorum. Olaylar ve kendi yaşam tecrübem arasında işe yaramaz bağlantılar kurup duygusallaşmak beni gerçeklerin tersine, dahası gerçeklere hiçbir alakası olmayan bir yere götürür, biliyorum. Bunu istemem.

Buzdolabında da önemli bir şey bulamadıktan sonra bu kez buzluğa bakıyorum. Buzlukta ne olabilirdi ki sanki? Ne olabilirdi bilmiyorum ama donmamış su olmasını beklemiyordum. Yaklaşık 200 cm³ hacme sahip bir kabın-bu kadar geometri bilgisine sahiptim en azından- içindeki suyun kaç dakika ya da saat içinde buz olması gerektiğini bilmiyorum. Birini öldürecek olan bir kişinin buzluğa bir kap su koyması için de aklıma gelen herhangi bir sebep yok. Öyleyse ölümün kapıda olduğunu fark etmeyen maktul koymuş olmalı, diye düşünüyorum. Havanın da sıcak olduğu göz önünde bulundurulacak olursa gayet makul geliyor. Bunun haricinde birkaç dondurma, dondurulmuş sebze ve fast food bulunuyor. Neye yarar?

Ardından maktulün odasına gidiyor, dolabına bakıyorum. Siyah ve beyazın türevi tişörtlerle birlikte, yalnızca siyah renkte olan pantolon ve eşofmanlarla karşılaşıyorum. Dolabı ardımda bırakıp yatağın altına baksam da tek bulabildiğim şey gri bir çorap teki oluyor.

Tamamıyla çaresizim. Geriye yapabileceğim tek bir şey var, o da bilgisayarları kurcalayıp bir sonuç almayı ummak.

İlk olarak maktulün bilgisayarına göz atmayı uygun görüyorum. Belki de gözümden kaçan fakat burada bulabileceğim türden bir şeyler vardır, diye düşünüyorum. İçine kapanık kişilerin iç dökmek için günlük tuttuğu sık görülen bir şey ne de olsa. Tabii öncelikle astımın söylediği şifre sorununu aşmam gerekiyor. Şifre herhangi bir şey olabilir ve ortada tek bir ipucu dahi yok. Bildiğim birkaç yöntemi deneyerek şifreyi kaldırmaya çalışıyor ve beklemediğim bir kolaylıkla işlemi hallediyorum. Bir iki şey biliyor ve bunları kullanabiliyor olmak güzel bir his doğrusu.

Ancak beni çok daha meşakkatli şeylerin beklediğinin farkına varmam uzun sürmüyor. Görünüşe göre her şey tek bir klasörün içindey ve o klasörün de bir şifresi var. Üniversite 2. Sınıf öğrencisinin bu kadar saklayacak neyi olabilir ki diye düşünmeden edemiyorum. Aslına bakılırsa her şey olabilir. Bu kadar yargılayıcı olmamın lüzumu yok. Fazlasıyla gergin olmalıyım. Ölü birinin ardından öfkelenmemi açıklayacak tek bir sebebim dahi yok zira. Kafamı kendi kişisel problemlerinden uzaklaştırmak adına silkiniyor ve şifreyi kırmanın bir yolunu düşünmeye başlıyorum. Bu kadar geniş bir bilgisayar bilgi birikimine sahip olmadığım için internete başvuruyor ve bir şifre kırma programı indiriyorum. Program işini görmeye çalışırken ben de düşünmeye devam ediyorum. İşlemin ne kadar süreceği hakkında hiçbir fikrim olmasa da çaresizim ve elimden yalnızca bu geliyor. Beceriksiz bir dedektifim doğrusu. İlk vakadan tökezliyorum işte. Bu kadarım. Bundan ibaretim. İpucu namına hiçbir şey göremiyorum. Bana ışık tutma olasılığı olan tek şey bilgisayarın duvar kâğıdı ve o da ağaçların içinde külüstürü çıkmış yeşil bir otobüs fotoğraf, neye yarar? Belki de inzivaya çekilmesi gereken kişi benim. Böylelikle ya ölüp gider ya da bir şekilde işin içinden çıkmayı başarır-

Birdenbire aklıma bir şey geliyor. “Olabilir mi?” diye soruyorum kendime. “Evet, kayda değer tek ipucu bu.” diye yanıtlıyorum ardından. “Aslına bakılırsa elimde olan tek şey bu.” diye devam ediyor, dosyayı açıp şifreyi giriyorum: “İnziva.”

Ne bekliyordum ki? İngilizce denemekten de zarar gelmez gerçi, değil mi?

Gelmezmiş gerçekten. Çok tuhaf bir ipucuydu doğrusu. İpucu dahi denemez, tamamıyla şans eseri buldu-

Birdenbire aklıma dank ediyor. Bu alelade bir duvar kâğıdı değildi. Bu, Into the Wild filminden bir kareydi. İnziva kelimesi şimdi mantıklı gelmişti işte. İçine kapanık birine de oldukça uyuyor.

Programı kapattıktan sonra klasörlerin içinde dolaşmaya başlıyorum. Gerçekten de içine kapanık birinin dünyasında olduğum belli oluyor. Bir anda akla gelip hışımla yazılan ya da biten cümlelerle dolu pek çok dosya var. Tüm bunları okumaya kalkmam günler sürer. Tarayıcılardan birini açıyor ve e-posta adresine giriş yapmaya çalışıyorum. Bir kez daha duvarla karşılaşıyorum, çıkmaz sokak. Neden bu iş için adamlarımız yok ki? Oyun zor olmak için can atıyor gibi gözüküyor. Oysa gerçek hayatta gerçekten de çözülemeyen, daha doğrusu çözülmek için çaba harcanmayan pek çok olay olduğunu da tahmin edebiliyorum. Belki de bu da onlardan biri. Belki de olayın çözülmesi birilerinin hayatında bir önem arz eder, bir işe yarardı. Fena bir motivasyon kaynağı değildi insanların hayatına tesir edebilmek, hiç fena değildi.

Kalkıp diğer odaya geçtim. Ceset yoktu. Otopsi için götürülmüş olmalı diye düşünüp üzerinde durmadım. Aynı işlemleri tekrarlamayı planlıyordum lakin tek bir şifreyle dahi karşılaşmadım. Aptal kafam. Keşke ilk bu bilgisayardan başlasaydım. Bu bilgisayarda gizli hiçbir şey yoktu. Bilhassa sosyal medya sayesinde ne tür bir kişilikle karşı karşıya olduğumu anladım. Gerek özel mesajlar gerekse yapılan paylaşımlar kendinden memnun, ve hatta kendini beğenmiş birini işaret ediyordu. Öz güveni yüksek biri olup, ilgi odağı olmaktan hoşlanıyordu. Böyle biriyle öyle birinin bir arada yaşıyor olması ne kadar da imkânsız gözüküyordu? Oluyordu ama işte. Hayat bir yolunu buluyordu. Yoksa bulmuyor muydu? Neticede ortada bir ceset ve kayıp bir kişi vardı. Hayatın bulduğu çözüm buysa fazla sorun çıkarmamak en iyisi olacağa benziyordu.

Birlikte yazdıkları bir hikâye varsa her ikisinin de erişiminin olduğu bir dosya ve bunu mümkün kılan bir bulut hesabı olması gerektiğini düşünüyor ve birkaç tıkın ardından haklı olduğumu anlıyorum. İşte aynı kelime bir kez daha karşımda.

İnziva.

Dosyayı açıyor ve okumaya koyuluyorum. Aynı yetimhaneden çıkan iki farklı kişinin birbirinden taban tabana zıt hayatını anlatan bir öykü. Toplamda 42 bölümden oluşan bir taslak hazırlanmış lakin yalnızca 13 bölüm doldurulmuş. Yapılan değişikliklere bakılırsa her gün bir bölüm yazılıyor ve sıra hiçbir şekilde bozulmuyor. Şu ana dek tanıdığım kadarıyla ikisi de kendilerini anlatıyorlar. İlk olarak maktul, ardından da Darnell anlatıyor ve sıra bu şekilde gidiyor. Sahi, maktul maktul dediğimiz bu adamın adı neydi yahu? Astım gelince sorarım artık.

İlgi çekici bir unsursa her bölümün sonunda yer alan iki kare. Tek sayılı bölümlerde 7x7, çift sayılı bölümlerde ise 6x6 boyutlarında olan bu iki karenin ilkinde harfler, ikincisinde sayılar bulunuyor. Her bölümün sonunda olmalarına karşın kendini tekrar ediyorlar.

42 sayısı oldukça ilgi çekici bir sayıydı. Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabına göre hayat, evren ve her şeye dair nihai sorunun cevabı 42’ydi. Daha da ilginci bu sayının birbirine asal olan çarpanları 6 ve 7’ydi. İki sayının toplamı 13 olmakla birlikte aynı zamanda bahsi geçen kareleri de aynı sayılardan oluşuyordu.

Elbette insan bakmak ve görmek istedikten sonra her şeyi birbirine benzetebilir. Bu yüzden fazla heyecanlanmamam, kendimi kaptırmamam gerekiyor. Ama elden ne gelir ki? Ben de sayıların müptelası, kelimelerin sevdalısı biriyim. Ne işe yarayacağını bilmesem de görünürdeki son iki bulmacayı da çözmeye karar veriyorum, en azından deneyeceğim.





İşte uğraşmam gereken sorunlar bunlar. Sayılarla aram çok daha iyi olduğu için ilk olarak onlardan başlıyorum. Her bir karenin içinde bulunan her bir sayı, bir başka sayının üslü hâli. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 sayılarının katlarına rastlamak mümkün lakin 0 yok. Bu durumda rakamlardan bir o eksik. Bir önemi var mıydı bilmiyorum. 4, 16 ve 64 sayıları oldukça uğraştırıcı zira hem 2’nin hem de 4’ün katı olabilirler. Sayıların çeşitli derecelerden köklerini bulup toplama, çıkarma ve hatta çarpma ve bölme dahi yapmış olmama karşın herhangi bir sonuç alamıyorum. Ardından aklıma bir fikir geliyor ve hemen denemeye koyuluyorum. İlk olarak yukarıdan aşağıya yaptığım denemede herhangi bir sonuca ulaşamıyor olsam da soldan sağa doğru denediğimde bir şeylerin bana el salladığını görüyorum. Aslında bu bulmacanın bazı basit yanları var. 4. ve 5. Satır bir sebepten dolayı sınırlanmış. Sayılar kendi hâllerinde bir şey ifade edemezler. Aslında edebilirler lakin mühim olan hangi bağlamda olduklarıdır ve şu an içinde bulundukları konuma bakılırsa onları tercüme edecek bir şey gerekiyor ve sayıların harflere, harflerin de sayılara döndürme fikri aklıma geliyor. Bu karman çorman işin içinden çıkabilmek için aklıma başka bir yöntem gelmediği için yumuluyorum. Ayrıca, saf sayısal bir sonuca ulaşmamın herhangi bir şeye hizmet edebileceğini de düşünmediğim için kendi yolumdan devam ediyorum. Kolaylık olsun diye 4. ve 5. satırdaki toplama işlemlerini yapıyor ve 12 ile 20 sayılarına ulaşıyorum. İlginç bir şekilde 12 sayısının 4 fazlası, 4’ün karesine, 20 sayısının 5 fazlası da 5’in karesine denk düşüyor. Ancak aynı benzerlik diğer satırlarda yok. Yine de toplama işlemlerini yapıyorum. 156, 420, 306, 12, 20 ve 306 sayılarına ulaşıyorum. Sahi, 3. ve 6. birbirinin tersi olarak yazılmış hâliymiş. Aptal kafam. Ne işe yarayacağını bilmesem de ipin ucunu bırakma gibi bir niyetim yok zira her şeyin bir anlamı olmalı, en azından bu oyunun kuralları dahilinde.

Her bir işlemi her bir satıra uyguladıktan sonra şu sayılara ulaşıyorum: 13, 21, 18, 4, 5, 18.

Geriye tek bir iş kalıyordu: Alfabe. Sonuç şok edici. Belki de değil.

M, U, R, D, E, R.

Evet, şifre beni cinayete yöneltiyor. Öyleyse hikâyenin vakayla bir ilgisi olabilir mi? Bunu anlamanın tek bir yolu var. Diğer şifreyi de çözmeliyim.

Lakin harfleri sayıya döndürme işlemi bu kez pek de akıl kârı gibi durmuyor. Yine de deniyorum. Harflerin alfabedeki sıralarını toplayıp ortalamasını alıyorum, beyhude. Anlamlı olan kelimelerin anlamlarını düşünsem de aralarında bir bağ kuramıyorum. Çapraz olarak bakıldığında da herhangi bir manaya gelmiyor, geliyorsa da ben göremiyorum. Ne öyleyse? Ne yapmam gerekiyor?

Matematik dünyasının içinden üssü sayılarla çıktım. 6x6 boyutlarındaki bir kare ve bu karelerin içindeki sayılar epey bir ipucu içeriyor doğrusu. Peki ya bu 49 karenin benimle derdi ne? Benden ne yapmamı istiyor bunca kare? Anlamıyor, anlayamıyorum. Aklıma çeşitli şifreleme yöntemlerinde kullanılan harf ilerletme metodu geliyor ve denemekten bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorum. Bir ve iki adet harfi ilerlettikten sonra manalı bir kelimeye ulaşamıyorum. Belki de sihirli sayı 7'dir diye düşünüyorum zira bir önceki şifreyi 6'nın rehberliğiyle çözmüş olmam gibi 7'nin bilginliğine başvurmamak aptalca geliyor. Aman ne romantiklik! Fakat şöyle bir sorun var. B harfinden 7 adet geriye gitmek ya da V, W ve X harflerinden ileriye 7 adım atmak bir döngüye girmeme neden oluyor. Yine de bunu bir sorun olarak görmek yerine çözüm için atılacak bir tecrübe adımı görüyor ve iki şekilde de deneme yapıyorum. İyi ki de denemişim doğrusu. Doğru cevap 7 adım ileriye doğru gitmekmiş ve kelime çapraz bir şekilde karşımda yatıyormuş. Başlangıçtaki yalnızca soldan sağa bir anlam ifade etmesi de bundan kaynaklanıyormuş demek ki. Fakat ulaştığım sonuca ne demeli? Ben bu iki bilgiyle ne yapacağım Allah aşkına? Murder ve Suicide kelimeleri bana neyi anlatıyor? 6 ve 7 harfli bu kelimeler neyi anlatıyor? 6 ve 7 sayıları neyi anlatıyor?

Yumruklarımı masaya vurmamla birlikte içeri giren astımın ürkmesi bir oluyor. “Ne yapıyorsun yahu? Kendine gel.” diyor. Ona bakmıyorum bile. “Ne istiyorsun?” diyorum, sesim bir fısıltı gibi çıkıyor. Gerçekten de kendime gelmem gerekiyor fakat bu yoğun düşünme sürecinin beni bitirdiğini fark ediyorum. Astımsa bunu hiç umursamıyor ve konuşmaya başlıyor. “Aramalardan henüz bir sonuç alamadık. Bahsettiğin tabloysa hiçbir zaman olmamış. Yani orada duran çivi ve olması gereken tablo bir önceki kiracıya aitmiş. Otopsi sonuçlarına göre ölüm sebebi kesinlikle bıçak darbesi. Ayrıca vücudunda yabancı bir maddeye rastlanmamış. Bu durumda her şey apaçık ortada. Katil belli. Geriye bulması kalıyor ve bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.”

Sesler boğuk boğuk geliyor olsa da bana söylenenleri üç aşağı beş yukarı anlamayı başarıyorum lakin dudaklarımdan yalnızca “Ne?” sözcüğü dökülebiliyor. Gücümü toplamak için biraz daha bekledikten sonra soruyorum. “Otopsi hangi ara yapıldı?”

Astım her zamanki bıçkın tavırlarını sürdürmeye devam ediyor. “Saatten haberin var mı senin?”

Başımı çevirip saatime bakıyorum. Saatin 6 ila 7 arasında bir yerlerde olduğunu görüyor ve çılgın bir bilim insanı gibi sırıtıyorum. Ayağa kalkmaya çalışsam da başarılı olamıyorum. Bacaklarım uyuşmuş olmalı. Artık yapabileceğim hiçbir şey kalmadı. Pes etmekten başka hiçbir şey. Elimi sanal gözlüğüme götürüyorum, tam çıkarmak üzereyken aklıma bir şey geliyor. “Maktulün adı ne yahu?”

Astım notlarını karıştırdıktan sonra “Randel” cevabını veriyor. Randel, Darnell. 6 ve 7. Ayrıca fazladan l harfinin atılmasıyla birlikte bir anagram.

İçimi birdenbire bir huzur kaplıyor. Zihnimde fink atan tüm tilkiler bir ıslıkla bir araya geliyor. Saatlerdir yaptığım araştırmanın meyveleri sanki bu anı bekliyormuş gibi toplanıyorlar bir araya.

Hikâye bana ne anlatıyor? Hikâye gerçeklerle nasıl uyuşuyor? Kendi içine gömülmüş, inzivaya çekilmiş bir genç ve gününü gün eden bir diğer genç. Biri 6, diğeri 7. Olmak istenen, ideal benlik. İntihar, cinayet. İnziva, ekstrem sosyallik.

Başka? Başka? Bir şeyler olmalı. Bir şeyler!

Odaya tekrar bakıyorum. Her bir köşesine bakıyorum hem de. Bakmadığım tek bir yer kaldığını fark ediyorum. Orayı neden ıskalamıştım ki? Kafamı tavana çeviriyorum. Yatağa bakıyorum. Tavana, yatağa. Tavana, yatağa. Git, gel. Randel’in, Darnell’in yatağında işi ne?

Kendimi tokatlıyorum. Bir kez daha. Bir daha.

Dışarıya sırayla çıkmak.

Sıcak hava.

Bıçak.

Aynı anda görülmemek.

Hikâye.

Yarım kalmış bir hikâye.

Yarıda kesilmiş bir hikâye.

Bir fazlalık tarafından.

6 ve 7.

Olan

Olmak istenen.

Kendine duyulan nefret.

Bir başkası olmaya duyulan hasret.

Ve buzluk.

Nihayet!

“Bu bir intihar.

Bu bir cinayet.”

“O ne demek?”

“Duydun işte.”

“İyi de bu nasıl mümkün oluyor?”

Rahatlıyorum. Saatlerdir kasılan her bir organım kendine geliyor. Derin bir nefes alıyor ve konuşmaya başlıyorum.

“Çok basit. Randel inzivaya çekildiği dünyasında kendine bir arkadaş yaratıyor. Aslında bu arkadaş olmak istediği her şeyi barındırıyor. O kadar ileri gidiyor ki bu arkadaşıyla birlikte eve çıkıyor. Kendi yarattığı gerçekliğe ilk başta kendi inanıyor fakat kendi yarattığı ideal benlik, ona inanmıyor. Her ikisinin de kanıksadığı üzere Darnell, Randel’den çok daha üstün, yaratılmasıın sebebi de bu. Buradaki üstünlük yalnızca ikisinin, daha doğrusu Randel’in zihninde var olan bir gerçeklik. Lakin böyle. Birlikte çıktıkları bu yolda sonlarının ne olacağını ikisi de biliyor. Öyle ki hikâyelerinin güzergahı dahi belirli. Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. Hem Darnell’in Randel’e hem de Randel’in kendisine olan nefreti her geçen gün artıyor. Randel kendi yazdığı bölümde intiharı, Darnell ise kendi dünyasında cinayeti düşlüyor. Ve en nihayetinde ikisinin de istediği oluyor.”

“İyi de nasıl?”

“Basit. Çok basit. Buzlukta henüz buz olmamış bir su kabı bulmuştum. Aşağı yukarı bir tuğla büyüklüğünde bir şeydi. Darnell bıçağı aldı ve suyun içine yerleştirdi. Aradan belirli bir müddet geçtikten sonra su, buza dönüştü. Ardından tek yapması gereken şey buzu kısa bir süreliğine tavana yapıştırmak oldu. Mutfaktaki bıçak darbelerine bakılacak olursa bu işlemi defalarca kez denemiş olmalı. Bu durumda hem bıçağı hem de buzdolabına koyduğu kabı pek çok defa kullanmış. Gerek hikâyelerden gerekse topladığım ipuçlarından vardığım sonuca göre Darnell takıntı seviyesinde düzenli biri. Tam da bu yüzden sayısız defa kullandığı kabı tekrar suyla doldurup buzluğa attı zira onun için kabın yeri orasıydı. Buzluğu açtığımda su görme sebebimse henüz bu işlemin ardından suyun donmasını sağlayacak kadar süre geçmemiş olmasıydı. Tavandaki buz havanın da sıcak olması nedeniyle bir süre sonra eridi ve yatağa düştü. Darnell’in yaptığı hesaplama tam olarak doğruydu zira nereye yatacağını da çok iyi belirlemişti. Hatta biraz önce de söylediğim gibi bunun için çalışmıştı bile. Ancak cinayet işlemini gerçekleştirmeden önce Randel gibi giyinmesi gerektiğinin de farkındaydı zira öldürmesi gereken kişi o, yani kendisiydi. Randel de bundan memnun olmalıydı. Öldüren ve ölen olmak, yüzündeki Mona Lisa ifadesini tam anlamıyla açıklıyor doğrusu.”

Sözlerim biter bitmez buzdolabına gidiyor, buzluğu açıyor ve buzu çıkartıyorum. Tavanda bir süre beklettikten sonra elimi çekiyorum. Buz kütlesi bir süre orada kalsa da bedenimi sırılsıklam eden sıcağa boyun eğiyor ve pat diye düşüyor.

“Şahane!” diyor. “Peki ya ev sahibi?”

“Ne olmuş ona? Senin de söylediğin gibi yalnızca fazla meraklı bir teyze, o kadar.”

“Peki ya gördüğünü söylediği kişi?”

“Burası bir bina, değil mi? Herhangi biri olabilir.”

“İyi, güzel, hoş ama bu dediklerine ispat olarak gösterebileceğin ne var?”

“Çocuğun geçmişini araştırmanız yeterli olacaktır.” diyorum kendimden emin bir şekilde. “Evet, işte böyle.”

Astımın sesi birdenbire değişiyor. “Tebrik ederim. İlk bölümü başarıyla tamamladın. Bu bölümü geçmeyi başaran ilk kişi olduğun için yakında bir mesaj alacaksın. Bildirimlerini açık tutmayı unutma!”

Konuşan astım değil, arayüz. Sevincim kursağımda kalırken gözlüğümü çıkartıyorum. Aklımda dönüp duran tek bir cümle, tek bir gerçeklik.

Yalnız yaşayıp yalnız ölen bir adam.
 
Son düzenleme:
İlk 4 bölümü okuyabildim. Sınavlarım bitsin hepsini okuyup yazarım.
İlk bölümler için şunu şöyleyeyim, birinci ağızdan 'o an'(yani anı değil) üslubunu kullanmışsın. Böyle bir yazımda karakterin kişiliğini bize çok rahat şekilde gösterebilecekken bu avantajı tepmişsin. Kullandığın üslupta karakterin nefes almıyor gibi.
Yolda yürümesini anlatabilirdin. Sokağı betimlerdin, o anki eylemlerini belirtebilirdin. Sinir olduğu veya sevdiği şeyleri gösterebilirdin.
Şimdilik bu kadar geri kalanını haftaya çarşamba okuyabilirim.
 
İlk 4 bölümü okuyabildim. Sınavlarım bitsin hepsini okuyup yazarım.
İlk bölümler için şunu şöyleyeyim, birinci ağızdan 'o an'(yani anı değil) üslubunu kullanmışsın. Böyle bir yazımda karakterin kişiliğini bize çok rahat şekilde gösterebilecekken bu avantajı tepmişsin. Kullandığın üslupta karakterin nefes almıyor gibi.
Yolda yürümesini anlatabilirdin. Sokağı betimlerdin, o anki eylemlerini belirtebilirdin. Sinir olduğu veya sevdiği şeyleri gösterebilirdin.
Şimdilik bu kadar geri kalanını haftaya çarşamba okuyabilirim.
Teşekkürler öncelikle. Ancak bu dediklerinin hiçbirinin hikâyeye katkısı yok, o yüzden benim için de bir kıymeti yok. :D Karakterin düşünce yapısı önemli olan şey zira hikâye de bunun üzerine olacak, doğal olarak.

Tekrar düşündüm. Hakikaten hiçbir önemi yok yahu. Affedersin de biraz ezbere yorum yapmışsın. :(
 
İlk giriş gayet güzel tümünü okuyup mesajı editleyeceğim. Kendine çekici bir havası var.

2'ci bölümde iç sese yer varsa tam olarak anlamadım ama paranteze yer verilmesi gerekiyor. 3bolum editi gelecek.
 
Son düzenleme:
Çok uzun bölüp bölüp okuyorum. 1. bölüm bitti. @amaneden
O kadar da uzun değil, ayıp ettin. :oleyo2:
İlk giriş gayet güzel tümünü okuyup mesajı editleyeceğim. Kendine çekici bir havası var.

2'ci bölümde iç sese yer varsa tam olarak anlamadım ama paranteze yer verilmesi gerekiyor. 3bolum editi gelecek.
İlk bölümden ve devamından farkı yok ki. Aynı şekilde oku işte. İlkinde sorun çekmeyip ikincisinde nasıl çektin? :D
 
Kusura bakma, okuyamadım. Biraz yoğundum da hep aklımdan çıkıyordu. En yakın zamanda okumaya çalışacağım. İlk paragrafına bakmıştım, hoşuma gitmişti.
 
Hepsini okudum ben. Sonu biraz klişe olmuş ama asla beklemezdim. Yine şaşırttın bizi kral. Su gibi aktı hikaye o da güzeldi.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık