Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Korsanfan.Com - One Piece Türkiye
Neler yeni

[İnceleme] Osmanlı Zırhlıları

Sanayi devriminin getirdiği yeni teknolojiler ile gelişen savaş gemisi teknolojisi Osmanlı donanmasının da yenilenmesini gerektiriyordu. Bu dönemde tüm Avrupa devletleri ile dünyada artık yelkenli gemi devrinin sonuna gelindiği Osmanlı imparatorluk donanmasının Sinop'ta Ruslar tarafından imha edilmesiyle iyice ortaya çıkmıştı. Bu yazımızda Osmanlı imparatorluğu'na ait olan ve olması planlanan zırhlılara (muharebe gemilerine) yer vereceğiz. Ancak yazıda bulunan savaş gemilerinin içerisine Osmaniye ve Mesudiye savaş gemileri alınmamıştır. Çünkü yelkenli savaş gemilerinden ilk zırhlılara geçiş döneminde ortaya çıkan iron clad (demir gemi) gemiler tam olarak zırhlı gemi profiline uymamaktadır. Bu gemiler o dönemde her ne kadar buhar motoru ile güç üreterek yol alsa da halen gemi iskeleti ile gövdesi ahşap olarak imal edilmekte ve yelken direkleri de kullanılmaktaydı. Bu gemilerin yelkenli gemilerden en büyük farkı ise geminin dış yüzeyini top mermilerine karşı korumak için metal ile kaplanması olarak gösterilebilir.



Jön Türklerin 1908 yılında Osmanlı imparatorluğunda güç kazanması ile ittihat ve terakki cemiyeti iktidara yükseldi. İttihat ve terakki'nin iktidarda olduğu dönemde güçlü bir Osmanlı donanması hazırlanması için planları da mevcuttu. Çünkü 1910 yılında yapılan Osmanlı donanması geçit töreninde ciddi eksiklikler açıkça görülmüştü ve bu eksikler giderilmediği takdirde Osmanlı donanması daha önce Navarin'de ve Sinop'ta yok edilen donanma ile aynı akıbete uğrayabilirdi. Daha önce girişilen zırhlı gemi inşa çalışmaları ise abdül kadir'de olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu başarısızlıkların tekrar etmemesi için donanma cemiyeti kuruldu. Bahsi geçen bu cemiyet halktan ve tüccarlardan bağış toplanması yoluyla gemi alımını hedeflemekteydi. Daha önce abdül kadir için toplanan bağışlar iyi değerlendirilememiş ve gemi bir türlü tamamlanamamıştı. Bu çabalara ve bağışlara rağmen donanmanın durumu bir türlü düzeltilememişti. Bunun sonucu olarak da donanmanın yetersizliği, birinci balkan savaşında kesin olarak görüldü. Bu savaşta Osmanlı donanması, Yunan donanmasına karşı İmroz ve Mondros deniz muharebesinde ağır kayıplar vermese dahi hedeflenen başarılara ulaşamadı.

Balkan savaşlarının bitmesinin ardından, donanma konusunda Osmanlı imparatorluğu ile Yunanistan krallığı arasında bir modernizasyon yarışı başladı. Donanmanın yeterli hale gelebilmesi için donanma cemiyeti'nin çabaları ile birleşik krallıktan sultan 1. Osman dreadnought'u (osman-ı evvel) ve reşadiye sınıfı dreadnought savaş gemisinden üç gemi sipariş edildi. Fakat birleşik krallık, 1. Dünya savaşının başlaması üzerine çeşitli bahaneler üreterek önce gemilerin teslimini geciktirdi, daha sonra ise parası verilmiş olan bu iki dreadnought'a Osmanlı yetkililerinin tüm itirazlarına rağmen el koydu. El konulan bu zırhlılardan Osman-ı evvel, Hms Agincourt; Sultan Reşat ise Hms Erin adını aldı ve 1.dünya savaşında ingiltere tarafından kullanıldı. Bu dönemde alman imparatorluğunun deutsche mittelmeer division ismi altında Akdenizde görev yapan Sms Goeben muharebe kruvazörü ile Sms Breaslau hafif kruvazörünü İngiliz kraliyet donanması Çanakkale’ye kadar kovalamış, bu iki gemi ise Çanakkale boğazından geçerek Osmanlı imparatorluğunun başkenti İstanbul’a 1914 yılında ulaşmıştır. Bu olay üzerine alman imparatorluğu bahsi geçen bu iki gemiyi Osmanlı imparatorluğuna bağışladığını ilan etti ve bu iki savaş gemisi Osmanlı donanmasının mülkiyetine geçti. Osmanlı mülkiyetine geçen bu gemilerin adları ise yavuz ve midilli olarak değiştirildi. Bu olay ve sonrasında yaşananlar ise Osmanlı imparatorluğunun ittifak devletleri tarafında 1. Dünya savaşı’na girmesine neden oldu.

1. Dünya savaşında az sayıda Osmanlı muharebe gemisi aktif olarak kullanılabilmiştir. Çünkü bu gemiler bakımsızlıktan halen kötü durumdaydı ve neredeyse hepsi savaş boyunca limanlarda demirli kaldı. Dolayısıyla birçok Osmanlı zırhlı savaş gemisi daha savaşın ilk zamanlarında kullanılamayacak durumdaydı. Bu gelişmelerle birlikte bir türlü tamamlanamayan abdül kadir 1914'te hurdaya çıkarıldı. Barbaros Hayreddin ise 1915'te bir ingiliz denizaltısı tarafından torpillenerek batırıldı. Turgut reis, Osmanlı donanmasında aktif şekilde kullanılıp büyük deniz muharebelerinden kurtularak cumhuriyet döneminde de kullanılan predreadnought olarak göze çarpmaktadır. Cumhuriyet döneminde ise Turgut reis predreadnought'u aktif olarak kullanılmadan 1950'lere kadar limanda demirli kaldı ve bu tarihte hurdaya çıkarılarak söküldü. Planlanan üç Reşadiye sınıfı zırhlı savaş gemisinden sadece biri tamamlanarak denize indirildi ve bu gemiye de birleşik krallık tarafından el konuldu. Osman-ı evvel zırhlısını ilk sipariş eden ülke olan Brezilya’nın mali dar boğaz yüzünden parasını ödeyememesi sebebiyle tamamlanamadan kızakta bekletilmiş ve ardından Osmanlıya devredilmişti. Ancak Ağustos 1914'te 1. Dünya savaşının başlaması üzerine Osmanlıya teslim edilmeden İngiltere bu gemiye de el koymuştur. Osmanlı donanmasının son zırhlısı olan Yavuz ise savaştan ciddi hasarlar alarak kurtulmuş ve 1973 yılına kadar aktif görevini sürdürdükten sonra hurdaya çıkarılmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz bu gemilerden dikkate değer en önemli husus Osmanlı zırhlılarından sadece 2 tanesinin cumhuriyet döneminde kullanıldığıdır. Zira burada çökmüş olan bir imparatorluk ve onun kalıntıları arasından yeniden doğmuş bir cumhuriyet vardı.

Şuana kadar özet olarak geçtiğimiz bu gemilerin çoğunun makus tarihini daha detaylı şekilde incelemekte fayda vardır.

ABDÜL KADİR PREDREADNOUGHTU

Abdül Kadir Zırhlısı, Osmanlılar'ın ilk predreadnought savaş gemisi olmak üzere planlanmış ve inşasına başlanmıştı. Bu ilk tasarıma göre gemi 103,6 metre uzunluğunda ve 19,8 metre genişliğinde olacak, standart yük altında 8100 ton ağırlığında olacaktı. Geminin kemer zırhı 229 mm (9 inch), barbet zırhları 152 mm (6 inch), güverte zırhı ise 60 mm (2,4 inch) kalınlığında olacaktı. Geminin silah sistemi; her tarette 11 inch (280 mm) çapında 2'şer toptan oluşan iki taret baş (pruva) ve kıç tarafında bulunacaktı. Ayrıca kazamat bölümünde 6 tane 5,9 inch (150 mm) çapında, 8 tane ise 3,5 inch (88 mm) çapında olmak üzere toplam 14 top mevcuttu ve bu toplar ikincil silah olarak kullanılacaktı. Ayrıca gemide 6 adet 356 mm’lik torpido tüpü de bulunacaktı.


Geminin inşası için halk ve tüccarlardan para toplanmış ve bu toplanan paralarla gemi inşasına başlanmıştır. Aynı dönemde teknolojinin gelişmesiyle Osmanlı donanmasında da küçük çaplı bir modernizasyon ve genişleme vardı. Modernizasyon çalışmaları kapsamında geçiş döneminin simgesi olan iron glad (demir gemi) alımları yapılarak donanmaya kazandırılmıştır (Osmaniye ve Mesudiye). Bu gelişmelerle birlikte abdül kadir gemisinin tasarımı tamamlanarak 1892 yılında halkın yaptığı yardımlarla inşa çalışmalarına başlandı. İskelet yapımı sırasında çalışmalar oldukça yavaştı. Çünkü Osmanlı donanmasına ayrılan bütçenin az olmasından ötürü ve bağışlarla toplanan paraların bitmesi çalışmaları aksatıyordu. 1900'lerin başındaki tek ilerleme ise iskeletin zırh ile kaplanması olmuştur. Bununla birlikte donanmanın bütçesinde ki ciddi sıkıntılardan ve para bulunamamasından dolayı çalışmalar sonlandırıldı. Dolayısıyla gemi inşasına kaynak bulunması için çalışmalara 1904 yılına kadar ara verildi. Dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler ışığında 1906 yılında gemi tasarımında bazı revizyonlara gidilmiştir. Ancak tasarımda yapılan bu değişiklikler yeterli görülmeyerek 1. Abdülmecid ve 2. MAHMUD dönemlerinde gemi tasarımlarında ciddi değişiklikler yapılmıştır.


Bu tasarım değişiklikleriyle birlikte gemi inşasına yeniden başlandığında gemi iskeletinin bloklarında kamburlaşma ve sarkmayı önlemek üzere kaydırılmak zorunda kalındı. Sonuç olarak gemi inşasının teknolojik olarak geri kalmasından ötürü artık gereksiz olduğu düşünüldü ve 1914 yılında kızakta parçalanıp hurdaya çıkarıldı.

BARBAROS HAYREDDİN PREDREADNOUGHTU

Osmanlı donanmasının ikinci Barbaros’u olarak da anılan Barbaros Hayreddin zırhlısı, 29 nisan 1894 ile 8 ağustos 1915 tarihleri arasında denizlerde görev yapmış bir muharebe gemisidir (predreadnought). Asıl adı Sms Kurfürst Friedrich Wilhelm olan zırhlı, alman donanmasına ait ''brandenburg sınıfı'' savaş gemilerinin sonuncusu idi. Bu gemi 1890 yılında “panzerschiff d (savaş gemisi d)” adıyla kızağa konuldu ve kaiserliche werft wilhelmshaven’da(wilhelmshaven kraliyet tersanesi) inşasına başlanan gemi, 30 haziran 1891’de denize indirildi ve 29 nisan 1894 tarihine kadar denizde silah sistemleri tamamlanarak alman donanmasına bağlı birinci filoya katıldı.


İnşa edildiği dönemin şartlarında üst düzey teknolojiye sahip olan zırhlı; her tarette 11 inch (280 mm) çapındaki 2'şer top bulunan ikisi baş ve kıç tarafında, biri ortada toplam üç taret taşıyordu. Orta taretteki toplar, diğer tarettekilere göre daha düşük kalibreliydi. Kazamat bölümünde 8 tanesi 4 inch (105 mm) çapında, 8 tanesi ise 3,5 inch (88 mm) çapında olmak üzere toplam 16 top mevcuttu ve bu toplar ikincil silah olarak kullanılıyordu. Ayrıca gemide 6 adet 450 mm’lik torpido tüpü de bulunuyordu.

115,7 metre uzunluğunda ve 19,74 metre genişliğinde olan zırhlının standart yük altında ağırlığı 10.013 tondu. İki adet üç silindirli motor bulunduran gemi, 10.228 beygir gücündeydi ve saatte 16,5 knot (31,3 km) hıza ulaşabiliyordu. Kemer zırhı 400 mm (15,7 inch), barbet zırhları 300 mm (11,8 inch), güverte zırhı ise 60 mm (2,4 inch) kalınlığındaydı. Ana silahları oldukça modern olan ve sınıfının en gelişmiş gemisi konumundaki bu zırhlı için alman donanması, toplamda 16.054.000 mark harcamıştı.

Sms Kurfürst Friedrich Wilhelm zırhlısının alman donanmasındaki ilk vazifesi, Çin’deki boxer ayaklanması oldu. Çin’deki milliyetçilerin çıkardığı ayaklanmanın bastırılması konusunda çabaları bulunan Almanya, mareşal Alfred Von Waldersee komutasında dört Brandenburg sınıfı zırhlı, on yük gemisi, üç torpidobot ve altı deniz alayından müteşekkil sefer kuvvetini çine sevk etti. Çine ulaşan bu seferi kuvvet, jiaozhou körfezi civarında çıkan ayaklanmaları başarıyla bastırdı.

1904 yılında Sms Kurfürst Friedrich Wilhelm, tersaneye alınarak modernize edildi. Torpido sisteminin eklenmesiyle güçlendirilmiş bu zırhlı, 1905 yılında tekrar denize açıldı ve hizmetlerine devam etti. 1906 yılında İngiltere’nin başlattığı dreadnought tipi savaş gemilerinin inşa süreciyle donanmalar da hızlı bir gelişim ortaya çıktı. Bu gelişime bağlı olarak brandenburg sınıfı gemiler eskimiş sayılarak görevden çekildiler.

Tam da bu dönemde, Osmanlı devletinde başlayan donanmanın modernize edilmesiyle ilgili çalışmalar sürmekteydi. Donanma-yı osmani muavenet-i milliye cemiyeti’nin gayretleri ve Almanlarla yapılan görüşmeler neticesinde 6 Ağustos 1910 tarihinde sms Kurfürst Friedrich Wilhelm ve onunla aynı sınıfta olan sms Weissenburg isimli iki zırhlıyı toplamda 18 milyon marka satın alındı.

16 Ağustos 1910 tarihinde zırhlılar bir alman amiralin komutasında ve Osmanlı hükümetinin yolladığı türk zabit ve mürettebatıyla birlikte yola çıktı. Gemileri karşılamak üzere Hamidiye kruvazörü, zırhlıyı teslim alacak mürettebatı götürmek için ise tir-i müjgan torpidobotu görevlendirilmişti. 28 ağustos 1910 tarihinde gemiler Çanakkale’ye ulaştı ve 1 eylül 1910 tarihinde donanma cemiyeti temsilcisi Ramiz bey ile alman amiral arasında yapılan devir teslim protokolü ile teslim alındı. Kurfürst Friedrich Wilhelm gemisine eski kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin paşa’nın adı verilmiş, Weissenburg gemisine ise Trablusgarp fatihi olarak anılan şehit amiralimiz Turgut reis’in adı verildi.

BARBAROS HAYREDDİN olarak anılmaya başlanan eski Kurfürst Friedrich Wilhelm zırhlısının donanmaya katılışını, donanma mecmuası şu şekilde anlatır:

“evvela Fransa ile İngiltere’ye müracaat edilmişti. O zamandan beri Türkiye’ye düşman olan bu iki devlet gemi satamayacaklarını söylediler. Nihayet Almanya, vuku bulan müracaat üzerine 1.100.000 liraya Brandenburg sınıfı dört zırhlıdan ikisini devlet-i osmaniye’ye sattı. Sms Kurfürst Friedrich Wilhelm ile Sms Weissenburg, bir alman amiralinin idaresinde Çanakkale’ye geldiler ve 19 ağustos 1326 perşembe (1 eylül 1910) tarihinde selam topları arasında özel merasim ile gemilere Osmanlı sancağı çekildi. İki gün sonra da (3 eylül 1910) Barbaros ile Turgut bütün sahilleri dolduran İstanbul halkının semalara kadar yükselen şiddetli alkışları arasında İstanbul limanına ulaştılar.”

Donanmaya katılmasının ardından amiral gemisi olarak hizmete giren Barbaros Hayreddin zırhlısı, sultan Mehmed Reşad’ın Rumeli gezisinde padişahı Selanik’e götürdü ve bunun ardından padişah yaveri Tahir bey’in komutasında Akdeniz’e inerek Beyrut’a gitti. Trablusgarp savaşı başlangıcında donanmaya geri dönme emri verilmesi sebebiyle Barbaros Hayreddin zırhlısı da Çanakkale boğazına geri dönerek diğer gemilerle birlikte nara burnu açıklarında devriye görevinde bulundu. Bir sene süren bu görevinin ardından balkan harbi patlak vermiş ve gemiler İstanbul’a dönmüştü. Tamire girecek olanlar limana alınıp kalanları ise Karadeniz’e sevk edilmiştir. Donanma mecmuası olanları şu şekilde aktarır:

“Eylül’ün son haftasında bütün gemiler, bir diğerini takip ederek İstanbul’a geldiler. En ziyade tamire ihtiyaç gösterenler tersaneye girdiler. Diğerleri ise Karadeniz’e çıktılar. Barbaros Hayreddin zırhlısı, 1328 senesi teşrinievveli (ekim-kasım 1912) zarfında birçok defa Bulgaristan sahillerinde dolaştı. Bir defasında Varna limanı önünde Bulgar torpidobotlarına tesadüf ederek üzerlerine ateş açtı.”

Osmanlı ordusunun balkan savaşlarında Bulgar ordusu karşısında uğradığı yenilgiler sonrasında çatalca hattında mevzilenmesiyle birlikte oluşan panik havası, donanmanın bu bölgeye sevk edilmesini gerekli kılmıştı. Barbaros Hayreddin zırhlısı da bu sebepten dolayı Karadeniz’den ayrılıp marmara denizine girdi ve Çatalca’daki savunmaya katıldı. Bulgar mevzilerine yaptığı isabetli atışlar sayesinde ordumuza maddi ve manevi açıdan büyük destek sağlamış olan Barbaros Hayreddin zırhlısı, Bulgarlarla ateşkes imzalanmasının ardından Çanakkale boğazına hareket etti.

16 aralık 1912’de boğazdan çıkan Osmanlı donanması, imroz (Gökçeada) açıklarındaki yunan donanmasıyla ilk kez muharebeye girişti. Tarihe imroz deniz muharebesi adıyla geçen bu muharebede Barbaros Hayreddin zırhlısı, yunan donanmasına ait Averof zırhlısı tarafından ateşlenen bir mermiyle iskele bordasından isabet aldı ve mürettebattan bir askeri şehit düştü. Averof zırhlısını takip eden Barbaros Hayreddin ve diğer zırhlılar, Averof’un muharebe alanından uzaklaşması sebebiyle geri dönerek Nara’ya ilerledi.

Bu muharebeden sonra iki defa boğazdan çıkan filomuz, Yunan donanmasına rastlamadı. Nihayet 18 Ocak 1913 günü yunan donanmasıyla Limni adasındaki Mondros limanı açıklarında ikinci bir muharebeye tutuştu. Amiral gemimiz Barbaros Hayreddin, pruva direğinde Barbaros Hayreddin Paşa’nın sancağıyla birlikte bu muharebeye girdi ve kahramanca çarpıştı. Çeşitli çaplarda 31 mermi isabeti alan ve bazıları büyük zorlukla söndürülen 11 yangın çıkan Barbaros Hayreddin zırhlısı mürettebatından 4 subay ve 28 er şehit düştü, 4 subay ve 40 er ise yaralandı.

26 ocak 1913 günü başlatılan şarköy çıkarması sırasında harp filosunda görev alan Barbaros Hayreddin, bu görevinden sonra 18 şubat 1913 günü ege denizine açıldı ve muhriplerle devriye görevini icra ederek geri döndü. Balkan harpleri süresinde çeşitli bölgelerde çarpışan Barbaros Hayreddin, savaş bitiminden sonra 28 Ekim 1913 günü İstanbul’a gelerek haliç tersanelerinde 1 ay boyunca tamir gördü.

1. Dünya savaşının patlak vermesi ve Osmanlı imparatorluğunun da savaşa dahil olmasının ardından Marmara denizinde görevlendirilen Barbaros Hayreddin ve kardeş gemi Turgut reis, sahil güvenliği görevini yürüttü. Müttefik devletlerin Çanakkale harekatına başlamaları üzerine boğazın savunmasına destek veren Barbaros Hayreddin zırhlısı, nara burnu civarında yüzer kale olarak kullanıldı. 25 Nisan çıkarmasında İngilizlerin çıktığı kıyıları bombaladı. 14 mermi ateşleyen Barbaros, 15. Mermiyi ateşlediği sırada merminin orta taretin sağ namlusunda patlaması üzerine orta taretini kaybetti. Turgut reis’in de aynı akıbete uğraması sebebiyle gemiler, Haziran 1915 başlarında İstanbul’a geri çağrıldı.

6 Ağustos 1915 günü başlayan Suvla körfezi çıkarması sebebiyle, Barbaros Hayreddin zırhlısı albay Muzaffer Adil bey komutasında 5. Orduya teslim edilecek 30.000 top mermisi ile birlikte Çanakkale’ye gönderildi. 8 ağustos 1915 günü pazar sabahı, Adatepe Açıklarında pusuda bekleyen ingilizlere ait hms e11 denizaltısı tarafından torpillendi. Sancak tarafından isabet alan ve top mermileri yüzünden ağırlaşmış olan Barbaros Hayreddin zırhlısı, 7 dakika içerisinde alabora oldu. Gemiyle birlikte, 21 subay ve 237 er boğularak şehit düştü. Kalan mürettebat, gemiye eşlik eden torpidobotlar tarafından kurtarıldı.

Deniz kuvvetleri askeri sahası içerisinde bulunan, Çanakkale deniz hastanesi ile nara burnu arasına 1954 senesinde türk şehitlikleri imar cemiyeti tarafından barbaros şehitliği yapılmıştır ve şehitliğin içerisinde barbaros ve turgut zırhlılarında şehit olanların anısına dikilmiş olan bir anıt bulunmaktadır.



TURGUT REİS PREDREADNOUGHTU

Turgut reis, orijinal adıyla Weissenburg; alman ‘’brandenburg sınıfı’’ zırhlı savaş gemisi mensubu predreadnought sınıfındandır. Okyanusa uygun bu tip savaş gemileri, alman donanmasında hizmet etmek üzere inşa edilmişti. İlk iki gemi olan Brandenburg ve Wörth predreadnought muharebe gemilerinin ardından Kurfürst Friedrich Wilhelm ile Weissenburg savaş gemileri de inşa edilmişti. Bu iki savaş gemisi, çelik bakımından daha ileri seviyedeydi. 1894 yılında alman donanmasına katılan Weissenburg, üç kardeş gemisiyle beraber 1900 ile 1901 yılları arasında çin’deki boxer ayaklanmasında görev yaptı. 1910 yılında Osmanlı imparatorluğu tarafından satın alınan geminin ismi Turgut reis olarak değiştirildi ve Osmanlı donanmasında ki görevine başladı. Osmanlı hizmetinde balkan savaşlarında görev aldı ve Aralık 1912 ile Ocak 1913 tarihlerinde Yunan donanmasına karşı iki muharebeye katıldı. Turgut reis, düşük hızı sebebiyle 1. Dünya savaşında önemli bir rol üstlenemedi ve 1. Dünya savaşının sonunda aktif hizmetten çıkartıldı. 1924 yılında eğitim gemisi olarak görevlendirildi. Gemi, 1957 yıllında ise gemi hurdaya ayrılarak söküldü.



Weissenburg muharebe gemisi, brandenburg sınıfında inşa edilen üçüncü büyük gemiydi (diğer üç gemi Brandenburg, Wörth ve Kurfürst Friedrich Wilhelm). Gemi alman donanması tarafından “panzerschiff c (savaş gemisi c)” adı altında sipariş edildi ve Stettin şehrinde ki ag vulcan tersanesinde 1890 yılında 199 inşa numarasıyla kızağa konularak yapımına başlandı. 30 Haziran 1891’de denize indirildi ve silahlandırılmaya başlandı. Sınıfında denize indirilen üçüncü aynı klasman gemi olan Weissenburg, alman filosuna kardeş gemisi branderburg ile birlikte aynı tarihte, 29 Nisan 1894‘te katıldı.


Brandenburg sınıfı zırhlılar, üç adet ikiz tarette taşıdıkları altı büyük kalibre topla, dönemin standardı olan iki adet ikiz taret taşıyan zırhlılardan farklıydılar. Bu farktan dolayı İngiliz kraliyet donanmasını ki görevliler, bu gemilere “whaler” (balina gemisi) adını vermişti. Weissenburg, 115.7 metre uzunluğa, 19.5 metre genişliğe sahipti, daha sonra torpido şebekesinin de eklenmesi ile geminin genişliği 19.74 metre oldu. Geminin su çekimi burunda 7.6 metre, kıç kısmında ise 7.9 metre idi. Geminin standart yük altında ağırlığı 10,013 ton, tam yük altında ağırlığı ise 11,670 ton idi. Gemi iki adet üç silindirli üçlü genleşmeli motora sahipti ve motorlar toplamda 10,228 beygir gücünde idi. Gemi bu motorlar sayesinde 16.9 knot (31.3 km) hız yapabiliyordu.

Gemi, üç zırhlı tarette taşıdığı altı adet ağır topuyla döneminin zırhlılarından oldukça farklıydı. Zamanın gemileri iki tarette dört top taşımaktaydı. Geminin baş ve kıç kısımlarındaki taretlerde 11 inch'lik (280 mm) '' kl/40'' toplar bulunmaktaydı. Geminin ikincil silahları kazamatlara monte edilmiş 8 adet 4 inch (105 mm) ''sk l/35'' hızlı ateşlemeli top ve 8 adet 3,5 inch (88 mm) ''sk l/30'' hızlı ateşlemeli toptan oluşmaktaydı. Weissenburg’un silah sistemi su kesimi üstündeki hareketli kundaklara monte edilmiş altı adet 450 mm’lik torpido tüpü ile de tamamlanmıştı. Geminin ana bataryası döneminin diğer zırhlılarına kıyasla daha güçlü olmasına rağmen, ikincil silahları diğerlerine göre daha zayıftı.

Hizmete girişinin ardından Weissenburg, üç kardeş gemisiyle birlikte 1. Savaş filosu’nun 1. Bölüğüne atanarak göreve başladı. Brendenburg sınıfı gemiler 1. Bölükte yer alırken, daha eski dört ''Sachsen Sınıfı'' iron clad 2. Bölükte görevlendirilmişti. Brandenburg sınıfı gemiler Çin’deki görevlerinden döndüklerinde 2. Bölükteki sachsen sınıfı gemiler daha yeni olan ''Kaiser Friedrich 3 Sınıfı'' zırhlılarla yer değiştirmiştir.


Weissenburg‘un katıldığı ilk büyük operasyon, 1900 yılında 1. Bölüğün Çin’deki boxer ayaklanmasını bastırmakla görevlendirilmesi oldu. Alman deniz aşırı gücü mareşal alfred von waldersee komutasında dört brandenburg sınıfı zırhlı, altı kruvazör, on ikmal gemisi, üç torpido bot ve altı deniz piyade alayından oluşmaktaydı. Amiral Alfred Von Tirpitz, gereksiz ve maliyetli olduğu gerekçesiyle bu gücün konuşlandırılmasına karşı çıkmıştır. Filo Pekin kuşatmasının bitmesinden sonra Çin’e varmasına rağmen Kiaochow çevresindeki ayaklanmaların bastırılmasında görev aldı.


1902 yılında Çin’den dönen Weissenburg, kapsamlı olarak yeniden inşa edilmek üzere Wilhelmshaven şehrindeki ‘’kaiserliche werft’’ tersanesine alındı. Yeniden donatımının ardından 1904 yılında aktif donanma görevine geri döndü. Yenilenmesine ve modernize edilmesine rağmen brandenburg sınıfı zırhlılar modern İngiliz gemisi Hms Dreadnought‘un 1906 yılında göreve başlamasıyla demode durumuna geldiler. Sonuç olarak alman donanmasındaki hizmet kariyerleri teknolojinin hızla gelişmesinden dolayı kısa sürdü. 12 eylül 1910’da sınıfının hali hazırda en gelişmiş gemileri olan Weissenburg ve Kurfürst Friedrich Wilhelm Osmanlı imparatorluğuna satılarak 16. Yüzyıl Osmanlı amiralleri Turgut reis ve Barbaros Hayreddin anısına sırasıyla Turgut reis ve Barbaros Hayreddin olarak adlandırıldılar ve hizmete başladılar. Bir yıl sonra, Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı imparatorluğuna savaş ilan etti. Turgut reis, Barbaros Hayreddin ve bir iron clad olan Mesudiye temmuz ayından beri yaz eğitimleri için açık denizde oldukları için savaşa hazırdılar. Ancak gemiler savaş boyunca limanları terk etmeyerek riske edilmediler.

İlk balkan savaşı, balkan ülkelerinin Osmanlı devletine Ekim 1912’de saldırmasıyla başlamış oldu. Osmanlı donanmasındaki çoğu gemi gibi Turgut reis de bakımsızlık sebebiyle kötü durumda bulunmaktaydı. Savaş boyunca Turgut reis filonun diğer gemileriyle beraber ağır silah eğitimleri, asker taşıyan konvoyların korunması ve kıyı tesislerini bombalama gibi hafif destek görevlerinde kullanıldı. 17 kasım 1912’de Barbaros Hayreddin ve Mesudiye, birinci orduyu destekleme görevinde bulundular. Bu görevde kıyıdaki topçu gözlemcilerinin yardımıyla Bulgar hatlarına ateş açıldı. Atışlar etkisiz olmasına rağmen Çatalca’da savunma hattında bulunan Osmanlı askerleri için büyük moral desteği sağladı. Her ne kadar isabet oranı düşük olsa da, saat 17.00 itibarıyla Bulgar piyadeleri bombardımanın psikolojik etkisiyle hücumdan vazgeçip başladıkları noktaya geri döndüler.

1912 yılının sonlarına doğru Osmanlı filosu, Çanakkale boğazını ablukaya alan yunan filosuna karşı saldırı girişiminde bulundu. Bu dönemde filonun komuta gemisi Barbaros Hayreddin idi. İki filo, 16 aralık 1912’de İmroz Deniz Muharebesi ve 18 ocak 1913’te Mondros Deniz Muharebesi olmak üzere iki muharebeye girişti. İlk muharebe Osmanlı kıyı bataryalarının menzili dahilinde gerçekleşti, iki tarafın gemilerinin de hafif hasar aldığı bu muharebede Osmanlı filosu ablukayı yarmayı başaramayarak Çanakkale boğazına geri çekilmek zorunda kaldı. Bu muharebede, Osmanlı filosu Çanakkale‘den sabah 09.30’da açıldı, küçük gemiler boğazın girişinde kalırken zırhlılar kıyıyı takip ederek kuzeye doğru ilerlemeyi sürdürdüler. LİMNİ adasından yola çıkan, yunan zırhlısı Georgios Averof ve üç ''Hydra Sınıfı'' ironclad zırhlıyı da içeren yunan filosu, rotalarını kuzeydoğuya çevirerek Osmanlı filosunun ilerlemesini engellemeye çalıştılar. Saat 09.50’de Osmanlı gemileri Yunan filosuna yaklaşık 14,000 metre mesafeden ateşe başladı. Yunan gemileri on dakika sonra ateşe karşılık verdi. Bu sırada iki filo arasındaki mesafe yaklaşık 7,800 metreye kadar inmişti. Ancak saat 10.04’te Osmanlı filosu dönüş yaparak rotasını Çanakkale boğazına çevirdi ve bir saat içinde Osmanlı filosu boğazın güvenli kısmına ulaşmayı başardı. Bu muharebe, Osmanlı filosunun ablukayı delememesi sebebiyle yunan zaferi olarak tarihe geçmiştir.

Turgut reis’in katıldığı ikinci muharebe olan Mondros Deniz Muharebesi ise, Osmanlı filosunun hızlı Georgios Averof gemisini Çanakkale’den uzağa çekme planı olarak gerçekleşti. Bu amaçla Hamidiye kruvazörü Yunan ablukasından kaçarak ege denizine ilerlemeye başladı. Osmanlı kruvazörünün yarattığı tehdide rağmen yunan filosunun komutanı riske girmeyerek Georgios Averoff’u ana filodan ayırarak Hamidiye‘nin peşinden göndermedi. Osmanlı filosu, planlarının işe yaradığını düşünerek 18 Ocak sabahı Çanakkale’den ayrıldı. Barbaros Hayreddin, Turgut reis ve diğer gemilerden oluşan filo, Limni adasına doğru yola çıktı. Yunan zırhlısı Georgios Averof, Osmanlı filosunu Limni adasının 12 mil açığında karşıladı. Planlarının işe yaramadığını gören Osmanlı filosu geri çekilmek zorunda kaldı. Çekilme sırasında, saat 11.25 itibarıyla Osmanlı gemileri ile Georgios Averof arasında uzun menzilli bir topçu düellosu başladı. Çatışmanın sonlarına doğru daha hızlı olan Georgios Averof Osmanlı gemilerine 4,600 metreye kadar yaklaşarak birçok isabetli atış kaydetti. Muharebe sırasında hem Turgut Reis, hem de kardeş gemisi Barbaros Hayreddin’in birer barbeti devre dışı kaldı ve iki gemide de yangın çıktı. Barbaros Hayreddin ve Turgut reis, çoğu 11 inch'lik (280 mm) ana bataryalarından olmak üzere 800’den fazla mermi attılar, ancak bu atışlar etkili olamadı. Mondros deniz muharebesi, Osmanlı donanmasının 1. Balkan savaşı boyunca ege denizine açılmaya çalıştığı son muharebe olarak kaldı.

8 Şubat 1913’te Osmanlı donanması, kara ordusunun Şarköy’e yaptığı çıkarma harekatına destek sağladı. Turgut reis ve Barbaros Hayreddin, iki küçük kruvazör ile kıyının bir kilometre açığından çıkarma birliklerine topçu desteği sağladı. Kıyıya çıkan Osmanlı ordusunun sağ kanadını donanma korudu. Turgut reis, kardeş gemisi Barbaros Hayreddin’in arkasında ikinci sıradan ateşe başladı. Bulgar ordusunun sert direnişi, Osmanlı ordusunun geri çekilmesine sebep oldu. Geri çekilme operasyonu Turgut reis ve diğer gemilerin ateş desteği sayesinde başarılı olabildi.

Birinci dünya savaşı, 1914 yazında Avrupa’da patlak vermiş, ancak Osmanlı devleti, sonradan kendi donanmasına kattığı Sms Goeben gemisinin Sivastopol’ü bombalamasıyla Rusya, Fransa ve büyük Britanya’ya karşı savaş ilan ettiği kasım ayı başlarına kadar tarafsız kalmıştır. 1914 ve 1915 yılları arasında Turgut reis savaş gemisinin bazı silahları sökülerek, Çanakkale‘de kıyı savunmasında bataryalar oluşturmak suretiyle kullanılmıştır. Ocak 1918’de yavuz sultan selim ve hafif kruvazör midilli, Çanakkale boğazından çıkarak İngiliz gemilerine saldırmış ve hızlı saldırılarıyla Hms Raglan ve Hms M28’i batırdıktan sonra Çanakkale’ye dönmüşlerdir. Dönüş yolunda midilli beş mayına çarpıp battı, yavuz sultan selim ise üç mayına çarparak hasar aldı ve iskeleye doğru yatmaya başladı. Gemi kaptanının hatalı emirleri sonucu yavuz sultan selim karaya oturdu. Gemi, 25 Ocak’ta Turgut reis bölgeye ulaşıp kurtarma çalışmasına başlayana dek karaya oturmuş durumda neredeyse bir hafta geçirdi. Turgut reis, aynı günün öğleden sonrasında Yavuz Sultan Selim’i yedeğe alarak kurtarmayı başardı. Turgut reis 1. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru aktif hizmetten çıkartıldı. Osmanlı imparatorluğunun 1. Dünya savaşını kaybetmesini müteakip Turgut reis savaş tazminatı olarak Japon imparatorluğu’na verildi, ancak Japon imparatorluğu gemiye el koymayarak 1924’te Türkiye Cumhuriyeti‘ne geri iade etti. Turgut reis 1924 ile 1933 yılları arasında Gölcük’te yer alan askeri okul ve tersanede sabit okul gemisi olarak görev yaptı ve 1933 ile 1950 yılları arasında tersanede çalışan işçiler tarafından yatakhane olarak kullanıldı. Bu dönemde geminin altı adet 280 mm’lik topundan sadece ikisi yerinde duruyordu. 24 haziran 1936’da geri kalan silahlar sökülerek Çanakkale’de olası bir alman işgaline karşı Çanakkale boğazını savunmak üzere Turgut reis bataryası adı ile Güzelyalı sırtlarında bir tabyaya monte edildi. Tabyayı geminin ana topları oluşturduğu için bu tabyaya geminin isimi verilmiştir. Günümüzde de iki adet 11 inch'lik (280 mm) top tareti tabyada sağlam bir şekilde görülebilmektedir. Turgut reis 1956-57 yıllarında hurdaya ayrılarak söküldü.


REŞADİYE VE OSMAN-I EVVEL DREADNOUGHTLARI

Sultan 2. Abdülhamid 1877 ile 1878 yılları arasında cereyan eden Osmanlı-Rus savaşının acı sonuçları üzerine, barış yanlısı bir siyaset izleme yolunda önemli adımlar atmaya karar vermişti. Bu siyasetin gereği olarak da askeri masrafları kısarak boğazlar ve çatalca gibi birçok stratejik mevkiyi büyük ölçüde tahkim ettirmişti. Bu nedenle kısa sürede devrini tamamlamış olan donanmaya yeterince önem verilmediğinden işe yaramaz bir hale gelmişti. Gerçekten de balkan savaşlarında zayıf durumda bulunan türk donanması bir varlık gösterememişti.

İşte balkan harbinde uğranılan büyük yenilgi donanmaya daha çok önem verilmesini zaruri hale getirmişti. Bu nedenle "donanma cemiyeti" kurularak gemi satın almak için halktan yardım toplanmaya başlanmıştı. Ancak 2. Meşrutiyeti müteakip Osmanlı devletinin büyük ve kuvvetli bir donanma meydana getirmeye karar vermesi, başta Rusya ve Yunanistan olmak üzere komşu devletlerde büyük kaygı uyandırmıştı. Nitekim Rusya, derhal Karadeniz’deki tersanelerini geliştirerek dört büyük zırhlının yapımına başlamış, Yunanistan ise Amerika’dan iki savaş gemisi almak için harekete geçmişti.

Ancak donanmanın ağır bir borç yükü altına girilerek yapılması büyük tepkilere neden olmuştu. Çünkü daha önce yapılan bu yenileme hareketleri ya yarım kalmış ve yetersiz olmuş yada başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu tepkilerin sonucunda 2.abdülhamid büyük devletlerin zarar vermelerinden çekinmiş olsa gerek, donanmayı Haliç’e çekerek adeta çürümeye terk etmişti. Yukarıdan zikredilen sebeplerle yeni ve kudretli bir donanma yapma zorunluluğu ortaya çıkmış olduğundan, mevcut donanmanın mahiyeti hakkında bir program hazırlanarak hükümete sunuldu. 1 nisan 1912 tarihini taşıyan bu rapora göre, meşrutiyetin başlarında İngiltere'den amiral Gamble, amiral Williams ve amiral Limpus adlı uzmanlar getirilmişti. Ancak bahriye nezaretinde görevlilerin sık sık değiştirilmesi, düzenlenmiş olan programın yürütülmesine imkan vermemişti. Türk bahriyesi bir kararsızlık içinde yönetilmiş ve bu uzmanlardan gerektiği şekilde istifade edilememişti. Donanmanın takviyesi için 5 milyon liralık ek bütçesi tasdik edilen bahriye nezareti Almanya'dan Turgut reis ve Barbaros Hayreddin adı verilen iki zırhlı ile dört tane muhrip ve muhtelif nakliye gemileri satın almak için harekete geçmişti.

Bundan başka İngiltereye'de silahları ve cephanesi ile birlikte bir zırhlı siparişi verilmişti. Ancak bahriye nezaretinin hali hazırda ki bütçe ile donanmanın gelişmesi imkansız olduğu da bilinmekteydi. Aslında bu programın tatbiki için fevkalade bir bütçeye ihtiyaç vardı. Bu esas üzerine donanmada bulunan üst düzey yetkililer tarafından 27 Ekim 1911 tarihinde nezarete sunulan bir programla, donanmanın büyük devletlerin dikkatini çekmeden süratle, ama mutedil bir surette takviye edilmesi gerekli görüldü. Böylece 8 Mayıs 1912 tarihinde hazırlanan rapor gereğince 1911 yılında siparişi verilen 23.000 tonluk "Reşadiye" zırhlısının yanı sıra 1912 yılı için iki, 1913,1914 ve 1915 seneleri için birer tane daha zırhlı sipariş edildi. Ayrıca 4 küçük kruvazör, 20 destroyer, 6 denizaltı ile muhtelif geminin siparişi bu rapora alınmıştı. O sıra inşa halinde bulunan zırhlının parası olan 1.800.000 İngiliz sterlini ile birlikte, bu siparişlerin genel toplamı 18.010.000 İngiliz sterlini tutuyordu. Üstelik daha 26.210.000 İngiliz sterlini ek ödeneğe ihtiyaç vardı.

Bu listenin hazırlanmasından önce İngiliz fabrikalarına sipariş edilip de 1911 yılı programında bulunan tek savaş gemisi olan Reşadiye zırhlısından başka 1912 yılı sipariş programına alınan iki savaş gemisi (fatih ve osman-ı evvel) İngiltere fabrikalarına, diğer gemilerin çoğu da Fransız fabrikalarına ısmarlanmıştı. Bu arada Reşadiye zırhlısının yapımı tamamlanmak üzere olduğundan, deneme seyirlerinde bulunmak üzere, gemi komutanlığına getirilen Rauf (Orbay) ve seyir subayı Fahri (Engin) beyler İngiltere’ye gönderilmişlerdi.

Yukarıda zikredildiği üzere Osmanlı hükümeti 1911 yılında İngiliz Vickers tersanelerine Reşadiye adını verdiği bir zırhlı ısmarlamıştı. Bu arada Brezilya Hükümeti’nin İngiltere’nin Newcastel şehrinde bulunan Armstrong şirketine ısmarlamış olduğu ve yapımı bitmek üzere bulunan "Rio de Janeiro" adlı zırhlı da gündeme gelmişti. Osmanlı hükümeti, denize indirilmiş ve toplarının bir kısmı konmuş halde bulunan bu zırhlıyı satın alarak ona Osman-ı evvel adını vermişti. Ancak Türk donanmasının geçici olsa dahi üstünlük elde etmesine tahammülü olmayan Rusya, Türkiye için İngiliz tersanelerinde inşa halinde bulunan iki zırhlının teslimini mümkün olduğunca geciktirmek üzere harekete geçti. Bunu sağlamak için İngiliz makamları nezdinde teşebbüste bulunduğu gibi, daha önce Rus tersanelerinde yapımına başlanan gemilerinin planlanan tarihten evvel bitirilmesi için çalışmalarını hızlandırdı. Özetle Rusya, boğazlar meselesinin kesin olarak halli, yani kendi kontrolü altına konması maksadıyla, 1917 yılına kadar tüm donanma inşaatını tamamlamak hususunda kesin karar almış bulunuyordu.

Osman-ı evvel ve Reşadiye zırhlılarının 1914 yılı ortalarında bitmesi bekleniyordu. Osmanlı bahriye nezareti tamamlanmak üzere bulunan bu iki muharebe gemisinin gerektiği şekilde yapılmış olup olmadıklarını denetlemek üzere görevlendirmiş olduğu İngiliz askeri mühendislerinden rapor istedi. Bu çeşit bir gemi ilk defa Osmanlı donanmasına katılacağı için, kendi deniz subaylarımız yeterli görülmemiştir. Bunun üzerine harekete geçen Londra büyük elçisi Tevfik paşa, 24 Haziran'da verdiği cevapta, bu teftişin teslim işini dört hafta daha geciktireceğini bildirdi. Gemiyi teslim almakla görevlendirilen Rauf bey de Paris'e gelmiş, o sırada Tulon'da deniz manevralarını takip etmekte olan bahriye nazırı cemal paşa ile görüşerek, kendisine, "İngiltere’deki halet-i ruhiyenin garip bir hal aldığını, Osman-ı evvel gemisini bitirmemek için her gün yeni bir bahane icat ettiklerini" söylemiştir. İngiltere ve Fransa'nın dostluğuna öteden beri önem veren ve bunu sağladığına inanan cemal paşa, “siz gidin, biran evvel gemiyi teslim almaya çalışın! Son taksitini de gönderiyoruz.” Diyerek Rauf bey'i Londra'ya geri göndermiştir. Rauf bey de, sultan Osman zırhlısını teslim almak için reşit paşa vapuruyla, yanında 1200 kişilik mürettebat ile Londra'ya doğru yola çıktı. Ancak zırhlının teslim alınacağı sırada, 28 haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahdının öldürülmesi Avrupa'daki durumu birdenbire gerginleştirdi.

1 ağustos 1914 tarihinde son gelişmeleri hükümete bildiren Tevfik paşa’ya para gönderilmişti. Ancak sultan Osman'a Türk bayrağı çekildikten sonra İngiliz şirketine ödeme yapılması emredilmişti. Tevfik paşa, İstanbul’dan gönderilen paranın çekilmesi sırasında bile zorluklarla karşılaşmıştır. Yapımcı şirket olan Armstrong ile yapılan antlaşma gereğince, para İngiltere bankasına yatırıldığı anda gemi teslim edilerek Türk bayrağı çekilecekti. Üstelik bu karar şirket müdürü tarafından da doğrulanmıştı. Fakat Tevfik paşa'nın, Rauf bey'e, bayrak çekilmesi için telgraf gönderdiği sırada, Rauf bey İngiliz donanma komutanlığının gemiye el koymuş olduğunu bildirdi. Bu gelişmeler üzerine derhal harekete geçen Tevfik paşa, o saatte banka kapalı olduğundan parayı geri vermesi için Armstrong şirketine telgraf çekti. Bunun yanı sıra gemilere el konulması olayını protesto için İngiltere dışişleri müsteşarı ile görüştü. Müsteşar, "bunun genel bir tedbir olduğunu, bayrağın çekilmiş olup olmamasının bir şeyi değiştirmeyeceğini, çünkü hükümetinin İngiliz tersanelerinde yapılmış olan hiçbir yabancı gemiyi kara sularından dışarı çıkartmamaya karar verdiğini" söyledi. Bunun üzerine Tevfik paşa, Osmanlı hükümeti adına Armstrong-Withworth şirketine çektiği telgrafla, çok önceden teslimi kararlaştırılmış olan zırhlının verilmeme nedenini, yapılan bu haksız muamele ile İngiltere hükümetince gemiye el konulmasına sebebiyet vererek, Osmanlı hükümetini telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlara uğratmasından dolayı protesto etti.

Henüz seferberlik ilan etmedikleri halde 1 Ağustos 1914' de Osmanlı gemilerine ambargo konulması, İngilizlerin müttefikleri olan Ruslarla birlikte harbe gireceklerinin bir delili sayılabilir. Son taksiti on gün önce ödenmiş olan sultan Osman ve Reşadiye'nin harp tehlikesi üzerine İngiltere tarafından el konulması, Türk kamuoyunda derin bir üzüntü ve hiddet yaratmıştı. Aslında İngiltere 1 Ağustos 1914 tarihinde henüz savaş halinde olmadığından, bu iki gemiye el koymak için ileri sürmüş olduğu bahane geçersizdi. 22 Ağustos 1914 günkü gazetelerde çıkan Osmanlı tebliğinde, İngiltere hükümetinin el koymuş olduğu zırhlıların yanı sıra, Şili hükümeti namına inşa edilmiş olan, Osmanlı hükümetince satın alınması kararlaştırılmış ve pazarlığı yapılmış olan 1850 tonluk iki destroyerin de zapt edilmiş olması Osmanlı hükümeti tarafından şaşkınlık ve üzüntüyle karşılanmıştı. Yine aynı gün İstanbul’daki İngiliz büyük elçiliğinin Osmanlı ajansına dikte ettirdiği tebliğde, "İngiltere’nin böyle bir muameleye başvurmasının sadece askeri ihtiyaçlardan doğmuş olduğu, halk arasında bazı yanlış anlamalara sebebiyet veren bu olaydan üzüntü duyulduğu, eğer savaş sırasında bu gemilere İngiltere’nin ihtiyacı olmazsa Türkiye’ye geri verileceği bildiriliyordu." ancak bu gemilerin savaş sırasında geri verilmesi ihtimali yok denecek kadar az olsa da, bedellerinin Osmanlı devletine ödenmesi gerekirdi. Fakat bu uygulamada İngiliz hükümeti tarafından yapılmamıştı.

Daha önce de zikrettiğimiz üzere, 1911 yılında programa alınan Reşadiye zırhlısının yapımı İngiliz Vickers şirketine verilmiş, gemi komutanlığına da vasıf bey tayin edilmişti. Bahriye nezareti’nin 12 Mart 1912 tarihinde meclis-i mahsusa göndermiş olduğu yazıda, Osmanlı hükümeti İngiltere'ye sipariş edilmiş olan Reşadiye zırhlısının yapımına nezaret etmek üzere İngiliz subay ve ustabaşılarını görevlendirildiği belirtiliyordu. Taraflar arasında bu hususta yapılan antlaşma gereğince, görevlendirilen bu kişilerin senelik maaşlarının karşılığı olan 6350 İngiliz sterlinlik tutar 1912 senesinde "fevkalade bütçesi"nden ödenmesine dair 19 Mart 1912 tarihli irade-i seniyye sultan Reşad tarafından da onaylanmıştı. Ancak Reşadiye zırhlısının inşaat komisyonu başkanı, korvet kaptanı Vasıf bey'den gelen mektupta söz konusu subay ve ustabaşıların senelik alacakları olan maaş tutarının 7300 İngiliz sterlini olduğuna işaret edilmekteydi. Dolayısıyla 950 İngiliz sterlin tutarında olan aradaki farkın ödenmesi gerektiğinden, 1912 senesi bahriye fevkalade bütçesinden ödenmesi için yetki verilmesi sadaret makamından istenmiştir. Bunun üzerine 17 mart 1912 tarihinde sadrazam Said paşa'nın başkanlığında toplanan "meclis-i mahsus" vasıf bey'in talep ettiği 950 İngiliz sterlin farkla beraber, toplam 7300 İngiliz sterlininin 1913 senesi bahriye fevkalade bütçesinden ödenmesine karar vermiştir. Bu hususta tanzim edilen irade-i seniyye de 19 mart 1912'de sultan Reşad tarafından tasdik edilmiştir.

"Armstrong-Withworth'' ve "Vickers" limited şirketleri ile Osmanlı devleti arasında yapılan genel sipariş sözleşmesinde, Osman-ı evvel ve Reşadiye dışında başka siparişlerin de verilmiş olduğu bilinmektedir. Verilen bu siparişler bir adet "fatih" adında zırhlı, iki keşif gemisi, dört torpido muhrip ve iki denizaltıdır ve bu anlaşmanın toplam değerleri 3.972.000 İngiliz sterlinidir. Yukarıda zikredilen el koyma gerçekleştiği sırada anlaşma kapsamında bulunan siparişlerin birinci taksitleri ve fatih zırhlısının ikinci taksiti ile birlikte toplam 453.866 İngiliz sterlin de ödenmiş bulunuyordu.

Osman-ı evvel ve Reşadiye zırhlılarının gerek yapım masrafları ve gerekse en iyi şekilde tamamlanmasını temin için gönderilen subayların maaşları için harcanan meblağ 5.274.228 İngiliz sterlindir. Bunun yanı sıra yapımı bitmiş olan Osman-ı evvel'in hareket edebilmesi için ihtiyacı olan kömür ve çeşitli malzemeler için ödenen toplam para 4650 İngiliz sterlindir. Ayrıca Osman-ı evvel'in torpidoları için 40.000, Reşadiye ve Mesudiye zırhlılarının ihtiyacı olan cephane bedeli için toplam 187.354 İngiliz sterlin, "Derne" gemisinin vinci için 144, Barbaros ve Turgut reis zırhlıları için 800, Mesudiye zırhlısı cephane sandıkları ve 24'lük iki adet top bedeli ile Mecidiye'nin mesafe aletinin (telemetre) tamir bedeli için 9184 İngiliz sterlin olmak üzere toplam, 5.479. 569 İngiliz sterlin ödenmiştir. Dolayısıyla daha önce belirtilen fatih zırhlısının birinci ve ikinci taksitleri ile ısmarlanan diğer gemiler için ödenen birinci taksitlerin toplamı olan 453.866 İngiliz sterlin ile beraber ödenmiş olan genel toplam 5.933.346 İngiliz sterlindir.

İngilizlerin el koymuş olduğu bu zırhlılardan başka, bazı Osmanlı gemilerinin de müttefikler tarafından zaptedilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, toplam 20 tonluk iki istimbot Mersin’de Fransızlar tarafından, 218 tonluk 14 numaralı haliç vapuru Çanakkale boğazında İngilizler tarafından, 4 tonluk bir başka motor Rus torpidobotları tarafından, 1000 tonluk İttihad, 500 tonluk Gürcistan ve tonajı belli olmayan Kozlu gemileri yine Ruslar tarafından, 5012 tonluk Karadeniz gemisi ise Bombay'da İngilizler tarafından zapt edilmiştir.

Osmanlı hükümeti, Osman-ı evvel ve Reşadiye'nin hareket etmeleri için gerekli olan kömür ve çeşitli malzemeleri satın aldığı gibi, bu gemilerin bedellerini de son taksitine kadar ödemişti. Dolayısıyla zırhlıların haksız bir şekilde İngilizler tarafından el konulması üzerine Osmanlı hükümeti harekete geçmiş ve konunun hukuki boyutunu incelemeye almıştır. Nitekim Osman-ı evvel ve Reşadiye zırhlıları hakkında, bahriye nezaretinin 6 Kasım 1916 tarihinde hazırladığı dosya ile Osmanlı hükümeti, bu hususu "hukuk müşavirliği" ne havale ederek görüş istemiştir. Bu dosyanın içeriğinde, İngiltere’nin el koymuş olduğu iki zırhlıdan başka, "Armstrong ve Vickers" şirketlerine fatih adında bir zırhlı, dört torpido muhribi, iki denizaltı, iki adet süratli keşif gemisi siparişi daha verilmiştir. Bunun yanısıra Fransa'da "Hoover" şehrinde Ogust Norman şirketine 6 torpido ve Paris'te "Schneider" şirketine de iki deniz altı ısmarlanmıştır.

Hukuk müşavirliği, el konulan Osman-ı evvel ve Reşadiye zırhlılarının yanı sıra, yine İngiltere ve Fransa’ya sipariş edilen diğer harp gemilerinin teslimi hususunda yapılmış olan antlaşmalara uyulmaması sebebiyle Osmanlı hükümetince talep olunacak zarar ve ziyanın tespitini ilgili nezaretlerden yardım istemiştir. Hukuk müşavirliği, Armstrong ve Vickers şirketleri ile Osmanlı hükümeti arasında yapılmış olan antlaşmayı incelemiş ve şu sonuçlara varmıştır:

1) Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarını inşa ve tamamlanmasını üzerine alan şirket yalnız yapımcı ve müteahhit olmayıp, malzemeyi de sağlamayı üzerine almış bulunmaktadır.

2) Bu gemiler teslime kadar satanların malı olduğundan, teslimden önce zayi olmaları halinde uğranılacak zarar satanlara aittir.

3) Zırhlılar tamamlanıp, Osmanlı hükümetine teslim edilmeden önce İngiltere hükümeti tarafından el konulmuş olduğundan, hukuken ziyan olmuş sayılır ki, bundan dolayı ortaya çıkan zarar Osmanlı hükümetine karşı sorumluluğu devam eden şirkete aittir.

4) Ortaya çıkan bu bağlayıcı durum sebebiyle, gemilerin kaybından dolayı Osmanlı devleti’nin uğradığı zarar ve ziyanın, adı geçen şirketlere tazmine mecbur ettirilmesi gerekliliği açıktır.

5) Bu şirketler şimdiye kadar ödenen paraları iade etmekten ya da masrafları kendilerine ait olmak üzere iki gemi inşa edip Osmanlı hükümetine teslim etme mecburiyetinden kurtulamazlar.

6) tazminat talebi için şartlar müsait görünüyorsa da, Osmanlı devletinin uğramış olduğu zarar ve elde edeceği karı İngiltere hükümetinin tazmin etmesi gerekir. Ancak harp gemisi satın alma hususu kar getiren bir ticari uygulama değildir. Dolayısıyla böyle bir talep söz konusu olamayacağından, doğrudan doğruya, uğranılan zarar ve ziyan için tazminat talep olunur.

7) bu teşebbüsler için ödeme yapılamamış olsa da, bunların faizleri, inşaata nezaret için yapılan masraflar ve gemileri harekete hazır hale getirmek için satın alınan yakıt bedelleri istenebilir. Fakat gemi bedellerini temin için yapılmış olan masrafın, mesela periye bankasıyla yapılmış bulunan istikraz neticesinde kaydedilen % 20,5'luk zarar ve ziyanın bu hesabın içinde olduğunu iddia etmek zordur.

Osman-ı evvel zırhlısının malzemeleri yüklenmiş, hatta kömürü bile satın alınarak depo edilmişti. Hukuk müşavirliğine göre, İngiltere hükümetinden tazminat talebinde bulunmak, harbin alacağı sonucun uygun olmasına bağlı bulunduğundan, şimdilik uğranılan zarar ve ziyanın azami ölçüde hesaplanarak, harbin neticesine göre aynen istenmeliydi. Uğranılan zarar ve ziyanla birlikte, tam olarak düzenlenmiş kesin hesabın, şirketten mi, yoksa İngiltere hükümetinden mi talep edileceği ve daha ne gibi taleplerde bulunulacağının tespit edilmesi gerekiyordu. Çünkü kesin hesabın çıkarılması, gelecekte takip edilecek hususlar hakkında dikkati çekmek bakımından faydalı olacaktı. Bunun için de, ödenmesi gereken meblağın tazmini ve bu gemilerin teslimi halinde ne kadar meblağ daha ödenmesi gerekeceğinin tespiti için mukavelename suretlerinin incelenmesi gerekiyordu.

İkinci olarak, bahriye nezaretince gönderilen kesin hesaplardan anlaşıldığına göre Osman-ı evvel ve Reşadiye zırhlıları için muhtelif tarihlerde ödemeler yapılmıştı. Ayrıca ısmarlanmış olan diğer gemilerin yapımına başlanıp başlanmadığı, başlanmışsa ne aşamada olduğu, subayların maaşları gibi, inşaata nezaret için yapılmış olan masrafların bahriye nezareti tarafından ödenip ödenmediğinin bilinmesi gerekiyordu. Nitekim harbiye nezaretindeki hesapların incelenmesinden anlaşıldığına göre, 649.647 İngiliz sterlininden ibaret olan son taksitten önce, birbirini takiben 1.250.000 ve iki kere 470.000 olmak üzere toplam 2.190.000 İngiliz sterlin ödenmiş bulunuyordu. Bu arada bahriye nezareti 319.800 İngiliz sterlini ile 1.428.000 Frank'ın ödenmesi gerektiği hususunu maliye nezaretine bildirmişti. Ayrıca fatih zırhlısının ikinci taksit bedeli olan 141.013 Osmanlı lirası, 28 Temmuz 1914 tarih ve 104 numaralı emirle, aynı tarihte genel vezneden ödenmişti. Üçüncü olarak, sultan Osman için 1650 İngiliz sterlini mukabilinde satın alınarak gemiye yüklenen 600 ton malzeme ve 3000 İngiliz sterlin ödenerek Times nehri çıkışında depo edilmiş olan kömürün bedellerinin iade edilip edilmediğine dair dosyada hiçbir bilgi bulunmaması sebebiyle, bu hususta da maliye nezaretinden malumat alınması gerektiği hatırlatılıyordu.

Böylece tespit edilen geniş malumata nazaran, İngiltere ve Fransa hükümetlerine karşı ortaya konacak talepleri gösterir bir cetvelin tanzimi için, daha önce ifade edilen görüşler dikkate alınarak bahriye ve maliye nezaretlerine tezkere yazılması uygun görüldü. Ayrıca harp gemilerinin her biri için ödenmiş olan meblağı gösterir bir cetvelin tanzimi ve gerekli olan tüm malumatın gönderilmesi hususunda gereğinin yapılmasını sadaret makamına arz edildi.

Osmanlı devleti sadece sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarının yapım masrafları için 5.274.228 İngiliz sterlin ödeme yapmıştır. Yine daha önce zikrettiğimiz üzere, aynı şirketlere fatih adında bir zırhlı ve bazı savaş gemileri ile iki de denizaltı ısmarlanmıştır. Bunların birinci taksitleri ve fatih zırhlısının ikinci taksiti ile birlikte toplam 453.866 İngiliz sterlini ödeme yapılmıştır. Sultan Osman için alınan yakıt ve sair masraflar için ödenen para 4650 İngiliz sterlindir. Ayrıca bu zırhlının torpidoları "Reşadiye" ve "Mesudiye" zırhlılarının cephane bedelleri, "Derne" gemisi, "Turgut reis ve Mesudiye" zırhlıları ve "Mecidiye" kruvazörünün bazı ihtiyaçları için de 241.340 İngiliz sterlin harcama yapılmıştı. Dolayısıyla 1 Ağustos 1914 itibariyle ödenmiş olan genel toplam 5.969.434 İngiliz sterlinidir. Bundan başka Fransız "Schneider" şirketine ısmarlanmış olan gambotlar ve denizaltıların ilk taksit bedeli olarak toplam 1.678.000 frank, yani 73,832 Osmanlı lirası ödenmiştir. Yine Fransız "Ogüst Norman" şirketine ısmarlanmış olan altı torpidonun ilk taksit bedeli olan 93.000 İngiliz Sterlinı ödenmiştir. Ayrıca İtalyan "Ansaldo" ve ortakları şirketine "drama" adlı kruvazör ısmarlanmıştı. Nitekim bu gemi için borç hanesinde 162.761 İngiliz sterlin gösterildiğine göre, daha önceden de bazı ödemeler yapılmış olduğu kanaati kuvvetlidir. Bu ödenen paraların bugünkü değerini bulmak için, o günkü kurlara bir göz atmak gerekir. 1914 yılı itibariyle 1 İngiliz sterlini, 1.13 Osmanlı lirasına denkti. 1 frank ise 1916 yılı itibariyle 4.44 Osmanlı kuruşu ediyordu.

Türkiye, Osman-ı evvel ve Reşadiye'nin bedellerini tamamen, fatih zırhlısı ve ısmarlamış olduğu diğer gemilerin bedellerinin önemli bir kısmını ödediği halde, bu husus Lozan müzakereleri sırasında Türkiye ile İngiltere arasında en önemli mali meselelerden birini oluşturmuştur. İsmet İnönü, Lozan görüşmeleri için Avrupa'ya gittiği sırada İngiltere dışişleri bakanı Lord Curzon'la görüşmüş ve bir ara sultan Osman ve Reşadiye zırhlıları meselesini açmıştı. Kendisine, iki boğaz arasındaki gemi sayısının tehlike teşkil etmemesi için siyasi ve askeri teminatın yeterli olmadığını söyledi. İsmet İnönü, Rusya kadar donanma sahibi olmanın gereğini savunarak bu zırhlıları geri istedi. Curzon bu talebi düşüneceğini söyleyerek konuyu değiştirdi. Tamirat meselesinde müttefikler, delegelerimizden ülkemizde bulundurdukları askeri birliklerin masrafları olmak üzere "işgal mesarıfı" adı altında mühim bir para istemişler, sonra bunu 30 milyona kadar indirmişlerdi.

Halbuki Türkiye’nin işgal yüzünden uğradığı zarar yüz milyonlarla ifade edilemeyecek kadar ağırdı. Yunan orduları ülkemizi işgal ettikleri sürede harabeye çevirmişti. Israrlarının en önemli sebeplerinden biri, satın alınıp bedelleri ödendiği halde harpten evvel gasp edilen savaş gemilerinden dolayı Türkiye'nin talep edeceği tazminattı. Ayrıca İngilizler, Avusturya bankasında Osmanlı devleti adına yatmış olan 5 milyon altına da el koymuşlardı. Böylece İngilizler gasp ettikleri bu altınlarla, hakkımız olan tazminatı mahsup etmeyi düşünmüşlerdi. Fakat Türkiye, Yunanistan’dan hiç bir tazminat alamadığı gibi, bu gemilerin bedellerini de tahsil edemedi. Çünkü Türkiye, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan antlaşmasıyla bu gemi bedellerinden tümüyle feragat etti. Antlaşmanın, "muhtelif hükümler, 2.fasıl" başlığı altındaki 58.madde şöyledir :

" ... Türkiye, hükümet-i Osmaniye tarafından İngiltere' sipariş olunup, Britanya hükümeti tarafından 1914 tarihinde vaz'-ı yed edilmiş olan harp sefinelerine mukabil tediye kılınmış bulunan mebaliğin iadesini ne Britanya hükümetinden ve ne de tebaalarından talep etmemeği kabul ve bundan dolayı her türlü metalibinden feragat eder."

Böylece Türkiye'nin bu hususta yapacağı her türlü teşebbüs geçersiz kılınıyordu. Yunanlılarla harp tamiratı hususunda arabuluculuk etmek isteyen itilaf devletleri, bundan vazgeçmemiz için Trakya sınırında bulunan "karaağaç" beldesini bırakma teklifinde bulunmuşlar ve bu teklifi türk delegasyonu kabul etmek zorunda kalmıştır.

Bu itibarla; yapımı bittiği halde türk zırhlılarını teslim etmemekle antlaşmayı bozan taraf İngilteredir. Burada tazminatı ödemekle yükümlü olan birinci derecede muhatap ise Armstrong ve Vickers şirketleridir. Dolasıyla Osmanlı Devleti'nin uğradığı zarar ve ziyanı tazmin etmek zorunda olan da bu şirketlerdir. Üstelik taraflar arasında yapılan anlaşma gereğince, o ana kadar ödenmiş olan ana paraları ya iade edecekler ya da masrafları kendilerine ait olmak üzere iki gemi inşa edip Osmanlı hükümetine teslim edeceklerdi. Ancak Osmanlı sonrası kurtuluş savaşından yeni çıkmış cumhuriyetin bu iki gemi için yeniden çatışmayı göze alamayacağı da aşikardır. Şüphesiz Türklerin uğradığı kayıplar bu gemilerden de ibaret değildi. İngiliz, Rus ve Fransızların savaş sırasında el koyduğu gemilerle ilgili de herhangi bir tazminat; hatta el konulan gemilerin iadesi maalesef gerçekleşememiştir. Şu unutulmamalı ki "donanma cemiyeti" nin büyük çabalarıyla, önemli bir kısmı halktan toplanan paralarla satın alınan bu gemiler halkın öz malı idi ve zorlu bir savaştan zaferle çıkan Türkiye'nin bu paraya çok ihtiyacı vardı. Ancak yukarıda zikrettiğimiz gibi cumhuriyet zorlu mücadeleler sonucu doğmuştu ve bu mücadele içerisinde varını yoğunu ortaya koymuştu.

YAVUZ SULTAN SELİM DREAGHNOUTU (YAVUZ ZIRHLISI)

Alman imparatorluk donanması için kardeş gemisi Sms Moltke ile beraber 1911'de Hamburg tersanelerinde yapılan Moltke sınıfı iki gemiden biri olan Sms Goeben, önceki nesil alman savaş kruvazörü Sms Von Der Tann ile benzer bir tasarıma sahipti. Ancak Sms Goeben'in boyutları daha büyük, zırh koruması daha fazlaydı ve üzerinde iki ana top bulunan fazladan bir tarete sahipti. İngiliz rakibi "İndefatigable Sınıfı" muharebe kruvazörlerine kıyasla Goeben ve Moltke kayda değer biçimde daha büyük ve daha kalın zırhlı sahiptiler.

1912'de Sms Goeben, hafif kruvazör Sms Breslau ile birlikte alman Akdeniz savaş filosu'nu (Deutsche Mittelmeer Division) oluşturdu ve balkan savaşları boyunca Akdeniz'de devriye görevi üstlendi. 28 Temmuz 1914'te 1. Dünya savaşı'nın başlamasıyla Goeben ve Breslau İngiliz Akdeniz donanması'nın takibinden kaçarak İstanbul'a ulaştılar. İki gemi 16 Ağustos 1914'te Osmanlı donanmasına devredildi. Sms Goeben, Osmanlı hizmetine girdiğinde yavuz sultan selim veya kısaca yavuz adını aldı. 1936 yılında adı Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen Tcg Yavuz olarak değiştirildi ve donanmanın bayrak gemisi olarak görev yaptı. 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşını İstanbul'dan İzmit'e taşıdı. Yavuz zırhlısı, 1950 yılında hizmetten çekilene dek Türk Donanması'nın bayrak gemisi görevini icra etmeye devam etti.

Tcg yavuz, alman hükümetinin Türkiye'nin gemiyi geri almaları teklifini reddetmesinin ardından 1973-1976 yılları arasında söküldü. Alman imparatorluk donanması tarafından inşa edilen gemilerin en son söküleni olan yavuz, aynı zamanda tüm muharebe kruvazörleri ve dreaghnoutlar arasında en uzun süre hizmette kalanıdır.

Alman imparatorluk donanması (Kaiserliche Marine), Goeben'i 8 nisan 1909'da "h" geçici adı ve 201 inşa numarasıyla Hamburg'daki blohm & voss tersanesine sipariş verdi. Omurgası 19 Ağustos'ta kızağa kondu, teknesinin inşası tamamlandıktan sonra gemi 28 Mart 1911'de denize indirildi. Donanım ve silah sistemlerinin takılarak tamamlanmasını müteakip 2 Temmuz 1912'de alman donanmasına katıldı.

Goeben 186.6 metre uzunluğuna ve 29.4 metre genişliğe sahipti. Geminin standart yük altında ağırlığı 22,616 ton, tam yük altında ağırlığı ise 25,300 ton idi. Goeben, toplam 39,000 kw güç üreten iki set parsons buhar türbini ve 24 kömürle çalışan schulz-thornycroft buhar kazanı ile maksimum saatte 29.3 mil (47.2 km) hıza ulaşabiliyordu.

Geminin ana bataryası, 5 adet ikişerli tarette toplam 280 mm'lik (11 inch) toptan oluşuyordu. İkincil silahları geminin ortasında kazamatlarda yer alan 12 adet 150 mm'lik (5.9 inch) toptan oluşuyordu. Ayrıca geminin pruvasında (baş), kıçta ve kumanda kulesiyle kaptan köşkü etrafında yer alan 12 adet 88 mm'lik (3.5 inch) topları bulunmaktaydı. Gemide ayrıca su hattının altında dört adet 500 mm'lik (20 inch) torpido tüpü bulunmaktaydı.

Ekim 1912'de birinci balkan savaşının başlamasıyla alman genelkurmayı, alman gücünü Akdeniz'de gösterecek bir Akdeniz kuvveti (mittelmeer-division) kurulmasına karar vererek Goeben ile hafif kruvazör Breslau'yu İstanbul'a gönderdi. İki gemi 4 Kasım'da Kiel'den yola çıkarak 15 kasım 1912'de İstanbul'a vardılar. Nisan 1913'ten sonra Goeben, aralarında Venedik, Pola ve Napoli'nin de bulunduğu birçok Akdeniz limanını ziyaret ettikten sonra Arnavutluk sularına yöneldi. Bu yolculuğun ardından filo tekrar Pola'ya döndü ve 21 Ağustos ile 16 ekim 1913 tarihleri arasında bakım için Pola'da kaldı

29 haziran 1913'te ikinci balkan savaşının başlamasıyla Akdeniz kuvveti tekrar bölgede konuşlandı. 23 ekim 1913'te Konteramiral Wilhelm Souchon kuvvetin komutasına geçti. Goeben ve Breslau Akdeniz'deki faaliyetlerine devam etiler ve 1. Dünya savaşı başlayana kadar 80 civarında limanı ziyaret ettiler. Donanma, Goeben'i kardeş gemi Sms Moltke ile değiştirmeyi planladıysa da, Avusturya arşidükü Franz Ferdinand'ın 28 haziran 1914'te Saraybosna'da suikasta uğraması ve ardından büyük güçler arasında gittikçe tırmanan gerilim bu planın uygulanmasını engelledi.

Suikastin ardından amiral Souchon müttefik güçler ile üçlü entente arasında savaşın kaçınılmaz olduğunu değerlendirdi ve gemilerine bakım için Pola'ya gitme emrini verdi. Almanya'dan gelen mühendisler gemi üzerinde bakım çalışması yaptı. Goeben'in bakımı sırasında 4,460 kazan tüpü değiştirildi ve genel bakımı yapıldı. Bakımların tamamlanmasının ardından gemiler Messina'ya doğru yola çıktılar.

Alman donanma komutanlığı, savaş çıkması durumunda Goeben ve Breslau'nun ya batı Akdeniz'de akınlar yaparak kuzey Afrika'daki Fransız askerlerinin Avrupa'ya geçişini engellemesini, ya da Cebelitarık'tan geçip atlas okyanusuna çıkarak alman sularına dönmesini emretmişti. Bu emirlerden hangisinin uygulanacağı filo komutanının taktik duruma göre vereceği bir karardı. 3 Ağustos 1914'te iki gemi Cezayir'e doğru yoldayken amiral Souchon Almanya'nın Fransa'ya savaş ilan ettiği haberini aldı. Kaizer'in emrine uyan Goeben Fransız sömügresi olan Cezayir'in Philippeville kentini 10 dakika boyunca bombaladı. Bu sırada Breslau da Bone şehrini bombalamaktaydı. Kaiser'in emirlerini açıkça hiçe sayan amiraller Alfred Von Tirpitz ve Hugo Von Pohl, Kaiser'e herhangi bir bilgi vermeden Souchon'a bombardımanın ardından donanmayı İstanbul'a götürmesi emrini verdiler.

Goeben'in İstanbul'a ulaşacak kadar kömürü olmaması sebebiyle Souchon, gemilerini Messina'ya yönlendirdi. Almanlar, İngiliz muharebe kruvazörleri Hms İndefatigable ve Hms İndomitable ile karşılaştılar, ancak Almanya henüz İngiltere ile savaşa girmediği için bir çatışma olmadı. Ancak İngiliz gemileri çatışmamalarına rağmen Goeben ve Breslau'yu takibe aldılar. Fakat almanlar İngilizlerden kaçmayı başararak 5 Ağustos'ta Messina'ya vardılar.

MESSİNA'DA gerçekleştirilen yakıt ikmali, İtalya'nın 2 Ağustos'ta tarafsızlığını ilan etmesi sebebiyle karmaşık bir hal almıştı. Uluslararası kanunlara göre savaş gemileri tarafsız bir limanda en fazla 24 saat kalabilirdi. Limandaki alman taraftarı İtalyan denizcilik otoritesi, Goeben ve Breslau'nun limanda 36 saat kalarak bir alman kömür gemisinden kömür ikmali yapmalarına izin verdi. Fazladan geçirilen bu zamana rağmen Goeben'in kömür depoları İstanbul'a ulaşacak kadar yakıtla doldurulamamıştı, bu sebepten amiral Souchon ege denizinde bir başka alman kömür gemisiyle buluşma ayarladı. Fransız komutan Amiral Auguste Boue De Lapeyrere'nin Almanların ya Akdeniz'den çıkış yapacağı ya da Pola'ya giderek Avusturya donanması ile buluşacağı düşüncesi sebebiyle Fransız Akdeniz filosu batı Akdeniz'de kaldı.

Souchon'un iki gemisi, 6 ağustos gününün erken saatlerinde Messina boğazının güneyinden geçerek limandan ayrılıp doğu Akdeniz'e doğru yola çıktılar. Bu iki gemiyi ilk karşılaşmalarından beri takip eden iki İngiliz muharebe kruvazörü 100 mil gerilerindeydi, üçüncü İngiliz muharebe kruvazörü Hms İnflexible ise Tunus'un Bizerta şehrinde kömür almaktaydı. SOUCHON'UN yolundaki tek İngiliz kuvveti Tümamiral Ernest Troubridge komutasında zırhlı kruvazörler Hms Defence, Hms Black Prince, Hms Duke Of Edinburgh ve Hms Warrior'dan oluşan 1. Kruvazör filosu'ydu.

Almanlar, Troubridge'i şaşırtmak amacıyla öncelikle Adriyatik denizine yöneldiler. İngiliz filosu, Almanları Adriyatik'in girişinde karşılamak için yola koyuldu. Hatasının farkına varan Troubridge, rotasını tersine çevirdi ve hafif kruvazör Hms Dublin ve iki destroyerine almanlar üzerine torpido saldırısı yapma emrini verdi. Breslau'nun gözcülerinin ingiliz gemilerini farketmesi üzerine iki alman gemisi karanlıktan yararlanarak takipçilerinden kaçmayı başardılar. Goeben'in 280 mm'lik toplarına karşı elindeki dört eski zırhlı kruvazörle çıkmanın intihar olacağını düşünen Troubridge 7 Ağustos günü erken saatlerde alman gemilerini takip etmeyi bıraktı. İngiliz amiralin bu kararı ile Souchon için İstanbul yolu böylece açılmış oldu.

Amiral Souchon'un Goeben'in kömür depolarını doldurmak için ayarladığı gemi nakşa açıklarında bekliyordu. Goeben ve Breslau, nakşa açıklarında kömür yüklü gemi ile buluşarak kömür depolarını doldurdu. 10 Ağustos günü öğleden sonrası iki gemi Çanakkale boğazı'na girerek bir Osmanlı öncü gemisi rehberliğinde Marmara denizini geçtiler. Savaşın patlak verdiği bu dönemde Osmanlı devleti tarafsızlığını ilan etmişti. Dolayısıyla tarafsız bir ülkenin limanlarında 24 saatten fazla kalamayacak bu iki gemi için alman hükümeti 16 Ağustos'ta Osmanlı donanmasına devredildiğini ilan etti. 23 Eylül'de amiral Souchon Türk donanmasının komutasına getirildi. Goeben yeniden adlandırılarak yavuz sultan selim, Breslau ise Midilli isimlerini aldı ve gemilerin alman mürettebatına Osmanlı üniformaları giydirildi.

29 Ekim'de yavuz, çarlık Rusyasına karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol limanını bombaladı. Bombardıman sırasında Osmanlı imparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti. Dolayısıyla yavuz sultan selim zırhlısının bu hareketi Osmanlıları Almanlar'ın yanında savaşa sokmuş oldu. Yavuz'un gerçekleştirdiği bombardıman sırasında kıyı bataryalarından ateşlenmiş 25 mm'lik (10 inç) bir top mermisi Yavuz'un arka bacasına isabet etti, ancak patlamadı ve önemsiz bir hasara yol açtı. Geminin aldığı başka iki isabet de küçük çaplı hasar yarattı. Yavuz ve eskortları bombardıman sırasında aktif olmayan bir Rus deniz mayını tarlasından geçerek geri döndüler. Türk sularına dönüş yolunda yavuz, rus mayın gemisi Prut ile karşılaştı, ancak Prut güvertesindeki 700 mayınla kendini batırdı. Bu karşılaşma sırasında Prut'a eskortluk yapan Rus destroyeri Leytenant Puşçin ise Yavuz'un ikincil bataryalarından açılan ateş ile hasara uğratıldı. Bombardımana tepki olarak Rusya, 1 Kasım'da Osmanlı devletine savaş ilan ederek Osmanlı devletinin resmen 1. Dünya savaşı'na katılmasına sebep oldu. 3 Kasım'da Fransız ve İngiliz gemileri Çanakkale boğazındaki Türk savunma tabyalarını bombaladı, iki gün sonra da resmen savaş ilan ettiler. Frut ve Leytenant Puşçin gemilerinin başına gelenleri göz önünde bulunduran Rusya, tüm Karadeniz filosunu bir araya toplayarak Yavuz'un tüm donanma gemilerini teker teker batırmasının önüne geçmeye çalıştı.

Yavuz ve midilli, 18 Kasım'da Trabzon'un bombardımanından dönen Rus Karadeniz filosuyla Kırım'ın 20 mil (31 km) açığında karşılaşarak Sarıç Burnu Muharebesine girişti. Öğle saatleri olmasına rağmen hava sisliydi ve filoların büyük gemileri birbirlerini ilk başta göremediler. Rus karadeniz filosu, 1905 rus-japon savaşının deneyimiyle savaştan önce birçok geminin ateşinin bir ana gemi tarafından yönlendirilerek tek bir düşman üzerine yoğunlaştırılmasına dayanan bir savaş taktiği geliştirmişti. Rus zırhlısı Evstafi, filonun ana gemisi olan İoann Zlatoust zırhlısı Yavuz'u görene dek ateş etmedi. Ancak ana gemiden Evstafi'ye ulaşan hatalı atış komutları, geminin kendi hesabı olan 7.000 metreden 4.000 metre fazlasına göreydi, bu sebepten Evstafi, yavuz dönüp ana bataryasından ateş etmeye başlamadan önce kendi hesaplarına göre ateş açtı. Rus gemisinin ilk salvosundan bir 12 inch'lik mermi, Yavuz'un 150 mm'lik ikincil bataryalarından birinin kazamat zırhını kısmen delerek ateşlenmeye hazır cephanelerin bir kısmını havaya uçurdu ve silahın tüm mürettebatının ölümüne yol açan bir yangın başlattı. Bu isabet sonucu Yavuz'un toplam 13 mürettebatı öldü, 3 mürettebatı ise yaralandı. Bu sırada yavuz karşı ateşe başladı ve Evstafi'yi orta bacasından vurdu; isabet eden mermi bacadan geçip ateş kontrol telsizinin antenini parçaladı. Telsiz bağlantısını kaybeden Evstafi, İoann Zlatoust'un hatalı menzil ölçümünü düzeltemeyince filonun geri kalanı ya hatalı atış komutlarını kullandılar ya da Yavuz'u hiç göremediler ve hiçbir isabet kaydedemediler. Bu sırada yavuz, Evstafi zırhlısını dört kez daha vurdu. Amiral WİLHELM souchon 14 dakikalık bu muharebenin ardından temas kesmeye karar verdi. Yavuz tarafından atılan 19 mermiden isabet eden dört 280 mm'lik (11 inch) mermi toplam 34 Rus mürettebatı öldürdü, 24 mürettebatı ise yaraladı.

5-6 Aralık'ta yavuz ve midilli asker nakliye hatlarını korumak ile görevlendirildi. 10 Aralık'ta ise yavuz Batum'u bombaladı. 23 Aralık'ta yavuz ve Hamidiye kruvazörü üç taşıma gemisine Trabzon'a dek eskortluk yaptı. 26 Aralık'ta başka bir asker transferi operasyonundan dönerken yavuz, İstanbul boğazı girişinin bir deniz mili açığında bir mayına çarptı. Geminin sancak tarafında, komuta kulesinin altında patlayan mayın geminin teknesinde 50 metrekarelik bir delik açtı, ancak su geçirmez torpido bölmesi hasar görmedi. İki dakika sonra yavuz bu kez iskele tarafından başka bir mayına çarptı. İkinci mayın iskele ana top bataryasının hemen ön kısmında 64 metrekarelik bir delik daha açtı. Su geçirmez bölmeler 30 cm kadar doldu. Ancak geminin daha fazla su almasını engelledi. Gemi mayına çarparak açılan iki delikten toplamda 600 ton su almıştı. Osmanlı imparatorluğunda Yavuz'un tamiri için yeterli büyüklükte bir tersane olmadığı için tamiratlar gemi etrafına geçici sandık barajlar kurularak ve gemideki su boşaltılarak gerçekleştirildi ve gemideki delikler betonla kapatıldı. Beton yamalar kalıcı tamirat yapılana dek birkaç yıl boyunca iş gördüler.

Hala hasarlı olan yavuz, 28 Ocak ve 7 Şubat'ta iki kez boğazdan çıkarak rus donanmasından kaçması için Midilli'ye ve Hamidiye kruvazörü'ne yardım etti. Daha sonra mayın hasarının tamiri için nisan ayına dek tamirde kaldı.

1 Nisan'da yavuz, tamiri tamamlanmadığı halde midilli ile beraber bir kez daha İstanbul'dan ayrılarak Hamidiye ve mecidiye kruvazörlerinin Odessa bombardıman görevinden dönüşlerinde korumaya gitti. Bu bombardıman harekatı sırasında Hamidiye ve mecidiye, şiddetli akıntılar nedeniyle rotalarından 15 deniz mili saptılar ve rota düzeltmesinin ardından Odessa'ya yöneldiler. Ancak mecidiye bir mayına çarparak batınca saldırı iptal edildi. Bu sıralarda yavuz ve midilli Sivastopol açıklarına varıp iki buharlı kargo gemisini batırdı. Rus filosu gün boyunca iki gemiyi takip etti, gün batımında ise Ruslar birçok destroyeri torpido saldırısı için ana filodan bağımsız gönderdi. Sadece Gnevny destroyeri iki gemiye yeterince yaklaşıp bir torpido atışı yaptı, ancak ıskaladı. Yavuz ve midilli İstanbul'a hasar görmeden döndüler.

25 Nisan'da Rus donanması, müttefiklerin Gelibolu çıkarması ile aynı günde İstanbul Boğazı'nın girişindeki tabyaları bombaladı. İki gün sonra yavuz, müttefik askerlerini bombalamak için Turgut reis predreadnought zırhlısı ile birlikte Çanakkale boğazı'na doğru yola çıktı. Şafakta Hms Queen Elizabeth tarafından salınan bir gözetleme balonu iki gemiyi bombardıman pozisyonu alırken tespit etti. Queen Elizabeth tarafından atılan ilk 150 mm'lik mermi Yavuz'un çok yakınına düşünce yavuz ateş pozisyonundan çıkıp İngiliz gemisinin toplarının atış menzilinden çıktı. 30 Nisan'da yavuz bir kez daha ateş açmak için pozisyon aldı, ancak bu kez de Çanakkale'deki türk karargahını bombalamak içi pozisyon alan predreadnought zırhlı Hms Lord Nelson tarafından görüldü. İngiliz gemisi yavuz görüş alanından çıkana dek beş isabetsiz atış yapabildi.

1 Mayıs günü Rus donanmasının İstanbul boğazı girişindeki tabyaları bir kez daha bombalaması üzerine yavuz, Beykoz koyuna doğru yola çıktı. 7 Mayıs civarı yavuz bir kez daha Karadeniz'e açılarak Sivastopol'e dek Rus gemilerini aradı, ancak bulamadı. Ana toplarında az cephane kalması sebebiyle Sivastopol'ü bombalamadı. 10 mayıs sabahı dönüş yolundayken gemi gözcüleri iki Rus predreadnought'u olan Tri Sviatitelia ve Pantelimon gemilerini gördüler. Yavuz iki gemiyle çatışmaya girdi. Çatışmanın ilk 10 dakikasında yavuz ciddi bir hasara yol açmayan iki isabet alınca amiral Souchon çatışmayı keserek rus predreadnought gemilerinin takibinde İstanbul'a yöneldi. Mayıs ayının ilerleyen günlerinde geminin 150 mm'lik toplarından ikisi kıyıda kullanılmak üzere gemiden söküldü. Kıç güvertedeki dört adet 88 mm'lik top da aynı zamanda gemiden söküldü. 1915 sonlarında bu silahlar yerine dört adet 88 mm'lik uçaksavar topu monte edildi. 18 Temmuz'da midilli bir kez daha mayına çarparak 600 ton su aldı. Hasarlı gemi Zonguldak'tan İstanbul'a kömür taşıyan konvoylara eskortluk edemeyecekti. Bu durum üzerine yavuz eskortluk görevine getirildi. 10 Ağustos'ta yavuz, Hamidiye ve üç torpido bot eşliğinde yol alan beş kömür gemisinden oluşan konvoyu koruma görevine çıktı. Yolculuk esnasında rus denizaltısı Tyulen konvoya saldırarak kömür gemilerinde birini batırdı. Ertesi gün Tyulen ve başka bir denizaltı Yavuz'a saldırmayı denedi, ancak atış pozisyonu almayı başaramadılar.

5 Eylül'de rus destroyerleri Bystry ve Pronzitelni, Hamidiye ve iki torpido bot eşliğinde ilerleyen bir Türk konvoyuna saldırdılar. Hamidiye'nin 150 mm'lik topları çatışma sırasında görev dışı kalınca yavuz çatışmaya gönderildi. Ancak yavuz bölgeye vardığında türk kargo gemileri, ruslar tarafından ele geçirilmemeleri amacıyla karaya oturtulmuştu.

21 Eylül'de yavuz, Türk kömür gemilerine saldıran üç Rus destroyerini uzaklaştırmak için bir kez daha İstanbul'dan demir aldı. Konvoy eskortluğu görevleri, 14 Kasım'da Rus denizaltısı Morzh’un İstanbul boğazının hemen girişinde Yavuz'a iki torpido ateşleyip neredeyse vurduğunda sona erdi. Amiral Souchon Yavuz'un karşı karşıya olduğu riskin çok fazla olması sebebiyle konvoy sistemini askıya aldı. Bunun yerine sadece Zonguldak'tan İstanbul'a bir gecede varabilecek kadar hızlı olan gemilerin yola çıkmasına izin verildi. Zonguldak'tan yola çıkan gemiler İstanbul boğazı girişinde pusudaki denizaltılara karşı savunma sağlayacak olan torpido botlar ile buluşacaklardı. Yaz sonunda iki yeni Rus dreadnought’u olan İmperatritsa Mariya ve İmperatritsa Ekaterina Velikaya gemilerinin tamamlanması, Yavuz'un faaliyetini daha da zorlaştırdı.

Amiral Souchon, 8 Ocak'ta Yavuz'u Zonguldak'tan gelen boş bir taşıma gemisini bölgedeki rus destroyerlerinden koruması için bölgeye gönderdi, ancak Ruslar yavuz varmadan önce gemiyi batırdılar. Dönüş yolculuğunda yavuz, İmperatritsa Ekaterina ile karşılaştı. İki gemi 18.500 metre mesafeden başlayarak topçu düellosuna giriştiler. Yavuz güneybatıya yöneldi ve çatışmanın ilk dört dakikasında ana toplarından beş salvo ateşledi. İki gemi de rakibini vurmayı başaramadı. Ancak İmperatritsa Ekaterina ‘dan ateşlenen toplardan yakınına düşen mermilerin şarapnelleri Yavuz'a isabet etti. Normalde İmperatritsa Ekaterina'dan çok daha hızlı olmasına rağmen Türk muharebe gemisinin teknesi bakımsızlıktan midye bağlamıştı ve pervane şaftları kötü durumdaydı. Yavuz, bu yüzden 23.5 knot (43.5 km) hıza ulaşabilen güçlü Rus gemisinden kaçmakta zorlandı.

Ruslar, Kafkasya'daki çatışmalarda ciddi miktarda Osmanlı toprağı ele geçirmişlerdi. Rus ordusunun daha fazla ilerlemesini engelleme amacıyla yavuz, cepheye asker taşımakla görevlendirildi. 429 subay ve asker, bir dağ topçu bataryası, makineli tüfek ve havacılık birlikleri, 1000 tüfek ve 300 sandık cephane yavuz tarafından 4 Şubat'ta Trabzon'a taşındı. 4 Mart'ta Rus donanması makineli tüfek ve atlarıyla beraber 2.100 asker gücünde bir birliği pazar limanının iki yanına indirdiler. Türk birlikleri baskına uğramış, ilçeyi boşaltmak zorunda kalmışlardı. Bir diğer çıkarma da Trabzon'un 5 mil doğusundaki kavata koyunda gerçekleşti. Haziran sonlarında Türkler karşı saldırıya geçerek Rus cephesini 35 kilometre (20 mil) kadar yardılar. Yavuz ve midilli Türk saldırılarını desteklemek için birçok kıyı operasyonunda bulundular. 4 Temmuz'da yavuz Tuapse limanını bombalayarak iki buharlı gemiyi batırdı. Türk gemileri, iki Rus dreadnought’u Sivastopol'den ayrılıp onlara saldırmadan geri dönebilmek için kuzeye yöneldiler. Gemiler İstanbul'a dönünce, yavuz eylül ayına dek sürecek olan pervane şaftı bakımına alındı.

Osmanlı'nın içinde bulunduğu kömür kıtlığı gittikçe kötüleşince, amiral Souchon Yavuz ve Midilli'nin faaliyetlerine 1917 boyunca ara verme kararı aldı. Eylül ayında koramiral Hubert Von Rebeur-Paschwitz amiral Souchon'un yerine gemilerin komutasını aldı. Bolşevik devriminin ardından Rusya ve Osmanlı imparatorluğu arasında aralık 1917'de ateşkes ilan edilmesi ve mart 1918'de Brest-Litovsk Barış Antlaşması'nın imzalanması sonucunda Anadolu'dan tekrar kömür sevkiyatı başladı.

20 ocak 1918'de yavuz ve midilli koramiral Rebeur-Paschwitz komutasında Çanakkale boğazından çıktılar. Rebeur-Paschwitz'un amacı Filistin cehpesindeki itilaf devletleri gemilerini kendi üzerine çekerek Türk askerlerini rahatlatmaktı. Boğaz çıkışında yavuz, imroz (Gökçeada) deniz muharebesi olarak adlandırılan çatışmada, Gökçeada’da demirli duran ve kendilerini koruması gereken Predreadnoughtlar tarafından korunmayan iki İngiliz savaş gemisi Hms Raglan ve Hms M28'i gafil avlayarak batırdı. Rebeur-Paschwitz daha sonra Mondros limanı'na saldırmaya karar verdi. Bu limanda, İngiliz predreadnought’u Hms Agamemnon türk gemilerine saldırmak için istim alarak hazırlık yapıyordu. Yolculuk sırasında midilli birçok mayına çarparak battı, yavuz da üç mayına çarpmıştı. İngiliz destroyerleri Hms Lizard ve Hms Tigress'in takibi altında Çanakkale'ye doğru çekilen yavuz, Çanakkale boğazı girişinde nağra burnu dolaylarında bilinçli olarak karaya oturtuldu. İngilizler karaya oturmuş olan Yavuz'a kraliyet hava kuvvetleri'nin 2. Filosunun bombardıman uçaklarıyla saldırı düzenlediler ve iki isabet sağladılar, ancak uçakların attığı hafif bombalar gemiye ciddi bir hasar veremedi. Monitör tipi savaş gemisi hms M17 24 Ocak gecesi Yavuz'a topçu ateşi açtı, ancak yalnızca on mermi attıktan sonra Türk sahil bataryalarının ateşinden kaçmak zorunda kaldı. Hms m17'den sonra Hms E14 denizaltısı gemiyi batırması için görevlendirildi, ancak saldırı gerçekleşmeden predreadnought Turgut reis, Yavuz'u kurtararak İstanbul'a kadar çekti. Yavuz ciddi bir hasar almıştı ve bir kez daha gemi teknesini onarmak için geçici sandık barajlar kuruldu. Yavuz’un tamiratı 7 Ağustos ile 19 Ekim tarihleri arası boyunca sürdü.

Yavuz, Brest-Litovsk barış antlaşması imzalandıktan sonra 30 mart 1918'de Osmanlı mütareke komisyonu üyelerini taşıyan gemilere Odessa'ya kadar eskortluk yaptı. İstanbul'a dönüşünün ardından mayıs ayında tekrar denize açılarak Sivastopol'e vardı, burada teknesi temizlendi ve tamir edildi. Yavuz ve birçok destroyer 28 Haziran'da kalan Sovyet savaş gemilerini enterne etmek üzere Novorossiysk'e doğru yola çıktı, ancak Türk gemileri vardıklarında Sovyet gemileri mürettebatları tarafından batırılmışlardı. Destroyerler bölgede kaldı, yavuz ise Sivastopol'e döndü. 14 Temmuz'da gemi kuru havuza alını ve savaşın sonuna dek orada kaldı. Sivastopol’da iken teknenin altındaki midyeler temizlendi. Yavuz daha sonra İstanbul'a döndü, burada mayın hasarının tamiri için beton sandık barajlar kurularak 7 Ağustos ile 19 ekim tarihleri arasında mayından hasar gören üç kısımdan biri tamir edildi.

2 Kasım'da alman donanması geminin mülkiyetini resmi olarak Türk hükümetine devretti. Sevr antlaşması şartları gereği Yavuz'un savaş tazminatı olarak İngiliz kraliyet Donanması'na teslim edilmesi gerekliydi. Ancak mustafa kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen kurtuluş savaşı dolayısıyla Sevr anlaşması uygulanamadı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanması üzerine 1923'te imzalanan Lozan antlaşmasıyla doğan yeni Türkiye Cumhuriyeti, yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluk Donanmasının büyük bir kısmını elde tutmayı başardı.

Türkiye tarafından 1920'ler boyunca ortaya konan birçok denizcilik politikası arasında tek tutarlı nokta, Yavuz'un onarılarak yeni cumhuriyetin donanmasının bayrak gemisi olmasıydı. Gemi 1926 yılına dek İzmit'te terk edilmiş bir durumda kaldı. Bu dönemde geminin sadece iki kazanı çalışır durumdaydı ve hareket edemiyordu. Ayrıca 1918 yılında çarptığı iki mayından kalan hasar hala tamir edilmemişti. Açık denizde batma riski çok fazla oluğu için Yavuz’u tamir edilmek üzere başka bir ülkeye göndermek de mümkün değildi. Bu sebeple yeterli bütçe ayrıldıktan sonra Almanya'dan 26.000 tonluk bir yüzer havuz satın alındı. Aralık 1926'da Fransız şirketi Atelier Et Chantiers de St. Nazaire-Penhöet ile geminin gölcük donanma tersanesinde tam bir onarım ve yenilemeye girmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Tamiratlar 1927 yılında başladı. Ancak tamiratlar esnasında yüzer havuzun birçok bölümü çöktü. Yavuz bu çökmeden hafif hasar gördü. Yüzer havuzun tamiratı geminin onarım sürecinin uzamasına sebep oldu. Denizcilik bakanı İhsan Eryavuz yüzer havuzun alımında yolsuzluk yapılmasına ilişkin soruşturma sonucunda görevden alındı ve milletvekilliği düşürüldü. Yolsuzluk iddiaları sonucunda gecikmeler arttı ve sonunda denizcilik bakanlığı lağvedildi. Türkiye Cumhuriyeti genelkurmay başkanı mareşal Fevzi Çakmak, yolsuzluk soruşturmasının ardından tüm donanma inşa programlarını yavaşlattı. Yavuz'un tamirinin devamı, Eylül 1928'de yunan donanmasının ege denizinde yaptığı büyük çaplı tatbikatın ardından Türk hükümetinin yunan deniz üstünlüğüne karşı önlem alma kararını vermesinden sonra önem kazandı. Türk hükümeti ayrıca İtalyan tersanelerine dört destroyer ve iki denizaltı siparişi verdi. Bunun üzerine Yunan hükümeti, Türklere 10 yıl boyunca deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin Washington Anlaşması benzeri bir anlaşma yapma teklifi sundu. Teklife göre yavuz tekrar hizmete alınmayacak, yunanlar ise iki yeni kruvazör inşa etme hakkına sahip olacaktı. Türk hükümeti, Yavuz'u Sovyet donanmasının Karadeniz'deki gücünü dengelemek için kullanmayı hedeflediğini açıklayarak teklifi reddetti. Bu cevap üzerine Yunan hükümeti iki destroyer siparişi verdi.

Geminin tamiratı sırasında geminin mayınlardan gördüğü hasar tamir edildi, deplasmanı 23.100 tona yükseltildi ve teknesi elden geçirildi. Uzunluğu yarım metre azalan geminin genişliği 10 cm kadar arttı. Modernizasyon kapsamında Yavuz'un buhar kazanları yenilendi ve ana topları için Fransa'dan alınan ateş kontrol sistemi kuruldu. Kazamatlarda yer alan iki 150 mm'lik toplar kaldırıldı. JUTLAND muharebesinin ardından diğer devletler gemilerinin cephaneliklerini koruyan zırhları kalınlaştırma yoluna gittiler. Ancak tamirat sırasında Yavuz'un cephaneliğini koruyan 50 mm'lik (2 inç) zırh koruması arttırılmadı. Yavuz 1930 yılında Türk donanmasına tekrar katılarak donanmanın bayrak gemisi oldu. Onarım ve modernizasyonların ardından yapılan testlerde hız denemesinde beklenenden başarılı oldu ve silah ve atış kontrol testleri de son derece başarılıydı. Yavuz'la beraber savaş grubunu oluşturacak dört destroyer de 1931 ve 1932 yıllarında hizmete alındılar. Ancak bu destroyerlerin performansı tasarım özelliklerine hiçbir zaman ulaşamadı. Yavuz'un tekrar hizmete girmesi planları üzerine Sovyet donanması Parizhskaya Kommuna zırhlısı ve Profintern hafif kruvazörünü 1929 sonlarında Baltık denizinden Karadeniz'e transfer ederek Türk donanması ile eşitlik sağlamaya çalıştı.

Geminin adı 1930 yılında resmi olarak Yavuz Sultan Selim'den, Yavuz Selim'e, 1936'da ise Yavuz'a çevrildi. Yavuz, 1933'te Türkiye başbakanı ismet İnönü'yü Varna'dan İstanbul'a taşıdı. Sonraki yıl Türkiye'yi ziyarete gelen İran Şahı'nı Trabzon'dan Samsun'a götürdü. 1938 yılında kısa bir yenilemeden geçen yavuz, Kasım 1938'e Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşını İstanbul'dan İzmit'e taşıdı. 1937 yılında yavuz ve donanmanın diğer gemileri İngiliz donanma ataşesi tarafından kısmen zayıf hava savunma silahları sebebiyle "modası geçmiş" olarak değerlendirildi. 1938'de Türk hükümeti donanmasını genişletme planlarına başladı. Bu planlara göre deniz filosu iki adet 10.000 tonluk kruvazör ve on iki destroyerden oluşacak, yavuz ise 1945'te ikinci kruvazörün hizmete girmesine dek donanmada kalacaktı. Donanma ayrıca 1950-1960 yılları arasında 23.000 tonluk bir gemi daha inşa etmeyi planlıyordu. Hükümetin planları yaklaşan 2. Dünya savaşı sebebiyle tüm tersanelerin kendi ülkeleri için savaş gemisi üretmeye öncelik vermesinden dolayı uygulanamadı.

Yavuz 2. Dünya savaşı boyunca hizmette kaldı. Kasım 1939'da yavuz ve Parizhskaya Kommuna Karadeniz'deki en büyük iki gemiydi. Life dergisinin bir haberine göre Yavuz, Sovyet gemisinin bakımsız durumu sebebiyle Karadeniz'de üstün olan gemiydi. 1941 yılında geminin uçaksavar bataryaları güçlendirilerek 4 adet 88 mm, 10 adet 40 mm ve 4 adet 20 mm uçaksavar topu eklendi. Daha sonra bu rakamlar 22 adet 40 mm ve 24 adet 20 mm topa yükseltildi. 9 nisan 1946'da Amerikan zırhlısı Uss MİSSOURİ (Bb-63), hafif kruvazör Uss Providence (Cl-82) ve destroyer Uss Power (Dd-839), Türk büyükelçisi Münir Ertegün'ün naaşını İstanbul'a getirdiler. Yavuz, bu gemileri istanbul boğazı girişinde karşıladı. Burada yavuz ve Missouri 19'ar pare top atışı ile birbirlerini selamladılar. 1948'den sonra gemi gölcük veya İzmit dolaylarında kaldı.

Yavuz, 20 Aralık 1950'de aktif görevden alındı, 1952 yılında Türkiye'nin Nato'ya üye olmasıyla b70 borda numarasını aldı ve 14 kasım 1954'te donanma envanterinden düşüldü. Türk hükümeti 1963 yılında alman hükümetine Yavuz'u satın almaları için teklifte bulundu. Fakat bu teklif almanlar tarafından reddedildi. Türk hükümeti gemiyi 1971'de sökülmek üzere sattı. 7 Haziran 1973'te söküm alanına çekilen yavuz, şubat 1976'da tam olarak sökülmüştü. Yavuz söküldüğü zaman, tüm dünya donanmalarında kalan tek Dreadnought idi.

SONUÇ

Genel olarak bakıldığında, Osmanlı donanmasının balkan savaşı ve 1. Dünya savaşında bazı dönemler sergilediği başarılı harekatlar Osmanlı devletinin ayakta kalmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bu durum denize kıyısı olan bir devlet için donanmanın ne kadar mühim olduğunu bizlere göstermiştir. Ancak Osmanlı donanması yapılan tüm modernizasyonlara rağmen ülkenin yöneticileri ve donanma yetkilileri tarafından doğru şekilde kullanılmadığı ve seneler boyunca limanda bağlı kalarak bakımsız bırakıldığı için başarısızlığa mahkum olduğu da yadırganamaz bir gerçektir. Bununla birlikte bu kadar olumsuz gelişmeye rağmen donanma bünyesindeki yetenekli komutanlar bakımsız bu gemilerle birçok başarıya da imza atmıştır. (bkz. Hamidiye kruvazörünün akıncı taarruzu & nusret mayın gemisinin çanakkale deniz muharebesindeki rolü)

ancak burada Abdül kadir predreadnought'una değinmeden geçmemek lazım. Osmanlı devletinin kendi imkanlarıyla yapmaya çalıştığı bu gemi hakkında iki hususa dikkat çekmek gerekiyor. İlk olarak Osmanlı devletinin abdül kadir'i yapmaya karar verdiği dönemde diğer devletlere karşı sanayisinin ne kadar geri kaldığını görmüş oluyoruz. Tabi ki bunu sadece sanayi ile sınırlandırmak yanlış olur. Devlet o dönemde askeri teknolojinin geri kalmasıyla birlikte finansal olarakta bir hayli zor durumdaydı. Bu durumdan ötürü değinmek istediğim ikinci husus ortaya çıkmış ve gemi yapımı için gereken finansal destek halk tarafından yapılan yardımlar ile gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla geminin kızağa konularak yapılması için halk dişinden tırnağından arttırdığı paraları donanma cemiyetine bağışlamış ve gemi inşaatına başlanmıştır. Halkın yaptığı fedakarlık sadece bu gemi yapımı için değil, balkan savaşlarından, 1. Dünya savaşına ve kurtuluş savaşında dahi sürmüş ve bu mücadele sonucunda Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Bizlerinde günümüzde bu durumdan bir hayli ders çıkartması gerektiğini hatırlatmadan geçemeyeceğim. Ayrıca Abdül kadir predreadnought'unun yapım aşamasında yaşanan olaylar neticesinde, bir devletin silah teknolojisi veya yerli sanayisinin gelişmesinin önemine dikkat çekmek istiyorum. Eğer katma değeri yüksek bir silah veya ürün yapıyorsanız dünyada devlet olarak güç ve söz sahibi olmanız da kaçınılmaz bir gerçektir. Osmanlı devletinin kendi imkanlarıyla abdül kadir'i tamamlayamaması Avrupa devletlerine yönelmesine neden olmuş ve savaş gemilerini Almanya veya İngiltere'den satınalma yoluna gitmesine sebebiyet vermiştir. Tabi ki bu gemilerin donanmaya kazandırılması ciddi bir borç yükü altında gerçekleşmiş ve bunun sonucu olarak alınan borçlar Osmanlı devletini finansal darboğaza sokmuştur. Bununla birlikte İngiltere'nin 1. Dünya savaşını bahane ederek parası ödenmiş Osman-ı evvel ve Reşadiye dreadnought'larını teslim etmemesi siz saygı değer okuyuculara herhalde tanıdık geliyordur.

Denize kıyısı olan bir ülkenin donanmasına ehemmiyet vermemesi gibi bir durum ise anlaşılabilir bir uygulama olmasa gerek. Osmanlı devletinin son dönemlerinde donanmanın yaşadığı sıkıntıların bir benzeri cumhuriyet döneminde de yaşanmıştır. (bkz: kıbrıs barış harekatı) buna mahal vermemek için devletin her kademesinde yetkili olan kişilerin milli şuur çerçevesinde sadece donanma değil tüm silahlı kuvvetler içerisinde modernizasyona önem vermesi gerektiğini söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü silahlı kuvvetlerin bu ülkenin teminatı ve koruyucusu olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkartmamalıyız.

Osmanlı devletinin yıkılmasını müteakip yukarıda zikrettiğimiz üzere tüm çabalara rağmen parası ödenmiş veya el konulan gemilerimiz dünya devletleri tarafından genç cumhuriyete teslim edilmemiştir. Bu bağlamda; sağlam olarak cumhuriyet Türkiyesi'nin elinde 2 büyük gemi (Turgut reis & Yavuz) kalmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz üzere belli bir süre sonra bu iki gemi donanma envanterinden düşürülerek hurdaya çıkartılmış ve parçalanmıştır. Burada geçmiş dönemde yapılan bazı hatalara maalesef değinmeden geçemeyeceğim. Üç tarafı denizlerle çevrili bu güzel memleketimizde vatandaşlarımızın deniz kuvvetlerinin geçmişini ve başarılarını yeterince bilmediği kanaatindeyim. Dünyada denize kıyısı olan milletlere baktığımızda donanma tarihi ve geçmişlerine verdikleri öneme değinmek gerekiyor. Dünyada önemli deniz muharebelerine katılmış devletlere baktığımızda bu muharebelerde görev yapan gemilerin müze olarak kullanıldığı göze çarpmaktadır. Örneğin, İngilizler'in Hms Warrior gemisi, Amerikalılar'ın İowa sınıfı muharebe gemileri, Japonlar'ın Mikasa muharebe gemisi ve Yunanlıların Averoff muharebe gemisi günümüzde müze olarak halk tarafından ziyaret edilebilmektedir. Ülkemize baktığımızda özellikle balkan savaşı sonrası donanmaya katılan ve yazımda zikrettiğim bu gemilerden hiçbirisi şuan var olmamaktadır. Bu konuda özellikle yavuz zırhlısına değinmek gerekiyor. Bahsettiğimiz gemi 1. Dünya savaşında birçok muharebeye katılmış ve yararlılık göstermiş; cumhuriyet kurulduktan sonra donanmanın bayrak gemisi olmuş ve en önemlisi ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşına ev sahipliği yapmış gazi bir gemidir. Her ne olursa olsun bu geminin hurdaya ayrılarak sökülmesi ülkemiz adına yüz karası bir durumdur. Burada en büyük suç ise Almanya'ya satılmasını teklif eden ve geminin hurdaya ayrılarak sökülmesine izin veren yetkililerdedir. Bahsi geçen geminin bakımı yapılarak günümüzde müze olarak herhangi bir limanda demirli olarak halka açılmış olsaydı, birçok vatandaşımızın ziyaret edeceği, hatta yurtdışından dahi ziyaretçilere ev sahipliği yapacağı aşikardır. Eğer gemi müze olarak kullanılıyor olsaydı o tarihi dokunun içerisinde nefes almak dahi bizlere büyük bir haz verecek ve tarihimize daha vakıf olabilecektik. Bu sözlerim sadece yavuz özelinde değil sökülerek yok edilmiş diğer gazi gemiler içinde geçerlidir. (bkz: nusret mayın gemisi) Son söz olarak geçmişimize ve tarihimize sahip çıkmamız gerektiğini siz saygıdeğer okurlara hatırlatmak isterim. Tarihimizin sadece Osmanlı İmpratorluğundan müteşekkil olmadığını da unutmayalım. Osmanlı imparatorluğu şanlı Türk tarihinin sentezlenmiş bir dönemini oluşturur. Türk tarihi, bizlere okumakla ve araştırmakla bitmeyecek derin bir içerik sunmaktadır. Sizlerin tek yapması gereken ''araştırmaya inanmak'' düsturunu edinmenizdir. Bahsi geçen bu düstur ile hareket ettiğiniz takdirde hurafelerden, kulaktan dolma bilgilerden ve yanlış bilgilerden arınmış gerçek Türk tarihine ulaşacak ve ufkunuzun iki katına çıktığına şahit olacaksınızdır.
 
@Zero-X Eline saglik ve ozellikle son kismindaki nottan oturu ayri bir mutesekkirim sana ama maglesef anlamayan insan cok fazla. Savunma sanayinin, ozellikle bunla alakali teknolojilerin ne kadar onemli oldugunu anlamayanlar var hala...
 
@Zero-X Eline saglik ve ozellikle son kismindaki nottan oturu ayri bir mutesekkirim sana ama maglesef anlamayan insan cok fazla. Savunma sanayinin, ozellikle bunla alakali teknolojilerin ne kadar onemli oldugunu anlamayanlar var hala...
iyi dilekleriniz için teşekkür ederim ve kesinlikle haklısınız. ancak bu yazıda ki ana fikir millet olarak tarihimize sahip çıkma alışkanlığımızın olmaması. yani ecdadımız olan selçukiler veya osmanlılardan önce de türk kavramı dünyada biliniyordu. bu kavram selçuklularla başlamadı. aynı şekilde yazının içerisinde ''muasır medeniyetler'' seviyesine çıkmadığımız takdirde başımıza gelebilecekler ile ilgili bize ders niteliğinde bilgilerin olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
 
Denizle çok geç tanışmamızın da etkisiyle olsa gerek hiç gerçek manada denizci bir millet olamadık.
 

Bu Konuya Bakmış Kullanıcılar (Üye: 0, Ziyaretçi: 1)

Korsanfan.com Her Hakkı Saklıdır. 2008-2023.
Tasarım Korsanfan V.6.0
Yukarı Çık